“Değişmez” belirleyici değer ilkeli olmaktır!

Örgütlenmek kolektivizm ve kolektif güçtür. Örgütlenmek güç olmaktır. Güç olmak düşmana karşı mücadelede başarılı olmak demektir. Bu ilke sorunudur. Tercih, örgütlenmekte tereddüt yaşayan yoldaşların bireysel eğilimlerine göre değil, devrimci mücadelenin ihtiyaçlarına uygun olarak biçimlenmek zorundadır. Yoksul dünyanın yaşadığı acılar karşısında ezilen emekçi yığınlardan teşekkül olan bu dünyanın kurtuluşuna karşı kayıtsız kalma hakkımız yoktur. Bireysellik bireyciliğin bir biçimidir. Bireycilik kapitalizmin besleyeni ve temel değeridir. Buna karşın kolektivizm bireyciliğin karşıtı ve kapitalizmin felsefesine düşman bir durum olarak devrimci örgütün zorunlu ihtiyacıdır. Bireycilikle kolektivizm arasında ilkesel tutumla tercihte bulunmalı, örgütlenerek örgütlü mücadeleyi benimsemeliyiz. Dağlarda ölümsüzleşen yoldaşlarımızın anısına, katledilen bebeklerin masum dünyaları uğruna ve katliamlardan geçirilerek kırılan yoksul emekçi halklar ve mazlum ulusların kurtuluşu için örgütlenelim, örgütlü mücadeleyi büyütelim. Devrim kolay değil ama bilinçli çalışma ve örgütlü mücadelenin eseri olarak tamamen mümkündür

HABER MERKEZİ(27.10.2017)-İlke karartılamaz bir ışık, ilkeli olmak ise, karartılamaz olan bu ışıkla yürümek ya da bu ışığa sahip olmaktır. Bu anlamda ilke, karanlıkta yürümekle aydınlıkta yürümek, karanlığa yürümekle aydınlığa yürümek arasında kesin bir ayrım ve vazgeçilmez bir değerdir. Değerler, amaç ve hedefleri belirleyen, bu amaç ve hedeflerin ilerici mi gerici mi, doğru mu yanlış mı, bilimsel mi anti-bilimsel mi, temiz mi kirli mi olduğunu tayin eden yaşamdaki maddi-manevi edinmişlikler ya da sosyal etkinliğin birikimleridir. Bu bağlamında temiz ve yüce amaçlara, buna bağlı hedeflere, bilimsel gerçeğe ve bunlar toplamındaki değerlere sahip ve sadık olanlar için ilkeler mutlak suretle gerekli ve kesin bir ihtiyaçtır. İlkelerden muaf hiçbir çaba, hiçbir hedef ve hiçbir amaç muvaffak olamaz, başarılamaz. O halde ilke ve ilkeli olmak üzerine ne kadar konuşulur ne kadar kafa yorulur ve ilkeli olmak ne kadar içselleştirilirse o kadar iyidir. Zira ilke ve ilkeli olmak sadece devrimci yaşam ve mücadelede değil, tüm yaşamda başarılı olmak, doğruyu takip ederek güdülen hedef ve amaçlara ulaşmak için elzemdir.

Sınıflı insan dünyasında ilkeli olmanın başlangıcı veya temellerinden biri hiç şüphesiz ki, sınıf ayrışımına dayanan net tavra sahip olmaktır. İlke, sınıflar arasında bocalamadan saf tutmayı, safımızda net olmayı emreder. Eğer ilke bizlere hükmediyor ve ilkeli olmayı benimseyip berrak biçimde tavrımıza yansıtmayı beceriyorsak, önümüze gelen sınıf orijinli her sorunda düşünüp bir an bile tereddüt etmeden tercih ve tavrımızı ilerici-devrimci sınıf safından, sınıfımızın çıkarından yana kullanırız. Bu, doğru ile yanlış arasında esasta doğrudan yana saf tutmamız anlamına gelir ki, sınıfsal kayırma tavrımız devrimci faydacılığa denk düşen doğru tutumdur. Elbette, burjuvazi ile proletarya arasında bir haklılık-haksızlık tartışması söz konusu olursa, burada gözü kapalı olarak proletaryanın haklı, doğru ve devrimci olduğu yönünde tercihte bulunmakta tereddüt edemeyiz. Tersini varsaymak başından beri ilkeyi unutmak, ilkeli olmayı yitirmek anlamına gelir.

Daha da anlaşılması bakımından ekleyelim ki, güncel ve taktik bir meselede, göreli bir mülahazada proletaryaya mensup insan veya gruplar hatalar yapabilir, yanlışa düşüp doğruyu o an ve formel meselede temsil etmeyebilir. Bu reddedilemez diyalektik bir durumdur. Proletaryanın tarihsel olarak haklı ve devrimci olması, stratejik olarak doğru ya da dünya görüşü itibarıyla doruyu temsil etmesi, hatalara düşmeyeceği, mutlak suretle doğru yapacağı, asla yanlış yapmayacağı anlamına gelmez. Ki, bu gerçeklik geçici ve göreli bir durumdur. Dolayısıyla bizler, proletarya ile burjuvazinin söz konusu olduğu bir tercih zorunluluğunda, tereddüt etmeden tarihsel olarak haklı, ilerici ve sınıfsal olarak devrimci, stratejik olarak doğru olan proletaryadan yana tercihimizi kullanır, bunda ikilem yaşamaz, çekince taşımayız. Andaki sorunda proletarya hata da yapmış olsa, ilkeli sınıf tavrı ve tutumuna bağlı olarak tarafımızı proletaryadan yana yaparız.

İlkeli tutum taktik-geçici duruma göre değil, stratejik meseleye göre şekillenmek durumundadır!

Eğer böyle yapmaz, salt andaki durum veya güncel-taktiksel bir meselede yanlış yapmış olmasını dikkate alarak taraf ve tercihimizi proletaryadan yana değil de güncel meselede geçici olarak haklı ve hatta doğru olan burjuvaziden yana tavır alır, tercihimizi ondan yana yaparsak; sınıf tavrını silikleştirmiş, ilkeli tutumu zedelemiş ve ilkeyi bulanıklaştırmış oluruz. Dolayısıyla ilkeli tavır taktik-geçici duruma göre değil, stratejik meseleye göre; parçaya değil bütüne, anlık yönelim ve siyasete değil genel doğrultu ve stratejik siyasete, anlık çıkar ve doğruya değil uzun vadeli gerçek çıkar ve doğruya göre şekillenmek durumundadır. Bu, taktik ve güncel mesele ve siyasetin hiçleştirilmesi ya da dikkate alınmaması anlamına gelmez. Bilakis, ilke ve ilkeli olma tavrı anlık çıkar ve taktik siyaseti de önemseyerek gözetir, bu sahaya da yansır. Lakin, bu alandaki tercih ve tavır, sınıf farklılığı söz konusu olduğunda değişmez biçimde sınıfa tabi olarak belirlenir. Sınıf içi sorunda ise, strateji ve bütün esas alınır ama taktik mesele ve parça, veyahut taktiksel siyaset ve güncel politika göz ardı edilmeden önemsenir. Burada strateji ile taktiğin uyumu, uzun vadeli çıkarlar ile günübirlik çıkarların uyumu, taktik hata ile stratejik hatanın bağı, doğru ile yanlışın mütalaası, neden ile sonucun ilişkisi titizlikle incelenir. Ancak son tahlilde stratejik mesele kazanım ve doğrudan yana taraf alınır, bütünün çıkarları esas alınır, genel doğrultu taktiksel duruma feda edilmez.

Aksi halde, geçici başarılarla birleşip stratejik başarı ve çıkarları, stratejik doğru ve bütünü feda etmemiz kaçınılmaz olur. Bir hatadan dolayı bütün ve bütünün temsil ettiği sınıfsal menfaatler bir çırpıda silinip atılamaz. Devrim ve mücadele hiç ötelenemez.

İlkesel tutumun temel ölçülerinden en önemlisi, doğru ile yanlış arasındaki tercihte, bu ayrışımı isabetli yapmakta açığa çıkar. Şayet geçici başarısız durum, hata ve yanlışlardan dolayı, devrimi, devrimci mücadeleyi ve dolayısıyla da bunların stratejik aracı olan örgüt-partiyi gözden çıkarma tavrına girersek, bu doğru ile yanlış arasında isabetli tercihte bulunmadığımız anlamına gelir. Bu anlamda temel ayrım meselesi olan doğru-yanlış ayrımındaki ilkesel tutumda hatalı davranmış oluruz. Doğru-yanlış arasında alacağımız tutum ve yapacağımız tercih kuşkusuz ki ilkeli tutum konusudur. Bu doğrudan ilkeli olmakla olmamayı belirleyen bir tavırdır. Ancak doğru ile yanlışı isabetle seçmek bunun kadar hayati bir sorundur. Bu seçimi nasıl ve neye göre yapmalı, yapabiliriz? Yaşamsal soru tam da budur. Bu soruya yanıt güncel mesele ve yaşamda ak/kara netliğinde verilebilecek bir özellik göstermez. Lakin sınıf ayrımı, ilke ve strateji meseleleri ile parça-bütün meselelerinde nispeten kolayca verilebilir ve verilmesi gereken yanıttır. Sınıf düşmanlarımıza karşı sınıfımızdan, parçaya karşı bütünden, taktiksel olana karşı stratejik olandan yana tavır belirlemek ilkeli olmanın ve doğru yanıt vermenin en çıplak halidir. 

Doğrunun genellikle göreceli olduğu söylenebilir. Bu, güncel meseleler gibi bir dizi meselede geçerlidir esasta. Ama temel ilkeler meselesinde durum ve doğru, bulanık, belirsiz ve göreli değil; bilakis net ve berraktır. Aç ve işsiz kalan bir insanın hırsızlık gibi yüz kızartıcı bir suç işlemesinden dolayı hırsızlık yapanı değil, onu buna mecbur eden veya iten siyasi sistemi sorumlu tutmak doğru olanıdır, ilkeli tavırdır. Böyle değil de, hısızlık yapanı suçlarsak, hem neden sonuç ilişkisini ihmal etmiş oluruz, hem de ilkeli doğru yaklaşımı terk ederek gerici sınıflar sistemini ve yaratıp yol açtığı sonuçları göz ardı etmiş oluruz. Bu, hırsızlık yapanı onaylamak, yaptığı işin doğru olduğunu söylemek anlamına gelmez elbette. Tersine, yapılanın yanlış olduğunu kabul edip onu düzeltmek için gereken çabayı gösteririz ama suçu yaratarak koşullayan toplumsal sistemin çürümüşlüğünü hedef almayı esas alırız.

Eğer bu çizgiyi kaçırıp ilkesel tutumu yitirirsek, burjuva sınıf ve iktidarlarına karşı devrimci şiddete dayalı silahlı mücadele veren parti ve örgütleri “terörist”, bunların silahlı düşmana karşı silahlı mücadelelerinde gerçekleştirdikleri silahlı eylemleri “terör” eylemleri olarak değerlendirme ve varlık gerekçelerimizi unutarak kendimizi gerici temelde sorgulamaya düşmekten kurtulamayız. Şöyle ki, sınıf ayrışımında kafa karışıklığına düşer bu ayrımı ilkesel olarak içselleştirmesek, bir sınıfın öteki sınıfa uyguladığı baskı ve faşizmin ne demek olduğunu, haklı mı haksız mı olduğunu ayırt etmez veya önemsemeyiz. Bu anlamda devrimci sınıfların haklı olarak başvurduğu devrimci şiddet ve silahlı eylemleri de anlamlandıramaz, haklı zeminde değerlendiremez, dolayısıyla izah edilir haklı sebeplerle başvurulmuş olan devrimci eylemler değil, birer “terör” vakası olarak değerlendirme durumuna düşebiliriz. Bu durum, iyi niyet kötü niyet meselesi değil, doğrudan çizgi meselesi ve ilkesel tutumla alakalıdır, ilkesel tutumdaki temel aşınmadır. İlkesel tutum ve ilkenin bu denli hayati bir mesele olduğu inkâr edilemez kadar berraktır.

Bizler için önem taşıyan ilke ve ilkeli olmanın daha yumuşak ama zorunlu tutum ve önemli tercihlerinden biri de örgütlülük ile örgütsüzlük arasındaki tercihtir. Bu tercih kuşkusuz ki, örgütlülükten yana olma tercihiyle savunulur. Örgütlülüğü savunmak doğrudan ilkesel bir tutum iken, örgütsüzlüğü benimsemek ilkeli tutumdan yoksun olmak anlamına gelir. İlkeli olmak örgütlülüğü, örgütlü olmayı ve mantıki tutarlılıkla örgütü savunmayı gerektirir. Sorun ve olumsuzluklar temel sorun ve ilke meselelerine tekabül eden nitelikte değil ise, örgütsüzlüğü tercih etmek aymazlık, örgütlülüğü benimsemek devrimcidir, ilkeli olmaktır.

Örgütlülük ile örgütsüzlük arasındaki fark, özü bakımından devrimci mücadele ile düzenle barışık olma hali arasındaki farktır. Örgütlülük, devrimci mücadele ve hedeflerin başarılması veya yürütülmesi için zorunlu stratejik bir biçimdir. Örgütlülük esasen örgütte karşılık bulur.  Değiştirme eylemi örgüt denilen stratejik araçla hayata geçirilebilir, mümkün kılınabilir. Bu araç örgüttür ve örgüt örgütlülüğün kurumsal ifadesidir. Bu örgütlülük ve örgüt teşekkül olmadan, dolayısıyla örgütlenip örgüte katılmadan değiştirme eylemi gerçekleştirilemez ya da bu iddiada ciddi olunamaz.

Mevcut dünya koşullarında emperyalist dünya sistemi ve gericiliğinden ötürü olumsuz anlamda etkilenip rahatsız olmayan, acı çekip aç-muhtaç düşmeyen, yaşamsal kaygılarla karşı karşıya kalmayan çok az insan vardır. Bir avuç varsıl sınıf kesimi ve bu sistemden nemalanan bir kısım zengin dışında, dünyanın milyarlarca insanı emperyalist talan ve barbarlıktan azade değildir. Bu kanlı talan ve çapul düzeni-gericiliği emperyalist olmadığı halde o sistemin parçası olan yerel iktidarlar ya da gerici sınıf devletlerince de en acımasız biçimde yürütülmekte, bura halkları ve ezilen uluslarını yaşamla ölüm sınırı bir arada yaşamaya mahkûm etmektedir.

Devrimci örgüt ve örgütlülüğü savunmak temel bir ilkedir!

Bu nesnel durum, milyarlarca dünya insanının objektif olarak devrimci olmasını şartlar, olduğuna işaret eder. Yaşadığımız coğrafyada da durum farklı değildir. Komprador tekelci burjuva sınıfların klik iktidarı olan Erdoğan-AKP iktidarı altında yaşayan milyonlar büyük baskı ve mezalime maruz yaşamakta, bu toplumsal kitleler objektif olarak devrimci olup devrimin güçlerini oluşturmaktadır. Bu milyonlar içinde ideolojik-siyasi farkındalıkla alternatif olmayı benimseyerek devrimci kimliği benimseyenler esasen az değildir. Ancak az olmayan bu bilinçli dinamikler ne yazık ki, örgütlülük ve örgüt noktasında ketum ya da cılız bir duruşa sahiptir. Dahası, örgütlendikten sonra örgütsüzlüğü tercih ederek pasif konuma çekilen oldukça fazla bir potansiyel vardır. Kuşkusuz ki, bunların tavrı son tahlilde ilkeden ve ilkeli tavırdan yoksundur. Örgütlenmeyi tercih edenler de izafi şartlarda sıkı bir örgüt duruşu gösterememekte, ilkesel tutumda sallantıya düşmektedirler. Bütün bu sorunda, komünist ve devrimci örgütlerin kendisini sorgulaması esastır. Bu sorgulama ilke ve ilkeli tutum zemininde tartışılarak örgütlenme eğiliminin geliştirilmesine odaklanmak durumundadır. Komünist parti ve devrimci örgütlerin çevresinde yakın duran oldukça fazla devrimci mevcuttur. İşte komünist parti bu tablo karşısında yapacağı muhasebe ve tartışmada hedef olarak öncelikle bu çevresine yönelip bu kesimi örgütleyerek örgüte dahil etmeye yönelmek ve buradan geniş kitlelerin örgütlenmesine doğru bir seyir-gayret göstermelidir. Örgütlülük ile örgütsüzlük arasındaki ilkesel farklılığı bilince çıkararak yakın çevresinde bunu bilince çıkarması ve ilkeli olmaya uygun olarak bu çevresini örgütlülük noktasında ikna etmesi önemli bir meseledir.

Yüzlerce binlerce yoldaş örgütsüz durumdadır. Bu durum kabul edilecek hal değildir. Gerici sınıf ve faşist iktidarlarını yıkarak devrimci değişim ve ilerlemeyi sağlamanın biricik yolunun örgütlenmekten, örgütlü mücadeleden geçtiği bilince çıkarılmak durumundadır. Pasif ve edilgen desteklerle, dışta durup olumlu beklentiler beslenerek devrimin ilerlemeyeceği, partinin güçlenemeyeceği kavranmak durumundadır. Bunun birincil çabası örgütlü yoldaşların omuzlarındadır. Bireysel mücadele ve devrimcilik biçiminin son tahlilde gerici sınıf düzenlerine yaradığı ve bunların iktidar ömürlerini uzattığı kavranmak durumundadır. Örgütlülükle örgütsüzlük arasındaki tercih, bireysellik-bireycilikle kolektivizm arasındaki tercihtir. Bireysellik ve bireyciliğin her türü öyle ya da böyle burjuvaziye yarar, hizmet eder. Örgütlenmek kolektivizm ve kolektif güçtür. Örgütlenmek güç olmaktır. Güç olmak düşmana karşı mücadelede başarılı olmak demektir. Bu ilke sorunudur. Tercih, örgütlenmekte tereddüt yaşayan yoldaşların bireysel eğilimlerine göre değil, devrimci mücadelenin ihtiyaçlarına uygun olarak biçimlenmek zorundadır. Yoksul dünyanın yaşadığı acılar karşısında ezilen emekçi yığınlardan teşekkül olan bu dünyanın kurtuluşuna karşı kayıtsız kalma hakkımız yoktur. Bireysellik bireyciliğin bir biçimidir. Bireycilik kapitalizmin besleyeni ve temel değeridir. Buna karşın kolektivizm bireyciliğin karşıtı ve kapitalizmin felsefesine düşman bir durum olarak devrimci örgütün zorunlu ihtiyacıdır. Bireycilikle kolektivizm arasında ilkesel tutumla tercihte bulunmalı, örgütlenerek örgütlü mücadeleyi benimsemeliyiz. Dağlarda ölümsüzleşen yoldaşlarımızın anısına, katledilen bebeklerin masum dünyaları uğruna ve katliamlardan geçirilerek kırılan yoksul emekçi halklar ve mazlum ulusların kurtuluşu için örgütlenelim, örgütlü mücadeleyi büyütelim. Devrim kolay değil ama bilinçli çalışma ve örgütlü mücadelenin eseri olarak tamamen mümkündür.

 

 

Önceki İçerikBir Sevda’dır Mercan
Sonraki İçerik“Değişmez” belirleyici değer ilkeli olmaktır!/Perspektif