HABER MERKEZİ (08.12.2015)- Gazetemizin 112. sayısında kadın sayfasında yer alan ‘’ Kadına uygulanan şiddete karşı tavır ve burjuva ikiyüzlülüğü ” başlıklı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kadına uygulanan şiddete karşı mücadele günü vesilesiyle tüm dünyada kadınlar tarafından protesto etkinlikleri gerçekleştirildi. Bu, değerli ve anlamlı bir çabadır. Kadının bu anlamlı mücadele tavrı aslında insanın insana uyguladığı şiddet ve baskıya karşı bir mücadele tavrıdır. Kadına uygulanan şiddet erkek egemen sınıflı toplum ve sistemden bağımsız değildir, olamaz da. Zira bu baskı ve şiddet sınıflı toplumun ortaya çıkışıyla bağlantılı ve doğrudan erkek egemen sınıflı toplumlar aşamasının bir ürünüdür. Kadın ya da kadına şiddet uygulayan erkek ve kadına uygulanan şiddet sınıflar üstü bir realite olmadığına göre, bu şiddet ve şiddete karşı mücadele de son tahlilde sınıfsaldır. Uygulayan erkek, uygulanan kadın da olsa bunların hepsi bir sınıf damgası taşır. Dahası uygulanan şiddet de bu şiddete karşı mücadele de bir sınıf ideolojisi, kültürü, dünya görüşü ve davranışının ürünüdür. Erkek yaşadığı sistem veya sınıflı toplumdan aldığı kültür, bilinç, düşünce tarzı ile kadına şiddet uygulama özelliğini almıştır. Anasından doğarken kadına şiddete meyilli olarak doğmamıştır. Sınıflardan bağımsız olmayan toplumsal kültür, değer yargısı sonucu kadına şiddet uygulayan bir zorba veya baskıcı diktatör olmaktadır. Kısacası kadına uygulanan şiddet sınıflardan bağımsız bir zeminde tanımlanıp tarif edilemez. Elbette bir dizi özgün yanlar ya da özellikler taşımaktadır kadın sorunu. Dolayısıyla salt sınıfçı yaklaşıma hapsedilmeden özgünlükleriyle de ele alınmak durumundadır. Sorunun derinliği, sorunun ele alınışını veya soruna karşı mücadeleyi de o kadar derinlikli ve çok yönlü kılar. Son tahlilde sınıfsal mesele olarak sınıfsal mücadele ve kurtuluşla aşılabilir bir sorun olsa da, tarihsel şartları ve özgünlüklerine uygun olarak çok yönlü özgün mücadeleleri de barındırmak durumundadır kadın sorununa karşı mücadele…
Soruna dair bir yığın teorik yaklaşım, bilimsel görüş, bakış açısı, anlayış ve mücadele biçimi ortaya konmuş durumdadır. Dolayısıyla en azından bu aşamada bütün bu zeminden ileri somut bir çözüm anahtarı ve yöntem ortaya koymamız söz konusu değildir. Kadının iktidara ve yönetime taşınması perspektifi farklı teorik-bilimsel bir açılımdan ziyade, somut pratiğin ön açıcı düzeyde uygulamaya sokulması ve ilerlemeye dönük adımların maddi temele oturtulması anlamı taşımaktadır. Elbette kadın iktidara, kadın yönetime sloganı ileri bir adım ve yaklaşımdır. Fakat sorunun tümü ve tümünü açmanın yeterli düzeyi değildir. Sadece sorunun aşılmasında ileriye dönük bir adım ve ilerlemeye dönük adımların birikimlerini oluşturmayı ifade edebilir. Kuşkusuz ki her köklü sorun gibi kadın sorunu da bugünden yarına çözülecek bir sorun değildir ve mücadele kazanımlarının yaratacağı büyük birikimlerin neticesinde büyük toplumsal alt-üst ve ilerlemelerle çözülecektir. Bu sözümüzün soruna karşı duyarlılıkları zayıflatma, sorunu erteleyerek güncel ve acil görevler, sorumluluklar ve mücadelelerden kaçmak ya da verilen mücadeleleri anlamsızlaştırma anlamına gelmediğinin altını çözmekte fayda vardır. Bilakis her bir mücadelenin, her bir tavrın bugünden son derece değerli, anlamlı ve gerekli olduğu açıktır. Özellikle bu şiddetin bizim gibi belirli coğrafyalarda her gün birden fazla kadının katledilmesi-öldürülmesi biçiminde korkunç boyutlara vardığı koşullarda kadına karşı şiddete veya genel olarak kadın sorunu karşısında en yoğun çaba ve mücadelelerin sergilenmesinin önemli görevler olduğu açıktır. Ki sadece bizim gibi coğrafyalarda değil, en “ileri” ülkelerde de bu baskı ve şiddetin boyutu meselenin önemini ve mücadele etmenin ortaya koymaya yetmektedir. Dolayısıyla sorunun ötelenmesi, ikincil plana atılması, sınıf mücadelesiyle karşı karşıya konup ikincil plana atılması asla söz konusu olamaz. Kadın sorunu sınıf mücadelesinin parçası, temel konu ve görevlerindendir. Bu bakımdan karşı karşıya konulmaları düşünülemeyeceği gibi, kadın sorununun sınıf mücadelesinden koparılarak geri plana atılması düşünülemez. Kadın sorununun sınıf mücadelesinden ayrı ele alınmasının her biçimi sakat ve hatalıdır. Soruna sınıf zemininde yaklaşmak kaçınılmazdır. Örneğin, kadın sorunu bağlamında burjuvazi de ikiyüzlüce “duyarlılık” göstermektedir. Ancak bunların soruna yaklaşımı sınıf niteliklerinden bağımsız olmadığı için soruna yaklaşımları devrimci sınıflardan temelden farklıdır. Proleter devrimciler kadın sorununa, sorunun sınıf karakteri bağı içinde yaklaşırken, bilumum burjuva anlayış-yaklaşım ve hatta siyasi sınıf niteliğindeki burjuvazi soruna sınıf ayrışımını yadsıyarak yaklaşmaktadır. Ancak pratikte ise alenen bu ayrışımı kendi sınıf bakış açılarına uygun davranarak yapmaktadırlar. Şöyle ki, türbanlı kadınların gözaltına alınma işlemleri sırasında kelepçelenmesine, bakanından siyasetçisine, yazarından bilmem kimine kadar bir dizi burjuva zat, bu kelepçeleme işlemine ileri düzeyde duyarlılık gösterdi. Tepkilerini sınıf yaklaşımlarını en katıksız biçimde sırıtırcasına yansıttılar. Türbanlı kadınların toplumda saygın olduklarını söyleyerek, toplumda saygın olan başörtülü kadınlara bu kelepçelerin takılmasını kınadılar. Yani, türbanlı kadınların toplumda saygın olduğunu ama diğer kadınların bunlar kadar saygın olmadığını söylediler. Salt söylemekle kalmadılar. Pratik tutumlarıyla da bu düşüncelerine uygun hareket ettiler. Başörtülü kadınlara kelepçe takılırken diğer kadınları rencide eden yaklaşımlarıyla tepki gösterirken, sokaklarda saçlarından sürüklenen, gözlerine gaz sıkılan, coplanıp işkenceden geçirilen, karakolda dövülüp işkence edilen ve hatta öldürülen, hapishanelerde çıplak arama onursuzluğuyla işkenceye tabi tutulan, sürgün edilen ve her gün üçer-beşer öldürülen kadınlar hakkında bir tek cümle söylemediler, söylememektedirler, söylemezler de… MKP davasından tutsak edilen dört kadının o hapishaneden öbürüne, diğerinden başkasına sürgün edildiklerini, hapishanede (Elazığ) baskı ve işkencelere maruz kaldıklarını okumaktayız sosyalist basında. Ve bu kadınların (işte toplumda saygın olan bunlardır; bunlardır çünkü toplumsal kurtuluş için sınıf mücadelesi verip bedel ödemektedirler…) maruz kaldığı baskıları, işkenceleri, insanlık dışı uygulamaları anlatan mektuplarını okumaktayız aynı basından. Başörtülü kadınlara karşı bunca hassas olan ama o hapishaneden öbürüne sürgün edilip işkence gören bu devrimci kadınların uğradıkları baskılara-zulme sessiz kalan beylerin tavrı sınıfsaldır. Kadına sahip çıkmaktadırlar ama hangi kadına? Özcesi, kadın da sınıf damgası taşır, erkek de. Kuşkusuz ki, bunların uyguladığı şiddet de bir sınıf ideolojisi ve kültüründen beslenir. Aynı biçimde bunların gösterdiği mücadele de bir sınıf ideolojisinden beslenir, onun damgasını taşır. Tıpkı burjuva bayların duyarlı oldukları belirli kimlikteki kadınlar örneği ile kendilerini enterese etmeyen dört MKP davası tutsağı devrimci kadınların maruz kaldığı baskılara karşı taşıdıkları “üstün duyarlılık” gibi… Açık ki, burjuvazi kadın sorununda ikiyüzlü bir tutum içindedir. Kaldı ki, sorunun devam ettirilmesi, derinleştirilmesi ve her türlü insani boyutların gerisine düşürülmesi doğrudan onlardan kaynaklıdır. Proleter devrimciler ise tavırlarını açıkça ilan ederken, ezilen her kadına uygulanan baskı ve şiddetin karşısında tutarlı bir tavra ve mücadeleye sahiptir. Kadın ezilip baskıya maruz kaldığı için ilerici bir dinamik ve potansiyel taşır. Onun saygın olması ise gerçekleştirdiği eylem, sınıf mücadelesi karşısındaki pozisyonu, emekçi kimliği, ezen-ezilen çelişkisinde hangi tarafta yer aldığı ile ilgilidir esasta.