Mevcut Siyasi Süreç ve Proleter Devrimci Yaklaşım!

Proleter devrimci hareket, koalisyonun kurulamaması ve bu zeminde gerici hakim sınıflar cephesinde yaşanan siyasi krizi derinleştirme bilinci ve pratiğiyle hareket etmek durumundadır. Bunun mümkün olan biçimi başta silahlı devrimci eylem olmak üzere, demokratik mücadele ve muhalefetin yükseltilmesi ve elbette bütün bu sürece mümkün olan en geniş halk kitlelerinin katılımını sağlamak biçiminde ifade bulur. Haksız savaş yürüten ve isteyenler haklı devrimci savaşla boğulmalı,  tekçi ırkçılığı dayatanlar her millet ve milliyetten emekçi halk kitlelerinin birliği ve dayanışmasıyla yalnızlaştırılmalı, imha ve inkar saldırılarına başvuranlara bunun bedeli ödetilmelidir.

Haber merkezi (20.08.2015)-Gazetemizin 105.Sayısında yayınlanan “ Mevcut siyasi süreç ve proleter devrimci yaklaşım“ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

 Baş döndürücü hız ve yoğunlukta gelişmelerle dolu bir gündem yaşıyoruz. Tabiatıyla bir çok önemli gündem gerekli alakayı görmeden amiyane değimle arada kaynayıp gidiyor. Dahası adeta bir karmaşaya boğulan gelişmeler veya gündemler hakkında ayrıntılı analiz ve değerlendirme yapma olanağı da sınırlanmış oluyor. Özellikle altında binbir gerici hesap, gizli plan ve pazarlıkların olduğu ve gelişmelerin burjuvazi tarafından manipüle edildiği söz konusu gelişmeler hakkında her ayrıntıya vakıf olmak son derece güçleşiyor. Bu bağlamda siyasi gelişme ve gündemin derli toplu analizinin yapılması ihtiyacı, bahsettiğimiz gerçekliğe ek olarak bir de süreç olarak tamamlanmamış ve gizli anlaşmaların kanlı mühürlerine emanet edilmiş gelişmeler vb göz önüne alındığında, bu analiz ihtiyacı belli düzeyde yetersizliklerle karşılanma durumunda kalmaktadır. Ancak sürecin tipik özellikleri veya temel parametreleri hakkında bir değerlendirme yapmak tamamen mümkündür. Zira gündem ve gelişmelerin temel çelişmeleri ve gerçek nedenleri köklü geleneksel burjuva düzen ve hakim sınıflar mantalitesinden beslenen ve bizzat onun ürünü durumundakilerdedir.

 Arada kaynayan gündem veya gelişmelerin bir bölümünü aktarmanın gerekli olduğu düşüncesiyle hatırlatırsak: Örneğin, savaşın belki de çok önemsenmeyen bir sonucu olan mülteci dıramı son derece ağır olmasına ve çocuk ölümleri ile büyük kitlesel kıyımlar yaşanmasına karşın sorun tam olarak bilinmemekte, gerekli duyarlılık gösterilmemektedir… Kuzey Kürdistan’da çocuk katliamları gerekli yankıyı uyandırmamaktadır ya da yoğun gündemler içinde kaybolup gitmektedir… Alevilerin evleri kırmızı çarpılarla işaretlenmektedir ama haber değerinde zor görülmektedir… Suriye sınırına metrelerce duvarlar örülmekte ama yoğun gündemler içinde bunlara bir tepki geliştirilememekte ya da gerektiği bigi üzerinde durulamamaktadır. Erdoğan/AKP iktidarı yetkisiz olarak ülkenin kaderini tayin edecek önemde bilinenlerin gölgesinde kalan ya da tam olarak bilinmeyen bir dizi kararlar alıp uygulamakta  fakat bunlar objektif olarak gündemde öne çıkarılıp gerekli tavırla karşılanamamaktadır. Ki, Erdoağn/AKP iktidarının yapmak istediği tam da budur. Bu ve benzeri bir çok konuda olması gereken toplumsal refleks son derece cılızken, gündemde öne çıkan konularda da esasta benzer durum egemen durumdadır. Kürt kitleleri doğrudan kendilerini ilgilendiren haksız savaş ve saldırganlık noktasında silahlı , silahsız güçleriyle ciddi bir duruş göstermekte fakat ülke işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri maalesef önemli bir tepki gösterememektedir. Ki örgütlü devrimci harekette ciddi bir karşı koyuş partiği ve toplumsal muhalefeti büyütme noktasında ciddi yetersizlikler içindedir. Bu parantezi kapatarak kaldığımız yerden  devam edelim.

 Siyasi süreç gittikçe sertleşecektir

Bütün gelişmelerin ayrıntılarına vakıf olma olanağı sınırlı da olsa, kesin olan bir şey var ki, o da, bahsi geçen  gelişmelerin emperyalist dünya gericiliğinin baş aktörlerinden bağımsız olmadığıdır. Daha somut olarak, ülkedeki bu gelişmelerin emperyalist Orta Doğu politikaları ve bura gelişmelerinden bağımsız olmayıp doğrudan bunun tezahürü olduğudur.  Buna karşın, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın 7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu tablonun vesile olduğu ve alenen gerici hakim sınıfların(somutta Erdoğan/AKP iktidarının) gerici saldırganlık zemininde geliştirdiği kendine has özel gündemlerinin olduğu da inkar edilemez gerçektir. Özellikle koalisyon hükümetinin kurulması için gerekli olan yasal sürecin Erdoğan/AKP tarafından gerici iktidar emelleri doğrultusunda bir boşluk veya ara dönem olarak fırsata dönüştürülerek Kürt ulusu ve değişik dil, din ve kültürden emekçi halklarımıza karşı top yekun bir savaş başlatıp azgın bir terör estirdiği, faşist saldırganlığını tırmandırdığı tüm dünyanın tanıklığındadır. Ki, koalisyon görüşmeleri de olumsuz sonuçlanarak Erdoğan/AKP iktidarının amaçları rengini bir kez daha açık etmiştir. Kürt ulusuna karşı acımasız bir savaş başlatılıp yürütülürken, darbe koşullarını aratmayan geniş tutuklamalara ve amansız baskılara pervasızca başvurulmaktadır. Gayri Müslimler, özellikle Ermeniler faşist baskı ve saldırıların hedefi olurken, aleviler de aynı saldırıların öncelikleri arasındadır. Madalyonun öbür yüzünde ise, bu savaş konseptine paralel olarak emperyalist anlaşma ve stratejiler temelinde İncirlik üssünün IŞİD ile savaşta ABD savaş uçaklarına sınırsızca açılarak daha geniş bir savaş girdabına sürüklenildiğinin resmi vardır. Siyasi süreç sertleşerek komplolardan provokasyonlara, katliamlardan infazlara kadar keskin bir faşizm niteliğinde devam etmekte,  önümüzdeki süreçte derinleşerek devam edecektir . Gazetemizin ilgili yazılarında daha önce bu gelişmelere genel olarak dikkat çekilmiş ve yaşanan mevcut gelişmeler bu tespitleri doğrulamıştır.

 İlgili yoğun gündemin başat konularını özetlersek;

 a)- ‘‘Barış-Çözüm sürecini‘‘ askıya alan AKP iktidarının Kürt Ulusal Hareketi şahsında Kürt ulusuna karşı derinleştirerek başlattığı gerici saldırganlık ve haksız savaş konsepti;

 Bunun altında, bir; ‘‘barış ve çözüm sürecinin‘‘ reel olarak geldiği nokta, iki; mecut durumda açıklamalarla tarafların tutumu ve sürece dönük muhtemel gelişme veya olasılıkların yönü, üç; fiilen bitirilen veya dondurulan ‘‘barış-çözüm sürecinin‘‘ taraflarda korunan stratejik temeli, dört; sürecin yeniden canlandırılmasının şartları ve çelişkiler, beş; her gün akan kan ve yaşanan ölümlerin basıncı ve bunu daha fazla kaldırma durumunda olmayan burjuva hakim sınıfların ‘‘çözüm-barış sürecine‘‘ zorunlu dönüşü ve altı; burjuvazinin bu dönüşte bahsi geçen süreci yeniden ya da yeni biçimde ele alma politikası, yedi; mevcut gerici saldırganlık ve haksız savaşın Kürt ulusunu aşarak ülke halkları ve farklı kültür ve kimlikleri hedefleyen genel bir konsept olarak devrede olması gibi bir dizi mesele bu gündemin ağır, içinden çıkılması zor olan bir karmaşa ve büyük problemlere gebe olduğunu gösterir. Bu da mevut durumda sürdürülen saldırganlık ve savaşın belli bir dönem daha uzayacağına işaret eder. Ulusasl hareket ciddi bir eylemlilik içinde olsa da, eylem çizgisi etkili bir nüfuz sağlasa da, esasta ‘‘barış-çözüm sürecine‘‘ açık kapı bırakma babında kontrollü bir savaş yürütüyor denebilir.

 b)- Koalisyon hükümeti ve erken seçim ya da azınlık hükümeti tartışmaları, gelinen aşama ve bu zeminde özellikle Kuzey Kürdistan’da mümkün olan gelişmeler;

 Mevcut durumda en rasyonel ve mümkün görülen AKP-CHP koalisyon görüşmeleri fiyaskoyla sonuçlandı. Bu sürecin AKP tarafından başından itibaren bir mizansen olarak ele aldığı açığa çıkmış oldu. Bu konuda gazetemizin köşe yazarı şahsında yer verdiği değerlendirmelerin bir bölümünün  isabetli olmadığını da söyleyelim. Kolalisyon için kolları sıvayan MHP de, CHP ve AKP gibi salt kamuoyu önünde yaşanacak olumsuz gelişmelerde sorumluluk almamak için koalisyon görüşmesine hazır olduğunu söylemektedir. Olağan koşullarda AKP-MHP koalisyonunun da gerçekleşme şansı yok denecek kadar azdır. Çünkü yaşanan çatışma süreciyle HDP’nin zayıflatılmasını AKP gibi MHP de isteyip hedeflemektedir. Dolayısıyla yaşanan süreç Erdoğan’ın ülkeyi bir erken seçime gçtürmesiyle ilerleyecektir. Ne var ki, erken seçim planladıkları sonuçları vermeyecek, siyasi kaos esasta bir müddet daha sürecektir. Sürmesinin yolu AKP’nin tek başına iktidar olma ve Erdoğan’ın başkanlık hedefini gerçekleştirmesine kadar açıktır. Bu, büyük bir çatışma ve savaş dönemine, kan ve katliamların devrede olacağına işaret etmektedir.

 Şimdiden bazı Kürt belediyelerin haklı olarak kendi kendilerini yöneteceklerini açıklaması ve genel olarak Kuzey Kürdistan’da Kürtlerin kendi güvenliğini alıp inisiyatifini ilan eden haklı yönelimleri, yukarıda bahsettiğimiz savaş koşullarının derinleşerek devam etmesi durumunda Kuzey Kürdistan’ın belli bir statüye kavuşmasına yol açacak gelişmelere gebe olduğu açıktır. Kürt ulusal hareketinin mevcut duruşunu sürdürerek bu pozitif yönelime girmesi hem haklı, hem meşru, hem reel bir gereksinim ve hem de kaçınılmaz olan devrimci bir yükseliş olacaktır. Bunun zemini her zamankinden daha kuvvetlidir. Özellikle ulusal hareketin gösterdiği silahlı pratik ve bu zemindeki gelişmelere dönük yapmış olduğu hazırlıklar ve elbetteki uluslar arası konjönktür Kuzey Kürdistan’ın somut kazanımlar elde etmesini mümkün kılmaktadır. Şayet çizgisel bir kırılma gündeme gelmez ise, Kuzey Kürdistan belli bir zaferin eşiğindedir. Haklı savaş, haksız savaş karşısında genel olarak önemli avantajlara sahiptir. Bu avantaj Kürtlerin lehine, Türk hakim sınıflarının aleyhinedir.

 Gerek Türk hakim sınıfları ve somut temsildeki AKP iktidarının azgın teröre ulaştırdığı mevcut gerici saldırganlığa karşı ve özelde de Kürt ulusuna karşı yeniden başlattığı bu savaş sürecinde eğer devrimci hareket kitleleri de harekete geçirerek etkili bir karşı koyuş tavrı sergilerse Kuzey Kürdistan’ın kazanımları daha olanaklı olacaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve sosyalist hareketi Kürt ulusuna karşı yürütülen haksız savaşta Kürtlerle dayanışma göreviyle karşı karşıya olduğu gibi, Kuzey Kürdistan’ın statüye kavuşması temelinde ulusal hareketin ortaya koyacağı muhtemel devrimci yönelim karşısında da Kürt Ulusal Hareketini desteklemekten geri duramaz,  bu tarihsel görevden geri durmamalıdır.

 Proleter devrimci hareket koalisyonun kurulamaması ve bu zeminde gerici hakim sınıflar cephesinde yaşanan siyasi krizi derinleştirme bilinci ve pratiğiyle hareket etmek durumundadır. Bunun mümkün olan biçimi başta silahlı devrimci eylem olmak üzere, demokratik mücadele ve muhalefetin yükseltilmesi ve elbette bütün bu sürece mümkün olan en geniş halk kitlelerinin katılımını sağlamak biçiminde ifade bulur. Haksız savaş yürüten ve isteyenler haklı devrimci savaşla boğulmalı,  tekçi ırkçılığı dayatanlar her millet ve milliyetten emekçi halk kitlelerinin birliği ve dayanışmasıyla yalnızlaştırılmalı, imha ve inkar saldırılarına başvuranlara bunun bedeli ödetilmelid

 c)- İncirlik hava üssünün ABD emperyalizmi savaş uçaklarına sınırsızca açılması ya da ABD emperyalizminin buradan bombalamalar yapıp savaş yürütmesi;

 ABD emperyalizmiyle AKP iktidarı arasında yapılan belli anlaşmalar temelinde İncirlik hava üssünün ABD emperyalizmi tarafından IŞİD ile savaşta kullanılmasına izin verilmesi ve IŞİD‘e karşı yürütülen savaşa ‘‘TC‘‘ devletinin dahil edilmesi sağlanmıştır. Böylece ‘‘TC‘‘ devleti AKP iktidarı eliyle  ve ABD emperyalizminin bölgedeki stratejisi ve çıkarları ekseninde sürüldüğü savaşla IŞİD’in hedefi haline getirilmiştir. IŞİD’in saldırı ve katliam girişimleri bundan böyle daha da belirgin ve görülür olacaktır. Bu savaş halklarımıza ağır bedeller yükleyerek büyük acıların yaşanmasına yol açmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Ancak bu gerici savaşı halklarımızın başına bela eden AKP iktidarı da halkların tepki ve öfkesinden nasibini elbette alacaktır.

 Daha fazla sayılabilecek önemli gelişme ve gündemler elbette vardır. Fakat başat gündemleri bu üç noktada toparlamak mümkündür. Kib u başat gündemler içinde daha yakıcı olup öne çıkan gelime kuşkusuz ki, Kürt ulusuna dönük özelliği önde olan topyekun savaş konseptidir. Öyle ki, bu savaş konseptinin boşa çıkarılması, yani bu savaş saldırganlığının sonlandırılması durumunda diğer gelişmelerin eğilimi de esas olarak farklı zemine oturmuş olacaktır.

 Siyasi Sürecin Gelişim Yönü ve Sınıf Mücadelesinde Doğan Şartlar ve Görevler

 Devrimci ve sosyalist hareket örgütsel yetersizliklerine karşın tarihsel sorumluluk ve görevlerle yüz yüze olup, bu süreçte gücü oranında da olsa mümkün olan en atak pratiği sergilemek, silahlı eylemi etkili olarak kullanmak, devrimci savaşı geliştirmek ve en önemlisi de halk kitlelerini devrimci mücadele temelinde harekete geçirerek hem uygun olan devrimci durumu iyi değerlendirmek durumundadır hem de faşist saldırganlık ve haksız savaşa karşı etkili bir mücadele duruşu ortaya koymak durumundadır. Özellikle Kürt ulusal hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde devrimci direnişi büyütüp savaş saldırganlığını göğüsleyerek püskürtme perspektifiyle hareket etmek durumundadır. Devrimci, demokratik geniş kapsamlı mücadele birlikleri-eylem birlikleri ve ittifakların oluşturulması, sürecin önemli ihtiyaçları olarak bilince çıkarılmak durumundadır. Topyekun savaş ve saldırganlık Kürt ulusu şahsında önem kazansa da, bu saldırganlık değişik millet ve milliyetlerden ve inanç kesimlerinden geniş emekçi halk kitlelerine karşı yürütülen bir savaş ve saldırganlık konseptidir. Dolayısıyla topyekun bir direniş ve mücadeleyle karşılanmak durumundadır.

 Son derece önemli olan tartışma açılarından biri hiç şüphesiz ki mevcut gelişmelerin yönü ve sınıf mücadelesi açısından taşıdığı önem ve ortaya çıkaracağı görevler ve şartlar meselesidir.

 Hiç şüphe yok ki, keskin bir çatışma ve savaş süreci önümüzdeki belli bir dönem devam edecektir. Bu dönem en iyimser yorumla bir hükümetin kurulmasına kadar önü açık olan bir süreci kapsayacaktır. Muhtemel bir erken seçime bu savaş ve çatışma şartlarında gidilmesi Erdoğan/AKP iktidarının lehine olmasa da, mevcut gelişmelerin seyri erken seçime aynı şartlarda gidilmesi kaçınılmaz görülmektedir. Erdoğan’ın boş bir hayal olarak tasavvur ettiği tek partili AKP iktidarının kurulmasına kadar savaş-çatışma ikliminin egemen olacağı anlaşılmaktadır. Fakat muhtemel erken seçimlerde AKP’nin tek başına iktidar olması da bu şartlarda mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla AKP’nin ortağı olduğu bir koalisyon veya tamamen AKP dışında bir hükümetin kurulması muhtemeldir. Bu hükümet şartlarında da AKP/Erdoğan’ın başlatmış olduğu mevcut savaşı sürdürmesi düşünülemez. Ancak yeni bir hükümete kadar sürmesi kesin gibi duran bu savaş süreci, AKP iktidarının gerek geniş halk kitlelerine ve gerekse de Kürt ulusuna karşı azgın bir baskı ve saldırılarla karakterize olacaktır. Faşizm tam manasıyla taban yapmış, yapacaktır. İçte yürütülen gerici savaş saldırganlığına paralel olarak IŞİD ile de bir savaş devrede olacaktır. İradelerinden bağımsız olarak veya emperyalist dayatmalar neticesinde IŞİD ile savaşmak zorunda kalan AKP iktidarı, bu savaşın çok daha boyutlusunu ülke halklarına karşı uygulayacağı faşist saldırganlık ve Kürtlere karşı kudurgan bir savaş olarak biçimlendirecektir.

 Savaş şartlarına batan AKP iktidarının daha fazla baskı, terör ve katliamdan başka bir şansı yoktur.  Ki, bu Erdoğan/AKP iktidarının malum hedeflerle benimsediği bir tercihidir de. Tek başına AKP iktidarı, Erdoğan’ın başkanlığı! İşte savaş tercihinin bir nedeni budur. Saldırganlık ve savaşın gelişerek önümüzdeki dönemde zirve yapmasının bir zemini buyken, savaş saldırganlığının derinleşerek önümüzdeki döneme damga vurup belirlemesi, Erdoğan/AKP iktidarı ile Kürt ulusu arasında gerek Rojava bağlamında, gerekse de ‘‘barış-çözüm süreci‘‘ görüşmelerinde yaşanan çelişkidir. Elbette emperyalist stratejilerin uygulanmasına alan açılması da bu savaşın başlatılıp sürdürülmesi ve derinleştirilmesinin hayati nedenlerindendir. Ki, IŞİD’e karşı savaşa girme zorunda kalması bu stratejilerin ürünüdür. Ve IŞİD ile savaşa zorlanmış olan AKP, bunun öfkesini içte faşist terörü tırmandırma biçimine yansıtmaktadır.

 Bu süreçte geniş  beyaz önlüklüler ve genel emekçi kitleler ile işçi sınıfına dönük azgın sömürü ve baskılar ağırlaşarak katmerleşecektir. Ekonomik, demokratik ve siyasi hak gaspları sürecin baskıcı faşist karakteriyle derinleşecektir. Doğa tahribatına dayalı olarak yürürlükte olan kapitalist işletme ve projeler kitlelerin aktüel olan hoşnutsuzluk ve mücadelesini gündemde tutacaktır. Kürt ulusu, diğer azınlıklar ve inanç kesimleri toplumsal muhalefetin önemli dinamikleri olarak sahnede olacak, özellikle Kürt ulusal hareketi silahlı mücadele cephesinde büyük rol oynayacaktır. Bu çerçevede demokratik, devrimci ve sosyalist güçler tabiatıyla mücadelenin nitelikli güçleri olarak devrimci direnişte yer tutacak, sınıf orijinli silahlı mücadele aynı biçimde sürecin nitelikli bir parpası olarak devrimci rolünü oynayacaktır. Dolayısıyla toplumsal çelişkiler ve muhalefet diri bir zemine kaymaya müsait hale gelecek, sınıf çelişkileri giderek keskinleşen bir seyr izleyecek ve alternatif devrimci mücadele geniş kitlelerle buluşma olanaklarına daha güçlü olarak sahip olacaktır.

 Özcesi; toplumsal tabandan yoksun olan ve özellikle burjuva kliklerden de muhalefetle karşılanıp destek bulmayan Erdoğan menşeeli faşist diktatörlük ve faşist baskılar toplumsal muhalefet ve devrimci alternatifi bastırıp yok etmeye nail olmayıp, tersinden reaksiyonlara vesile olarak esasta gelişmesine yol açacaktır. Yani devrimci durum ve devrimci hareket el verişli şartlar yakalayarak gelişme trendi yakalayacaktır. AKP/Erdoğan iktidarı ara dönem işletip bunu iktidarını koruyup pekiştirme planları yaparken, Kürt ulusal hareketinin etkili silahlı mücadele ve eylemi başta olmak üzere, dışta ve içte IŞİD ile yaşayacağı çatışmada, iç toplumsal demokratik muhalefet ve devrimci  mücadelenin baskısı altında bunalmaktan ve ‘‘yenilgi‘‘ almaktan kurtulamayacaktır.

 Devrimci ve sosyalist hareket örgütsel yetersizliklerine karşın tarihsel sorumluluk ve görevlerle yüz yüze olup, bu süreçte gücü oranında da olsa mümkün olan en atak pratiği sergilemek, silahlı eylemi etkili olarak kullanmak, devrimci savaşı geliştirmek ve en önemlisi de halk kitlelerini devrimci mücadele temelinde harekete geçirerek hem uygun olan devrimci durumu iyi değerlendirmek durumundadır hem de faşist saldırganlık ve haksız savaşa karşı etkili bir mücadele duruşu ortaya koymak durumundadır. Özellikle Kürt ulusal hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde devrimci direnişi büyütüp savaş saldırganlığını göğüsleyerek püskürtme perspektifiyle hareket etmek durumundadır. Devrimci, demokratik geniş kapsamlı mücadele birlikleri-eylem birlikleri ve ittifakların oluşturulması, sürecin önemli ihtiyaçları olarak bilince çıkarılmak durumundadır. Topyekun savaş ve saldırganlık Kürt ulusu şahsında önem kazansa da, bu saldırganlık değişik millet ve milliyetlerden ve inanç kesimlerinden geniş emekçi halk kitlelerine karşı yürütülen bir savaş ve saldırganlık konseptidir. Dolayısıyla topyekun bir direniş ve mücadeleyle karşılanmak durumundadır.

 Devrimci durum ve dinamikler gelişme zeminine sahiptir. Bu bağlamda Sosyalist, devrimci ve Kürt ulusal hareketi de dahil olmak üzere demokratik hareket doğru politikalar temelinde etkili taktik siyasetler geliştirerek ortak bir cephe halinde hareket edip geniş halk kitlelerine güven veren pratik bir yönelim benimsemelidir. Doğru politika ve taktikler ile birlikte doğru örgütsel yönelimin pratikleştirilmesi geniş halk kitlelerini sosyalist ve devrimci hareketle buluşmasının anahtarı olacaktır.

Mevcut gerici süreç devrimci savaşın yaşamsal önemini, gerici sınıflara karşı mücadelede elzem olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Ne var ki, siyasi iktidar hedefli mücadelenin esası bu savaş olsa da, geniş halk kitlelerini mücadeleye dahil edecek olan mücadele biçimleri asla ötelenmemelidir.

 Savaş İçinde Barıştan Sözetme Üzerine!

 Kürt ulusal hareketinin bağımsız devletlerini de içeren stratejik yönelimi bir temel olarak geçerliyken, reel politikte izlemesi gereken siyasi hat ve demokratik mücadele kapsamında benimseyeceği siyaset  daha farklı biçimler altında en zengin muhtevayla yürütülmek durumundadır. Kuşkusuz ki,  görece geride kalan ve aslı tasfiye ve teslimiyet amacına dayandığı alenen görülen mevcut ‘‘barış-çözüm sürecinin‘‘ yerini AKP iktidarının başlattığı haksız savaşa bırakması, ulusal hareketin haklı olarak karşı savaşa başvurmasını koşullayarak mevcut pratiğini şart koşmuştur. Bunda yürütülecek bir münakaşa Türk hakim sınıflarının katliam ve saldırganlığını onaylama anlamına gelir. Dolayısıyla ulusal hareketin haklı müdafa ve karşı saldırı savaşı yürütmesinde bir sorun yoktur. Bilakis bu zorunlu bir direniş ve savaştır. Ezen egemen ulus burjuvazisi ile ezilen bağımlı ulus ya da ilhaka maruz kalmış bir ulusun arasındaki çelişkinin uzlaşmazlık temeline dayandığı yaşanan süreçle bir kez daha kanıtlanırken, ezen egemen ulus burjuvazisi ile ezilen bağımlı ulusun çıkarlarının örtüşmediği ve örtüşmeyeceği yaşanan bu çatışma pratiğiyle bir kez daha açığa çıkmıştır. Ne var ki, ulusal hareketin gerici hakim sınıfların savaş saldırganlığına karşı sadece savaş metoduna saplanıp kalmadan topyekun bir karşı mücadele pratiği geliştirmesi isabetle doğrudur. Bir taraftan haklı savaşla gerici saldırganlığa-savaşa yanıt verirken ve bunu esas alırken, diğer taraftan yasal demokratik siyaset alanında gerici savaş çığırtkanlıklarına karşı barışı propaganda etmesi siyaseten tamamen doğru bir taktiktir. Elbette ki, buradaki barış savunusu veya propagandası taktiksel bir siyaseti aşıp stratejik bir yönelim halini almamak durumundadır. Her ne kadar ulusal harekette ideolojik doku itibarıyla Türk hakim sınıfları devletiyle anlaşma-uzlaşma eğilimi olsa da, bu koşulsuz bir uzlaşma ve özellikle de bir teslimiyet niteliğinde asla değildir. Bu bakımdan ulusal hareketin bu ideolojik eğilim veya kırılganlığı kesin bir hal değil, pratikte de görüldüğü gibi gerektiğinde savaşma çizgisi benimseyebilmektedir. Burada silahlı reformizmden söz edilse de, ulusal hareketin ulusal hak ve talepleri noktasından belli bir statünün elde edilmesi gibi ileri hedeflere sahip olduğu açıktır. Bu da ulusal hareketin demokratik muhteva ve niteliğini kesin olarak ispatlayan gerçektir.

 Kısacası, özetlediğimiz zemindeki ulusal hareketin başlatılmış olan gerici savaşa karşı bir taraftan silahlı mücadeleye baş vururken, diğer taraftan taktik bir siyaset olarak barış propagandası yapması sorunlu değildir. Özellikle Türk hakim sınıflarının savaş saldırganlığını teşhir edip onu ülke ve uluslar arası alanda tecrit etmeye dönük izlenen politika ve aynı zamanda Kürt ulusal hareketine yıkmaya çalışılan teröristlik yaftasının boşa çıkarılması açısından barışı öne çıkaran taktik siyaseti  son derece isabetlidir. Dahası Kürt ulusal hareketinin demokratik alan ve bura siyasetinde Türk hakim sınıflarını zorlaması ve basınç altına alması hem isabetli hem de mümkündür. ‘‘Kürt ulusuna karşı saldırgan bir savaş başlatılıp yürütülüyorken, Kürt siyasetinin barıştan söz etmesi yanlıştır‘‘ şeklindeki yaklaşım kaba bir yaklaşım ve yanlış siyaset tarzıdır. Dolayısıyla, ‘‘Kürt ulusal hareketi barış sloganı atıyor‘‘ gerekçesiyle negatif bir anlayış hasıl etmemiz sürecin de gerçeğin de ruhuna terstir. Siyasetin yalnızca silahlarla yürütülemeyeceği ve bütün siyaset alanının devrimci ve demokratik hedefler doğrultusunda kullanılması kavranarak bilince çıkarılmak durumundadır. Savaşın ya da silahlı mücadelenin esas olması diğer mücadele ve siyaset biçimlerine kapalı olma anlamına gelmez. Devrimci çözümler kesinlikle demokratik mücadele, yasal siyaset ve örgütlenme biçimleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Bunları ilkesel olarak reddetmek devrimci çözümü zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Gerici sınıflara terk edeceğimiz bir tek mücadele alanı ve biçimi yoktur, olamaz! Proleter devrimcilerin aktüel olan savaş-barış ikilemine dönük genel ve somut yaklaşımını böyle özetlemek mümkündür.

                                                                                           

 

Önceki İçerikSancı Dergisi 4. Sayısı çıktı!!!
Sonraki İçerikFaşizme Karşı Mazlumlarla Dayanışmak Devrimci bir Tutumdur!