HABER MERKEZİ (26.10.2014)- Gerici dünyanın barbar yüzünü resmedip bu dünyanın vahşi bir portresi olarak örgütlenmekle birlikte, Ortadoğu’da emperyalist güç ve mizansenlerin bir parçası ve aracı olan İŞİD gericiliğine karşı, Kobane merkezli onurlu direniş ve Kürt ulusunun devrimci dost güçlerle yarattığı savunma hattı, uluslararası gerici güçlerle beraber, Türk hakim sınıfları cephesinde de “yeni” hareketlenmelere neden oldu. Sınıflar mücadelesinin doğal seyri babında, tabii ki bu hareketlenmelerin sosyal gelişmeler açısından bir değeri ve anlamı vardır. Her şeyden önce, devrimle karşı-devrim arasındaki çatışmada, Kobané bu sürecin bir nedeni değil, bir sonucudur. Ancak gerek Türk hakim sınıfları, gerekse uluslararası emperyalist hegemonyanın ilgili güçleri ve gerekse de Ortadoğu’daki yerli gericilikler kendi çıkarları ekseninde süreci biçimlendirmek istemektedir. Halklar ve ilerici devrimci dinamikler üzerinde estirdikleri terör ekseninde bölgeyi dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Kobané’ye yapılan saldırı da bu dizayn operasyonunun veya çalışmasının bir parçasıdır.
Her sınıfın kendi çıkarlarına göre ve kendi sınıf dokusuna uygun araçlarla amaçlarını ifade ettiği mevcut sosyal gelişmelerde, kuşkusuz ki ana yön, devrimci olanla gerici olan arasındaki çatışmaların derinleşmesi ekseninde işlemektedir. Ve bu gelişmede bunca sübjektif yetmezliklere karşın, devrimin safları güçleniyor ve gerici egemenliklerin hegemonyasını parçalayan güce evriliyor. Ki bunun öngörüsü bağlamında gazetemiz sayfalarında sürecin devrim açısından dinamik olduğunu, devrimci ve komünist hareketin politikalarıyla sürece yön vermesi durumunda sosyal gelişmelerde devrim lehine olumlu şeyler yaratacağını defalarca ifade etmiştik. Sosyal gelişmeler bunu son derece doğrulamaktadır.
Gerek Kürt Ulusal Hareketi açısından ve gerekse de sosyal devrimler açısından bu dinamizm Kobané direnişi özgülünde, halkların bağımsızlık ve özgürlük tutkusu olarak bayraklaşmıştır. Kobané’de bayraklaşan bu duruş, başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen halklar ve boyunduruk altına alınan mazlum uluslar nazarında sınırları aşmış, ezilen halklar bir paydada birleşerek, Kobané özgülünde özgürlüklerini ve devrimi savunmuştur. Sınırları aşarak ortaklaşan bu devrimci tutum, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının yanında, ezilen sınıf ve halk katmanlarının devrim isteme bilinciyle birleşmiştir. Kobane’den Kuzey Kürdistan coğrafyasına, oradan Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya yayılan halk eylemleri, bu duruşla nitelik kazanmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Eskişehir başta olmak üzere birçok ilde yanan direniş ateşi, Kürdistan coğrafyasıyla birleşmiştir. Sosyalist devrimin dinamik gücü de budur. Ve egemenleri esasta kaygılandıran, barbar askeri yöntemler ve katliamlarla önüne geçmek istedikleri durum da budur. Bundan dolayı Türk hakim sınıfları, parçadan bütünü kuşatma, acil olandan daha az güncel olan arasında bir ayrım yaparak, bir savaş konsepti örgütlemekte, Kürt Ulusal Hareketi ile devrimci, komünist güçleri tasfiye planları yapmaktadır.
Bu stratejik planların bir sonucu olarak;
Rojava devrimi ve bunun önemli bir parçası olarak Kobané’nin tasfiye edilmesi, bazı uluslararası emperyalist güçlerin yanında, özellikle “TC’’ devleti açısından ciddi önemi vardır. Türk hakim sınıfları devleti tarafından sınırda karşılanan ( ki içeri alınması sınırda gösterilen direnişler ve yapılan bin bir türlü pazarlıklar sonucu gerçekleşti) savaş mağduru, çocuk ve yaşlılardan oluşan sivil halka gösterilen “merhamet”, madalyonun yanıltıcı olan yanıdır. Savaşın göçe zorladığı sivil Kürtlere sınır kapatma, sınırları açtıktan sonra yaşanan tutuklamalar ve ardından bir kısmının sınır dışı edilmesi ve faşist Türk devletinin birinci ağzı olan Erdoğan tarafından PYD’nin terörist ilan edilmesi, ülkeye gelen direnişçilerin tutuklanması, manüpilasyon olarak sunulan bu “merhametin” arkasındaki gerçek niyettir. Bu pratik durumun ötesinde, fasist Türk devletinin esas beklentisi ve hedefi, direkt ya da en-direkt saldırılarla Rojava devrimini tasfiye etmek, Kürt ulusunun bölgede oluşacak olası statüsüne müdahale etmektir. Bundan dolayı IŞİD kuşatması paralelinde siyasetini, planına uygun şekillendirmiştir. Tampon bölge, uçuşa yasak alan, NATO’nun müdahalesini, IŞİD’e müdahale sınırlamasından çıkarıp, Esad yönetimi ve kendileri açısından risk gördükleri güçleri kapsama çabası, YPG’yi Suriye’de Esad’a karşı olan güçlerin ( ki bu güçler “ılımlı muhalifler” olarak ifadelendirdikleri güçlerdir ve ’’TC’’ devleti ve emperyalist güçlerin kontrol güçleridir) bir parçası haline getirme çabası, tüm bu planların siyasetidir. Fakat bu planı, ABD başta olmak üzere uluslararası emperyalist güçlerin planıyla uyuşmadı. Ki özellikle ABD bölgedeki hegemonyasını şekillendirirken, Kürtleri ciddi bir dinamik olarak dikkate alıyor ve istediği düzeye çektiği kesimlerle ittifak siyaseti kurmayı planlıyor. Türk devletinin statüsüz Kürt planıyla, ABD başta olmak üzere, emperyalist güçlerin, ”benim statümü” kabul etmiş Kürt planı, somut gerici politikaların şekillendirilmesinde çatışıyor.
Fakat sosyal gelişmeler Türk hakim sınıfları ve ABD’nin başını çektiği emperyalist gericiliğin öngörüsü ekseninde olmadı. Bu dün de olmadı, gelecekte de ezilenlerin boyunduruk altına alınmaya çalışıldığı coğrafyalarda olmayacak. Mutlaka bir direniş mevzisi, onların gerici hegemonyalarına karşı insanlığı savunacaktır. Somutta Kobané’de böyle oldu. YPG ve YPJ önderliği merkezli birçok ilerici, devrimci ve komünistlerin ördüğü direniş, Kobane’yi savunmakla sınırlı kalmamış, insanlığın özgür geleceğini savunarak sınırları aşan bir direniş mevzisine dönüşmüştür. Bu eksendeki bir duruş Türk hakim sınıfları açısından da uluslararası gericilik açısından da tehlike kapsamındadır. ”Düşecek” diye hayal kurulan Kobané direndikçe, ezilen halklar bu direnişi büyüttükçe, gericilik tarafından bu “tehlikeli duruşa” müdahale etme siyasetleri geliştirilmeye çalışıldı. ABD emperyalizminin direk PYD ile görüşmesi, bazı emperyalist güçlerin silah yardımı tartışmaları, bugün onlar açısından kontrol dışı duran bu direniş ve gücü “kontrol altına “ alma sürecidir. Tehlike açıktır. Emperyalist hegemonya kendi statüsüne biat etmiş yeni bir toplumsal dinamik peşindedir. Yoksa onlar ne Kürt halkının dostudur, ne de ezilen halkların acılarını anlayabilir. Onlar kendi çıkarları için dünyayı halkların kanıyla kan gölüne çeviren gerici barbarlıklardır.
Bir noktanın altını özellikle çizmek isteriz: “Emperyalistler silah getirecek biz de onlardan silah alarak savaşacağız’’ anlayışı kabul edilemez bir durumdur. Halbuki hem dünya genelinde hem de Ortadoğu ve Kürt ulusu özgülünde tarihten bugüne yaşanan bütün olumsuzlukların, haksızlık ve zulümlerin, işgal ve ilhakların, sömürü ve katliamların bizzat sorumlusu emperyalist kapitalizmdir. Dolayısıyla şartlar değişti vb gibi yaklaşımlar eşliğinde emperyalistlerden medet umulması çok açık bir tasfiye sürecine kerhen de olsa rızalık gösterilmesi durumudur.
Öte yandan Öcalan’ın, Kürt ulusu ve ezilenlerin 6-7 Ekim’de doruğa çıkan son ayaklanma pratiğini kesmesine yönelik tavrının da olumsuzluk içerdiğini özellikle vurgulamak isteriz. Bu gelişmelerin önemli bir kırılma noktası olarak kendini dışa vurduğunu belirtmek isteriz.
Kısaca belirtmek isteriz ki Kürt ulusu açısından süreç, Lozan sınırlarını aşarak parçaların birleşmesi ve kendi kaderini özgürce tayin etme konusunda, önümüzdeki gelişmeler ciddi olanaklar ortaya çıkaracaktır. PKK, PYD başta olmak üzere Kürt Ulusal Hareketleri bu önemli olanakları nasıl değerlendirecek bunu önümüzdeki süreçlerde göreceğiz. Fakat bu tarihsel olanaklar doğru kullanılmazsa ve dönemsel bazı reformlara, bir parça üzerinde Kürtlerin özgür olma stratejilerini boşa çıkaran ittifak politikalarına (ki bu güncel bir risktir) bu olanaklar heba edilirse, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme ve ulusların tam hak eşitliği hakkı darbelenecektir. Komünistler olarak bunun siyasetini bugünden oluşturmak, birleşik sosyalist bir Kürdistan gerçeğine göre mücadele hattını örme öngörüsünde bulunmak ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının sosyalist devrimimizin programsal bir parçası olduğu gerçeğini pratikte de örgütlemek devrimci savaşımızın gereğidir. Kürtler açısından da komünist ve devrimciler açısından da bu savaş dinamiği Kobané sınırlarını aşarak oluşan halkımızın somut gerçekliğidir. Bizler geleceği bu devrimci halk dinamiğiyle kazanacağız. Halk gerçekliğini daha ileri düzeyde devrimci savaşımızın ihtiyacı olarak örgütleme dışında bir arayış bizi halkın çıkarlarını savunan savaş mevzilerinden uzaklaştırır. Bu anlamıyla Kobané’yi kuşatan IŞİD terörüne karşı, Kürtlerin kendi özgücüne ve devrimci dostlarına dayanarak ördüğü direniş, sadece IŞİD kuşatmasını kırmamakta, başta faşist Türk hakim sınıflar gericiliği olmak üzere, emperyalist hegemonyayı darbelemektedir. Süreci er ya da geç kazanmak, bazen gerileyerek, bazen mevzilerden geri çekilerek ve bazen de mevzileri kaybederek de olsa, nihai zafere gitmek bu dinamiklerin savaş gücüdür.
Genel olarak emperyalist güçlerin ve konumuz babında daha somut olarak Türk hakim sınıflarının, üstünde plan yaptığı ve önünü kesmek için politikalar geliştirmeye çalıştığı, kendi varlıkları için tehlike içeren bu stratejik durumdur. Tarihsel koşullar Kürt ulusuna, Kürt Ulusal Hareketi önderliğinde geliştirdiği savaşın gücüyle statü yaratıyor. Bu statünün düzeyi ve niteliği meselenin ayrı yönü ve siyasal ideolojik boyutuyla tartışma konusu olabilir. Ama Kürt ulusu için bir statü bile gericilik için tehlikedir. Kürtler için ise elbette ki pozitif ve ileri doğru adımdır. Bütün bunların yanında gelişen savaş koşulları, devrimci, ilerici ve komünist güçleri yan yana getiriyor, kitlesiyle, örgütlü savaş gücüyle Kürt ulusu ile ezilen halklar arasında devrimci ilişki güçleniyor. Ortaklaşan talepler, mevcut işçi direnişlerinde de, öğrenci eylemlerinde de, sokak direnişlerinde de aynı dilde gerici devlet egemenliğine yöneliyor. Üstüne basarak ve önemle ifade ediyoruz ki, tam da bu kesitte faşist ’’TC’’ devletinin mevcut hükümeti olan AKP iktidarı tarafından ortaya atılan plan doğru okunmalıdır.
Faşist gericiliğin “çözüm planı” ve “iç güvenlik paketi”, devrimci savaşı tasfiye planıdır!
Faşist devletin uzun süredir Kürt Ulusal Hareketi‘ni oyalama planı olarak kullandığı “barış” sürecinin “çözüm’’ planı ve yargıdan polisin yetkilerine kadar bir yığın faşist düzenlemeyi içeren “iç güvenlik paketi”, birbirine bağlı karşı-devrimci siyasetin ayaklarını teşkil etmektedir. Her iki plan da devrimci siyaseti ve savaşı tasfiye etme planıdır. Birinin reformlar adı altında bir yönelimle, diğerinin açık faşist yöntemlerle sosyal pratiğe geçirilmesi özünde bir farklılık değildir.
Komünistler olarak bu meseleyi burjuva hukuk içinde tartışarak tavır belirleme durumunda değiliz. Kopenhag, Ankara, Oslo ya da Avrupa Birliği kriterlerine göre ileri geri tartışması devrimci ve komünistlerin tartışma zemini değildir. Reformlar için de mücadele edilebilir gerçeği, bu tartışmanın niteliğiyle örtüşmemektedir. Biz mevcut planı, karşı-devrimle savaşımızda ne anlama geldiğini deşifre etmek için meseleyi devrimci savaş açısından ele almak durumundayız. Plan açıktır. Devrimci duruşla merkezileşmeye doğru evrilme dinamiği gösteren süreçte, kimi anlayışlar üzerinde yeniden reform, ”çözüm süreci”, “barış” gibi beklentiler yaratmak ve bir kesim dinamiği yeniden kendi zeminine çekmek… Daha somut olarak, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasıyla sınırlı kalmayacak bu projenin, Rojava devrimini tasfiye etme boyutu da vardır. IŞİD kuşatmasıyla kırılamayan Kobané direnişi, şimdi çözüm planı adı altında sürece eklemlenerek tasfiye edilmek isteniyor. Bir nevi bir taşla iki kuş vurulmak isteniyor. ”Çözüm süreci’’ planına dahil edilmeye çalışılan Rojava devrimiyle hem oradaki Kürt dinamiği ehlileştirilmeye ve entegre edilmeye hem de Suriye yönetimi üzerinde avantajlı durum yaratılmaya çalışılacak. Tampon bölge oluşturma siyasetinin tutmadığı yerde ikinci kart olarak oynayacağı budur. Bir yandan bu ayak işletilirken, diğer yandan da savcılar ve polisler sınırsız yetkilerle donatılarak, gelişecek kitle hareketleri katliamlarla sindirilmek istenmektedir. Son eylemlerde onlarca insanı katleden faşist gericilik, bunu yeterli bulmamakta, sokaklarda polise sınırsız katletme yetkisi vermektedir.
Bu aynı zamanda önümüzdeki süreçte devrimci savaşın, kitle hareketlerinin, işçi ve emekçilerin hak arama eylemlerinin yoğunlaşacağı, savaşta öne çıkacak olan büyük kentlerdeki devrimci hareketlenmelere karşı uygulanacak faşist politikanın özüdür. Mevcut haliyle toplumu kuşatma altına alan, TCK, CMUK, ”Terörle Mücadele Kanunu” ve ağırlaştırılmış özel donanımlı mahkemeler yetmiyor ki, bu kanunlar ve mahkemeler, kurumlarıyla birlikte en barbar yetkilerle yeniden donatılıyor.
Dinleme, arama, el koyma, alıkoyma ve tehdit gibi durumlarda içerik tamamıyla devletin militarist güçlerinin keyfiyetine bırakılıyor. Bu keyfiyetin, kafatasçı bir şekilde eğitilen militarize güçler için, sınırsız katliam ve işkence olduğunu belirtmeye dahi gerek yoktur. Aramada “kuvvetli şüphe” yerine “makul şüphenin” konması, sokak ve ev infazlarının ve keyfi tutuklamaların sıradanlaştırılmasıdır. Boynumuza attığımız atkı, puşu gibi günlük kullandığımız giyim envanterlerinden dolayı, yıllarca zindanlarda yatmak ya da “dur” ihtarına uymadı diye kurşunlanmak, sobayı yakmak için bulunan benzinden dolayı dahi ceza almak, faşist özel donanımlı mahkemelerin ve polislerin “hukuku” olacaktır. TCK‘nın anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlığında sayılan silahlı örgüt ve örgüte silah sağlama “suçu” , “Ana yasa ihlali” , ”yasama organına karşı suç” , ” hükümete karşı suç” vb gibi suçlamalarla taşınmaz, gayrı menkuller dahi mal varlığına el koyma, keyfi dinleme, gizli soruşturmacı görevlendirme, dosyaya gizlilik engeli koyma, planlanan bu yeni sürecin rutin uygulamaları olacaktır.
Bu uygulamaların burjuva hukukundaki ileri ve geri tartışmasında biz taraf değiliz. ”Çözüm planı da”, ”iç güvenlik paketi de” , “yargı reformu da” devrimci ve komünistlerin, Kürt Ulusal Hareketi‘nin yürüttüğü devrimci mücadeleyi tasfiye etmeyi, egemenler açısından en başarısız durumda bu mücadeleyi kabul edilebilir düzeyde tutmayı hedefliyor. Kuskusuz bunun emperyalist yayılmacılığın önünü açan boyutu da vardır. Bizim bütün bu uygulamalara vereceğimiz cevap Sosyalist Halk Savaşı öncülüğünde devrimci savaşımızdır. Başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere, sınırları aşarak, her bir coğrafyada katledilen, kuşatılan Kürt‘ün acısını acısı bilerek direnişe geçen Kürt serhildanları, egemenleri devrimci savaşla ezmeye muktedirdir. Kürt‘ün acısı, uğradığı tarihsel haksızlıkları, ezilen emekçilerin devrimci savaşında birleştiren devrimci ve komünistlerle süreci örgütlemek, esas ittifak politikası ve birlik zeminimizdir. Ana yönelimimiz bu savaş zeminini büyütmek ve daha nitelikli kılmaktır. Bunun dışında ezilen halkların dostları olmayan güçlerle bir çözüm planı, mevcut ortaya çıkmış devrimci dinamiklerin gerisine düşmektir, çözümsüzlüktür.
Ve tüm ezilen halk dinamikleri olarak, faşist gericiliğin kendileri açısından hukukunu oluşturmaya çalıştıkları “yasal” zemin, halklar nazarında meşru değildir, bir avuç barbarın, yobazın, sermayedarların kendilerini koruma zeminidir. Yasalarla kendilerine yaratmaya çalıştıkları bu “yasal” zırh devrimci savaşla parçalanmalıdır. Bu yasalar sokakları tutuşturan özgürlük ateşimizi harlamaya vesile olur ancak… Bu bilinci kuşanarak, Kürt ulusunun üzerindeki tüm baskıların son bulması, ulusların tam hak eşitliği şartlarında yaşaması, ezilen sınıf ve halk katmanlarının üzerindeki sömürü ve zulmün son bulması vb kavgasını büyütmek ezilen sınıf ve katmanların sınıf çıkarları eksenindeki net duruştur.