HABER MERKEZİ (05.04.2016)-Gazetemizin 119.Sayısında yayınlanan ‘’Bürüksel-Lahor katliamları ve gerici egemen güçlerin klişe tutumları’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Emperyalist-kapitalist sistemin uluslararası kurumu olan NATO’nun merkezi ve bir nevi Avrupa’nın da başşehri Brüksel, IŞİD terörünün kanlı saldırısıyla Avrupa ve dünya özgülünde, önemli bir gündem oldu. Gerici cihadist örgüt IŞİD’in sivil halktan insanları hedef alan kanlı saldırısında 34 kişi yaşamını yitirirken, 200’ün üstünde insan da yaralandı. Bu saldırının akabinde, Pakistan’ın Pencap Eyaleti’nin başkenti olan Lahor’daki bir lunaparkta, tamamıyla sivilleri hedef alan bombalı saldırıda70’in üzerinde insan ölürken, 300’e yakın insan da yaralandı. Brüksel IŞİD, Pakistan ise Taliban patentli bir saldırıydı. Savaş halinde olduğu güçlerin, ekonomik, askeri, bürokratik kurum ve kişilerini hedef almayan, tamamıyla sivil halka yönelen ve kitlesel bir katliam şartlanmışlığıyla planlanan böylesi saldırıları ve sivil katliamları hiçbir sınıfsal ve ulusal çıkar gözetmeden lanetlemek, her şeyden önce devrimci ve komünistlerin dünya görüşü gereğidir. Bugün, Suriye ve Ortadoğu coğrafyası, Türkiye-Kuzey Kürdistan, Avrupa, Arap Yarımadası, Pakistan, Afganistan başta olmak üzere, yerküremizin birçok coğrafyasında bu tür kitlesel katliamlar sıradanlaşmış durumdadır. Emperyalist egemenlik çizgisinin gerici bölgesel güçler üzerinden yaşama geçirildiği tüm coğrafyalarda, ezilen halklar ve mazlum uluslar kitlesel katliamlarla sindirilmekte ve gerici güçler süreçlerini böyle dizayn etmektedirler. Emperyalist barbarlığın hegemonya savaşı, emperyalist-kapitalist sistemin ahlak anlayışından beslenen birçok gerici örgütlenmenin de gelişip güçlenmesine, siyasal ve sosyal zemin yaratmıştır. Bu siyasal ve sosyal zemini, bazı emperyalist ve bölgesel gerici güçlerden destek alarak kullanan IŞİD ve Taliban gibi barbarlıklar, bu anlamıyla emperyalist-kapitalist sistemin ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Eylem ve “hedef” seçimi konusundaki aynılık, gerici güçlerin bu ideolojik ortak damarından beslenmektedir. Yani, cihadist IŞİD gericiliğinin sivil halkı hedef alan kitlesel katliamları, emperyalist ve bölgesel gerici devletlerin egemenlikleri için gerçekleştirdiği katliamlarla aynı kulvardadır. Bu katliamlar üzerinde timsah gözyaşı döken ABD, Rusya, AB ülkeleri başta olmak üzere bölgesel gericilikler olan İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve Suriye en az IŞİD ve Taliban gibi gerici cihadist örgütler kadar kanlıdır, onlar kadar kirlidir. Bu anlamıyla sivil halkı hedef alan, gerici egemenlik çizgisi olarak uygulanan bu tür yönelimler, günümüz emperyalist-kapitalist sisteminin içinde bir yerde durmaktadır. Bu egemenlik çizgisini uygulayan ya da kendi gerici çıkarlarını korumak ve genişletmek için bu gerici egemenlik çizgisini tarz olarak benimseyen güçlerin, ezilen halklara ve mazlum uluslara karşı gerçekleştirdiği bu suçlar, halklarımızın tarihsel yargısındadır ve lanetlidir.
Brüksel ve Lahor katliamları, dinci bağnazlığı referans alan gerici cihadist bir örgüt olan Taliban ve IŞİD’in gerici dünya görüşlerinin, “mantıki” bir sonucudur. Emperyalist ve bölgesel gerici güçlerle, özellikle Suriye ve Irak üzerinde yaşadığı gerici çıkar çatışmasını bu tür şuursuz yönelimlerle, savaş dışında olan kitlelere fatura etmektedirler. Gerçekleştirdiği kitlesel katliamlara neden olan tek yön tabii ki bu değildir. Özellikle bazı bölgesel gerici güçlerle olan ilişkileri ekseninde, gerici emperyalistlerin ya da bölgesel güçlerin toplumsal gelişmelerin yönünü belirleme maksadıyla kontra eylemlerde direk ya da dolaylı rol verdikleri tartışmasızdır. Erdoğan-AKP faşist diktatörlüğünün merkezi kurumu MİT eliyle Suruç, Amed katliamlarının düzenlenmesi, HDP il binalarının bombalanması, buna verebileceğimiz en açık örnektir. Yakın zamanda YPG güçleri tarafından yakalanan ve MİT’le olan ilişki ekseninde gerçekleştirdiği eylemleri itiraf eden Savaş Yıldız, Erdoğan-MİT-IŞİD kontra ilişkisini deklare eden somut gelişmedir. Bütün bu öğeler ve IŞİD’in cihadist ideolojik özü birleştiginde, kitlesel katliamlarla, kafa kol kesmelerle ortaya çıkan vahşetin tablosu tamamlanmaktadır.
Emperyalist-kapitalist hegemonya çatışmasında bölgesel gericiliklerle olan siyasal-ideolojik ortaklıkta tamamlanan bu tabloda, yine bu tablonun bir parçası olan Taliban ve IŞİD gibi gerici bağnaz örgütlenmelerin bu tür saldırılarının nedenlerini gerici sistemin dışında aramak, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Özellikle Ortadoğu özgülünde ittifak ve çatışmalı güçlerin konjonktürel duruma göre belirlendiği bir süreçte, gerici güçlerin kirli silahları birbirlerine karşı kullanmaları her zaman güçlü bir olasılıktır. Kullanılan bu kirli silahlarda, sivil halktan insanların katledilmesi, bu gerici güçler açısından sadece “vicdan ve duygu” sömürme gerekçesidir. Onlar her durumda kendi çıkarlarını korumayı esas alırlar ve katliamlar ardından devreye sokulan politikalar da bunu kanıtlamaktadır. IŞİD’in sivil halka yönelik kitlesel katliamları neden-sonuç ilişkisiyle yüzeysel olarak dahi sorgulandığında, sorunun köklü bir emperyalist talan politikasının ve bu politikanın dönemsel ihtiyaçlarına göre palazlanmasının zemin sunduğu gerici bağnaz “ittifak” ilişkilerinden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Yani AB ülkelerinin uluslararası politikasının belirlendiği merkez olan Brüksel’de, bu siyasete “karşı” başka bir merkez olan Molenbeek’ten beslenen bombalar patlamakta, sivil halk hunharca katledilmektedir. Brüksel’in Molanbeek semti, Paris saldırılarında da gündeme gelmiş ve Paris katliamın planlayıcıları olarak ölü ya da sağ ele geçirilen Abdelhamid Abaaoud, Hadfi Bilal, Brahim Abdeslam ve Salah Abdeslam bu semtte doğup büyümüştür. Madrid, Charlie Hebdo, Brüksel Sinegog katliamının da, Melanbeek’te doğup büyüyenler veya burada ikamet edenler tarafından yapılması, Avrupa’nın nazarında bu semti potansiyel suçlu ilan etse de, asıl görüntü bu degildir. Bu iç içe girmiş gerici ilişkilerin bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Radikal dinci örgütlerin palazlanması için zemin sunan bir siyasetin ve gerici ilişkilerin dönemsel çıkarları gereği çatışması, yine bu gerici ilişkiler içinde bir yere oturmaktadır.
Bütün bu gerici ilişkiler içinde, AB’nin uluslararası siyaseti ve emperyalist yayılmacılığı ele alındığında, “Brüksel’de bu bombalar somut şu nedenden dolayı patladı” yaklaşımı, gerçeklik karşısında çok anlamlı degildir. Sorun mahallî bir meseleye “misillemeden” öte bir durumdur. İstanbul, Paris, Ankara, Roma, Berlin, Madrid ya da Londra… Hepsi mahallî bir meseleye “misillemeden” öte emperyalist siyasetin gerici güçlerle ittifak ve çatışmasının sonuçlarıdır. Bu arka plan deşifre edilmeden, burjuva ideologların ve “strateji uzmanlarının” yüzeysel sorularla ulaştıkları “çözümlemeler” sadece gerici emperyalist siyasete uygulama alanı açmaya hizmet edecektir. Yani Molenbeek ile Adıyaman’daki Dokumacılar arasındaki ilişki ve benzerlik, gerici bir siyasal çizginin konjonktürel duruma göre egemen gerici güçlerle olan kontra ilişkisinde ele alınmak durumundadır. Yoksa coğrafik olarak bu alanların yaratılan ilişkilerden bağımsız potansiyel “suçlu” olarak ilan edilmesi hâkim sınıfların zevallerini kurtarma maksadına hizmet edecektir.
“Terörizmle” Mücadele Klişesi, AB’nin “Yeniden” Toplumu Kuşatma Gerekçesidir
Gerici sermaye iktidarları, her toplumsal olay ve gelişmede Brüksel gibi kitlesel katliamların yarattığı baskılanmayı, kendi egemenliklerini sağlamlaştırmak ve toplumsal desteği arkalarına almak için kullanmaktadırlar. Ve bunu bir strateji olarak planlamaktadırlar. Toplumsal kaos ortamında “polis çağrılarına uyun”, “devletinizin ve hükümetinizin arkasında birleşin” sloganlarıyla sınırların kapatılması, seyahat haklarının kısıtlanması, polis baskınları ve aramalarının rutin hale getirilmesi, ikamet ve kişi dokunulmazlıklarının rafa kaldırılması, “özgürlüklerin” militarize güçlerle kuşatılması gibi yığınlarca “önlem”, “terörizmle” mücadele adı altında gündeme alınan OHAL yasalarıdır. Asıl amacın “terörizmle” mücadele olmadığı açıktır. Böyle bir başlık, AB emperyalistlerinin siyasetini ve terörünü sorgulamaya götürür ki; burada amaç bunu sorgulamaktan çok, toplumu, sivil katliamlar vesilesiyle manüpile etmektir. Bu saldırıları fırsat bilerek, toplumsal dinamikleri olağanüstü yasalarla yetkilendirilmiş militarize güçlerle disiplin altına almak, sınırlı var olan toplumsal özgürlükleri daha geri düzeye çekerek sürdürdükleri savaş politikalarına toplumsal destek yaratmak, bu manüpilasyonun ana öğesidir.
Diğer katliamlar özgülünde de AB emperyalistleri, aynı amaçla hareket etmiştir. IŞİD’e karşı “mücadelenin” adresi, farklı din ve kültürlere, göçmen ve mültecilere karşı geliştirilen ırkçı ve şovenist saldırılar olmuştur. Irkçılığın alttan örgütlenerek halkın tepkisiymiş gibi pratikleştirilmesi ve yağmalayıcı gösterilere dönüştürülmesi, oynanan kirli oyunun tehlike boyutunu ortaya koymaktadır. Toplumsal hak ve özgürlüklerin sınırlanması, militarize güçlerle yaratılan kuşatma, sosyal haklara getirilen kısıtlamalar, bu sürecin planlanarak uygulanan politikaları olmuştur. Bu ayağın emperyalist-kapitalist sistemin yağma savaşlarına “meşrutiyet” kazandırma çabasıyla birleştirilmesi, topyekûn stratejik savaş konseptini tamamlamaktadır. Son Brüksel katliamı ile daha da gün yüzüne çıktığı gibi AB emperyalistleri de sosyal zeminini kendi politikalarının oluşturduğu gerici güçler ya da devlet terörünü kendi politikalarından ayrıştırarak, bir toplumsal baskılanmaya dönüştürmektedirler. Olağanüstü gerici, baskıcı yasalarla ve polisiye önlemlerle asıl yöneldikleri tartışmasız toplumsal muhalif dinamiklerdir. Yoksa bombaların patladığı, sivil masum insanların katledildiği mekânlar, askeri olarak en ileri teknoloji ile “korunan” mekânlardır. “Yüksek güvenlikli” havaalanları, yeraltı treni istasyonları ve caddelerin bombalanması, uygulamaya konulan “güvenlik” tedbirleriyle farklılaşmayacağı açıktır. Bu gerçekliğe karşın “polisiye tedbirlerle terörü” engelleme iddiası toplumsal dinamikleri militarize güçlerle kuşatma altına alma politikasıdır.
Erdoğan’ın “Kehaneti”, AB ile Tartışmalar ve Erdoğan-AKP İktidarının Tutumu Üzerine!
Daha Brüksel’de bombalar patlamadan Erdoğan’ın direk Belçika ismini vererek, “Onlar da bu terörden nasibini alacaklar” yönlü açıklaması bir “kehanet mi”, siyasal öngörü mü ya da bir bilenin açıklaması mı? bilinmez. Bu konuda somut bir veri ortaya koyma durumunda da değiliz. Türkiye-AB mülteciler “zirvesi” sonrası girilen pazarlıkta kendisine avantajlı sonuçlar çıkarma maksatlı da olabilir, geleceği okuma siyasal “öngörüsü de”! Bunlar ezilen halkların geleceği özgürleştirme mücadelesinin gücünde tarihin karanlık sayfalarından kurtarılarak aydınlatılacaktır.
Bütün bunlardan öte Erdoğan- AKP faşist iktidarı da bu kitlesel katliamları, bölgede ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da sürdürdüğü kirli savaşına “meşruluk” kazandırmak için kullanmaktadır. Amaç ve kullandıkları araç ilişkisinde, AB emperyalist efendileriyle aynı anlayışta olsalar da, konjonktürel olarak öncelik haline getirdikleri hedefler bağlamındaki farklılık, AB emperyalistleriyle çatışmalı durumu ifade etmektedir. Türk faşist egemenliği, kuzeyden Rojava’ya öncelikle Kürt ulusunu gelenekçi faşist devlet siyaseti gereği, inkâr ve imhaya tabi tutmak istemektedir. Devrimci ve sosyalist güçleri bu kuşatma içinde ezerek faşist sürecini örgütlemek merkezi siyasal planlamasıdır. Devrimci ve komünist parti güçlerinin ulusal devrimci hareketle birlikte ilan ettiği HBDH, Türk hâkim gericiliğini bu merkezi planında daha kapsamlı ve hesaplı hareket etmeye yönlendirmiştir.
Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Rojava Kürdistanı devrimci hareketini uluslararası alanda bir “terör” sorununa indirgeyip bura üzerinden özellikle Kuzey Kürdistan’da insanın hayal dünyasını zorlayan katliamlara meşruluk kazandırmak, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün temel amacıdır. Brüksel’de demokratik bir çalışma olarak kurulan çadırlar üzerinden fırtınaların koparılması, IŞİD, YPG, PKK gibi farklı nitelikteki örgütleri bir torbaya koyarak “terörist” ilan etmesi ve okun sivri ucunu YPG ve PKK’ye yönlendirmesi bu amacının dışa vurumudur. IŞİD Türk egemenlik sisteminin esas gündemi değildir. Tüm bu tartışmalar içinde Başika’da IŞİD’le çatışma görüntüsü tamamıyla bir yanılsamadır. Ülkede ve bölgede esas hedef aldığı güçler sosyal ve ulusal devrimci ileri güçlerdir. Bu hedefinde AB ve NATO’yu yanına almada sorun yaşayan Türk hâkim gericiliği, elindeki tüm kozları bu minvalde kullanmaktadır. AB emperyalistleri ise, bölgedeki planlarını kendi stratejik sürecine göre örgütlemek istemektedirler ve konjonktürel farklılıklar ittifak halinde olduğu gerici güçlerle (Türk hâkim gericiliğiyle olduğu gibi ) uzlaşmazlık yaratmaktadır. Bu durum, Türkiye-AB mülteciler “zirvesi”, AB müzakereler süreci gibi birçok konuya damgasını vurmuş ve güçlerin karşılıklı pazarlıklarıyla hala güncel bir durumdur.
Aynı kirli pazarlık Brüksel katliamı üzerinden de sürmektedir. Hatta bunun karşılıklı suçlamalara dönüştürülerek sürdürülmesi, gerici dalaşın kirli siyaseti gereğidir. IŞİD’in İstanbul katliamından sonra, AB ülkelerinin vatandaşlarına “Türkiye’ye gitmeyin” uyarılarına karşı “Alın! Paris, Brüksel, Londra… Ankara, Diyarbakır ve İstanbul’dan güvenli mi?” hamlesi, gerici egemenliklerin insan kanı üzerinden yaptığı bağnaz siyasettir. “Bombacıyı biz yakaladık, siz bıraktınız” üzerine süren tartışmalar sadece iki suçlunun düellosudur. Sorun bunda öte bir sorundur.
Devrimci Güçlerin Özgürlük Mücadelesi Bu Gerici Terörizmle Hesaplaşma Mevzisidir
IŞİD, Taliban ve diğer cihadist bağnaz örgütlerin insanlık dışı, “savaş ahlakına” aykırı yöntemleri, bu eylem ve yönelime zemin sağlayan emperyalistlerin yerküremizi yağmalama, sömürme, paylaşma savaşlarıdır. Aynı şekilde emperyalist ve bölgesel gerici devlet egemenlikleri de bu tip kitlesel katliamlarla yerleşim yerlerini talan ve yağmalamalarla egemenlik kurmaktadırlar. Emperyalizm ve gerici bölgesel gerici işbirlikçilerinin bu politikaları tasfiye edilmeden bu kitlesel kıyımların sonu gelmeyecektir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, Ortadoğu’da, Avrupa’da devletin ya da gerici bağnaz güçlerin eliyle gerçekleştirilen “terörizme” karşı mücadele, ezilen halkların, mazlum ulusların, ötekileştirilen inanç gruplarının, özgürleşme mücadelesiyle direk bağlantılıdır. Emperyalist güçlerin, gerici bölgesel devletlerin, dünyayı yağmalama ve paylaşma savaşlarına karşı ezilen ve sömürülen halkların mücadelesi her bir coğrafyada özgünlükler içerse de, hedefi; parçadan bütüne emperyalist-kapitalist sistem ve onun gerici müttefik güçleridir. Özgürlükleri savunmak, sosyalist demokrasiyi ve insanlığa baki barışı getirmek, bu gerici güçlerin her alandaki politikalarına karşı her cepheden mücadele ile olanaklıdır.