Referandum, muhtemel sonuçlar ve tavrımız

“Özcesi, eğer ciddi bir sarsıntı ve sansasyon düzeyinde komplolar gelişmez-geliştirilmez ise, Erdoğan’ın evet onayını alması son derece zor görülmektedir. Toplumdaki aydınlanma, demokratik kültür ve bilincin gelişme durumu, iktidarın yolsuzluklardan baskılara, katliamlardan kıyımlara kadar yürüttüğü faşist baskı süreci, emekçi kitlelerin günbegün yoksul yaşama gömülmesi, ezilen ulus ve azınlıklar üzerindeki milliyetçi, şoven faşist baskıların ağırlaşması, toplumun horlanan kesimleri ve kadınlar üzerindeki cenderenin ağırlaşması, darbe girişimi bahane edilerek gerçekleştirilen tasfiyelerle yarattıkları mağduriyetler, uluslararası politikada izlenen siyasetin sonuçları, bunun ekonomiye ve sermaye çevrelerine yansımaları, burjuva kliklerin muhalefeti vb. düşünüldüğünde Erdoğan-AKP karşıtı cephenin oldukça geniş bir yelpazeye dağıldığını göstermektedir.”

HABER MERKEZİ (07.04.2017)- Referanduma konu olan anayasa değişikliğinin özü, faşist diktatörlüğün yeni şart ve formatta tahkim edilmesinden ibarettir. Bu durum, hakim sınıflar faşist devleti ve iktidarı kapsamında bir sistem değişikliğini öngörmekle birlikte; bu sistem değişikliğinin, faşizmi tek adam sultası biçiminde anayasal zeminde kurumsallaştırarak meşru zemine oturtulmasını amaçladığı açıktır. Anayasa değişikliğinin tüm içeriği bu yönelim ve amacı tanıtlarken, faşizmin anayasal zeminde yeniden meşrulaştırılarak resmi devlet politikasına kavuşturulması anlamına gelir.

Bu referandumla getirilmek istenen sistem değişikliği veya anayasada gerçekleştirilmek istenen değişiklik esasta komprador tekelci burjuva hakim sınıf kliklerinin iktidar dalaşı ya da iktidarlarını pekiştirme çerçevesinde geliştirdikleri bir süreç olarak burjuva hakim sınıflar arası bir sorundur. Referandum süreciyle halkın önüne getirilen anayasa değişikliği, Türk hakim sınıflarının ilkel, milliyetçi, ırkçı-şoven ideolojisinden beslenen ve bu özü temsil eden egemen Türk ulusu görüşünün tekçi-faşist paradigmalarına dayanan, tamamıyla halk düşmanı bir anayasa olan 12 Eylül AFC’sinin ürünü olan anayasanın, mevcutta sivil darbeci açık faşizm biçiminde hüküm süren diktatörlüğün tek adam diktatörlüğü esasına dayalı biçimde anayasal güvenceye bağlanarak meşrulaştırılmasını öngören bir anayasa ve dolayısıyla sistem değişikliğini içermektedir. Yani, 12 Eylül AFC’sinin ürünü olan faşist anayasa ve bu anayasa zemininde tekçi-faşist görüşe dayalı hüküm süren devlet ve iktidar sisteminin yerine, bu faşizmin anayasal hukukla yasallaştırılıp daha da derinleştirilmesi anlamına gelen tek adam diktatörlüğüne dayalı bir mezhepçi, tekçi-faşist devlet ve iktidar sistemi getirilmek istenmektedir. Özcesi, her iki durumda da halkın önüne koyulan seçenek, faşist hakim sınıfların faşist anayasası veya bu anayasanın değişik biçimleridir. Bu anlamda sorunun esasta burjuva hakim sınıfların sorunu olduğu açıktır. Zira her iki anayasa da, faşist niteliktedir ve gerici hakim sınıflara ait olup, bu sınıfların devlet ve iktidarını temsil edip korumaktadırlar. Mevcudu ya da değiştirilen biçimiyle her iki anayasa da, Türk, Kürt ulusları ve diğer azınlıklardan proletarya ve emekçi sınıf ya da halk kitleleri lehine olmayıp, ezilip sömürülen ve ötekileştirilmiş geniş toplumsal kesimlerin çıkarlarını temsil etmemektedir.

Bu anlamda ezilen sömürülen ve ötekileştirilmiş kesimler adına her tutumun, stratejik tavır ve duruşu faşist karakterli her iki anayasanın reddi ve kendi alternatif anayasalarını savunma biçiminde özetlenebilir.

Politik tutum reel gerçeklere ve görevlere uygun biçimlenmek zorundadır

Ancak mevcut anayasa değişikliği süreci ve buna karşı tutum meselesi salt stratejik tavırla geçiştirilecek bir siyasal süreç ya da bu stratejik tavra hapsedilecek kadar yalın bir mesele değildir. Stratejik tavır yadsınmadan, bu tavra uygun siyasetin yürütülmesi de proleter ya da devrimci siyasetin atlayamayacağı önemli bir duruştur. Bu siyaset duruşu veya taktik siyasette alınacak tutum da, söz konusu sürecin siyasal özü, sonuçları ya da bu sürecin yarattığı politik atmosferde güncel olarak önümüze koyduğu reel gerçekler ve görevlere göre biçimlenmek durumundadır.

Yani, devrimci politika, yaşanan ya da karşı karşıya olduğu siyasal süreç ve toplumsal meselelerde kaçınılmaz olarak bir tavra, bir etkinliğe, bir yönelim ve göreve endeksli biçimlenmek durumundadır. ‘Sorun burjuvazinin sorunudur’ gerekçesiyle kayıtsızlık gösteremez. Kaldı ki, soru esasta burjuvazinin sorunu da olsa, geniş halk kitlelerini doğrudan etkilemekte, siyasal atmosfer olarak geniş kitleleri kuşatmaktadır. Dolayısıyla devrimci politikanın kayıtsız kalmak bir yana, en etkin biçimde devrimci perspektifle sürece müdahalede bulunması elzemdir. Sürecin doğrudan çeşitli millet ve milliyetlerde geniş halk kitlelerini ilgilendirip etkilediği, yükümlülüklerle karşı karşıya getirdiği, yaşamlarına yansıdığı vb. inkar edilemez gerçektir. Daha somut olarak, anayasa değişikliği olarak ifade bulan mevcut süreç, tekçi görüşe dayalı faşizmin tek adam tekçiliği biçiminde daha katı biçimde derinleştirilmesi, bu faşizmin anayasal meşruluk zemininde yasallaştırılması, dolayısıyla ezilen ulus, azınlık ve ötekileştirilmiş tüm kesimlerden proletarya ve emekçi halk kitlelerinin daha ağır faşist şartlar altında pervasızca ezilip sömürülmesi, katliamlardan geçirilmesi anlamına gelir. Bu durumda, faşizmin tek adam tekçi sultasının keyfiyetçi despotizmi biçiminde daha da derinleştirilmesi ve anayasal zemine kavuşturulması anlamına gelen bu sürece karşı çıkmak devrimci politikanın es geçemeyeceği görev alanıdır. Ki buna karşı çıkmak, referandumda ‘hayır’ demek anlamına geleceği gibi, 12 Eylül anayasasını onaylamak anlamına da asla gelmez. Bilakis somut tehlike ve tehdidin savuşturulmasına dönük tavır almak anlamına gelir. ‘Hayır’ tavrının yönelim ve içeriği budur. Kısacası, ilkesel ve stratejik tavrımızı yadsımadan ve bu tavrımız temelinde taktik siyasette mevcut süreç ve gelişmelere karşı rasyonel bir politikanın izlenmesi doğru olmanın ötesinde şarttır da. Tekrar etmekte fayda var ki, stratejik tavır ve yaklaşımımız ayrı, somut siyasetteki taktik politikamız daha ayrıdır. Bunlar tamamen birbirinden bağımsız değildir ama bir ve aynı da değildir. Aksi halde siyaset alanının boş bırakılması, siyasette kısırlığa düşülmesi ve siyasi süreçlere kayıtsız, etkisiz kalıp kendiliğindenciliğe düşmek kaçınılmaz olur… Ya mevcut süreç halk kitleleri ve tüm ezilenlerin aleyhine sonuçlar getirir-getirmektedir diyerek buna bağlı olarak sürece karşı çıkıp ‘hayır’ tavrını benimseyeceğiz ya da sorun bizlerin sorunu değil, her iki anayasaya da karşıyız diyerek kayıtsız kalacağız! İkinci tavırda faşizmin daha da derinleşme yönelimi ve bunun saldırılarına seyirci kalarak tavırsızlıkla tarihsel sorumluluk altına girmiş olacağız. Birinci tavırda ise, somut faşist tehdide karşı tavır alarak tarihsel bir tavır almış olacağız. Sonuçları değiştirip değiştirememekten bağımsız olarak alacağımız tavır devrimci sınıf duruşumuz anlamında tarihsel bir önem taşımaktadır.

‘Avrupa ülkeleriyle geliştirilen çatışmalı süreç, Erdoğan-AKP iktidarı aleyhine şartları da besleyip büyütmektedir’

Referandum sürecinin anayasa değişikliğine hayır zemininde sonuçlanması, elbette ezilen sömürülen yığınlar için bir refah, bir demokratikleşme, bir kurtuluş anlamına gelmeyecektir. Ama mevcut faşizmin daha da derinleşmesi anlamında bu yığınların daha pervasız zulüm ve ağır boyunduruk altında ezilip sömürülmesi, daha büyük baskı ve katliamlarla acılara boğulması engellenmiş, en azından ertelenmiş olacak, tek adam diktasının kurulması ve hedeflerine ulaşması boşa düşürülmüş, hatta darbe alarak gerilemesi sürecine sokulması vb. anlamına gelecektir. Referandumun evet onayıyla geçmesi ise, yukarıda özetlediğimiz gelişme sürecine ters orantılı bir sürecin gelişmesi gündeme gelecektir. Bu gelişme daha şimdiden yaşanan emarelerle sabittir ki, tek adam tekçi faşist diktatörlüğü altında kara bir zulüm terörü esecek, ezilen sömürülen halk kitleleri ve mazlum ulus ve azınlıklardan tüm horlanıp ötekileştirilenlerin, özelde de kadınların yaşamı karabasan altına alınacak, toplumsal yaşam şeriat orijinli kültür, değer yargıları ve yaşam tarzının baskısı altında mengeneye alınıp tekleştirilecek, tüm demokratik ortam ve haklar rafa kaldırılacak, en büyük hukuksuzluklar ve tamamıyla keyfiyetçi bir barbarlık egemen olacaktır… Bu durum,  ajitetif bir söylem olmayıp bizzat gerçeğin ifadesi olduğu, mevcut iktidarın bugüne kadar yaptıklarıyla kanıtlıdır. Bütün bunlar zemininde referandumda taraf olarak bir tavra sahip olmanın ve bu tavrın da ‘hayır’ biçiminde olmasının en makul siyaset olduğu aşikârdır. Daha da önemlisi referandumda taktik siyasetimiz bağlamında ‘hayır’ tavrının çıkarılması için gerekli çaba ve çalışmanın sergilenmesi önemli bir görev ve sorumluluktur.

Referandumun ‘hayır’ yanıtıyla sonuçlanası gerekli bir sonuç ve olması gerekendir. Olağan koşullarda referandumdan ‘hayır’ çıkması mümkün ve muhtemeldir de. Ancak Erdoğan-Saray iktidarının referandum sonuçlarını lehine olmak kaydıyla evet temelinde neticelenmesi için her türlü hile, entrika ve komploya başvuracağı beklenmelidir. İktidar olmanın avantajları ile birlikte, darbe girişiminin başarısız kalması ve bu süreci Erdoğan-Saray iktidarı lehine sunduğu zemin, aynı zeminde ırkçı-milliyetçiliğin kışkırtılıp manivela edilmesi, aynı zeminde MHP’nin önemli bölümünün yedeklenmesi, Türk milliyetçisi duyguların kışkırtılıp kabartılarak oy potansiyeli haline getirilmesine dönük Avrupa ülkeleriyle bilinçli olarak geliştirilen süreç vb. Erdoğan-AKP iktidarının referandum sonuçlarını lehine etkileme konusunda kullandığı zemindir. Bu zeminde palazlanmasından söz edilebilir ancak aynı zemin aleyhte unsurlar da beslemektedir.  Özellikle Avrupa ülkeleriyle geliştirilen çatışmalı süreç, Erdoğan-AKP iktidarı aleyhine şartları da besleyip büyütmektedir. Bu iktidarın neredeyse tüm dünyada tecrit olması, komşu ülkeler başta olmak üzere geniş dünya ülkeleriyle sorunlu olması, ve bu sorunlu zeminde Avrupa ülkelerine sokulmama biçiminde yaşanan gelişmelerle prestij kaybetmesi, itibarsızlaşması ve elbette bu sürecin ekonomik sonuçları, bu sonuçların sermaye çevrelerine yansıması b vs Erdoğan-AKP iktidarı aleyhine ciddi koşullar yaratmaktadır. Bu şartlarda ülke içindeki tabanı ve Türk milliyetçiliğine yaslanmaktan başa fazla bir şansı kalmayan Erdoğan, sadece bura zerinden yükselmeye çalışmaktadır. Ne var ki, güttüğü politikalar kendi geniş tabanını da aleyhine etkilemektedir. Dolayısıyla kendi tabanı veya üzerinde yükselmeye çalıştığı zemin de önemli zaaflar ve çatlamalar yaşamaktadır. Bu durumda Erdoğan’ın referandumda istediği sonucu çıkarması oldukça zor görülmektedir. Tam da bu zeminde Erdoğan’ın yeni mağduriyetler yaratma, yeni saldırganlıklar geliştirerek bura üzerinde kan tazeleme, komplolara vb. başvurarak süreci lehine çevirme doğrultusunda yeni pratiklere girmesi muhtemeldir, beklenmelidir. Yani mevcut baskıları, manipülasyonları, medya denetimleri, tutuklamaları vb. durumu kotarmaya yetmemektedir. Yeni sansasyon ve dalgalanmalar yaratan ciddi komplolar, katliam ve hatta savaş saldırganlıkları geliştirmeden referandum sonuçlarını lehine garanti etme durumu görülmemektedir. Mevcut duruma anayasa değişikliğini geçirmek için etkili bir argüman ve propaganda malzemesine sahip değildir. Sadece Kılıçtaroğlu’nun eleştirisi üzerinden yürüttüğü süreç referandum için istediği sonuçlara ulaşmasına yetmemektedir.

Özcesi, eğer ciddi bir sarsıntı ve sansasyon düzeyinde komplolar gelişmez-geliştirilmez ise, Erdoğan’ın evet onayını alması son derece zor görülmektedir. Toplumdaki aydınlanma, demokratik kültür ve bilincin gelişme durumu, iktidarın yolsuzluklardan baskılara, katliamlardan kıyımlara kadar yürüttüğü faşist baskı süreci, emekçi kitlelerin günbegün yoksul yaşama gömülmesi, ezilen ulus ve azınlıklar üzerindeki milliyetçi, şoven faşist baskıların ağırlaşması, toplumun horlanan kesimleri ve kadınlar üzerindeki cenderenin ağırlaşması, darbe girişimi bahane edilerek gerçekleştirilen tasfiyelerle yarattıkları mağduriyetler, uluslararası politikada izlenen siyasetin sonuçları, bunun ekonomiye ve sermaye çevrelerine yansımaları, burjuva kliklerin muhalefeti vb. düşünüldüğünde Erdoğan-AKP karşıtı cephenin oldukça geniş bir yelpazeye dağıldığını göstermektedir. Bu cephe sınıf niteliği vb. bağlamında birbirine karşıt kesimlerden teşekkül olsa da, Erdoğan sultasının tek adam diktatörlüğüne dönüşmesine karşı ‘hayır’ cephesini oluşturmakta veya hayır cephesinin bileşenlerini oluşturarak cepheyi büyütmektedir. Erdoğan’ın bu tablo karşısında referandumda evet onayı alması son derece zordur. Bu, kötü değil, tersine iyidir. Erdoğan-AKP kliğinin referandumda bir yenilgi alması gerileme ve hatta çözülme sürecine girmesi anlamına gelecektir. Bu kötü değil, iyidir. Referandumda ‘hayır’ın çıkması bir anlamda Erdoğan-AKP iktidarının yenilgisi anlamına gelecektir. Bu kötü değil, iyidir. Erdoğan-AKP güruhunun referandumda yenilgi alması, yeni bir siyasi sürecin gündeme gelmesi anlamına gelecektir. Bu yeni veya yenilgi süreci, ya nispi bir yumuşama sürecini gündeme getirecektir ya da Erdoğan güruhunun yeni saldırganlıklarına tanık olacaktır. Bu olasılıklardan hangisinin gündeme geleceği ise, referandumda alınacak muhtemel yenilginin oy potansiyeli-kitleler desteği anlamındaki büyüklüğü ya da küçüklüğü tarafından esasta tayin edilecektir. Referandumda hayır oyları büyük bir çoğunluk sağlarsa, yenilgi bu koşullarda yaşanırsa, Erdoğan güruhunun yeni bir saldırganlığa cüret etmesi zayıf ihtimal olacaktır. Ki, yenilginin büyük oy farkıyla gerçekleşmesi baskı ve korku altında sinen geniş halk kitlelerinden burjuva kesimlere ve burjuva siyasi aktörlere kadar geniş bir kesime cesaret ve moral vererek Erdoğan-AKP güruhuna karşı eğilimin gelişmesini büyütecektir. Bu süreç dinamikleri gereği ve siyasi süreç anlamındaki özellikleri itibarıyla yeni bir siyasi süreci geliştirip nispi ve göreli yumuşama sürecini olanaklı kılacaktır. Bu, kötü değil, iyidir. İyidir, çünkü faşizmin her gerilemesi devrimci halk kitlelerinin ilerlemesi, mevzi kazanması, sınıf mücadelesinin olanaklar yakalaması anlamına gelecektir…

İşte ‘hayır’ demenin ya da ‘hayır’ tavrının başarısı bu anlama gelir, bu sonuçlara hizmet eder. Bizlerin siyaseti de bunu dikkate almak durumundadır. Dikkate alan siyasetimiz doğru taktik siyasettir.

 

Önceki İçerikABD kaybettiği gücünü yeniden kazanmak istiyor
Sonraki İçerikYöre derneklerinden HAYIR açıklaması