“Ölüyü yıkamak yasak”la ortaya çıkan yeni hakikat: Cemevi mi, “emir” evi mi?

Öldükten sonra her bireyin, “suç ve günahlarından dolayı hesap vereceği yerin tanrısal yargı” olduğunu söyleyip duran din adamlarına vali bu emirle karşı durmuş,  ölmüş veya öldürülmüş bir insanın cesedi, insanın yaşayabileceği en ağır utancın tarihe kaydolması da olan otoritenin emriyle bir iki tas soyun dökülmesinden mahrum bırakılmıştır. Devletin her yıl yüzlerce gencinin ölüsünü dağlardan morglara getirip attığı dersim halkının acısına acı bile dayanamazken, valinin “yıkamayın” emrine din işlerinden sorumlu diyanet işleri başkanlığından ve cem evi yönetiminden hala bir ses çıkmaması da çok anlamlı değildir. Zira dini kurumların bu suskunluğu da, dinin, ezilen ve sömürülen yığınların kandırılıp aldatılmasında egemen sınıflar tarafından bir afyon mahiyetinde kullanıldığı yönlü Marksist tezi kurumsal olarak doğrulanmıştır

HABER MERKEZİ (02.04.17)- “Dersim Merkez Kutudere bölgesinde 26 Mart tarihinde hava destekli yapılan operasyonda 14 yoldaşıyla yaşamını yitiren HPG’li Murat Güngörmüş’ün cenazesi Dersim Cemevi’ne getirildi. Burada dini vecibelerini yerine getirmek isteyen aileye, Cemevi yönetimi ‘Tunceli valisi Osman Kaymak tarafından talimat verildiği için cenaze yıkama işlemlerini gerçekleştirilemeyeceğini’ söylediler. Valinin, hayatını kaybetmiş bir insanın defin işlemlerini engellemesi ve Cemevi’nin buna alet olarak devletten talimatla çalışması tepki ile karşılandı. Dersim’in görenek ve geleneksel alevi kültürüyle bağdaşmayan Cemevi’nin bu tutumu, Cemevi’nin yönetimini tartışmalı hale getirmiştir…”

‘’TC’’ devleti bu uygulamayla insanı öldürmekle yetinmeyen, hayatın dışına da kudret göstererek hayatı yöneten bir örgütleme olarak bu toplumun hayatında çıkması en acil yük; zalimlik, çürümüşlük ve insan dışılık olduğunu bu örnekle bir kez daha göstermiş oldu. 

Böylece, emirleri kutsal addettiği varlıktan ve Tanrıdan aldığını söyleyen din adamı ile dinin yasalarını her vesileyle sosyal yasaların üstünde tuttuğunu söyleyip durarak on dört yıldır iktidar olmayı sürdüren bir hükümetin valisi; dinsel bir zorunluluk olan ölünün “Tanrının huzuruna bedensel kirlerinden arındırılarak” gönderilmesi olan İslam dininin en temel kurallarından birini hiçe saymıştır.

Valinin bu talimatıyla maddi dünyanın emri, manevi dünyanın emrine galip gelmiştir

Yerin disiplini göğün disiplini hiçe saymıştır.

Tanrı’nınkinden başka emre itaat etmeyeceğini söyleyip duran inanç temsilcisi, kutsal bildiği her şeyi Tanrıyla birlikte yok saymıştır. Binyılların inanç kuralıyla valinin talimatı çakıştığında Cemevi dedesi valiye itaat etmeyi yeğlemiş, kutsal bildiğini “kulun” emrine hizmete koşmuştur.

Geçimini ve yaşamsal konforunu borçlu olduğu inanç kurumunun gönüllülerinden temin ettiği gerçeğini yok sayan Cemevi yönetimi ahlaksızlığın en dibinde, Vali’nin ayakları seviyesinde secde etmeyi benimsemiştir. Bu pratiğiyle birbirinin yaşam gerekçesi olan devlet ve din kendinin varlık ve meşruluk zeminini anlamsızlaştırmış olarak ikisinin de ezilenlerin yaşamında acı çektiren, asalak ve ilerlemeyi tıkayan ihtiyaç ve bilim dışı kurumlar olduğunu kendi elleriyle tescil ederlerken ezilenlerin materyalist tarih perspektifinden ortaya koyduğu gerçekliğe de anlam katmışlardır.

Yaratıcı diye kavramlaştırdığı Tanrı huzurunda “kul acizliğini” telkin eden din adamı Tunceli valisinin  “cenazeyi yıkamayın” emri karşısında kuldan daha iradesiz bu tavrıyla temsil ettiği inancın tüm değerlerini devletin otoritesi karşısında değersizleştirerek o halkın inanç temsilcisi olma sıfatını yitirmiş; devletin emir eri ve valinin kulu olduğunu tescil etmiştir.  Bu haliyle Cemevi yönetimi ve “dede”si,  bugüne dek Dersim’in fakir fukarasından “çıralık” ve “helallik” adı altında hortumladığı her türlü değeri ilk alınanından son aldığına kadar hak olmaktan çıkarmış, tümünü “haram” kılmıştır.

Bu güne kadar, doğum ve ölüm aralığı dışında hiçi bir varlığın varlık biçimine müdahale iradesine talip olduğu görülmemiş olan sosyal varlık, Tunceli valisinin bu emriyle ölüm sonrasının yasalarına müdahale etmekle, tüm maneviyatı kutsal kitaplarla inşa olan İslam toplumunun her tür kutsalına devletin kılıcıyla son vermiştir. Din, dini söylemle on dört yıldır iktidarını sürdüren bir hükümetin atadığı valinin bu emriyle siyasetin emrinde bir enstrüman olduğunu yüz altmış yıl önce söyleyen Marks’ın tespitine sunduğu bu kanıtla, inanların nezdinde Marks’ı ezenlerin cephesinde saçılmış tüm suçlamalardan aklamış, devletin ikiyüzlü maskesini aşağı indirmiştir.

Öldükten sonra her bireyin, “suç ve günahlarından dolayı hesap vereceği yerin tanrısal yargı” olduğunu söyleyip duran din adamlarına vali bu emirle karşı durmuş,  ölmüş veya öldürülmüş bir insanın cesedi, insanın yaşayabileceği en ağır utancın tarihe kaydolması da olan otoritenin emriyle bir iki tas soyun dökülmesinden mahrum bırakılmıştır. Devletin her yıl yüzlerce gencinin ölüsünü dağlardan morglara getirip attığı Dersim halkının acısına acı bile dayanamazken, valinin “yıkamayın” emrine din işlerinden sorumlu diyanet işleri başkanlığından ve cem evi yönetiminden hala bir ses çıkmaması da çok anlamlı değildir. Zira dini kurumların bu suskunluğu da, dinin, ezilen ve sömürülen yığınların kandırılıp aldatılmasında egemen sınıflar tarafından bir afyon mahiyetinde kullanıldığı yönlü Marksist tezi kurumsal olarak doğrulanmıştır.

Öldürülmüş genç bir insanın cansız bedenine yapılmış bu muamele ile onun anne babası ve yakınlarına yaşattığı duygu kutsal kitaplarda sözü edilen “cehennemi” yaşatmak amaçlı valinin bu talimatıyla gerçekleştiyse, bunun acısını çeken insan, bilincini de edinecektir. Bu bilinç, “insanın kendi bilincine ve farkına varmasının” (Marks) başlangıcını veren dini, onun vasıtasıyla aldatılmış olmasından da kurtaracak zorunluluğu verir. Bir anne babanın öldürülmüş genç evladının yıkanmasını yasaklamak o anne babası için cehennem azabıysa, “Cennet’i” arayacağımız yerin de, “Cehennem”i yıkacağımız yerin de bu dünyadan başka yer olmadığına valinin bu talimatı kanıt değilse daha ne arayacağız!

Aramayacağız ama ezilenlere çektirilen bu onulmaz acının hatırına; ulusal ve sosyal özgürlük için genç yaşamlarını veren devrimcilerin cansız bedenlerine de eziyet eden faşizmin ve devletin kulları olmuş din adamlarının insanın özüne gerçekleştirdikleri bu saldırıları da unutmayacağız…

Bedrettin Ufuktan

 

Önceki İçerikAvrupa’da İbrahim Kaypakkaya’yı anma geceleri düzenleniyor
Sonraki İçerikBerkin Elvan duruşması başladı