Faşizmin sosyal dayanağı

AKP/Erdoğan’ın fiili olarak hayata geçirdiği başkanlık sisteminin yapı taşları adım adım inşa edilirken, aynı anda yoğun propaganda süreci işletilerek başkanlık için yapılacak olası bir referanduma da hazırlık yapılmaktadır. Bu minvalde Erdoğan’ın kaymakam ve muhtarlarla gerçekleştirdiği ve belirli bir takvime bağladığı toplantıları küçükseyip, burun kıvıranlar, dalga geçenler, nasıl bir algı yönetimiyle karşı karşı kaldığımızdan habersizdirler

HABER MERKEZİ (22-02-2016)- Gazetemizin 116. sayısında yayınlanan “Faşizmin sosyal dayanağı” başlıklı analiz yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.

AKP/Erdoğan, büyük bir propaganda eşliğinde toplumsal birçok kesimle peşi sıra toplantılar gerçekleştiriyor, plan ve projelerini anlatıyor, destek toplayıp, iktidarının sosyal tabanını genişletiyor

Kuşkusuz faşizm gerçekliği kendisini sadece askeri ya da zor yöntemleriyle değil, baştan aşağı kurumsallaşmış bir çerçevede inşa etmeye çalışmaktadır. Aksi her realite kitlelerin gücü karşısında acizleşerek, yok olma kaderi yaşardı. AKP tarafından 7 Haziran seçimleri öncesi planlanan ve seçimlerden hemen sonra hayata geçirilen süreç, birçokları tarafından faşizmin yeniden keşfedilmesine vesile oldu. Olanı ismiyle çağırma yerine daha yumuşak, uzlaşmacı bazı ifadelerin kullanılmasının yanı sıra, burjuva-liberal cenahtan dahi faşizm tanımlamaları gelmeye başladı. Elbette ufku burjuva dar sınırları aşamayanlar, bilimsel MLM yöntem yerine küçük burjuva dar dünyalarıyla olay ve olguları okumaya kalkışanlar, gerçekler yerine niyetleriyle hareket edenler, stratejik düşünme ve konumlanma içerisinde değil, anın basıncı altında hareket edeceklerdir. Evet AKP 10 yıldır büyük bir başarıyla sürdürdüğü ve bazı dönemlerde kendisini sol, devrimci olarak tanımlayan bazı aklı evvelleri dahi peşine taktığı bir süreç işletti. Devrimci-komünist güçler için AKP’nin en başından itibaren niteliğine dair oldukça billur olan bakış açısının, geniş kitlelere taşınamaması, teşhir edilip geriletilememesi, AKP’nin bugüne gelebilmesinin önemli etkenlerindendir. Aynı şekilde Kürt Ulusal Hareketi’nin, kafası karışık bir halde, 10 yıl boyunca savaş-barış ikileminde oldukça tutarsız ve pragmatist politikalar izlemesi de sürecin bu aşamaya gelmesinin sebeplerindendir. Ne ki aylardır Kürdistan merkezli sürdürülen yoğun faşist baskı ve katliamlar, “TC” tarihinde ne ilktir ne de -bu köhnemiş düzen yok edilmedikçe- son olacaktır. Faşist “TC”nin kurulduğu andan itibaren başta komünist-devrimci güçler olmak üzere, Türk-İslam eksenli perspektife riayet etmeyen, dışında kalan, Ermeniler, Kürtler, Aleviler, Hıristiyanlar…’a dönük gerçekleştirdiği baskı ve katliamlar hafızalardaki canlılığını korumaktadır. Ermeni devrimcilerin katli, Ermeni Soykırımı, Mustafa Suphilerin katli, Amed, Ağrı, Koçgiri, Dersim katliamları, 6-7 Eylül, Varlık Vergisi, 33’ler, Kızıldere, Vartinik, Kanlı Pazar, Beyazıt, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, Ulucanlar, 19-22 Aralık, Mercanlar, Roboski, Gezi, Suruç, Ankara ve şimdi de Sûr, Cizîr, Silopiya… ilk anda akla gelen ve on binlerce insanın öldürüldüğü, işkence görüp sürgün edildiği olaylardır. “TC” tarihinde buna benzer daha yüzlerce katliam söz konusudur. Tüm bu faşist tarihi görmeyen, görmek istemeyenlerin, burjuva medeniyetçi paradigmayla mest olup, cumhuriyetçi kandırmacanın hayaliyle yaşayanların, AKP’yi bu öz üzerinden yükselen ve yeni döneme cevap mahiyetinde iş başına getirilen bir güç olarak değerlendirmek yerine şeriat, din, gericilik merkezli analizleri oldukça sorunlu ve sakattır. Meselenin bir yanını görüp, diğer yanlarını görmemek, kuşkusuz bizleri yanlış sonuçlara götürecektir.

Faşizm ve Erdoğan

Bu meseleye dair öne çıkartılması gereken önemli başlıklardan birisi AKP’nin kendinden önceki faşist güçlere nazaran, faşizmi örgütlerken toplumsal bir taban oluşturma noktasında oldukça başarılı olduğu gerçekliğidir. Dikkat edilirse AKP eliyle hayata geçirilen faşist politikaların, baskı ve katliamların ciddi bir destekçi kitlesi bulunmaktadır. Erdoğan liderliğinde örülmek istenen ve Erdoğan tarafından da örnek alınan şekliyle Hitler ve Nazi benzeri bir süreç işletilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde daha önce yaşanan askeri faşist darbeler ve sonrasında yaşanan gelişmeleri kuşkusuz analiz eden AKP’nin devletin sadece bazı üst kademelerinde değil, bütün hücrelerinde örgütlenip, yerleşme çabası manidardır. Benzer şekilde AKP sadece devletin üst kurumlarında değil, halk ile en yakın bağları kuran Sivil Toplum Kuruluşları(STK) içerisinde de ciddi bir örgütlenme çabası içerisindedir. Hâkim sınıf klikleri arasında süre giden çeşitli çatışma ve ittifaklar gerçekliğini AKP, en iyi şekilde değerlendirerek adım adım iktidarın tepesine oturmuştur. Bugün parlamento, ordu, polis, yargı, eğitim kurumları, medya ve diğer bütün kurumlarda oldukça önemli bir güç elde eden ve baskın pozisyona geçen AKP/Erdoğan, bununla yetinmeyerek, özellikle belediye, kaymakamlık ve muhtarlıklar aracılığıyla direkt kitlelere temas edip, en küçük toplumsal hücrelere dahi dokunmaya çalışmaktadır. AKP/Erdoğan’ın fiili olarak hayata geçirdiği başkanlık sisteminin yapı taşları adım adım inşa edilirken, aynı anda yoğun propaganda süreci işletilerek başkanlık için yapılacak olası bir referanduma da hazırlık yapılmaktadır. Bu minvalde Erdoğan’ın kaymakam ve muhtarlarla gerçekleştirdiği ve belirli bir takvime bağladığı toplantıları küçükseyip, burun kıvıranlar, dalga geçenler, nasıl bir algı yönetimiyle karşı karşı kaldığımızdan habersizdirler. AKP/Erdoğan, büyük bir propaganda eşliğinde toplumsal birçok kesimle peşi sıra toplantılar gerçekleştiriyor, plan ve projelerini anlatıyor, destek toplayıp, iktidarının sosyal tabanını genişletiyor. AKP’nin seçimlerde yakaladığı %40-50 arası bant içerisinde %10-15’lik bir kesimin kemikleşmiş bir güce dönüştüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu güç içerisinde faşizm süreçlerinin tipik örneklerinden olan paramiliter güçlerin çıkması yüksek olasılıktır. Ki Osmanlı Ocakları vb. örgütlenmeler bunun altyapısı olarak okunabilir. Devletin resmi askeri güçleri dışında, AKP bizzat kendisine hatta Erdoğan’a bağlı sivil güçler inşa etmeye çalışıyor. Ki bu süreci adım adım örgütledikleri de ayan. Bu örgütlenme sürecinde muhtarlarla geliştirilen ilişki ise oldukça önemlidir. Ülkemizdeki devlet örgütlenmesi içerisinde muhtarlıklar halk ile en yakın ilişki içerisinde olunan ve mahalle, köy halkının seçimiyle belirlenen bir kurumdur. Seçilen muhtarlar mahalle ya da köy halkı tarafından yakinen tanınan, hemen her gün ilişki içerisinde olunan kişilerdir. Aynı şekilde mahalle ya da köy muhtarları kendi yetki alanındaki hemen herkesle ilişki içerisinde, mahalle ya da köy halkını tanıyan, bilen kişilerdir. Bu realite büyük bir önem arz ediyor. Devlet açısından hem kendisini örgütlemede en ufak toplumsal tabakalara temas etme ve hem de buralardaki insanların genel yönelimlerine, fikir ve eylemlerine vakıf olma gerçekliği söz konusudur. Bu başlık altında dahi yerel yönetimlerin önemi daha anlaşılır olmaktadır. Ki AKP’nin bugün böylesine gelişip, palazlanması ve iktidara yerleşmesinde yerel yönetimler sürecinin önemli bir payı vardır. Hem ekonomik rant ve soygun hem de belediyeler üzerinden toplumsal örgütlenmenin sağlanması yerel yönetimler sürecinde AKP’nin nasıl bir gelişim gösterdiğinin resmidir.

Başkanlık referandumuna hazırlık

AKP-Erdoğan tarafından adım adım inşa edilen başkanlık sistemi çalışmaları son hız devam ediyor. Fiili olarak hayata geçirilmeye başlanılan başkanlık sisteminin, anayasal bir çerçeve ile düzenlenip, parlamentoda onaylanması, burada çıkacak olası pürüzler ihtimaline karşı ise referanduma götürülmesi AKP tarafından öngörülen ve hazırlıkları yapılan bir süreçtir. Bu sürecin kazasız belasız atlatılması içinse, devletin bütün imkân ve olanakları, medya, STK’lar… topyekûn bir seferberlik ilan etmiş durumda. Bu eksende ele alınan muhtarlar toplantısı ise sürecin önemli prototiplerindendir. Erdoğan tarafından 10 Şubat 2016 tarihinde 20.’si düzenlenen Muhtarlar Toplantısı, benzer şekilde örgütlenen kaymakamlar, sanatçılar, gazeteciler, iş insanları, STK temsilcileri vb. hemen hemen bütün toplumsal kesimlerle organize edilen toplantılar, AKP faşizmi için önemli bir toplumsal dayanak teşkil ediyor. Erdoğan’ın bütün bu toplantılarla yoğun bir propaganda eşliğinde toplumu şekillendirmeye çalıştığı, özellikle başkanlık sistemi için örgütlenme çalışmaları yürüttüğü ve güncel meselelere dair muazzam bir algı yönetimi işlettiği kuşkusuz. Kendi burjuva anayasal sınırlarını dahi rafa kaldıran, fiili bir süreç işleten AKP/Erdoğan’ın muhtarlar ve kaymakamlar toplantılarında ele aldıkları konular ve sarf edilen sözlere kısaca bakalım.

Erdoğan’ın muhtarla gerçekleştirdiği toplantılardan birinde ifade ettiği şu sözler aslında bütün meseleye ışık tutacak cinsten: “Hangi evde kim var, nedir ne değildir? Bunu gelecek, orada kaymakamına, valisine emniyet müdürüne bildirecek. Siz bu devletin en ücra köşedeki mahallesinin köyünün temsilcisi durumundasınız. Siz muhtarsınız. Siz seçilmişsiniz. Siz memur değilsiniz. Seçilmiş atanmıştan her zaman daha önemlidir, bunu böyle biliniz.”

Aynı şekilde Kürt ulusuna karşı topyekûn savaş açan AKP’nin, özellikle Kuzey Kürdistan’daki yerel yönetimlere dönük kapsamlı bir saldırı hazırlığı içerisinde olduğu biliniyor. Erdoğan’ın kaymakamlarla gerçekleştirdiği toplantıda ifade ettiği aşağıdaki sözlerde, kendi yasalarını dahi nasıl hiçe saydıklarının ibretlik bir örneğidir. Kaymakamlara hitaben şöyle diyor Erdoğan: “Kaymakamlarımız bulundukları ilçeyi avuçlarının içi gibi bilmelidirler. Bölücü terör örgütü ülkemizin Güneydoğusu’nda her türlü ahlaksızlığı kullanarak yer edinmeye çalışıyor. Örgütün güdümündeki partiye mensup belediyeler de tamamen örgütün hizmetine girmiş durumda. Kaymakamlar kendilerine verilen yetkiyi kullanarak belediyelerin yol açtıkları boşluğu doldurmalıdır. Gerekirse belediyelerin araç gereçlerine el koyarak, diğer imkânları kullanarak hayatı normale döndürmek zorundayız. Güven tesisinin ardından zarar gören yerleşim yerleri yeniden yapılandırılmalıdır. Paralel yapıyla mücadele çalışmalarımız gerek MGK gerekse DDK aracılığıyla yakından takip edilmektedir. Şu anda bana bağlı çalışan Devlet Denetleme Kurumu’nun en öncelikli görevi budur. Bu konu tamamen devletin güvenliği meselesidir. Burada herhangi bir ihmali, yanlışı olan hak ettiği cezayı görecektir. Sizlerden paralel yapılanmayla ilgili çalışmaları daha dikkatli ve kararlı bir şekilde yürütmenizi istiyorum. İstediğiniz anda özel kalemimi telefonla arayıp, bu bilgileri verebilirsiniz. Çünkü bizzat kendim takip ediyorum.”

Aktardığımız bu iki örnek dahi tek başına faşizmin nasıl bir örgütlenme çalışması içerisinde olduğunu göstermektedir. Kapitalist sistem içerisinde görece özerk bir yapıya işaret eden ve seçimle işbaşına gelen belediye ve muhtarlıklara dair komünist-devrimci-ilerici güçlerin ise gerektiği önemi vermeyip, doğru bir çalışma tutturamadıklarını açıkça ifade etmek lazım. Burjuva sınırlar içerisinde yerel yönetimlere çok anlam biçmeden ama bu sınırlarında ötesinde meşruiyet zemininde hareket edip, yerel yönetimler politikası oluşturan ve söz, yetki, karar halka şiarını bayraklaştırıp, pratikleştiren bir yönelim içerisinde olmamız şart. Ülke genelinde yerel yönetimlerin büyük bir çoğunluğu faşist partilerin elindedir. Fakat Kuzey Kürdistan’da durum tam tersi. Kuzey Kürdistan’da yerel yönetimlerde Kürt Ulusal Hareketi’nin oldukça önemli bir gücü mevcut. Keza sosyalistlerin Dersim’de son dönemlerde geliştirdikleri yerel yönetimler pratiği de oldukça önemlidir. Fakat bu gücün en doğru şekilde kullanımı noktasında önemli eksikliklerde mevcuttur. Faşist “TC”nin bütün baskı ve saldırıları, siyasi, ekonomik tahakkümüne rağmen, halkın bizzat yönetime dâhil edildiği, halk meclislerinin adım adım inşa edildiği bir sürecin işletilememesi önemli bir eksiklik olarak hanemize yazılmalıdır. Aynı şekilde yerel yönetimlerde elde edilen bu gücün, AKP tarafından hayata geçirilmek istenen politikalar karşısında etkili bir silah olarak kullanılması gerekmektedir. Misal Erdoğan’ın muhtarlar toplantısına karşı, devrimci, demokrat, ilerici bütün muhtarların bir araya gelerek, kendilerinin faşist politikalara alet olmayacaklarını, tamamen halka hizmet eksenli bir pratik geliştireceklerini, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yanında olacaklarını ifade edip, bu durumu örgütlü bir güce dönüştürmeleri muazzam bir etki yaratacaktır. Bu ve buna benzer çalışmalar zenginleştirilerek, halkla direkt temas kurulacak araç ve yöntemleri etkili bir şekilde devreye sokmamız gerekiyor. Demokratik Haklar Federasyonu(DHF)’nun Dersim özgülünde geliştirdiği yerel yönetimler politikası ve özellikle Ovacık örneği bu tür çalışmaların ülke genelinde nasıl bir etki yaptıklarının bariz örnekleridir. Devrimci mücadelenin hiçbir aracı reddetmeden, oldukça çeşitli ve zengin araç ve yöntemlerle hayata geçirilmesi durumunda kitleler tarafından karşılık bulacağı kesindir.

Önceki İçerikDKH 3. Kurultayı sonuç bildirgesi açıklandı
Sonraki İçerikMücadelenin biçim ve araçları arasındaki bağ