İşçi sınıfı mücadelesi ve mevcut sendikalar üzerine!

Devrimci militan mücadelenin kabarma dönemlerinde aynı düzeyde gelişim gösteren sendikalar, devrimci militan mücadelenin alçalma dönemlerinde gerileyen durumunu nesnel bir gelişim ve gerileme olarak kabul etmeliyiz. Proleter devrimciler, devrimci hareketin öznel hareketindeki bu yükselme ve gerileme reflekslerinin ötesinde sendikal alanda daha planlı ve programlı sürecin ihtiyacı olan devrimci sendikal anlayışı örgütlemek durumundadır

HABER MERKEZİ (20.07.2015) – Uluslararası emperyalist hegemonya,  kapitalizmin derinleşen tarihsel krizlerinin yarattığı yıkıcı sonuçlarla, işçi sınıfı ve ezilen halklar üzerinde, tarihin en kapsamlı zorbalığı olarak kendini organize ediyor. Emperyalist hegemonya, merkezileşen sermaye hareketinde, dünyanın dört bir yanında, gerici kurumlarla egemenlik kurarken, ürettiği her politika kapitalizmin yapısal krizleriyle “vahşi kapitalizmin” çeşitli düzeylerdeki barbarlığına dönüşmektedir. Sorunların temeli olan kapitalist modernist sistemin, yarattığı sorunlara ürettiği hiçbir siyaset çözüm olmamakta, her siyasetinde sistemsel sorunları daha da ağırlaşmaktadır. Kapitalizmin bu sistemsel sorunları, emperyalist saldırganlık ve kapitalist sistemin sömürü çarkı, uluslararası alanda olduğu kadar, bölgesel ve ulusal sınırlar içinde de başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilen sınıf ve halk katmanlarında öfkeye dönüşmekte ve bu haklı öfke, dünyanın çeşitli noktalarında ekonomik demokratik hak arama eylemlerinde ciddi bir devrimci dinamiğe dönüşerek, yeni bir sürecin habercisi olmaktadır. Son gelişmelerde gösteriyor ki, işçi sınıfı, işçi hareketindeki gerilemeye, sistem tarafından yaratılan gerici baskıcı otoriter yapıya tavır alarak, irili ufaklı düzeyde de olsa neşter vurmaktadır. Kuşkusuz yaşanan bunca devrimci deneyimlere karşın, sınıfın devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmek, devrimci bilinç ve örgütlülükle süreci karşılamak bakımından istenilen düzeyde bir sınıf hareketinden söz edemiyoruz… Ancak nesnel durumdaki değişim, sınıf çelişkilerinde yaşanan derinleşme proleter devrimcilerin, sınıfın siyasal ideolojik temsilini güçlendirme konusunda önemli avantajlar yaratıyor.
Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyamız açısından da durum bu genel çerçevedir. Kapitalist sömürü, Türk tekelci komprador burjuvazinin gerici hakimiyetinde, faşist devlet aygıtları kanalıyla toplumu her anlamda kuşatmış durumdadır. Büyük sanayi kollarından yan sanayi alanı olarak kurumsallaştırılan organize sanayi bölgelerine, KOBİ’lerden, fason çalışan işletmelere kadar, kapitalist sömürü yukardan aşağı en barbar şekilde toplumu bir ahtapot gibi sarmalamış durumdadır… Bu barbar sömürü çarklarına karşı, irili ufaklı direnişlerle başlayıp Ocak ayında birçok üretim alanlarına yansıyan ve en son Otomotiv sanayi merkezli Metal iş kolunda yaşanan işçi direnişi, kapitalist sömürünün faşist bir devlet niteliğiyle uygulanışında yarattığı sosyal, siyasal, ekonomik sonuçların nasıl olduğunu bir kez daha gündemleştirirken, işçi sınıfının önderliksizliği, “sarıdan” öte “beyaz” sendikaların sınıfa ihaneti bağlamında da çok büyük bir sorunu gündemleştirmiştir. Somut durum çok net olarak devrimci ve komünistleri, sınıfı örgütleme konusunda göreve davet etmektedir. Kuşkusuz işçi sınıfının en geniş şekilde örgütlenmesi konusunda, tek araç olmasa da en temel araç sendikalardır. Bu anlamıyla sendikal mücadele ve mevcut sendikaların durumu doğal olarak tartışmamızın merkezine oturmaktadır. Sendikalarda işçi sınıfının örgütlenmesi ve sendikal mücadelede izlenmesi gereken siyaset ve mücadele çizgisi, politik anlayışlardaki farklılıklardan dolayı hep tartışma konusu olmuştur. Her siyasal ve ideolojik duruş, proletaryanın, gerek siyasal iktidar mücadelesinde gerekse de demokratik ekonomik haklar mücadelesinde kullandığı araçları kendi dokusuna göre ele alır. Ekonomik ve demokratik hak arama mücadelesinde proletaryanın önemli bir örgütlenme organları olarak gündeme gelen sendikalarda, bu genel doğrudan muaf değildir. Mevcut durumda, genel olarak sendikalara hakim olan çizgi ele alındığında, sınıf mücadelesi tarihinde defalarca tartışma konusu olmuş bu konu, günümüzde de öneminden bir şey yitirmiş değildir. Özellikle işçi sınıfı hareketinde yaşanan gerileme ve sınıfın toplumsal olaylarda oynaması gereken rolün gerisindeki bir hareketin, bugün sınıfın her alanda olduğu gibi sendikal alanda da, mevcut durumunu gözden geçirmesini ihtiyaç kılmıştır. Kuşkusuz sorunun analizinde de, hangi ideolojik dokudan beslendiği önemlidir. Burjuva kuşatmanın şu ya da bu düzeyde işlevsizleştirdiği sendikaların mevcut durumunu, hakim olan bu işlevsiz anlayışla sorgulamak işçi sınıfının lehine olan sentezler ortaya çıkarmayacaktır. İşçi sınıfının ekonomik demokratik mücadelesini, sömürü sistemine karşı mücadelede birleştiren ve militan bir mücadeleyi güçlendiren değerlendirmelere ve siyasal duruşa ihtiyaç vardır. Ki bu konuda işçi sınıfı mücadelesi ve sendikal hareket yığınlarca tarihsel deneyime sahiptir. Yani yol yordamıyla yürünecek bir yoldan öte, olumlu olumsuz deneyimlerle döşenmiş bir tarihsel birikimin üzerinden yürümekteyiz. Bu durum devrimci-komünist gelenek açısından, sendikal mücadeleyi ele almada doğru görüş ve taktiklerle donanmada avantajlı kılıyor. Somut olarak, dünyada ve ülkemizde, işçi sınıfının mücadelesi ve bu mücadelede sendikaların rolü ve önemi konusunda yığınlarca deneyim, sürecimizi nasıl ele almamız gerektiği konusunda muazzam bir güç olma fırsatı yaratıyor. Süreç itibarıyla, devrimci ve komünist harekette taktiksel bağlamda yaşanan örgütsel ideolojik ve siyasal gerilemeler, işçi sınıfı hareketine de yansımış durumdadır. Devrimci ve komünist geleneğin tarihsel mücadele deneyimleri olarak ortaya çıkardığı birçok değer, mücadele pratiğinde örgütlenemediği gibi, bu önemli değerleri yaratan siyasal, ideolojik, örgütsel tarzdan da genel hareket bağlamında bir uzaklaşma yaşanmaktadır. En anlaşılır anlatımla, söz konusu değerler işçi sınıfının kitlesel hareketinde özneleşememekte, devrimci ve komünist hareketin dar örgütsel bileşeniyle sınırlı kalmaktadır. Oysa kapitalist sömürüye karşı cepheden tavır, kapitalist sömürünün cenderesinde ezilen yığınlarla buluştuğunda, ezilenler açısından sonuçlar yaratacaktır. Ezilenlerin ortak hareketi ve dayanışma bilinçlerinde militan dövüşkenlikle nitelik olan duruş, ekonomik, demokratik haklardan, siyasal taleplerimize kadar sonuç alıcı olabilir. İşte sınıf hareketinde bulanıklaştırılan bu devrimci öğeler sendikal mücadelede de bir eksiklik olarak kendisini hissettirmektedir… Çözüm açıktır; İşçi hareketini her alanda güçlendirilmek, sınıf içinde doğru bir mücadele anlayışının ve çalışma tarzının kök salması örgütlenmesine önem vermektir. Bu önemin ilk adımı, öncelikle var olan durumu analiz etmek ve bilimsel sentezlere ulaşmaktır. Bugün işçi sınıfının örgütlenme kurumlarının başında gelen sendikaların başına çöreklenmiş, sarı sendikaların “niteliğinden” öte, kapitalist egemenlik sisteminden “pay” alan ve kapitalist sömürü ve egemenlik sisteminin bir aracı haline dönüşmüş “sendikaları” tartışma dışında tutsak dahi, işçi sınıfının sendikal mücadelesinin sorunları çerçevesinde, ele alınışında ve örgütlenmesinde yığınlarca anlayış farklılıkları bulunmaktadır. Mevcut sendikaların ve sendikacıların esasta sistemin bir parçası olması gerçekliğini gerekçe olarak gösterip sendikal mücadeleye gerekli önemi vermemek hatalı yaklaşımın bir yanını oluştururken, sendikal mücadelenin önemini abartıp, sendikal hareketi işçi sınıfının tüm siyasal sorunlarını çözmenin aracı olarak gören yaklaşımda bir diğer hatalı yaklaşımdır. Biri işçi sınıfını en geniş biçimde örgütlenmesini yadsıyan sol sekter anlayış iken, bir diğeri de işçi sınıfının mücadelesini sendikaların kuyruğuna takan, reformist anlayışın egemenliğinde boğan, revizyonist sağ tasfiyeci anlayıştır. Bu iki anlayış arasında yolunu bulamayan, güçler dengesine göre iki anlayış arasında sallanan ama özünde sınıfı örgütleme konusunda kararsız kalan başka bir görüş açısını da ifade edebiliriz. Hepsinin somut karşılığı, işçi sınıfının örgütsüz ve sosyal gelişmelerde işlevsiz kalmasıdır. Demek ki, işçi sınıfının stratejik kurumları ve bu kurumların soluk borusu olan taktiksel kurumlarında örgütlenmesinin yanında,  sendikal mücadeleye yaklaşım gibi bir konuda bile ne denli derin bir karmaşanın egemen olduğu ortadadır. Son işçi eylemleriyle birlikte bir kez daha su yüzüne çıkan karşı karşıya bulunduğumuz bu gerçekler, sendikal mücadeleye yaklaşımda devrimci ilkelere sadakatle sahip çıkılmasını zorunlu kılmaktadır.

Bir kez daha Prolaterya Partisi ve sendikalar üzerine

Bir kez daha diyoruz, lakin bu konudaki tartışma ne yenidir ne de ilk olarak gazetemizin sayfalarına taşınmaktadır. Anlayış olarak gerek sendikal çalışmalarda ve gerekse işçi sınıfının örgütlenmesi meselelerinde, parti ile sendikalar arasındaki farklar ve aynı zamanda örgütlenmede aralarında var olan diyalektik bağlar ve daha da ötesi, proletarya partisinin siyasal ve örgütsel önderliği konuları defalarca tartışılmış ve bu zeminde çalışmalara dönüştürülmüş meselelerdir. Burada bu meseleyi sadece konunun bütünlüğü ve bir kez daha hatırlatılması bağlamında kısaca değinmeyi gerekli görmekteyiz.

Sınıf mücadelesinin özgün koşulları ve çelişkileri gereği, her mücadele koşulu ve hedef uygun örgütlenme modeliyle karşılık bulmak durumundadır. Yani ekonomik demokratik mücadele ona uygun örgütsel kurumların önderliğiyle, siyasal iktidar mücadelesi ise ona uygun örgütsel kurumun önderliğiyle olanaklıdır. İşçi sınıfı mücadelesi açısından bunun somuttaki örgütsel karşılığı, ekonomik mücadelede sendikalar iken, siyasal iktidar mücadelesinde, işçi sınıfının en bilinçli, devrimci militan çizgisinde iradeleşmiş proletarya partisidir. İkisi farklı düzeylerdeki örgütsel ihtiyaçlardır ve aynılaştırıldığında veya aralarındaki diyalektik bağ koparıldığında sınıf açısından tehlikeli sonuçlar yaratacaktır. Devrimci militanlık adına sendikalara siyasal öncülük misyonunun yüklenmesi ne kadar hatalıysa, kapsayıcılık ve esneklik adına siyasal örgütlülük olan partiye “sendika” rolünün yüklenmesi de bir o kadar hatalıdır. Soldan ve sağdan tasfiyeci anlayışların işçi sınıfının mücadelesini zayıflatması ve bilinç çarpıtması yaratması, doğru devrimci zeminde meseleyi ele almakla aşılabilinir. İşçi sınıfı içinde örgütlenmenin tek aracı sendikalar değildir. İşçi sınıfının mücadelesinde ekonomik demokratik taleplerin ötesinde, siyasal iktidar perspektifi taşıyan proletarya partisinin bilinç ve militanlık düzeyi bakımından sendikalardan var olan farkı dikkate alarak örgütlenmesi, işçi sınıfının mücadelesine sınıf çıkarları ekseninde nitelik katacaktır… Sınıfın ileri ve devrimci bilinçle donatılmış öncü unsurları üzerinde yükselen parti örgütlülüğü amaca uygun sınıfın hareketinde doğru rol oynar. İşçi sınıfının çeşitli alanlardaki ve iş kollarındaki güncel ekonomik taleplerini, siyasal iktidar mücadelesiyle birleştirmek, proletarya partisinin sınıf içindeki bu konumlanışı sayesinde gerçekleşebilir. Bu anlamıyla işçi sınıfının politik duruşunu sendikal sınırlar içindeki bir konsepte ifade etmek, işçi sınıfının mücadelesini geriye düşürmektir. Sendikal mücadele ile kapsayıcılığı genişleyen sınıf hareketi, devrimci teori ve devrimci eylem bilinciyle donanmış unsurları birleştiren bir parti örgütlülüğüyle tarihsel görevini yerine getirebilir. İşçi sınıfının geniş kitlesini, dönemsel ekonomik talepleri üzerinden, sorunların ana merkezi olan kapitalist sisteme karşı etkin bir mücadelenin içine çekmek, ancak ki bu organlarla sağlanabilir. Doğru devrimci siyasal çizgi ile ele alındığında İşçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesinde önemli rolü olan ve sınıfın ekonomik, sosyal haklarının mücadele örgütü olan sendikalar ise, işçi sınıfı içindeki kitlesel örgütlü gücüyle söz konusu mücadelede etkin olabilir. İşçi sınıfının kendi sınıf bilincini kavrayış düzeyi ve anlayış farkı gözetilmeden, üretim içindeki konumu esas alınarak en geniş şekilde işçileri örgütleyen sendikalar, sadece günlük ekonomik demokratik mücadelenin yürütülmesi babında değil, devrimci savaşın kitle zemininin genişlemesi ve bu kitle zeminiyle devrimci siyasetin buluşmasının araçlarıdır aynı zamanda.
Gerek partiyi ve gerekse de sendikaları, ezilen sınıfların kurtuluşu veya sınıf düşmanları ile herhangi bir kesitte cereyan eden çatışmada özgün taleplerin elde edilmesi araçları olma işlevinden uzaklaştıran bürokratik kurumlara dönüşme tehlikesine karşı direk kitlelerin harekete geçirilmiş örgütlü gücüyle mücadele etmek gerekir. Devrimci mücadele ve onun kurumlarının anlayışı, iktidar hırsıyla muzdarip, sınıfın ve halkın çıkarlarını kendi bireysel ihtiraslarına peşkeş çeken anlayış sahiplerinin kendini var etme zeminini köklü olarak ret eder. Proletaryanın sınıf davası ve öncüsünün dünya görüşü, sömürü ve baskı koşullarına isyan eden işçi ve emekçilerin tarihsel çabalarının içinden süzülüp gelen bir dünya görüşü, eylem ve örgüt anlayışıdır.

Proletaryanın sınıf mücadelesinde sendikalar önemli bir araçtır!

Sınıf mücadelesinde her özgünlük, uygun araçla örgütlülüğe dönüşmek durumundadır. Doğru analiz, her olguyu parçalarında aldığı biçim üzerine yapılmalı, sentez, parça ile bütün ilişkisinde tanımlanmalıdır. Konumuz babında somut tanımlama olarak, işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve siyasal mücadelesi konusunda parçada bir ayrım yapmak gerekli olduğu kadar, bu iki mücadele arasındaki tarihsel ve diyalektik ilişkiyi kavrayarak sonuçlar ve hareket planı çıkarmakta bir o kadar gereklidir. Siyasal iktidar mücadelesi meselesi, devrimci partinin görevidir. Ve tüm proletaryanın ana yönelimidir. Fakat bunun için işçi sınıfının belirli bir düzeye ulaşması gerekiyor. Tarihsel sınıf mücadelesinin deneyimi göstermiştir ki, hiçbir yerde proletaryanın sınıf hareketi aniden ortaya çıkmamış ve aniden siyasal iktidar düzeyindeki bir bilince ulaşmamıştır. Toplumsal koşulların verili durumunda somut ve direk olarak işçi sınıfının yaşamına yönelen sömürü aygıtlarına karşı verilen ekonomik mücadele ve bu mücadelenin yarattığı uyanış, siyasal kavrayış ve mücadelenin zemini olmuştur. Ki ekonomik hak almak ve bunu almak için örgütlenme ihtiyacı bir siyasal mücadeleyi doğurur. Sorun bu siyasal mücadeleyi, ekonomik mücadele üzerinde uygun yöntemle inşa etme ustalığıdır. Tam da burada sendikalar ciddi bir rol ve görev üstlenmektedir. Nesnel olarak sendikaların sınıf mücadelesinin arenasında var olmaları bu rolün diyalektik sonucudur. Kapitalizmin gelişim çizgisine paralel olarak, fabrikalarda işçilerin fiili mücadelesinden doğan sendikalar, sınıf mücadelesinin yükseliş çizgisiyle, genişlemeleri birbirini doğru orantılı etkileyerek gelişmişlerdir. Finansmanını sağlayan tek kaynak işçi yardımıydı ve olumsuz anlamda bir bürokratlaşma sürecine girmediği için, nitelik olarak sınıfın hizmetindeydi. Ama sendikalar süreci bu eksende gelişim göstermedi. Burjuvazinin bu kurumlara özel yönelimi, zamanla bürokratlaşan ve burjuva kapitalist sistemin alışıldık araçlarına dönüşen “sendikacılık” anlayışıyla, işçi sınıfının çıkarlarından uzaklaşan bir rotaya girdiler. Bu tehlike veya bazı sendikaların burjuvaziyle kol kola girmesiyle yaşanan “mutlu son”, bugünün sorunu değil, tarihsel bir olgudur. Burjuvazinin desteği ve yönlendirmesiyle sendikaların başına çöreklenen “aristokrat” bürokrasi, işçi sınıfının mücadelesinden sendikaları her yönlü uzaklaştırdı ve yoz birer kurumlar haline çevirdi. Bu tehlike tarihler boyu süregelen tehlikedir ve Lenin başta olmak üzere birçok Marksist önderler tarafından ifade edilmiştir. Devrimci bir pratiker olarak Amerikan Sosyalist Hareketinin devrimci önderi Daniel de Leone, Amerika Emek Federasyonu’nun nazarında, sendikalar alanındaki burjuvazinin kurumsallaşmasını tarihsel belleklere kazınırcasına daha etkili ifade etmiştir. O yozlaşan sendikalar için “Kapitalistler sınıfının işçi teğmenleri diyordu”… 19 yy. sonunda bu tehlikeyi ifade etmesi, sendikal alandaki yozlaşmanın tarihsel boyutu açısından öğreticidir. Aynı tarihsel süreç Türkiye-Kuzey Kürdistan sendikal hareketi içinde geçerlidir. Tarihin belirli kesitlerinde DİSK gibi konfederasyon ve Deri iş, Belediye İş, Yol İş, Limter-İş, Tarım-İş, Maden İş ve ismini sayamayacağımız bir çok iş kolu sendikalarının belirli şubelerinde devrimci çizginin dönem dönem hakim olduğu sendikal mücadele süreci yaşanmıştır. Ve dönem dönem gerek devrimci çizginin hakim olduğu sendikaların önderliğinde gerekse burjuvazinin uşağı haline gelmiş sendikal bürokrasinin çizgisini parçalayan işçi sınıfının tabandan gelen gücüyle, işçi sınıfı mücadelesinde önemli deneyimlerin yaşandığı bir coğrafyayız. Bütün bu pratik ve eylemliliklere rağmen, sisteme yedeklenmiş, bürokrat teslimiyetçi “sendikal” ihanet, işçi sınıfının mücadelesinin önünde ciddi bir engeldir. En sıcak ve güncel örnek olarak, otomotiv sanayinde başlayıp metal iş kolunu, oradan yan sanayi dallarındaki üretim alanlarına kadar etkili bir eyleme dönüşen işçi sınıfının grevleri ve fabrika işgallerinde Türk Metal-İş in ihanet tavrı en taze hafızamızdır. Sendikanın ihanetine karşıda direnişi kuşanan işçiler, görkemli bir tavır almış fakat önderlik zafiyetlerinden kaynaklı, çok güçlü bir dinamik taşımasına karşın, ekonomik ve siyasal mücadelede sınıfın tavrını örgütleyememiştir. Bütün bu gerçekler, devrimci proletarya açısından sendikaların gereksiz olduğunu değil, işçi sınıfının mücadelesinde hala en temel araçlardan biri olduğu gerçeğini ortaya koyar. Devrimci militan mücadelenin kabarma dönemlerinde aynı düzeyde gelişim gösteren sendikalar, devrimci militan mücadelenin alçalma dönemlerinde gerileyen durumunu nesnel bir gelişim ve gerileme olarak kabul etmeliyiz. Proleter devrimciler, devrimci hareketin öznel hareketindeki bu yükselme ve gerileme reflekslerinin ötesinde sendikal alanda daha planlı ve programlı sürecin ihtiyacı olan devrimci sendikal anlayışı örgütlemek durumundadır.

 

Önceki İçerikSYRIZA Teslim Oldu: Şimdi Yenilenmiş Bir Halk Direnişinin Zamanıdır!
Sonraki İçerikSuruç’ta SGDF’lilere bombalı saldırı!