Devrimciliğin Nüansları

Toplumsal reflekslerin hiçbirine burun bükmeden, irili-ufaklı olup olmadığına bakmadan tüm bu reflekslerin bir araya getirilmesi perspektifi ve yönelimi Maoist komünistlerin misyonu gereğidir. Bu refleksler başkalarına havale edilemez. Bunların her biri devrim-sosyalizm mücadelesinin sessiz kalamayacağı durumlardır. Bunlara sessiz kalmak, başkalarının bu alanları doldurmasını istemek anlamına gelir. Özde devrimci olan hiçbir reflekse devrimciler duyarsız kalamazlar. Duyarsızlıkları devrimciliğe yaklaşımlarını tartışılır duruma getirir. Devrimcilik sorumluluk demektir. Sorumlulukları gerillaya, gerilla eylemine havale eden yaklaşım gerillaya haksızlık eden yerde durur. Gerillanın aldığı rol, üslendiği misyon başkadır, diğer alanların aldığı rol, üslendikleri misyon başkadır ve hepsinin bileşimi Sosyalist Halk Savaşı’dır

HABER MERKEZİ (07.06.2016)-Gazetemizin 123.Sayısında yayınlanan ‘’Devrimciliğin nüansları’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz

 Devrim mi reformizm mi tartışması yeni değil, devrim ve sosyalizm mücadelesi süresince sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Daha özcesi, Marksizm’in tarihiyle yaşıt demek yanlış olmaz. Nihayetinde proleterya ve emekçilerin elindeki bilim olan komünizmin ideolojisi, reformizmle Marksizm arasında yürüyen ideolojik mücadele üzerinden gelişerek bugünlere geldi. Yalnız reformizmle de değil elbette, sendikalizmle, anarşizmle, revizyonizmle mücadele de buna dâhildir. Devrim ve sosyalizm mücadelesi sürdüğü müddetçe de, bu alandaki ideolojik mücadele sürecektir.

Devrim ve reformizmin düşünsel olarak dayandığı olgular vardır ve o bu olgulardan bağımsız değildir. Kendiliğinden ortaya çıkan bir düşün de değildir. İşçi aristokrasisinin görece rahat yaşam koşulları, bu rahat koşulların devamı noktasındaki istemi, ona uygun düşünün de zeminini oluşturmaktadır. Bu düşün dünyasında silahlı mücadeleye yer yoktur. Var ise de ancak taktik bir araçtır ve özel mülkiyete, özel mülkiyet üzerinde vücut bulan devlete de dokunulmamaktadır. Dokunulan yan, yaşanan haksızlıkların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin daha makul bir hale getirilmesi, daha “yaşanılır” bir dünya yaratılmasıdır. Sistemin ve devletin halkları rahatsız eden sivri uçlarının törpülenmesi için mücadele edilirken, bu mücadele yine sistemin ve devletin çerçevesi-yasal sınırları aşılarak yürütülmez. Bu sınırlar içinde, bu sınırların “biraz daha” genişletilmesi, halkların “biraz daha” rahat nefes almasını öngörür vb…

Devrim ise başka bir şeydir, toplumsal olarak büyük alt-üst oluş eylemi demektir. Ezilen sınıfların ezen egemen sınıfa karşı yürüttüğü mücadelede mülkiyetin özel biçimini reddediş vardır. Mülkiyetin özel biçimine karşıt olarak toplumsal mülkiyet savunulur. Mücadele, sistemin ve devletin yasal çerçevesine sığmaz, bu sınırları tanımaz. Devletin örgütlü şiddetine karşı devrimci şiddeti savunur ve örgütler, silahlı mücadeleyi gerekli ve zorunlu görür. Kısa ve basit ifadelerle dile getirilen devrim ile reformizm arasındaki farklılık yalnızca düşün dünyasıyla sınırlı ele alınamaz. Bunun pratik ayağı, mücadele karşısındaki duruşu da önemli bir yer tutar. Düşünsel olarak savunulan her bir teori, pratik bir tutum, duruş ve pratik gerektirir. Bugün belki de ideolojik mücadeleyi yadsımadan, en çok üzerinde durulan yan da budur.

Vaktiyle 2. Enternasyonal’in Sosyal Demokrat Partilerinin 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndaki yönelimleri, Lenin’in nasıl ki bu partilerle arasına net bir çizgi çekmesine ve yeni temelde ve yeni isimle örgütlenmelerine neden olmuşsa, bu doğru ve yerinde tavır-yaklaşım bugün savunulan biçimiyle devrimciliğe karşı da sergilenmelidir.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi uzunca sayılabilecek bir dönem, görece barışçıl geçen, legal yollardan işçi sınıfı ve emekçilerin eğitildiği bir dönem olarak, verili koşullara karşılık gelebilmekteydi. O dönemin öncü partileri olan Sosyal Demokrat Partiler de buna göre konumlanmışlar ve örgütlenmişlerdi. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın öngünleri, emperyalistler arasındaki paylaşım savaşını zorunlu kıldığı tüm gelişmelerin bu türden bir savaşı gösterdiği süreçte, Sosyal Demokrat Partiler de mücadelelerini, duruşlarını buna göre ele almak gelişen yeni duruma göre bir duruş sergilemek durumundaydılar. Ne var ki Marksizm adına, emperyalistler arası pazar savaşında “anavatan”ı savunma adına kendi ülkelerinin burjuvazisi desteklenmiş, sürecin yaratacağı devrimci durum görülememiş, işçi sınıfı burjuvazinin peşine takılmaya çalışılmıştır.

Bu savaş işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarına bir savaş olmadığını, bu savaşın taraflarından biri de olunamayacağını savunan Lenin, böylesi bir savaşta yer almayacakları gibi, bu savaşta kendi burjuvazilerine karşı mücadele edileceğini, bu savaşı bir iç savaşa dönüştürerek bütün Sosyal Demokrat Partilerin ve işçi sınıfı emekçilerin bu doğru tavırı geliştirmelerini dile getirmiştir.

Tarih, Sosyal Demokrat Partilerin sosyal-şoven politika ve duruşlarına tanıklık etmiştir. Dünün işçi sınıfı ve emekçilerinin temsilcileri-öncüleri olarak tarih sahnesinde yerini alan bu partiler, gelişmelerin belli bir aşamasında 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında, Marksizm’i bu sürece cevap verecek bir bilim olarak ele alamamışlar, doğru bir politika belirleyemeyerek, sürece uygun bir duruş sergileyememişlerdir. Yanlışları, Marksizm’in devrimci özüne yaklaşımlarından kaynaklanan dogmatizmdi. Israrlı Marksizm savunusu “din”dar olunca gidebilecekleri yer doğal olarak, devrim olamazdı. Olmadı da. Sosyal şoven partiler haline geldiler, sistemin içinde sistemin birer partileri haline dönüştüler.

Bu partilerin yürüttükleri politikalar “sosyal demokrasi”ye, “sosyal demokrat”lığa uymayan politikalardı. Bu politikaların teşhir edilmesi, içi boşaltılan sosyal demokratlığın işçi sınıfı ve emekçilere anlatılması “sosyal demokrat” parti adıyla yapılamazdı. Yeni temelde yeniden ele alınan bir partiyle bu yapılabilinirdi ve bu parti sosyalizmi-komünizmi savunduğunu net bir şekilde ifade etmeliydi, duruşunu da açık-net göstermeliydi. Oysa bu Sosyal Demokrat Partiler, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı dönemine kadar işçi sınıfı ve emekçilerin yegâne öncü partileriydi. Fakat kılavuz aldıkları Marksizm doğrultusunda hem teorik olarak hem de pratik olarak kendilerini geliştirmediler ve eskidiler. Ayırım çizgileri net ortaya konmalıydı ve süreç bunu istiyordu.

Devrimcilikte kendini yeniden inşa etmeli, kendini yeniden tanımlamalıdır. Bugün devrimcilik, yükselen faşizm koşullarında, devrim ve sosyalizm mücadelesinin görevleri, rolü ve misyonu etrafında bugüne cevap olamayan dünün devrimciliğinden kurtulmak zorundadır. Bugün sokağın dilini eylemselleştiren, bunu taktik zenginliğe döken, tarzıyla farklılık yaratan ve tüm ezberleri bozan, tüm edinilmiş eski alışkanlıkları aşan, edilgenlikten öncülüğe sıçrayan militan devrimcilik önümüzde durmaktadır. Devrimcilik mi? Militan devrimcilik mi? Bugün cevap bekleyen soru budur. Güne cevap olma, süreci örgütleme, Sosyalist Halk Savaşı’nın pratik duruşunu sergileme bu soruya verilecek cevaba bağlıdır.

 Devrimci duruma uygun devrimci duruş kendini dayatmaktadır

 Bugün devrimcilik bir sınavdan geçmektedir. Sürecin kendine has özellikleri, verili koşullar, devrimciliği de koşullayan bir yerde durmaktadır. Sürecin devrimciliğe yüklediği rol ve misyon yeterli düzeyde anlaşılamadığında, buna uygun bir duruş-pratik de sergilemek olanaksızdır. Devrimci duruma uygun devrimci duruş kendini dayatmaktadır. Sürecin devrimciliğin önüne koyduğu duruş iyi anlaşılmalı, süreç iyi okunmalıdır. Geride kalmak, cevap olamamak, istenilen yere varamamak bu rolün içeriğini doldurmakla alakalıdır.

Devrimcilik genel olarak soyutlama düzeyinde ele alındığında kavramsal ve olgusal olarak şöyle ele alınabilir.

Kavramsal olarak ele alındığında, yenilikten yana olmak tam karşılığını bulmaz. Devrim sınıf mücadelesinde toplumsal olarak bir alt-üst oluş eylemidir. Ezen ve ezilenler arasındaki sınıfsal mücadelede eskiyi temsil eden ezen egemen sınıflar kaşısında yeniyi temsil eden ezilenlerin yürüttüğü mücadelede eski olanın yıkılması, yeninin inşaa edilmesi eylemidir. Daha somut ifade ile, özel mülkiyet edinimi üzerine kurulan sistemi ve onun meşruluğunu garanti altına alan, koruyan ve yaşatan aynı zamanda ezilen sınıf üzerinde ezen egemen sınıfların elinde bir baskı aracı olan devlet mekanizmasını hedef alan devrim mücadelesi, devleti ve sistemi alaşağı eden, yıkan bir mücadeledir. Aynı zamanda yıkılanın üzerine gelecek toplum projesine uygun olarak yeniyi inşaa etme eylemidir. Devrimcilik de burada anlamını bulur. Bunun, devrim mücadelesinin pratiğini sergileme işidir devrimcilik. Devrimcilik, gelecek toplu tahayyüllerine bağlı olarak farklı isimler de alır. Küçük burjuva devrimciliği, komünist devrimcilik gibi. Ama her ikisi de toplumsal alt-üst eyleminden beslenir, hedefine göre de farklılaşır. Devrimcilik, düşün dünyasıyla, pratik duruşuyla bir bütünsellik içinde ele alınır. Eylemi onun düşün dünyasından ayrı değildir. Fikri ve zikri onun niteliğini gösterir. Ne tek başına düşün dünyası, ne de tek başına pratiği devrimciliği gerçek anlamına kavuşturmaz. Bütünseldir, an’lık değil bütünseldir.

Devrimcilik, an’a cevap değildir. An’a ilişkin sergilenen her fikirsel yaklaşım ve her duruş devrimcilik olarak ele alınamaz. Alındığında yanılgılı sonuçlara, değerlendirmelere varmak kaçınılmazdır. Devrimcilik daha genel, daha kapsayıcı ve sistematik duruştur. Kavramsallaşan kişiliktir de denebilir. Ve bu kişiliğin her bir an’daki duruşu, fikri öz itibariyle aynıdır.

Örneğin, UKKTH meselesinde devrimci bir fikire sahip olmak devrimci bir pratiği de şart koşar. Bu şarta uygun davranış sergilenmez ise sorunlu bir devrimcilik ortaya çıkar. Veya UKKTH meselesinde devrimci bir fikre sahip olmamak bunun yanında kadın mücadelesinde devrimci fikre ve pratiğe sahip olmak da devrimciliği tartışılır bir duruma sokmaktadır. Bu yüzden devrimcilik parçacılığı, metafizik yaklaşımı kabul etmez, ettiği oranda da devrimciliği komünist ve küçük burjuva devrimciliği olarak değerlendirmeye tabi tutar.

Olgusal olarak ise devrimcilik, günümüzde daha anlamlı bir yerde durmaktadır. Gelişmelerin toplumsal yaşamda yarattığı travma, gerilim, çatışma, ötekileştirme, birbirine düşürme, sınıfsal farklılıkları derinleştirme yönelimi devrimciliği daha değerli bir hale getirmektedir.

Kürt ulusuna yönelik katliamlar eşliğinde sürdürülen yok sayma politikaları, yerlerinin, yurtlarının, evlerinin viraneye dönüştürülmesi, Kürtlerin adı konmamış sürgüne maruz bırakılmaları, en demokratik kazanılmış haklarının dahi gasp edilerek toplumsal yaşamdaki yerlerinin silinmeye çalışılması karşısında, en insani değerlerin korunması açısından dahi insani refleks geliştirmeyi talep eder.

Çalışırken inşaatın onuncu katından yeterli güvenlik önlemi alınmadığından yere düşen ve ölen işçinin, üzerine yıkılan kömür madeninin altında kalan ya da gaz zehirlenmesinde yaşamını yitiren madencinin daha çok kar adına alınmayan tedbirlerden kaynaklı değil de, “kader”i böyleymiş ya da “bu işin fıtratında var” denerek savunusu dahi insani bir refleksi gerekli kılar.

Her gün cinsel baskıya, tecavüze, istismara uğrayan, örf-adetler denilerek katledilen kadınların “geleneksel” değer yargıları, “adap” denilerek eve, erkeğe bağlanmaya çalışılması, “kuyruk sallamasaydı”, “mini etek giymeseydi”, “rızası olmasaydı”, “şuh hareketler yapmasaydı” bunlar olmazdı denerek kadınları insan olmanın ötesine iten yaklaşımlar karşısında her şeyin ötesinde insan olmanın gereği olarak refleks gereklidir.

Her şeyi bir kenara bırakalım, düşünme, davranma, giyinme, yeme, konuşma, yazma, fikir belirtmenin yasakçı bir yaklaşımla karşılandığı, hapis cezalarıyla, işkenceyle, yaptırımlarla karşılandığı, “tek dil, tek bayrak, tek vatan, tek dil” yaklaşımının “tek adam, tek düşünce ve tek tip” le iyice tekleştirilip, toplumun ve toplumsal yaşamın tek tip haline getirilmeye çalışıldığı bir sistemin inşaası karşısında sessizlik insani bir refleks olarak kabul edilemez.

Daha sıralanabilecek onlarca, yüzlerce sorun, toplumsal yaşamı derinden etkileyen gelişme artan ve nereye gideceği, nasıl bir şekil alacağı belli olmayan yeni tipte bir faşizm olarak insanlığın karşısına dikilmişken, bu gerçek durum karşısında refleks gerekli ve zorunludur.

Tüm ceberrut özellikleri üzerinde barındıran ve daha da geliştiren devlet ve bu devletin hâkimi olan sınıflar, kan kusturduğu halkların refleksi karşısında, kusulan kanlarında boğulmamanın tedbirlerini de almıyor değiller. Bu alınan tedbirler dünü aratan uygulamalar-politikalar olarak okunmalıdır. Baskı, şiddet, işkence, “zor” devlet eliyle ve örgütlü olarak daha çok devreye giriyorsa, korkulan ve korkutan gelişmeler var demektir. Veya her ikisinin zemini güçleniyor demektir.

Durduk yere baskı, işkence, katliam, devletin örgütlü “zor”u gündeme gelmez, ya da durduk yere bunun dozu artmaz. Nedeni vardır ve keyfi değildir. Egemen sınıflar devleti keyfine göre çalışan bir araç ve örgütlenme değildir. Oluşacak tehlikeyi önleme adına alınan tedbir, kendilerini tehdit edecek yeni tehlikelerin oluşmasına zemin hazırlarken, bu durum zincirleme olarak “doz”un sürekli artmasını, yeni tedbirlerin geliştirilmesini sürekli canlı tutar. Bu toplumsal yaşamı derinden etkiler ve toplumu nefes alamaz duruma sokar. Ve nefes almak için toplumsal refleksi zorunlu kılar.

Devrimcilik de bu olgulardan beslenir, vücut bulur, anlam kazanır. Dağınık ve örgütsüz olan toplumsal refleksin sınıf mücadelesinde bir yeri vardır. Gerçek anlamını ise somut olarak Sosyalist Halk Savaşı ile buluştuğunda bulur. Gerçek, kalıcı, sosyal-siyasal dönüşüm için gerekli olan da bu buluşmadır. Bu buluşma sağlanamadığı sürece de toplumda ve devrimcilerde gösterilen refleks yorucu, bıktırıcı, karamsarlaştırıcı bir yanı sürekli canlı tutar.

 Devrimcilik bugün bir sınavdan geçmektedir

Kavramsal ve olgusal olarak devrimciliği ele aldığımızda, devrimciliğin bir sınavdan geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Edilgen, üretemeyen, alışkanlıklarının esiri olmuş, kendini tekrar eden, kendi mücadele alanındaki gelişmeyi kendi pratiğinin dışından bekleyen, pratik politika-taktik ve tarz konusunda ezberci, an’lık olarak ele alınan, böylesi bir misyon ve rolü kabul eden bir yaklaşım günümüz devrimciliğinin muzdarip olduğu hastalıktır. Bu hastalıklı halle toplumda gösterilen reflekslere cevap olunamayacağı gibi, bu reflekslerlede buluşmak ve bu refleksleri örgütlemek olanaksızdır. Dahası refleks gösterilen sistem ve devletin yeniden inşaasına zımni destek görevi yapar.

Bugün, devimcilik, militanlıkla gerçek ifadesini bulur. Tek başına devrimcilik ne günü açıklamaya yeter ne de güne cevap olmaya. Ne de Sosyalist Halk Savaşı’nda bir karşılığı vardır. Devrimciliğin, ağır baskı, şiddet koşullarında sindirilmiş toplumun dört duvar sıkıştırılmış koşullarında bilinçlendirmek, aydınlatmak, bilincini diri tutmak açısından yeri olabilir, fakat bugün açısından, devletin ve sistemin geldiği yer, pratik yönelimi açısından yeterli gelmez ve gelişmelere de cevap olamaz.

Görece “barışçıl” geçen çatışmasızlık ortamında, komünistlerin içinde bulundukları somut durumlardan kaynaklı ajitasyon/propagandanın sürdürülmesinde, pratik eylemselliğin yürütülmesinde, kitlelerin devrim mücadelesine taşınmasında, toplumda oluşan refleksin örgütlenmesinde, izlenen yol-yöntem o tarihsel kesitlerde doğrusuyla-yanlışıyla bir yere oturtulabilir. Basın açıklamalarının ötesine geçemeyen, sokağın dilini militanlaştıramayan, her bir somut duruma uygun taktik geliştiremeyen ve bunu geniş şekilde örgütleyemeyen, dar alanlara sıkıştırılmış ve kendi yağıyla kavrulan devrimcilik, dünün elde ettiği birikim ve tecrübelerinden hareketle dünün devrimciliğini bugünkü koşullarda sergileyemez. Sergilemesi, devrimciliğin içini boşaltma anlamına gelir.

Böylesi bir devrimci duruşa neden olan algılayış-yaklaşım eleştiri konusudur. Devrim ve sosyalizm mücadelesini silahlı biçimiyle ele alan ve silahlı mücadeleyi esas, olmazsa olmaz olarak gören Maoist komünistler, burjuva devlet mekanizmasının örgütlü devrimci “zor” yoluyla yıkılmasını ilkesel olarak savunmaktadırlar. Ve tüm mücadele alanları bu devrimci “zor”u örgütleme aracı olarak ele alınmaktadır. Bazı alanların “yasal” zorunlulukları, bu alanları sınırlasada, bu alanların mücadelesi yasallığın dar sınırlarına da hapsedilemez. Bu sınırların zorlanmasını, genişletilmesini hedefler.

Açık alan, demokratik alan ya da yasal alan da diyebileceğimiz bu alanlar ve silahlı mücadelenin aktif olarak ele alındığı ve somut olarak ta buna göre konumlanılan alanlar dışındaki tüm alanlar bu perspektife-yaklaşıma sahip olmak zorundadırlar.

Devrim ve sosyalizm mücadelesi silahlı güçlerin tek başına ve sınırlı bir alanda yürüttüğü bir mücadeleye sıkıştırılacak kadar küçük, dar ve sınırlı değildir. Daha geniş ve kapsayıcıdır. Devrimin silahla olacağı, silahlı mücadeleyle başarılacağı gerçeği, silahsız olan diğer alanların değerini düşürmez, onları anlamsızlaştırmaz, devrim mücadelesindeki yerlerini silikleştirmez. Aksine her bir parçanın, alanın kendine has özelliklerini görmeyi, ona uygun konumlanmayı, ona uygun mücadele yöntemlerini geliştirmeyi gerekli kılar. Birbirini besleyen, tamamlayan, biri olmadığında ya da eksik kaldığında mücadelenin genel gidişini-gelişimini olumsuz yönde etkileyeceği görülmelidir.

Devrim mücadelesinin bütünselliği, her bir parçaya bir rol-misyon yükler. Bazılarına daha zor, bazılarına daha basit, bazılarına daha karmaşık, bazılarına nispeten karışık, bazılarına geniş, bazılarına dar görev ve sorumluluklar yükler. Her biri devrim mücadelesinin somut ihtiyaçlarının ürünü olarak gündeme gelir ve hepsi birbiriyle diyalektik bir bütünsellik içindedir.

Bu diyalektiği doğru anlama ve kavrama, devrimciliğin de doğru kavranmasını, doğru ele alınmasını ve doğru bir duruşun sergilemesini sağlar.

Maoist komünistlerin bu noktadaki perspektifleri açık ve nettir, fakat kavranışı noktasında aynı netliği söylemek zor gibidir. Sürece cevap olmada, süreci karşılamada sergilenen devrimcilik günü açıklamaya yetmemekte, sürece cevap olamamaktadır. Bu, bahsedilen diyalektik bütünlüğün kavranışındaki hatalardan kaynaklanmaktadır.

Belirleyici olanı, başat gideni ise rolü ve misyonunu yeterince görememesidir. Kendisini önemsizleştirmesidir. Toplumsal alt-üst edişte kendisine biçilen misyonu, rolü yeterli düzeyde kavradığını söylemek doğru olmayacaktır.

Belirtmek gerekir ki, silahlı mücadelenin esas olarak ele alındığı ve buna göre örgütlenmelerin geliştirildiği coğrafyamızda, gerilla mücadelesi ve gerilla eylemleri sürekli ilgi odağı olagelmiştir. Ve bugün de haklı olarak ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Bu ilgi yalnızca halk kitlelerinde değildir, gerilla alanlarının dışında olan, farklı alanlarda mücadele yürüten devrimcilerde de vardır. Ve bu durum yalnızca Maoist komünist saflarda değil, devrimci hareketlerin hepsine sirayet etmiş bir durumdur.

Bu haklı ilginin, silahlı mücadele üzerinden şekillenen devrimcleri etkilememesi, kuşatmaması, gerillayı ilgi odağı haline getirmemesi düşünülemez. Lakin bu etkileme ve kuşatma, devrimci mücadelenin tüm yükünü de zamanla gerillaya yıkmayı gündeme getirmiştir. Devrim silahlı mücadeleyle olacaksa, bu silahı kullanan gerillanın önemli hatta belirleyici yere oturtulması kadar doğal bir şey olmaz. Bu doğallık, devrimci mücadelenin diğer alanlarının önemini ve varlığını silikleştirici bir yere konmaması koşuluyla.

Kabul etmek gerekir ki genel olarak gerilla alanlarının dışında yürütülen tüm mücadele alanlarında esas olarak yürütülen mücadele gerillaya dayandı. Gerilla mücadelesine, yapılan gerilla eylemlerine dayanır duruma geldi. Gerilla eyleminin yaptığı olumlu etki, yarattığı heyecan, ortaya çıkardığı birikim, diğer alanların mücadele zemini oldu. Görülecektir ki, gerillanın eylem yapmadığı koşullarda ve durumlarda, diğer alanlar görece “sessiz”, “hareketsiz” ancak büyük-toplumsal sorunlarda ortaya çıkan ve kaybolan bir mücadele hattı izlemiştir.

 Her alan devrimci rolünü oynamak durumundadır

Esas olarak gerilla mücadelesinin ve eylemlerinin ortaya çıkardığı olanak ve yarattığı “hava”nın devrimci mücadelenin diğer alanlarına yeni alanlar açtığı, mücadelenin diğer alanlarda da geliştirilmesine olanaklar sunduğu, zemin hazırladığı doğrudur. Fakat kendisini gerilla savaşına, gerilla eylemlerine endeksleyen, gerilla eylemi olmadığında hareketsiz kalan devrimcilik sorunlu bir yerde durur. Parçada aldığı rolü ve misyonu unutmuş, ona uygun bir duruş sergilemiyor demektir. Ki bu durum da devrimciliği tartışılırdır.

Somut ihtiyacın ürünü olarak gündeme gelen irili-ufaklı örgütlenmeleri ele alalım. Her birisi devrimci mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda oluşan örgütler olarak rol ve misyon sahibidir dedik. Her birisinin görevi esas olarak devrimi örgütlemektir. Görev ve sorumlulukları; tek başlarına kalsalar dahi bulundukları alanda kitleleri kazanmak ve devrim mücadelesinin verili an’ı içinde kitleleri örgütleyip devrime seferber etmektir.

Bu şu anlama gelir; yüklendikleri somut görevleri yerine getirmek, bilgi, beceri, yetenek ve tecrübelerini devrim ve sosyalizm mücadelesini gelişiminin hizmetine sokmak. İnsiyatif almak, öncülük yapmaktır. Karşılaştıkları her bir somut soruna çözüm olmak, devrimi yapacak kitlelerin içine girmek, onlarla buluşmak ve onları örgütlemektir.

Belirli an’larla, sınırlanmış dar basın açıklamalarıyla, kendini tekrar eden takvimsel etkinliklerle, alışkanlık haline gelmiş ezberlenmiş tarzlarla, daraltılmış kitle faaliyetiyle, pasifist-edilgen duruşla bunların yapılamayacağı açıktır.

Toplumsal reflekslerin hiçbirine burun bükmeden, irili-ufaklı olup olmadığına bakmadan tüm bu reflekslerin bir araya getirilmesi perspektifi ve yönelimi Maoist komünistlerin misyonu gereğidir. Bu refleksler başkalarına havale edilemez. Bunların her biri devrim-sosyalizm mücadelesinin sessiz kalamayacağı durumlardır. Bunlara sessiz kalmak, başkalarının bu alanları doldurmasını istemek anlamına gelir. Özde devrimci olan hiçbir reflekse devrimciler duyarsız kalamazlar. Duyarsızlıkları devrimciliğe yaklaşımlarını tartışılır duruma getirir.

Devrimcilik sorumluluk demektir. Sorumlulukları gerillaya, gerilla eylemine havale eden yaklaşım gerillaya haksızlık eden yerde durur. Gerillanın aldığı rol, üslendiği misyon başkadır, diğer alanların aldığı rol, üslendikleri misyon başkadır ve hepsinin bileşimi Sosyalist Halk Savaşı’dır.

Sosyalist Halk Savaşı her bir militanının önüne şu somut görevleri koyar: Muhafazakârca var olanla yetinme, devrimi her bir alanda örgütle. Bulunduğun her alanı devrim mücadelesinin arenasına çevir. Kitlelerin olduğu her yerde onların içine gir, somut sorunları etrafında onları örgütle ve devrime seferber et. Kitlelerin kendiliğindenci irili ufaklı her eyleminde gösterdiği militan duruşu ileri taşı. Süreci militan devrimci duruşla göğüsle ve ör.

 

Önceki İçerikGüncel gelişmeler ve birleşik mücadele
Sonraki İçerikFenanî fîşekê giran e esman