HABER MERKEZİ (05.04.2016)- Gazetemizin119.Sayısında yayınlanan ‘’Çökertme planının siyasal adımı olarak dokunulmazlıklar’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz
Kürt düşmanlığı, faşist “TC” diktatörlüğünün kuruluşundan bu yana, soykırımlar ve büyük kitlesel katliamlar olarak tarihsel misyon olageldi. Bugün de “çökertme” operasyonlarıyla bütün alanlara yönelik olarak, olanca vahşetiyle yeniden devreye sokulmuş durumda. Bu kıyım saldırıları, mevsim koşulları gözetilerek öncelikle kentlerdeki güçleri ezmeyi hedefleyen üç ayak üzerinden planlanmış olarak yürütülmektedir. İlk hedefte milyon nüfusluk Amed seçilmiştir. Kent merkezi tanklarla toplarla yerle bir edilmekte, 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü zamanında bile yapılmayanlar yapılmaktadır. Kır güçlerinin, mevsim koşullarından dolayı hareket alanı ve kabiliyetinin daraldığı ve sınırlandığı zaman kollanarak harekete geçilmiştir.
Söz konusu “çökertme” planının bir diğer hedefi de demokratik siyasal alandır. Bu nedenle 7 Haziran seçimlerine kadar herhangi bir itiraz görmeyen, hatta gayet doğal olarak görülüp, üzerinden bolca demogojisi yapılan konuşmalar ve hareketler, 7 Haziran sonrasında aniden suç kapsamına alındı. Ki, zaten 6-8 Ekim olayları bahanesiyle çıkartılan İç Güvenlik Yasası, bu saldırıların hukuksal hazırlığıydı. Özyönetim ilan edilen bölgelerin belediye başkanları, HDP, DBP ve DTK başkan ve eşbaşkanlarıyla yöneticileri hakkında ardı ardına davalar açılmaya başlandı. DTK’nin yapmış olduğu kongre sonuçlarının kamuoyuna açıklamasının ardından demokratik siyasal alana yönelik tasfiye hareketi tutuklama operasyonlarıyla start aldı.1 Kasım seçim çalışmaları yürütmenin koşullarını ortadan kaldıran bombalamalar, linçler, parti binalarının kundaklanması ve diğer saldırılar “çökertme” planının devreye sokulduğunun göstergeleriydi.
Davutoğlu’nun açıklamasına göre, Kürt Ulusal Hareketi’ni çökertme planına 2014 Ekim’inde hazırlanmaya başlanmış. Saldırı planın hazırlanmaya başlandığı tarihlerde İmralı, Kandil ve hükümetle çözüm görüşmeleri olanca hızıyla da devam etmekteydi. Daha da ilerisinde hükümetle Dolmabahçe mutabakatına varılmış ve bu mutabakat kamuoyuna büyük demokratik ve barış adımı olarak ilan edilmişti. 7 Haziran’a kadar bu mutabakatla ilgili olumsuz herhangi bir laf etmeyen Erdoğan, “çökertme” planının devreye sokulmasıyla beraber, Dolmabahçe fotoğrafını onaylamadığını ve çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığını ilan etti. 1 Kasım seçim konuşmalarının neredeyse tamamını bunun üzerine kurdu ve meydanlarda Kürt sorunu hakkında o güne kadar söylemiş olduğu bütün sözleri bir tarafa fırlatıp atarak, yürüteceği kirli savaşın propagandasını yaptı. Kendilerinin de beklemediği oranda yüksek çıkan seçim sonuçları, saldırıda dizginlerinin boşalmasına kaldıraç oldu.
Elbette ki, “çökertme” saldırılarını koşullayan sadece iş gelişmeler değildi. Özellikle Suriye politikalarının çökmesi ve Rojava’nın siyasal statüsünün kalıcılaşacağının uç vermeye başlaması da büyük bir etken oluşturdu. Erdoğan’ın, “Başımıza bir Kuzey Irak çıktı, bir de Kuzey Suriye’nin çıkmasını kabullenemeyiz, müsaade etmeyiz” sözü, ardından daha önceleri özel olarak getirtilip en yüksek düzeyde görüşmeler yapılan Salih Müslim ve partisi PYD’nin terörist olarak görülmeye başlanması, savaşın hangi boyutta yürütüleceğinin de ayrı bir göstergesiydi. Ve bu aynı zamanda, tekçi refleksin Kürtler nezdinde ne kadar diri olduğunu bir kez daha gösterdi.
Parçalı Kürdistan’ın birleşme eğilimi Türk devletini korkutmaktadır
İç ve dış koşulların Kürt ulusu açısından yeni ve ileri ufuklar açmış olması, diğer bir ifadeyle, bölünmüş olan Kürdistan’ın parçalarının birleşmesi ve devletleşmesinin koşullarının oluşmaya başlaması, Kürdistan’ı paylaşan devletleri korkutmaya başladı. Bu korkuyu en yüksek düzeyde yaşayan ise, Türk hâkim sınıfları ve devletidir. Kıyımlardaki vahşetin bu denli yüksek olmasının nedeni de bu korkudur. Bu vahşetle Kürtlerin yüreklerinde ateş almaya başlayan birleşme ve devletleşme umudunu aleve dönüşmeden söndürmek istiyorlar.
Kürdün sesini gırtlaklarında boğmak için, gerek içeride ve gerekse uluslararası alandaki diplomatik hamlelerle her türlü yolu ve yöntemi denemektedirler. Uluslararası alanda her türlü şantajla PYD’nin önünü kesmeye çalıyorlarken, içeride de milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak “çökertme” planını yürütmeye çalışmaktadırlar. Bu planı gerçekleştirmek için 1 Kasım seçimlerinde bütün siyasal argümanları Erdoğan ve AKP tarafından elinden alınan ve altı epeyce boşaltılan MHP, taban kitlesini daha fazla kaptırmamak için hazırda beklemektedir.
Erdoğan ve yardakçıları, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının düşürülmesi için her ne kadar ırkçı MHP güruhunun desteğini arkasına almış olsa da, ‘94 yılında DEP’li vekillerin mecliste yaka-paça hapsedilmelerinin içeride ve dışarıda yaratmış olduğu etki ve sonuçlardan dolayı, bütün meclisi “çökertme” savaşının ortağı yaparak, ortaya çıkacak olan yükü ve suçu tek başına omuzlamaktan kaçmanın yolunu aramaktadır. Görüntüde de olsa demokrasi oyunu oynayarak “dosyası bulunan bütün vekillerin dokunulmazlıklarını meclise taşıyalım” kandırmacasıyla kitlelerin gözünü boyamayıp kendi yolsuzluk ve hırsızlıklarını da aklamaya çalışıyorlar.
CHP ise, “kürsü dokunulmazlığı” demogojisiyle, HDP’ye yönelen seçmen kitlesinin yeniden kendi etrafında toparlama kurnazlığıyla hareket etmektedir. Bunun istediği sonucu yaratması için kuvvetle muhtemeldir ki, içindeki statükocu Kemalist kesimden gelecek tepkileri ve fireleri göze alarak, HDP’li vekillerin dokunulmazlığı oylamasında redci bir tutum geliştirecekti
Dokunulmazlıkların kaldırılmasının ve vekillerin tutuklanmasının, estirilen ırkçı ve şoven rüzgârın etki alanındaki kitleler tarafından sempatiyle karşılanarak destek bulacağından eminler. Fakat bunun gerek geniş Kürt kitlelerinde ve gerekse de uluslararası alanda yaratacağı etki ve ortaya çıkaracağı sonuçlardan da tedirgin durumdadırlar. ‘94 DEP deneyi Türk egemenleri için hiç de hayırlı sonuçlar üretmemişti. Bu kez de, hayırlı sonuçlar üretmeyeceği gibi, gelecek açısından daha ağır sonuçlar yaratacağının farkındalar. İşte bu oluşacak olan ağır faturadan en az hasarla çıkmanın taktik manevralarına önümüzdeki süreçte epeyce tanık olacağız.
Sonuç olarak gelişmelerin yönüyle ilgili özet olarak şunları ifade edebiliriz;
Türk egemenleri açısından parlamentonun, iğrenç çıkarları örten ne menem bir peçe olduğu 7 Haziran seçimleri sonrası net olarak görüldü. Çokça safsatasını yaptıkları demokrasi ve halkın iradesine saygılarının zerrece olmadığı ve çıkarlarına uymadığında hiçbir tereddüt göstermeden bunları fırlatıp bir kenara attıklarını gösterdiler. Dokunulmazlıkların kaldırılması da, bir kez daha demokrasi ve halk iradesinin Türk egemenleri için hiçbir anlam ifade etmediğinin tekrarı olacaktır.
Bu, aynı zamanda geniş Kürt kitlelerinde, içlerinde taşımakta oldukları barış ve çözüm umutlarının kırılmasını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla Kobanê’yle başlayan ruhsal kopuş, siyasal kopuşa doğru da evrilecektir. Bu evrilişin, hangi yöne doğru yöneleceği, Kürt Ulusal Hareketi’ne olduğu kadar, biz ve devrimci güçlerin sürece cevap olacak politikalara ve buna uygun pratik mücadele geliştirip geliştirilemeyeceğine bağlıdır. “TC”nin baharla birlikte savaşı daha geniş bir alana yayıp, vahşetini daha da artırarak yayacağı açık bir gerçek. Bu anlamda mesele sadece doğru ve isabetli politikalar geliştirmek değil, yükselecek olan bu kıyım saldırılarına aynı şekilde cevap verebilmektir.
Süreç savaşta ne yapıldığının temel ölçü alınacağı tarihsel bir evredir. Bunun görülmesi ve dışarıdan akıl veren durumuna düşülmemesi gerekmektedir. Ocağına toplar-bombalar atılan, cenazesini günler boyunca sokaktan alamayan Kürdün dışarıdan verilen akla değil, savaş mevzilerinde omuzdaşı olmaya ihtiyacı vardır ve buna değer verecektir.