HABER MERKEZİ(10.08.2015)-Her kavramın gerçek yaşamda bir karşılığı vardır. Bu anlamda her kavram belli bir gerçeğe dayanır ya da bir gerçeği ifade eder, anlatır. Kullanılan argümanlar, slogan ve şiarlar, tanımlama ve tespitler vb. bütünüyle bu zeminde değerlendirilebilirler. Yani hepsinin somut bir karşılığı vardır ve olmalıdır da. Aksi halde kavramlar gereksiz, argümanlar boş, tespitler anlamsız olur. Aynı zamanda kavramların, argümanların sınıfsal niteliği ve içeriği de vardır.
Bir argüman ve bir kavram olarak faşizm somut olarak yaşanan bir yönetim, bir devlet, bir örgütlenme biçimi, bir ideoloji, siyasi niteliğin karşılığı, ifadesi ve tanımıdır. Cumhuriyet kavramı veya argümanı da öyle… Cumhuriyet de bir yönetim biçimi, diktatörlük türü vb. olarak ideolojik siyasi bir yansımadır. Fakat belirtmek şart ki, bu iki yönetim biçimi bir birinden farklıdır, farklı biçimleri anlatırlar. Dolayısıyla bu iki argüman veya kavramın aynılaştırılması açık bir hatadır. Çünkü Cumhuriyet kavram karşılığı olarak; bir demokrasiyi, temsili demokrasiye dayalı bir yönetim biçimini, faşizm ise; demokrasinin her türünü yadsıyan, yok eden ve demokrasiye düşman olan bir yönetim biçimini ifade eder. Gerici sınıflar hiçbir zaman gerici niteliklerini kabul etmez, aynı zemindeki yönetim biçimlerini de gerçeğe uygun olarak isimlendirmezler. Bilakis bundan özellikle kaçınırlar. Gerici sınıflar açısından bu handikap ya da açmaz anlaşılırdır, çünkü kendilerinin gericiliğini doğru tanımlamaları-isimlendirmeleri kendilerini yadsımak olur. Bunu onlardan beklemek hayal olur. Kısacası gerici sınıflar kendi nitelikleri veya yönetim biçimlerini asla gerçekliklerine uygun olarak tanımlamaz, tersine bu gerçekliklerini gizleyerek halk kitlelerini aldatmayı benimser ve yeğlerler. Kendilerine gerici, faşist vb. dediklerine tarihte rastlanmamıştır. Faşist yönetimlerine Cumhuriyet, demokrasi, hatta ileri demokrasi yakıştırmaları yaptıkları, sıkça görülen burjuva iktidarlar ve sınıflar klasiğidir.
Mustafa Kemal liderliğinde kurulan faşist devlet, faşist niteliği-karakterini gizlemek için kendisine Cumhuriyet adını verdi. “T.C.” devleti bu ismini faşist karakterine rağmen aldı. Devlet biçimi olarak da yönetim biçimi olarak da açıktan faşist olan “T.C.” devleti, devlet ve yönetim biçimi olarak kendisini “Cumhuriyet” olarak lanse etti. Bu, önemli bir süreç boyunca devrimci hareketin belirli kesimi tarafından benimsendi. Ancak Kaypakkaya yoldaş, Kemalist diktatörlüğün bir demokrasi ve dolayısıyla Cumhuriyet olmayıp, devlet olarak da yönetim biçimi olarak da koyu faşist bir diktatörlük karakterine sahip olduğunu açıklayarak ortaya koydu.
Bütün bunları açık gerçeklere rağmen tartışmak aslında geri bir tartışma yürütmek anlamına gelir. Fakat tartışma ihtiyacı; bazı sorunlu anlayış ve kavrayışların varlığından doğmuş bulunmaktadır. Bu hatalı geri kavrayış ve anlayışlar ısrarla “T.C.” devletine, alıntısız olarak T.C. devleti diyerek, onun faşist bir devlet olup faşist bir yönetim biçimine sahip olduğunu objektif olarak reddedip, onun bir Cumhuriyet olduğunu ifade etme hatasına düşmektedirler. Oysa bizler onu Cumhuriyet(temsili bir demokrasi) ve yönetim biçimi olmadığını, aksine faşist bir yönetim biçimi, olduğunu ta Kaypakkaya yoldaştan itibaren savuna gelmekteyiz. Bu faşist yönetime vb. Cumhuriyet diyenler kendi gerçek niteliklerini, yönetim biçimlerini saklayarak farklı göstermeye çalışan burjuva faşist sınıflardır. Parlamentoyu bir maske, faşizmi maskelemek için kullanılan bir maske olduğunu, dolayısıyla bu parlamentonun göstermelik olup demokrasiyi (temsili vb.) temsil etmediğini yine Kaypakkaya yoldaştan beri bilir, söyleriz.
O halde bugün, açıktan faşist olan, temsili demokrasiyle ve hatta burjuva demokrasisiyle (ki bu da özünde faşizmden kopuk değildir) alakası olmayan, bu yönetim biçimleriyle bağdaşmayan faşist devlete ve bunun yönetim biçimine Türkiye Cumhuriyeti diyerek; ona temsili demokrasiyi uygulayan ve dolayısıyla temsili demokrasi anlamına gelen Cumhuriyet yönetimi olduğu iltifatında bulunuyoruz. Hatada ısrar etmenin hatayı büyütmek olduğunu Mao yoldaş özellikle belirtir.
Sonuç olarak, ne biçimseldir diyerek es geçebiliriz ne de kavrayış sorunumuzu sürdürmekte ısrar edebiliriz. Doğru kavram ve tanımlamalarda bulunmak için, özellikle de faşist yönetim ve devlete Cumhuriyet kavramını atfederek, onun gerçekliğini gizleyip kitleleri yanılsamalara sürükleyen, bu geri bilincin yayılmasına hizmet eden yaklaşım ve yazım tarzımızı düzeltmemiz için özel bir karara gerek yoktur. Açık ki, “T.C.” devleti diye yazarken, T.C.’yi tırnak içine alarak bunun bizlere ait bir kavramsallaştırma olmadığını yansıtmak durumundayız. Daha önce aynı sorun üzerine benzer eleştiriler yapılarak dikkat çekilmesine karşın maalesef bazı yazarlarımız hala aynı yaklaşımı sürdürmektedirler. Bu, kavrayışsızlığın ürünü de olsa, ideolojik olarak ve tespitte düşülen ilkesel bir hata olarak kabul edilemez bir ifade biçimidir. Dolayısıyla yayınlarımızda veya yazarlarımızın yazılarında bu kavramın tırnak içine alınmadan kullanılmamasına gereken hassasiyet verilmelidir.