HABER MERKEZİ (02.07.2016)-2 Temmuz 1993 yılında faşist “TC” tarafından organize edilen Sivas Katliamı’nın üzerinden 23 yıl geçti. Her yıl geleneksel olarak yapılan Pir Sultan Abdal Şenlikleri esnasında, Madımak Oteli’nde kalanlara dönük devlet organizeli gerçekleştirilen saldırılar neticesinde, otelde kalan 33 aydın, yazar, sanatçı ile 2 otel çalışanı yaşamlarını yitirdi. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak yazılan Sivas Katliamı’nın üzerinden geçen zaman zarfında ise bırakalım katliamın faillerinin açığa çıkartılıp yargılanması, birçoğu ödüllendirilerek devletin çeşitli kademelerinde görevlendirildi. Faşist “TC”nin “Tek din, dil, bayrak, devlet, düşünce” paradigmasına göre inşa ettiği “Türkiye Cumhuriyeti”, kuruluşundan bu yana, bu gerici-faşist paradigmaya uymayan, karşı duran, kabul etmeyen kesimlerin teslim ve tasfiye edilmesi üzerine bina edilmiştir. Bu gerici-faşist saldırı furyasının en önemli üç hedefi ise 3K olarak tarif edilen komünistler, Kızılbaşlar ve Kürtlerdir. Faşist “TC”nin Osmanlı’dan devraldığı gerici yönetim modelini, çağa ve emperyalist efendilerinin isteklerine uygun bir şekilde güncelleyerek hayata geçirdikleri “TC”nin, özellikle kuruluş süreci öncesi ve esnasında, Ermeniler, Süryaniler, Rumlara karşı uyguladığı soykırım politikası ve katliamlar tam bir etnik temizlik hamlesidir. Hem siyasi, hem de ekonomik ve kültürel olarak faşist “TC”, soykırıma tabi tuttuğu başta Ermeniler olmak üzere çeşitli millet ve inançlardan halkların kanı üzerine kurulmuştur. Bu soykırım ve katliam sürecinde, taktik-pragmatist bir şekilde Kürtlere bazı vaatlerde bulunup, yanına çekme politikası güdülmüş ve bu politikada dönemsel kazanımlar elde edilmiştir. Faşist “TC”nin bu sinsi politikasını görmeyip, kuruluş sürecine methiyeler dizenlerin, Türk-Kürt ulusları dışında diğer ulus, milliyet ve inançtan halkımızın kanı-canı üzerine inşa edilen bu gerici-faşist devletin özüne dair hiçbir şey anlamadıkları ortadadır. Faşist “TC”nin kuruluş süreci ve sonrasına dair doğru-bilimsel fikirler edinmek isteyenlerin komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın analizlerine yeniden bakmalarını tavsiye ederiz.
Türk-İslam Sentezi
19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında dağılma aşamasına gelen Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki bir kesim, özellikle Fransız Devrimi sonrası canlanan ulus-devlet modeline sarılarak, temel eksenini Türklük ve İslam’ın Sünni kolunun oluşturduğu yeni bir devlet kurma arayışına girdiler. Böylesine “homojen-güçlü-bir arada kalabilecek” bir devlet yaratmak içinse, belirli bir coğrafi sınır, insan gücü, ekonomi ve siyaset gerekiyordu. Daha önce Balkanlar’da yaşanan kopmalar, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenilgiyle çıkılması, Osmanlı’dan devralınan toprak miktarının ve içte Türk-İslam sentezine uygun kitlenin azlığı, böylesine bir projeyi oldukça zora sokuyordu. Çeşitli ulus-milliyet ve inançtan halkın aynı coğrafya üzerinde yaşadığı bir alanda tekçi bir zihniyetle hayata geçirilmeye çalışılan bu proje ise, baştan faşist bir diktatörlüğün taşlarını döşüyordu. Osmanlı zamanında çeşitli katliamlara maruz kalmış Alevilerin, sürece olan haklı güvensizlikleri, 19. yy boyunca merkezi Osmanlı iktidarı ile çeşitli çatışmalar yaşamış olan Kürtlerin haklı kaygı ve beklentileri, keza büyük bir soykırımdan geçirilen Ermenilerin, Süryani ve Rumların, böylesine bir projeye haklı olarak karşı durmaları, bu gerici-faşist paradigmanın gündemden kalkmasına vesile olmamış, bilakis emperyalist güçlerinde desteği alınarak çeşitli ulus-milliyet ve inançtan halkların kanı üzerine “TC” inşa edilmiştir. “TC”nin kuruluşundan itibaren faşist bir diktatörlük şeklinde yönetildiği, çeşitli dönemlerde sürecin ihtiyaçlarına dönük hayata geçirilen bazı politikaların bu gerçeği değiştirmeyeceği, tarihte defalarca ispatlanmasına rağmen hala bu yönde körlük yaşayanların bulunması ise şaşırtıcı bir durum. Bu duruma son örnek AKP’nin kendisidir. Hatırlatmakta fayda var; bugün hiçbir maskeye gerek duymadan açık faşist bir diktatörlük yönetimini hayata geçiren AKP’den daha düne kadar demokrasi, özgürlük bekleyen ve bu minvalde zımni destek verenler haylice çoktu. Bu körlük durumu maalesef “TC” tarihi boyunca çeşitli biçimlerde yaşanmış ve her seferinde ezilen-emekçi kesimlere büyük faturalar olarak geri dönmüştür.
Faşist “TC”nin bina edilmesine harç olan en önemli iki kaynağın Türklük ve İslam inancı olduğunu söylemiştik. İslam inancı içerisinde ise Sünni mezhebin merkeze alındığı bir realite söz konusu. Türk-İslam sentezinin kendisine düşman olarak seçtiği en önemli kesimlerden biri ise kuşkusuz Alevilerdir. Alevilik inancının ve bu inanca mensup milyonlarca insanın, faşist “TC” tarafından ehlileştirilmelerine, teslim alınmalarına, bunlar yapılamıyorsa da tasfiye edilmelerine dönük sistematik politikalar hayata geçirilmiştir. Burada önemli bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor. Faşizmin Alevilere dönük saldırıları sadece bir inanç meselesi üzerine kurulu değildir. Bu saldırı aynı zamanda Türk-İslam sentezli uluslaşma sürecinin sekteye uğraması, Alevilik inancının bağrında taşıdığı ilericilik, özellikle Dersim örneğinde olduğu gibi, kendi kimlik ve inançlarını yaşama noktasında ortaya koydukları tavırlardır. Kuşkusuz faşist “TC” dikensiz bir gül bahçesi hayaliyle sahneye çıkmış ama yaşamın acı gerçekleri karşısında şaşkına uğrayarak, faşist saldırı ve katliam furyasına başlamıştır. “TC”nin ilk 50 yılında Alevilere dönük gerçekleştirilen sistematik katliam saldırılarından en öne çıkanları Koçgiri ve Dersim’dir. Faşizm bu iki katliamla tam bir soykırım örneği sergilemiştir. Bu katliamların izleri, acısı hala tazeliğini korumakta, bu katliamcı zihniyet hala bütün yönleriyle mevcudiyetini sürdürmektedir.
Alevilere dönük saldırı furyasının en önemli ikinci ayağını ise 1970’li yıllardan sonra görmekteyiz. Bu dönemde hem dünyada ve hem de Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gelişen-yükselen sol dalganın etkisiyle, milyonlarca insan çeşitli şekillerde devrimci mücadeleyle tanışmış, bu mücadele içerisinde yer almıştır. Ülkemizde gelişen devrimci mücadelenin en önemli sosyal dayanaklarından birisini ise kuşkusuz Aleviler oluşturuyordu. Başta Dersim olmak üzere, Alevilerin önemli bir bölümü sınıf mücadelesi içerisinde kendi kimlik ve talepleriyle beraber devrimci mücadeleye katılmış ve önemli bir kitle gücü olarak kendisini var etmiştir. Faşizmin bu dönemde çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçi halkımıza dönük gerçekleştirdiği kapsamlı saldırı ve katliamlar hafızalardaki tazeliğini koruyor. Bu katliam furyasının hedeflerinden birisi ise kuşkusuz Alevilerdi. Zaten faşizmin kurucu kodlarıyla uyuşmayan, bu kodlara teslim olmayan Alevilerin bir de devrimci-komünistlerle ortak paydalarda buluşup, devrimci mücadele saflarında yer almaları tehlikeyi çok büyük bir hale sokuyordu. Bu süreçte Alevilere dönük toplu katliamlar gerçekleştirilerek, Aleviler bir kez daha teslim alınmaya çalışılmıştır. Malatya, Çorum ve en büyük katliamlardan biri olarak tarihe geçen Maraş, bu katliam sürecinin acı örneklerindendir. Bu katliamlarla yüzlerce Alevi katledilirken, on binlercesi yerlerini-yurtlarını bırakarak başka yerlerde yaşamak durumunda kalmışlardır. Daha sonraki süreçte yaşanan Gazi-Ümraniye katliamları da bilinçli-planlı bir saldırı dalgasının ürünüdür ve hedef devrimci güçler ile Aleviler arasındaki bağı koparmaktır.
Sivas Katliamı
Yargılama Tiyatrosu Sahnede
Bizzat Özel Harp Dairesi tarafından planlanıp, uygulamaya konulan Sivas Katliamı sonrası, 190 kişi gözaltına alındı. Bunların 124’ü hakkında “Laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açıldı, geriye kalanlar serbest bırakıldı. Sivas Katliamı davasının ilk duruşması 21 Ekim 1993 tarihinde yapıldı. 20 Aralık 1994 tarihinde karara bağlanan dava sonucunda, 22 kişi hakkında 15’er yıl, 3 kişi hakkında 10’ar yılı 54 kişi hakkında 3’er yıl, 6 kişi hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 kişi hakkında ise beraat kararı verildi. Yapılan itirazlar sonucu Yargıtay verilen kararı esastan bozarak, mahkemenin yeniden görülmesine karar verdi. 28 Kasım 1997 tarihinde açıklanan yeni kararda 33 kişi idama, 14 kişi ise 15 yıla kadar değişen hapis cezalarına mahkûm edildi. 24 Aralık 1998 tarihinde verilen hapis cezaları Yargıtay tarafından onandı. 33 kişi için istenen idam cezası ise usul noksanlıkları nedeniyle bozuldu. Yeniden başlayan yargılama sonrası 16 Haziran 2000 tarihinde 33 kişi DGM tarafından yeniden idam cezasına çarptırıldı lakin 2002 yılında idam cezasının kaldırılmasıyla verilen cezalar müebbet ağır hapis cezasına dönüştürüldü. 13 Mart 2012 tarihinde görülen duruşmada ise dava zaman aşımına uğrayarak düştü.
Sivas Katliamı davasında yer alan katillerin birçoğu dönemin hükümetleri tarafından kurtarılırken, katliamda yer alan 7 sanığın aranırken askere gittiği, evlendiği ve ehliyet aldığı ortaya çıkmıştı. Bu sanıklar arasında Cafer Erçakmak’ın dosyası 26 Aralık 1994’te, sanıklar Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca, Yılmaz Bağ ve Necmi Karaömeroğlu’nun dosyaları ise 16 Haziran 1994’te tefrik edilmişti. Çakmak’ın aranırken 27 Temmuz 1999’da Sivas Altınyayla Belediyesi’nde evlendiği, 22 Mayıs 1997’de askere gittiği, çocuğunu nüfusa kaydettirdiği, Emniyet’e başvurarak ehliyet bile aldığı anlaşıldı. Sanıklardan Yılmaz Bağ’ın ise aranırken Sivas Kangal ilçesinde düğün yaptığı belirlendi. Sivas Katliamı katillerinin avukatlığını yapanların büyük bir çoğunluğu ise sonraki dönemlerde devlet içerisinde önemli görevlere getirtildiler. 35 insanı diri diri yakanların avukatlığını avukatlardan bazılarının aldıkları görevler şunlar:
Av. Celal Mümtaz Akıncı – Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi, Av. Hayati Yazıcı AKP’nin Devlet Bakanı, Av. Haydar Kemal Kurt – AKP Isparta Milletvekili, Av. Zeyid Aslan – AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı, Av. Hüsnü Tuna – AKP Konya Milletvekili, Av. Burhanettin Çoban – Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı, Av. Faik Işık – Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı, Av. İbrahim Hakkı Aşkar – 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili, Av. M. Ali Bulut – AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi, Av. Bülent Tüfekçi – AKP Malatya İl Başkanı, Av. Halil Ürün – RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Milletvekili, Av. Mevlüt Uysal – AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı, Av. Nevzat Er – Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı, Av. Suat Altınsoy – AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı, Av. Tayfun Karali – İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü, Av. Ferruh Aslan – İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü, Av. İbrahim Kök – AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı, Av. Ali Aşlık – Eski AKP İzmir İl Başkanı ve 2011 seçimi milletvekili, Av. Bedrettin İskender – AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı, Av. Ekrem Bedir – Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi, Av. Faruk Gökkuş – AKP Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı, Av. Hasan Hüseyin Pulan – AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi, Av. Hurşit Bıyık – AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı, Av. Reşat Yazak – Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi.
19 yıl süren davanın ardından 13 Mart 2012 tarihinde görülen duruşmada 2’si ölen, 5’i firari olan 7 kişi hakkında zamanaşımı kararı verilerek dava düşürüldü. Söz konusu karar sonrası dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan tarafından yapılan şu yorum, bir bütün gerçekliği gözler önüne sermek adına yeterlidir; “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar… Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var…”