HABER MERKEZİ(25.09.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 5.Sayısında yayınlanan ‘’Rakka operasyonu, Astana görüşmeleri ve emperyalist dalaş’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
‘’ Emperyalist güçler ve bölgesel gericiliklerin, Suriye ve Ortadoğu üzerinde sürdürdükleri hegemonya savaşında, kendi aralarındaki çıkar çatışmasına dayanan rekabeti “denetlenebilir” hale getirme çabası olarak sürdürülen masa başı diplomatik müzakerelerinden biri olan Astana süreci, 6. görüşme ayağı ile Rakka, Derazor operasyonları başta olmak üzere, bölgede var olan derin çatışmalar ve karşılıklı gerçekleştirilen hamlelerin gölgesinde gerçekleştirildi. Suriye’nin ve Ortadoğu’nun geleceği adına manipüle edilen, emperyalist blokların ve bölgesel gerici güçlerin, siyasal-iktisadi çıkarlarına hangi stratejik ve taktik politikalarla, hangi “ittifak” ve çatışmalı durumlarla garanti altına alınacağının projelerinin tartışıldığı “masa” başı görüşmelerinden, Rusya, İran, Türk hakim sınıflarının ortak “koalisyonu” öncülüğünde yapılan bu görüşmenin yerinin Astana seçilmesi, öyle tesadüfi bir seçim olmadığı açıktır. Astana görüşmeleri süreci önerisinin Kazakistan’dan gelmesi, perde arkasındaki güçlerin konumlanış ve siyasal niyetlerinin maskelenmesidir sadece. Hem emperyalist güçlerle, hem de bölgesel devletlerle, “mesafeli” politikalar uygulaması görevi verilen Kazakistan, Rusya-Çin, ABD-Rusya rekabetini “dengeleyen” bir konumda diş politikasını belirlemektedir.
Hatırlanacağı gibi, Astana görüşmelerinin başlangıcı sürecinde, ABD başkanı Trump ın, Rusya ile geçicide olsa birçok konuda ve özellikle Suriye meselesinde işbirliğine açık olduğunu, esas dikkat edilmesi gereken gücün Çin olduğu açıklaması, Rusya-Çin ilişkilerinde, Rusya’nın elini güçlendiren bir durumdu ve Rusya bu durumu, Kazakistan üzerindeki inisiyatifiyle birleştirerek, Çin’e karşı bir siyaset geliştirmişti. Yine Rusya’nın, hem Suriye sahasında hem de Astana görüşmelerinde inisiyatif anlamında avantajlı konumdan olmasından kaynaklı, ABD yi “ikna” ederek, İran’ı masa dışında bırakmaması ve ABD yi görüşmelere büyükelçilik düzeyinde katılımına ikna etmesi, İran’ın daha fazla Rusya’nın etkisine girmesi, Çin-İran ilişkilerinde, İran lehine bir durumun oluşmasına karşılık gelmektedir. Rusya’nın, İran’ı daha fazla kendi yörüngesine çekmesi, buna Türk hakim sınıflarını da, siyasal, iktisadi ve askeri pazarlıklarla eklemlemesi, hem blok güç olarak ortak hareket ettiği ama aynı zamanda emperyalist çıkarların doğası gereği rekabet halinde olduğu Çin’in, Orta Asya ve diğer alanlardaki varlığını denetlemesine olanak verecek, hem de, ABD-Rusya didişmesinde, daha avantajlı konuma getirecektir. Dönemsel olarak Çin’in asıl hedef seçilmesi ve bölge siyasetinde, Rusya karşısında geri pozisyona düşen ABD nin, bir manevra süreci olarak bu durumu onaylaması, planladığı stratejinin taktik bir ayağıydı ve bu durumdan dönemsel olarak Rusya faydalandı. Devamla, Astana görüşmelerinde, Suriye adına kimin masada olacağı konusunda, Esad’ın varlığına “kırmızı çizgi” çekerek karşı çıkan “TC” nin, sahadaki ve diplomasideki gelişmelerin baskılanması ile “ikna” edilmesi, Esad ve Bağdat yönetiminin arkasında bulunan İran’ın bir miktar kontrol düzeyine çekilmesi, “muhalif” güçler olarak ifade edilen kesimlerin kontrollü olarak resmi-gayri resmi bu görüşmelere göre konumlandırılması, PYD önderliğindeki DSG nin, sürecin dışında tutulması, sahadaki konumlanmanın, diplomatik alana yansımalarıydı.
Yani Astana görüşmeleri, güçleri “dengeleme” ve buna göre belirlenen stratejik politikalara her gücün kendi çıkarlarına göre alan açma görüşmeleri olarak planlandı ve bu eksende sonuçlandı. Bu sadece Suriye ve Ortadoğu üzerinde yapılan bir hesaplaşma değil, seçilen alan, dahil edilen veya edilmeyen güçler, belirlenen gündemler, planlanan ittifaklar, hesaplanan politik projelerle, pasifik, Asya ve Kafkaslar merkezli sürdürülen Emperyalist çıkar dalaşına dair var olan hesaplaşmayı da içermektedir. Yani ana gündem Suriye olsa da, Suriye özgülünde avantajlı hale gelen her güç, bölge ve uluslararası siyasette avantajlı duruma gelecektir. Sahadaki gelişmeleri ve “dengeleri”, masa başı görüşmelerde yeni bir hamle unsuru haline getirmek ve buna göre sahadaki çatışmalara yön vermek, savaşın aktörü konumundaki tüm gerici güçlerin stratejik yaklaşımıdır.
Suriye ve Ortadoğu’daki her gelişme, emperyalist ve bölgesel gericilikler için yeni bir yol haritasıdır!
Gerek bugün Suriye ve Ortadoğu’da hegemonya savaşı yürüten emperyalistler ve gerekse de, herhangi bir emperyalist bloğun “ittifak” gücü olarak bölgedeki gerici savaşta rol alan bölgesel diktatörlükler ve gerici güçler arasında yoğunlaşan her diplomasi, gerici çıkarların savaş alanına çevirdiği sahadaki gelişmelerin direk sonucudur. “DAİŞ’e ve Teröre karşı mücadele” konsepti olarak ortaklaştırılan bu talan-yağma ve sömürü savaşı, özünde DAİŞ’in tasfiye edilmesi konusunda değil, hangi bölgede, hangi gücün denetiminde bir yapılanmanın gerçekleştirileceği konusunda derin çatışmalara dönüşmektedir. Yani, her emperyalist ve bölgesel gericilik, kendi çıkarlarına göre bölgeyi dizayn etmeye çalışmakta ve bu derin çıkar dalaşı, bölge halkları açısından yıkım ve vahşet olan bu kanlı savaşı yaratmaktadır. Sahadaki gelişmelere ve güçler dengesine göre, masa başında çıkarlarını daha güçlü koparabileceğini bilen bu kirli savaşın aktörleri, derin çatışmalar ekseninde oluşan “her dengeyi”, diplomasi masasına taşımakta, sahadaki durumuna göre masadaki pazarlık gücünü kullanmakta ve dengeyi kendi lehine çevirmek için, yeniden sahadaki derin çatışma sürecine yön vermektedir. Dikkat edilirse, talancı, yağmacı, işgalci gerici güçler arasındaki her diplomatik görüşmenin, öncesi ve sonrası, savaş sahasında daha derin çatışmaları gündeme gelmektedir. Bunun tek açıklaması, emperyalist ve ittifakı olan gerici güçlerin, işgal ve ilhak seferleriyle savaş alanlarına çevirdiği alanlara ilişkin sürdürdüğü her görüşme, o savaş sahasında var olan sorunları çözmek için değil, bir zat savaş nedeni olan güçlerin, o savaş sahasında, gerici çıkarlarını koruma ve genişletme amaçlıdır. Bununda somut karşılığı, daha barbar ve kanlı savaşlardır. Rusya, Türkiye, İran hakim sınıfları üçgeninde 6. Olarak gerçekleşen Astana görüşmeleri de, sahadaki gelişmelerin ekseninde gündeme alınan diplomatik ayaktır.
Bölgede önemli gelişmeler oluyor!
ABD nin silah ve hava desteği ile “TC” nin tüm itirazlarına karşın, YPG nin ana güç olduğu Demokratik Suriye Güçleri ile karadan Rakka’yı kuşatması ve Rakka nın DEAŞ tan alınması aşamasına gelmesi, hem ABD ile Rusya, hem de “TC” açısından, bölgede yeni bir “dengenin” oluşması sonucunu doğurmaktadır. Özellikle Türk hakim sınıfları iktidarı AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, “Terör örgütü” söylemi ile uluslararası güçleri yanına alıp boğmaya çalıştığı Rojava Kürdistan hareketine karşı sürdürdüğü saldırgan siyaset, “TC” nin lehine bir sonuç yaratmamış, aksine bölgesel gelişmeler, “TC” nin bu siyasetini sonuçsuz bırakmıştır. Uzun bir süre ABD ile süren, Rakka operasyonu için “YPG yi değil beni al” pazarlıkları sonuç vermeyince, “TC” Kürt ulusuna karşı düşmanlığını, başka araçları devreye sokarak sonuç almaya çalışmıştır. Rojava’ya askeri operasyonların yapılması, Kürt yaşam sahalarının bombalanması ve en son Afrin’e operasyon hazırlığının açıklanması, “TC” Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü inkar ve imha siyasetinin yön verdiği işgalci iştahıdır. Tamda bu süreçte sınır boylarına yapılan askeri yığınaklar, Erdoğan’ın ABD başkanı Trump ve Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaptığı görüşmeler trafiği, Rakka merkezli gelişmeler ekseninde, Rojava Kürdistan’ını kuşatma altına almak için, efendilerinden icazet ve eğilim alma görüşmeleri trafiğiydi. Çünkü “TC”, “Kürt Koridorunu”, statükocu, inkar ve imhacı egemenlik paradigması için jeopolitik bir tehdit olarak ele alıyor. Cihadist siyasal ortağı ÖSO, El Nusra ile tuttuğu Cerablus ve El Bab hattı, Türk hakim sınıflarına, bölgesel gelişmelerde ekstra bir getiri sağlamamış, süreç “TC” bölge siyasetinin alanını daraltan eksende gelişmiştir. Musul’dan sonra Rakka da da rol alamaması, üzerinde bölge siyasetini şekillendirdiği bölgesel cihadist güçlere, gerekli alanı açamaması, aksine Deyrazor, Halep örneğinde görüldüğü gibi, bu arap Sünni cihadçı güçlerin hareket sahasının daralması, Suriye’deki güç denkleminde, “TC”yi zayıflatmıştır. Şimdi, yine Suriye’deki güçler denklemini ve Rusya, ABD, İran gibi gericilikler arasındaki çatışmalardan faydalanarak, Afrin operasyonunu dillendirmekte, Afrin merkez olmasa da, Tel Rıfat, Minaghava civarlarına yönelik operasyonlarla, Rakka daki gelişmelerin aleyhine olan sonuçlarını, lehine çevirmek istemektedir.
“TC” nin böyle bir adımı, YPG nin karşı koymasıyla sınırlı kalmayacak, bölgedeki politik-askeri inisiyatifi için varlık-yokluk sorunu olarak gördüğü Rakka operasyonunun kaderini düşünen ABD ninde ciddi tavrıyla karşılaşacaktır. Çünkü AKP-Erdoğan diktatörlüğünün olası bu adımı, direk Rakka operasyonunu etkileyecektir. YPG nin böyle bir çatışma alanına güç kaydırması, Rakka operasyonal gücünün çatışma sahalarını genişleteceği gibi, ABD nin verdiği bazı tahahütleri yerine getirememesi bağlamında da, Rakka operasyonu özgülünde kurulan “ittifakında” dağılmasına neden olabilir. ABD nin bütün bu nedenlerden dolayı “TC” nin mevcut siyasetiyle hareket alanını genişletmesine onay vermemesi sürecin bir yanı iken, “TC” nin Suriye bataklığına çekilmesi bağlamında da, bazı adımlarının önünü açması da, sürecin diğer yanıdır. Tabiki çatışmalı süreci tayin eden sadece bu güçlerin karşılıklı konumlanışı değildir. ABD ile Türk hakim sınıflarının arasındaki makası büyütmek isteyen Rusya, Cerablus askeri işgali gibi, “TC” nin, Afrin, Rojava gibi sahalardan Kürtlere saldırmasının önünü açabilir. AKP-Erdoğan iktidarının, NATO ile arasının iyi olmadığı, Avrupa emperyalistleriyle sürtüşmeler yaşadığı ve füze anlaşmalarını yaptığı bir tarihsel kesitte, fiili olarak derinleşecek böylesi bir çatışma, Rusya’nın çıkarlarına gelecektir.
Rakka operasyonunun sürdüğü bir süreçte, bölgedeki savaşın aktörleri arasında var olan çıkar çatışmalarının gölgesinde, Suriye rejiminin, Rusya’nın desteği ile İdlib’e operasyon hazırlığı, bölgedeki gelişmelerin yönünü etkileyen bir başka gündemdir. Suriye muhalifleri şemsiyesi altında, tüm cihadist güçlerin toplandığı yerdir İdlib. Özellikle Tahrir El Şam’ın bu cihadist güçler içinde öne çıkması,Bab El Hava sınır kapısını ele geçirmesi, Rusya’nın desteğiyle hakimiyet sahasını genişletmeye çalışan Esad’ın yeni hamlesinin vesilesi olmuştur. Kı bu aynı zamanda, ABD nin Rakka operasyonu ile yaptığı hamleye, Rusya tarafından gelecek olan karşı hamledir. Bütün bu karşılıklı hamlelerin, gerek direk savaşın ana aktörleri ve gerekse de, her aktörün sürecine göre belirlediği “ittifak” güçler arasında bir çatışmayı derinleştirmemesi için, Türkiye, Rusya, ;İran, ABD, Suriye, Irak hakim sınıfları merkezli diplomatik girişimlerin olması, sürecin bir gereğidir.
Musul’dan sonra, Irak ordusunun, Haşdi Şabi ile Telafere operasyona geçmesi, bölgedeki dengeleri etkileyen bir başka somut gelişmedir. Erdoğan ve “milli yaveri” Bahçeli’nin “Türk yurdu” olarak ilan ettikleri Telafer üzerinde, Türk egemenler sisteminin var olan iştahı, Haşdi Şabi güçlerinin varlığına duyulan rahatsızlıkla katbe kat artmış ve bura üzerinden yapılan politik-askeri planlar bu operasyonla duvara çarpmıştır. Rojava Kürdistan’ını Fırat’ın doğu yakasına, Haşdi Şabi’yi Irak’ın iç sahalarına iterek varlığına ve varlığında temel dinamik olarak aldığı Sünni-Arap cihadist anlayışına alan açmaya çalışan “TC”, Irak-Rusya-ABD denklemindeki görüşmelerle bu meseleyi pazarlık konusu yapmaktadır. ve elindeki tüm kozlarını da bu eksende kullanmaktadır.
Emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin çıkarlarının, bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etme stratejilerinin, askeri güçlerle çatıştığı Ortadoğu ve Suriye sürecinde, Güney Kürdistan’da Barzani önderliğinde “bağımsızlık referandumu” kararı da, önemli bir gelişme olarak gündeme oturdu. “TC”, İran ve Irak açısından ciddi sorun olarak görülen “bağımsızlık referandumu” kararı, bölgesel gelişmelerde emperyalistlerin planları aksine bir sonuç doğurma babında da, ABD gibi emperyalist güçler tarafından “itirazla” karşılanmaktadır.
Güney Kürdistan’da Barzani yönetiminin “bağımsızlık referandumu” kararı etrafında yaşanan gelişmeler, ABD nin desteği ile DSG nin, ana güç olarak YPG nin Rakka operasyonu, Irak ‘ın Haşdi Şabi ile Telafer yürüyüşü, Rusya’nın desteği ile Esad Suriye’sinin İdlib’i kuşatması, bölgeye müdahale eden emperyalist güçler ve bölge gericilikleri arasında var olan çatışmanın yeni bir safhaya geldiğini işaret etmektedir. İŞİD ve Cihadist güçlerin gerilemesi ekseninde gelişen süreçte, bölgenin dizayn edilmesinde, hangi gücün hangi rolle sürece müdahil olacağı meselesi, sahadaki bu gelişmeler akabinde, diplomatik-siyasal ilişkileri de yoğunlaştırmaktadır. Astana görüşmeleri, bu durumun bir ihtiyacı olarak 6. Oturumuyla güncelleşmiştir.
Astana görüşmelerinin içeriğinden ve katılımcı gerici güçlerin hedefinden öte, bölgedeki aktif güçleri kapsamaması ile zaten başından çözümsüzlük üretmektedir. Ki zaten başında da belirttiğimiz gibi, savaşın-talanın-yağmanın yaratıcılarının, Suriye ve Ortadoğu açısından üretecekleri bir çözüm yoktur. Onlar gerici çıkarlarını korumak ve geliştirmek için, çatışmanın seyrini ve bölgenin dizaynı için bu diplomasiyi yürütmektedirler.
Dünya kamuoyuna “ çatışmasızlık bölgelerindeki kontrol güçlerinin” faaliyetlerinin değerlendirilmesi ve “İdlib, Humus ve Doğu Guta’nada tesis edilecek çatışmasızlık ortamı ve mahkûmların takası” olarak gündemi deklere edilen Astana görüşmelerinde, bu gündemin sadece görüntü olduğunu ifade etmek gerekir. Çünkü bu gündemin arka planında, Türkiye, Rusya, İran, Irak ve Suriye’nin bölgedeki çıkarların tesis edilmesi bağlamında belirlenecek yol haritası yatmaktadır. Rusya sahadaki avantajını, Astana görüşmelerinde yanına aldığı güçlerle, diplomatik bir hamleye dönüştürmek isteyecektir. Stratejik planlarını yeniden sahada uygulamak için, kendisine hasım olarak gördüğü güçleri, (başta ABD emperyalist bloğunu) oluşturduğu bu blok üzerinden sıkıştırmak isteyecektir. Özellikle, Mistura, Derazor, Rakka ve Telafer’in DAİŞ’ten alınmasının ardından, bölgenin dizayn edilmesinde, emperyalist ve bölgesel gericilikler arasında yeniden bir hesaplaşma gündeme gelecektir. Bu hesaplaşmada avantajlı konuma gelmek için, Suriye, İran ve Türk hakim sınıflarıyla ortak görüntü vermek, Rusya nın lehinedir.
Görüşmelerde ‘’TC’’nin ‘’kırmızı çizgisi’’ yine Kürt meselesi!
Astana görüşmelerine PYD-YPG özgülünde, Kürt ulusunun inkar ve imhası, “terörist”, “gayri meşru güçler” söylemini sürekli tekrarlaması ve bölgedeki cihadçı güçlerin hareket sahasını genişletme planı kartı ile oturan AKP-Erdoğan iktidarı, yine aynı çizgisinde ısrar ederek, diplomaside ve sahada kendisine alan açmaya çalışmaktadır. “TC”, güney Kürdistan referandumunu da gerekçe yaparak, Kürt ulusuna karşı bu saldırgan politikasına, Irak ve İran’ı da süreç bağlamında ortak etmeye çalışmakta ve bura üzerinden Rusya’ya baskı kurmaya çalışmaktadır. ”Suriye’nin Kuzeyinde bir terör koridoruna izin vermeyiz. Bedeli ne olursa olsun gerekeni yaparız. Gözümüzü karartırız” diyen Erdoğan, Astana görüşmelerine bu beklentilerini gerçekleştirme umuduyla oturmuştur. Bölgesel dengeler ve gelişmeler düşünüldüğünde, “TC” nin bu beklentisinin ham bir hayal olduğu açıktır. “TC” yi en azından konjektürel olarak yanında tutmaya çalışan Rusya, “TC” nin bazı adımlarına sessiz kalsa da, bölgesel gelişmeleri temelden etkileyen yönelimlerine müsaade etmeyecektir. Bölgede ayakta kalmış bir esas dinamiği, hiçe sayarak sürece yaklaşmak, Rusya’nın bölge siyaseti, stratejik planları açısından es geçilecek bir mesele değildir ve bu durum blok olarak durmaya çalışan bu güçlerin arasındaki derin çatışmayı koşullamaktadır.
Genel olarak bakıldığında, bölgede önümüzdeki süreç, “sahada” ve “masada”, emperyalist çıkarların, bölgesel gerici güçler arasındaki çatışmaların keskinleşeceğini göstermektedir. Astana, bu çatışmalara bir çözüm arama arayışı değil, keskinleşecek bu çelişkilerde, gerici güçlerin kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için yol haritası belirleme arayışıdır. Kürtlerin bu görüşmede olup olmaması bir yana, Kürt ulusunun bu gerici çıkarların dalaşı ve arayışında olmaması, bölgenin emperyalist hegemonya düzleminde dizayn edilmesi arayışlarına ortak olmaması, Kürt ulusunun bölgedeki dinamik duruşu açısından tarihsel önemdedir. Paslı emperyalist kölelik zincirlerinden kurtulmak, bölge halklarında bu uyanışı gerçekleştirmek, emperyalizm ve her türden gericiliğe karşı mücadele etmekten geçmektedi’’