HABER MERKEZİ (07-01-2016)- Gazetemizin 114 sayısında Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin 14 maddelik deklarasyonu üzerine kaleme alınan değerlendirme yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
DTK gerçekleştirdiği olağanüstü kongrede “Demokratik Özerklik, Özyönetimler ve Yerel Demokrasi” temalı toplantı sonuç bildirgesini 14 madde halinde özetleyerek kamuoyuna deklare etti. Bu adım yoğun ve ciddi tartışmalara vesile oldu. Kuşkusuz ki, bu önemli gelişme karşısında bizler de nitelik ve sorumluluklarımız bağlamında kayıtsız kalamayız. Dolayısıyla açıklanan bildirge hakkında kısa bir değerlendirme yaparak, bildirgenin başarılı yanları ile başarısız-zayıf gördüğümüz yanlarını özetlemeye çalışacağız.
Yapılan kongre ve açıklanan sonuç bildirgesini selamlamak öncelikle gereklidir. İleride ifade edeceğimiz eksiklikler ve eleştirilerimize rağmen atılan adımı selamlıyoruz! Kongre ve sonuç bildirgesinin demokratik, ileriye dönük, meşru ve haklı niteliği gereği selamlanması muhtemel eleştirilerden bağımsız olup öncelikle gereklidir. Kuzey Kürdistan Kürtlerinin yasal temsil düzleminde resmen talep ettiği en ileri talep olması ve aynı zeminde açıktan ortaya koyduğu somut irade bakımından önemlidir.
Bu bildirgenin Kuzey Kürdistan Kürtlerinin iradesini esasta temsil ettiğini ifade etmek isabet olur. Kürt orijinli siyasi parti, kurum, kuruluş ve tüzel kimlikli yapıların esasının, söz konusu kongrenin parçası, bileşeni, katılımcı ve örgütleyicisi olması kongrenin irade temsilini yeterince açıklamaktadır.
Deklare edilen sonuç bildirgesi hakkında bir dizi eleştiri gibi bir dizi övgü de yapılabilir. Her şeyde olumlu ve olumsuz yanların olması diyalektiğine uygun olarak ilgili sonuç bildirgesinde de doğru ve yanlışlar vardır. İleri yanlar ile geri yanlardan, güçlü yanlar ile zayıf yanlardan söz etmek tamamen mümkün.
Kamuoyuna açıklanan deklarasyon “dinamik bir tartışma ve uzlaşma arayışıdır” vurgusu ve “Demokratik Özerklik, Özyönetimler ve Yerel Demokrasi” içeriğiyle Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın merkezi devlet esasına dayalı olarak anayasal demokrasi çerçevesinde genel muhtevada demokratikleşmesini öneren-öngören bir bildirge olmasına karşın, kamuoyunun algısı Kürtlerin “Demokratik Özerklik” ilanında bulundukları biçiminde oldu. Olması gereken de bu algıya uygun bir adımın atılması, bir kararın alınmasıydı… Kürt ulusu acımasız katliamlardan geçip barbar kuşatmalar altında en ağır bedelleri göğüsleme pahasına ilan ettiği özyönetimlerde kahramanca bir direniş sergileyerek iradesini ortaya koymuşken, siyasi irade ve temsilcilerinin direniş doğrultusunda adım atması geç kalmanın ötesinde elbette gerekli ve isabetlidir.
Bildirge ülkede gündemin ilk sırasına oturup lehte ve aleyhte olmak kaydıyla büyük bir alaka gördü. Kuşkusuz ki tahammülsüz ve saldırgan olan; komprador tekelci burjuva klik siyasi partileri ve bilumum burjuva gerici cephe, olumlayanlar ise tabiatıyla demokratik, devrimci ve sosyalist cephe oldu. Uluslararası cereyanı henüz tam tesirine ulaşmadı. Ne ki, bu süreç uluslararası alanda da gerekli yankıyı bularak meşruluğuna dayalı destek bulacaktır. Kısacası siyasi konjonktürün, esasta Kürt ulusu ve ortaya koydukları adımın lehine olduğu söylenebilir. AKP iktidarı altındaki “TC” devleti (ve elbette özellikle de Erdoğan/AKP güruhu) her bakımdan sorun ve sancılarla çevrelenmiş olup sıkışmış durumdadır. Kürt Ulusal Hareketi’nin tüm iradesiyle süreci zorlaması isabetli olacaktır. Kürt Ulusal Hareketi’nin bu konularda gerekli belleğe sahip olduğuna da inanmaktayız.
Gündemi belirleme başarısı sonuç bildirgesinin etkili ve isabetli bir adım olduğunu tartışmasız olarak ortaya koymaktadır. Erdoğan ve şürekâsı gündemi belirleyerek toplumu tartıştırıp manipüle etme durumundan, önlerine koyulan gündemi tartışıp savunmaya geçme durumunda kalmışlardır. Kongre ve konusu ile konu muhtevalı sonuç bildirgesinin siyaseten başarılı bir adım olduğu muhakkaktır. Eksikliklerine rağmen objektif durumun bu olduğu inkâr edilemez.
Özellikle içinden geçilen süreç göz önüne alındığında kongrenin gerçekleştirilmesi, Amed’de gerçekleştirilmesi ve açıkladığı sonuç bildirgesi başarılı bir adımı ifade eder. Tank-topun, ateş ve barutun altında bir kongreyi gerçekleştirmek anlamlıyken, “PKK’yi terör örgütü olarak görmüyorum” demenin karşılığının katledilmek olduğu şartlarda atılan siyasi adım, direnen Kürt ulusunun cüretini ifade etmektedir. Ve elbette bilinen süreçte bu deklarasyon siyaseten iyi bir çıkıştır…
Değişik klik ve siyasi partilerden “TC” devleti hâkim sınıfları ya da komprador tekelci burjuva klikler tabiatına uygun reflekslerini ırkçı-milliyetçi ve tekçi-faşist karakterde ortaya koydular. Tersi de beklenemezdi… Tüm tarihi faşizm, soykırım ve katliamlar olan, ırkçı milliyetçilikle tekçilik kuramını maya edinmiş olan ve kendilerini de faşist darbe anayasası dedikleri anayasaları ile dokunulmazlık zırhına alarak egemen ulus şovenizmini övgüyle savunup uygulayan Türk hâkim sınıflarının hiçbir açıdan demokrasiyle bağdaşamayacakları sır değildir. Yeni anayasa tasarımı da aynı zeminde seyreden bir süreçtir. Yeniden yapılmasından bahsettikleri anayasa da, ırkçı milliyetçi, şoven, inkârcı, tekçi ve faşist bir anayasadır. Tersi doğalarına aykırıdır. Demokratik anayasa ancak halkların mücadelesi ve iradesiyle mümkündür. Faşist hâkim sınıfların demokratik anayasa yaptıkları görülmemiştir, görülmeyecektir de…
Bildirgenin belli kaygı ve ideolojik dokudan ileri gelen dilindeki muğlâklık, ifadedeki belirsizlik ve zayıflıklar taşıdığı açıktır. Nedeni açık kaygılardan hareketle yumuşatılan ifade ve zayıflatılan vurgular, burjuvazinin gerici hezeyan ve saldırgan tahammülsüzlüğünün önüne geçememiştir. O halde daha net-keskin, daha açık-kaygısız ve ideolojik cesaretle gerçeklerin ifade edilmesi benimsenmeliydi. Sorunun ideolojik yanı ise aşılması gereken problemdir. Ki burjuvaziden beklentilerin anlamsız olduğu, dünün tecrübeleri kadar, bugün bütün burjuva cephenin bildirgeye karşı aldığı tutumla bir kez daha kanıtlanmıştır. AKP’den MHP’ye ve sözüm ona “sol” geçinen CHP’ye kadar burjuva cenahın bildirgeye aldığı tavır, burjuvaziye karşı berrak bir tutum ve fikre sahip olunması gerektiğini doğrulamaktadır…
Kuşkusuz ki, tüm bileşenleriyle DTK, bulunduğu zemine (yasal siyasi statüsüne) uygun bir jargon ve siyaset kullanmaktadır. Bu bakımdan belli kaygı ve hukuksal realiteyi dikkate alması belli bir yere kadar anlaşılırdır. Fakat kısmen anlaşılır olan bu realite, meşru hak ve taleplerin siyaset zemininde savunulmasından sakınılıp tamamen burjuva yasal şartların gericiliğine hapsolmaya vardırılmamalıdır, vardırılamaz. Tam da bu noktada deklarasyonun zayıflıklarından söz etmek gerekli ve mümkündür.
Bizce Kürt ulusunun en tabii hakkı bağımsız devletine sahip olmaktır. Bunun yolu ise burjuva yasal zemin ve burjuva anayasa çerçevesinden değil, devrimci kurtuluş savaşından geçer. Sosyalist çözüm kapsamında geniş bölgesel özerklik ve kendi kendini yönetme-yerinde yönetim biçimidir. Bunun mevcut faşist iktidar ve devlet niteliği şartlarında gerçekleşmesi mümkün ve olası değildir. Devlet ve yönetimde sürekli faşizmin söz konusu olduğu şartlarda yapılacak bir anayasanın sosyalist çözüm modeline uygun bir statü ve çözüm getirmeyeceği açıktır. Deklarasyonun zayıf yanlarından biri burada göze batmaktadır.
Deklarasyon, demokratik özerklik ve yerel demokrasinin yeni anayasa ile sağlanmasını tasavvur etmekte, beklemektedir. Bu başından itibaren yanılgılı yol ve beklentidir. Yapılacak bir anayasanın bu taleplerle uyum sağlaması ya da bu taleplerin gerçekleşmesine uygun zemin yaratması mevcut devlet ve yönetim şartlarında olası değildir. Deklarasyon tüm talep, tartışma ve önerilerini yeni anayasaya endeksli ele almaktadır, yeni anayasadan beklemektedir. Bu yanılgıdır. Yapılacak yeni anayasa bu talep ve tartışmalara uygun olmayacaktır, mevcut devlet yapısı ve hâkim sınıflar niteliği koşullarında olamaz. Kısacası, DTK’nın yeni anayasaya endeksli tartışması ve bildirgeye konu meseleleri yeni anayasayla çözülebilir görmesi ya da ona havale etmesi, yapılan ilanın zayıflığını göstermektedir.
Deklarasyonun asıl zayıf ve belirsiz olan ya da kaygıların gölgesinde kaybolarak silikleştirilen yanı şudur: Deklarasyon, 14 madde sıralamış fakat Kürt ulusuna özerklik (ister bölgesel, ister demokratik) statüsünü ifade etmemiş, net olarak belirtmeyerek belirsiz bırakmıştır. Oysa bu deklarasyonun can alıcı ve olmazsa olmaz ilk(önemli) maddesi, Kürt ulusuna özerklik talebi biçiminde ifade edilmeliydi. Elbette bağımsız devletine sahip olma hakkı saklı kalmak koşuluyla ve buna doğru giden ilerleme yolunda, özerklik, eski ya da mevcut statüye göre ileri bir adım olarak ifade edilmeliydi. Kaygılardan hareketle bu hakkın yumuşatılması, muğlâklaştırılması ve belirsizliğe boğulması benimsenemez. Yasal zemin ve siyaset birebir burjuva lütuflara uyma alanı değildir. Burjuva muhalefet bile yeri geldiğinde tanınan yasal hak ve koşulları zorlayan pozisyona geçmekte, iktidarın kendisi dahi anayasanın paçavradan ibaret olduğunu söylemekte, cumhurbaşkanı fiilen değiştirme pratiği ve savunusuna girmektedir. Bu zeminde demokratik muhalefet ve mücadelenin burjuva yasallığa mutlak uyumu ve burjuvazinin icazetine uygun davranması beklenemez, uygulanamaz. Dolayısıyla Kürt ulusunun kendi kendini yönetmesi, özyönetim uygulaması, özerklik ilanı ve hakkı evirilip çevrilmeden savunulmak durumundadır. Deklarasyonun 14 maddesinde Kürt ulusuna (demokratik veya bölgesel) özerklik tanınmalıdır, kendi kendini yönetme hakkı vardır gibi bir ibare-madde yoktur.
Kürt siyaseti, son derece mütevazı olan tartışma ve uzlaşma arayışına dönük öneri deklarasyonuna karşı, bilumum Türk hâkim sınıf kliklerinin gösterdiği reaksiyonun siyasi linç, davalar açma ve yeni savaş tamtamları çalma tavrından ders çıkarmak durumundadır. Direniş çizgisini sürdürdüğü müddetçe Türk hâkim sınıflarının diz çökmesi kaçınılmazdır. İşte mahalle mahalle sergilenen direnişlerin başarısı ortadadır. Tüm militarist güçleri, tankı topu ve katliam vahşetine rağmen direniş mahallelerine girememesi büyük bir tecrübe, iyi bir derstir.
Deklarasyonda Kürt ulusu yerine Kürt halkı ifadesinin kullanılması ulusal sorun realitesi ve milli baskıyı gizleyen ifade olarak hatalıdır. İşgal ve ilhak edilen bir Kürdistan parçası söz konusudur. Burada Kürt ulusuna milli baskı, zulüm ve soykırım uygulanmaktadır. Sorun Kürt ulusunun kaderini tayin etme hakkının gasp edilmesi ve tanınmamasıdır. Sorun Kürt ulusunun köleleştirilmesi, bağımlı bir ulus olarak tutulması ve Kuzey Kürdistan’ın zorla “TC” devleti sınırlarına dâhil edilerek tutulmasıdır. Milli zulüm, imha-inkârın uygulanmasıdır… Ortada açıktan bir milli sorun dururken, sorunu milli sınırlardan çıkarmak ne adına yapılırsa yapılsın Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusuna uyguladığı milli baskı ve zulmü inkâra düşmektir.
Son olarak; hata, eksik ve zayıflıklarına rağmen DTK’nın deklare ettiği bildirgeyi ve bildirgede ileri sürülen hak ve talepleri destekliyor, Türk hâkim sınıflarının ırkçı-faşist saldırılarına karşı mücadele görevini sahipleniyoruz.