Savaş ve siyaset

Emekçi halklara ve ezilen mazlum uluslara dayatılan emperyalist savaş ve bilumum gerici savaşlara devrimci savaşla yanıt vermek ezilen yoksul dünyanın en tabii hakkı olup, gerici savaşa karşı geliştirilen haklı savaş devrimci sınıf tutumu olarak tarihsel bir zorunluluktur. Bundan şüphe duymak toplumsal gelişmeyi ve buna analık yapan sınıf savaşımını anlamamaktır. Toplumların gelişme tarihinin sınıf mücadelelerinden ibaret olduğu inkâr götürmez doğrudur.

HABER MERKEZİ (09.09.2015)-Savaş sözcüğünün geçtiği yerde alkış; barış sözcüğünün geçtiği yerde ‘’yuh’’ seslerinin yükseldiği günümüz koşullarında doğru ile yanlışı ayrıt etme çabasıyla savaş ve siyaset hakkında birkaç söz etmek yerinde olacaktır. Savaşın aktüel, barışın başat talep olması da bu tartışmayı ihtiyaç haline getirmektedir.

Bugün savaştan yana olanların Erdoğan/AKP gericiliği, barıştan yana olanların ise mazlum Kürt ulusu ya da hareketi olması dikkate değer olup, siyaset açısından son derece öğretici ve anlamlı bir tablodur. Sadece siyaset-taktik siyaset anlamında. Taktik siyasetin doğrudan somut duruma bağlı olması, bugün HDP tarafından ‘’barış’’ eksenli güdülen taktik siyasetin öğretici olduğunu söylememize kuvvetle imkân tanır…

Emekçi halklara ve ezilen mazlum uluslara dayatılan emperyalist savaş ve bilumum gerici savaşlara devrimci savaşla yanıt vermek ezilen yoksul dünyanın en tabii hakkı olup, gerici savaşa karşı geliştirilen haklı savaş devrimci sınıf tutumu olarak tarihsel bir zorunluluktur. Bundan şüphe duymak toplumsal gelişmeyi ve buna analık yapan sınıf savaşımını anlamamaktır. Toplumların gelişme tarihinin sınıf mücadelelerinden ibaret olduğu inkâr götürmez doğrudur. Sınıflar mücadelesinin değişen toplumsal aşamalara göre ilerici ve gerici olarak nitelenen toplumsal iki karşıt sınıf arasındaki savaş biçiminde cereyan ettiği göz önüne alındığında, gerici sınıfların haksız savaşına karşı devrimci sınıfların haklı savaşının toplumsal gelişmeye katalizör olduğu görülmüş olacaktır. Dolayısıyla haklı savaşları gerici-haksız savaşlarla aynı kefeye koymanın temel bir yanılgı olduğu, bu anlamda devrimci sınıf savaşının özgür bir dünya için kaçınılmaz olduğu geri kaygılara kurban edilmeden savunulmak durumundadır. Devrimci sınıflar sebepsiz yere savaş yürütmeyi benimsemez-benimsememiştir. Bu savaşı koşullayan neden, gerici sınıfların gerici zor örgütü olan devleti elinde bulundurup iktidarı gasp ederek emekçi halklar ve mazlum uluslara karşı haksız savaşlara başvurması, gerici baskı ve zor yoluyla hak ve özgürlükleri yok edip emek gaspına dayalı gerici bir diktatörlük uygulamalarıdır. O halde ezilen emekçi sınıfların haklı savaşını gerici sınıfların haksız savaşıyla aynılaştırıp sınıfsal yaklaşımdan uzak tutumla ayrımsız bir savaş karşıtlığı gerçekçi olamayacağı gibi, devrimci kitlelere savaşmayın demek son tahlilde gerici diktatörlükleri onaylamaktır.

Bütün bunlarda tereddüt taşınamaz. Ancak savaş savunusu, savaş dışı siyaset biçimlerini yadsıyan bir yaklaşımla kesinlikle ele alınamaz. Özellikle de somut durum ve somutta biçimlenen siyaseti göz ardı ederek savaş savunusu yapılamaz. En önemlisi de savaşa obje olmayan, savaşı pratik olarak göğüsleme ve katkı sunma durumunda olmayanların, bizzat savaş yürütenlerden çok daha savaşçı kesilip savaş propagandası yapması tutarlı olmadığı gibi, boş meydanda boş konuşmaktan öte bir şey değildir. Bizzat savaş yürütenlerin savaşı daha iyi bildiğini kabul edip, onlara savaşı öğretme boşboğazlığı yerine mütevazı olmak yeğ tutulmalıdır. Savaş, önce yapılıp sonra öğrenilen bir şey olduğundan, savaşı yürütenlere karşı savaş konusunda ahkâm kesme yerine, centilmence fikir beyanında bulunmak daha doğrudur. Bizzat savaşanlara öncelik tanıyan bu anlayışımız bir tepki değil; savaşla siyaseti karşı karşıya koyarak siyaseti öteleyen yanılgılı yaklaşımın dar ufkunu genişletme yaklaşımıdır. Elbette, herkes fikrini söyleme hakkına sahiptir. Doğruyu söylemek görev ve sorumluluktur. Fakat savaş hakkında bizzat savaşanlardan daha çok savaşçı kesilip vaaz vermek etik olmadığı gibi, kabul de edilemez. Hele doğrular adına sadece savaş lafını dillendirmek ve doğrular adına hatalı yaklaşımlar piyasaya sürmek hiç kabul edilemez.

Savaş, siyasetin silahlarla yürütülmesi biçimi ise, o halde savaş; siyasetin kendisi olmakla birlikte diğer siyaset biçimlerini dışlamaz. Bilakis, savaş kendisini besleyen siyaset biçimlerine yaşamsal bir ihtiyaç duyar. Dahası, savaş görevini tamamladıktan sonra yerini silahsız olan siyasete terk eden bir süreçtir. Yani, silahlı siyaset olan savaş her aşamada mutlaka silahsız olan siyasete gereksinim duyar ve ekseri, ikisi aynı anda var olup birlik oluştururlar. Zıtların birliği tam da budur. Savaş barışa, barış da savaşa dönüşür. Bunların tersini tasavvur etmek, ne savaştan, ne siyasetten, ne de diyalektik felsefeden anlamaktır.  

Savaş siyaseti kaba ele alınamaz

 Savaş savunusunu silahsız siyaseti men eden anlayışla ortaya süren görüş, özünde ve objektif olarak savaşa karşı ya da savaşı kuşa çeviren bir görüştür. Savaşın her türlü mücadele biçimi, her türlü siyaset ve taktikle birlikte yürütülmesi etkili bir savaşın yürütülmesini mümkün kılar. Savaşı, diğer alan ve biçimlerden tecrit etmek objektif olarak savaşı tecrit edip desteksiz bırakarak güçsüzleştirmektir. Silahlı savaşla sıkıştırılan düşman, ‘’teslim ol çağrısı’’  siyasetiyle desteklenen savaş bütünlüğü içinde yenilir. Savaş esasta yok etmeye dayanır. Ne var ki, düşmanın her ferdini yok etmek olası değildir. Savaş gücü dışındaki düşman gücü başka araçlar, siyasetler vasıtasıyla yenilebilir. Medyada yürütülen gerici savaş veya gerici savaşın geri desteği olan tüm kuvvetler kuşkusuz ki bu alanda yürütülecek savaş dışı siyaset ve metotlarla karşılanmak durumundadır. Düşman sadece silahlı savaşla sınırlı bir savaş yürütmüyor. İdeolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. vs. her biçimde savaş yürütüyor. O halde devrimci savaşın da bu sahalarda biçimlenerek gerici savaşa yanıt vermesinden daha isabetli bir tutum olamaz. Gerçekte terör uygulayan gerici iktidar ve sınıflar devrimci ve haklı savaşları, terör hareketi olarak dünya ve ülke kamuoyuna lanse ederek yürüttüğü manipülasyonla, devrimci savaşı tecrit etmeyi amaçlıyor, bu siyaseti yürütüyor. Buna karşı dünya ve ülke kamuoyu nezdinde yürütülecek etkili siyasetlerle gerçek terörist olanın bizzat gerici sınıf iktidarları olduğunu yaymak ve onları tecrit etmek sınıf savaşının önemli bir görev alanıdır. Bu görevi es geçme lüksümüz olamayacağına göre silahsız siyaseti kullanmaktan imtina edemeyiz.

Sadece savaş diyerek diğer siyaseti yadsıyan anlayışın kendi söz hakkımızı kısıtlayan bir anlayış olduğu açıktır. Bugün Kürt cephesinin barış söylemleri veya çağrılarına üst perdeden yaklaşan anlayışlar siyaset yapma yeteneği olmayan yaklaşımlardır. Stratejik yaklaşım ve ilkeler ayrı ama siyaset daha ayrı ve esnektir. Yeter ki, siyaset stratejiyi kemiren zemine kaymasın.

Son olarak, bir noktayı daha vurgulayalım ki; barışın taktik siyaset savunusunda dahi kesinlikle ezen lehine hüküm süren şartlarda ezen ile ezilen arasındaki bir barıştan, ezen ile ezilen eşitsizliğinin geçerli olduğu şartlardaki bir barıştan ve ezen ile ezilen arasında eşit şartlarda onurlu bir barışın mümkün olamayacağına inandığımız koşullardaki bir barıştan, son tahlilde iki karşıt-düşman sınıf arasında sınıf çelişkilerini yok sayarak sınıf işbirlikçiliğini onaylayan bir barıştan da asla söz etmiyoruz.

Ancak komprador tekelci burjuva sınıfların dayattığı gerici bir savaşın ya da bu savaş siyasetlerinin baltalanıp boşa çıkarılması, bu sınıfların gerici savaş saldırganlığının suçüstü yapılarak deşifre edilmesi, uluslar arası alan ve ülke halkları nezdinde bu gerici savaşı ve sahiplerini teşhir-tecrit etmek, dahası bu zeminde geliştirmek istedikleri somut siyaset veya planlarını ters yüz etmek, en önemlisi de kamuoyunda yaratılan manipülasyon ve algının haksız önyargılarını kırarak gerçekte kimlerin terörist olduğunu deşifre etmek üzere, taktik siyasette ‘’barışın’’ karşı siyaset olarak dillendirilmesinin isabetli olduğunu düşünüyoruz. Ki, stratejik gerçekte de gerçek barış savunucuları hiç şüphe yok ki proletarya ve emekçi halk kitleleridir. Yürüttükleri sınıf savaşımının son tahlilde barış ve kardeşlik dünyası olan büyük özgürlük dünyasını hedeflemesi tam da bu stratejik gerçek barış savunucuları olduğumuzun kanıtıdır.

Haklı-Haksız savaş çizgileri silikleştirilemez

Mesele savaş meselesine gelince ve haklı-haksız nitelemeleri yapılmadan salt savaş karşıtlığı temelinde aktüel olan yaklaşımlara dair proleter sınıf bakış açısının ne olduğu sorusuna gelince; bilindiği gibi bizler haksız savaşlara karşı olup haklı savaşları benimseyen-destekleyen aleni bir sınıf tavrına sahibiz. Mevcut sınıflı toplum realitesinde savaş karşıtlığının öz itibarıyla haksız savaşlara karşı çıkma olduğu anlaşılmak durumundadır. Zira gerici sınıfların gasp ettikleri devlet ve iktidarın geniş halk kitleleri ve ezilen mazlum uluslara baskı, zulüm, sömürü, katliam ve doğa da dâhil olmak üzere kıyım, tahribat ve felaket olduğu, son tahlilde tüm insanlığa ve insanlığın aydınlık geleceğine karşı bir köstek olduğu açıkken, bu gerici devlet ve iktidar mekanizmasının yıkılarak, komünist toplum perspektifine sahip proletarya ve emekçi halk kitlelerinin iktidarını, haklı-devrimci savaş hüneriyle kurmanın bir zorunluluk olduğu reddedilemez bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla sınıf nitelemesi veya haklı-haksız savaş ayrışımı yapılmadan sivil toplumcu, burjuva hümanizmi temelinde toptancı bir savaş karşıtlığını benimsemediğimiz gibi, haklı savaşlara karşı olmamız tasavvur edilemez bir tutumdur. Çünkü haklı savaşlar zorunlu gerekçelere dayanmayan keyfi tercihler değil, bilakis onu koşullayan gerici sınıf diktatörlüklerinin kaçınılmaz bir sonucudur. Bugün Sosyalist Halk Savaşı stratejisi temelinde örgütleyip geliştirmeye çalıştığımız devrim stratejisi doğrudan günümüz şartlarındaki toplumsal koşullarımızın nesnel bir gereksinimi olan devrim ihtiyacına dayanmaktadır. Sosyalist Halk Savaşı temelinde geliştirmeye çalıştığımız bu savaşa ve aynı zamanda bağımsız devletlerine sahip olma hakkı gasp edilmiş olup milli baskı altında barbarca ezilen mazlum Kürt ulusunun, Türk hâkim sınıflarına karşı yürüttüğü haklı savaşa karşı çıkmanın, alenen Tük hâkim sınıflarının halk kitleleri üzerinde azgın sömürü ve baskıya dayanan gerici faşist diktatörlüğünü kutsamak ve aynı zamanda Kürt ulusu üzerindeki milli baskı ve zulmünü onaylamak anlamına geleceği tartışma götürmez bir doğrudur. Biz proleter devrimciler ne halk kitlelerinin üzerindeki faşist diktatörlüğü kabul etme ve ne de aynı diktatörlüğün Kürt ulusu ve diğer azınlıklar, kültür ve kimlikler üzerindeki gerici baskı ve egemenliğini kabul etme durumunda değiliz, olamayız. Dolayısıyla bu gerici sınıf diktatörlüğü ve tüm gericiliğin alt edilmesi uğruna yürütülen devrimci savaşı alenen savunmaktan ve yürütmekten sakınca duymamaktayız. Toplumsal çelişkiler reel politikte nasıl tarif edilirlerse edilsinler ya da hangi biçimler altında gündeme gelirlerse gelsinler, nihayetinde tüm bunların ezen-ezilen çelişkisinin günümüz niteliği olan sınıf çelişkilerinden ibaret olduğu açıktır. O halde; sınıf siyaseti ve tavrı anlamında devrimci sınıfların kurtuluşuna dayanan devrimci savaşla tüm sınıf farklılıklarıyla birlikte gerici sınıfları, devrimci yoldan tasfiye etmenin toplumsal ilerlemenin vazgeçilemez kanunu olduğu açıktır.  

 

Önceki İçerikMevcut sürecin genel karakteristiği ve özerklik iradesi!
Sonraki İçerikBolşevik devrimcilik üzerine