HABER MERKEZİ(10.11.2017)-Bölgemizde, yanı başımızda süren ilhak-işgal ve yeniden paylaşım savaşları ve bu savaşlara karşı tutum önemli bir ayraç görevi görmektedir. Kimileri kendi “ülkesini parçalanmaktan korumak”, kimileri “toprakların bütünlüğünü korumak”, kimileri de başka sebeplerle bu savaşı desteklemekte ve savaşın bir parçası olmaktadır. Kimileri yurtseverliği, egemen ülkelerin kendi “toprak bütünlüğünü savunmak” anlamında yorumlarken, bu egemen ülkelerin ilhak altında tuttukları Kürdistan’ın özgürlük, özerklik vb. taleplerini ise milliyetçilik olarak yaftalayarak karşı çıkmaktadır. Aynı zamanda Kürdistan bölgesinin taleplerine “emperyalizmin bir oyunu” olarak değerlendirmektedirler.
Bölgemizde süren savaş emperyalist bir savaştır. Emperyalizmin bölge üzerinde uzun bir süreden beri yürüttüğü planlama dahilinde patlak veren olaylar, bölge egemen devletlerinin ortaklığında geliştirilmiştir. ABD ve AB emperyalizmi, Türkiye başta olmak üzere Suudi Arabistan, Katar gibi ülke devletlerinin tezgahlarıyla bölgeyi savaş alanına çevirmiştir. Bölge devletleri ve egemen kesimler pastadan pay almak, mevcut pozisyonlarını korumak ve mezhep ayrışımları temelinde savaş başlatmışlardır. Bu savaşın hedefi Suriye, Irak, İran ve Kürdistan olmuştur. Savaşın ağırlıklı başlangıç noktaları Suriye, Irak ve Kürdistan olarak seçilmiştir. İstedikleri başarı sağlanmış olsaydı sıra İran’a gelecekti. Ve Sünni İslami bir diktatörler bölgesi yaratılacaktı. Emperyalist ve faşist bölge devletlerinin oyunu sahada tutmadı. Başta Kürdistan’daki direniş ve Suriye devletinin Rusya ve İran’ının desteğini alarak varlığını devam ettirmesi, bu savaşın seyrini değiştirmiştir.
Suudi Arabistan, Katar, Türkiye devletlerinin başını çektiği Amerikancı blok, bölgede emperyalizmin koç başlığını yapmış, komşu ülkelerde savaşa neden olmuşlardır. Savaşın uzaması, bu devletlerin kendi aralarındaki ittifakın parçalanmasını sağlamıştır. Kürdistan halklarının yürüttüğü çetin bir savunma ve diğer bölge ülkelerinin direnmesi sonucu, bölge devletlerinin beklentisi boşa çıkmıştır. Amerikan öncülüğündeki Suudi Arabistan, Katar, Türkiye Suni ittifakı, İran, Suriye, Irak eksenli Şii ittifakına karşı beklenen sonucu alamamıştır. İran hariç savaş alanına çevirdikleri bu ülkeleri büyük bir yıkımın eşiğine getirmekle birlikte kendi ülkelerini de sorunlu hale getirmişlerdir.
Bu ülkeler, yaşadıkları çok yönlü krizi bu savaşla bir avantaja çevirmek ve bölgenin egemenleri haline gelmek istemişlerdir. Gelinen aşamada bu ülkeler arasındaki ittifak ve hizmet ettikleri büyük patronları ile araları bozulmuştur. Ve Türk devleti iç ve dış politik uygulama alanında yaşadığı hezimet sonucu, hasım olarak belirlediği ülkelerle ortak davranma pozisyonuna gelmiştir. Bu hezimete yol açan neden ise esas olarak Kürdistan korkusudur. Suriye, Irak, İran düşmanlığından bu ülke devletleri ile ilişki “dostluğa” dönmüş vaziyettedir. Emperyalizmin önderliğinde bölge devletlerinin, birbirlerine karşı konumlanması veya ittifak halinde olmasının her hali emperyalist çıkara dayanmaktadır.
Bölge devletlerinin ortak niteliği sermayeye dayanmaları ve despotik bir karakter taşımalarıdır
İran, Irak, Suriye, Türkiye bölge devletlerinin ortak niteliği, sermayeye dayanmaları ve temel olarak despotik bir karakter taşımalarıdır. Faşizm de bu devletlerin birer özelliği durumundadır. Doğu despotizmi inanç, ulus, kadın, işçi ve diğer ezilen kesimler üzerinde baskı özelliğiyle ön plana çıkmaktadır. Egemen mezhep, diğer mezhep ya da inançlar üzerinde baskı kurmaktadır. Bu durum tüm İslam ülkelerinin ortak özelliğidir. Diğer ortak özellik, kadınlar üzerindeki baskıda birleşmeleridir. Örneğin bu devletlerin bu konudaki genel yapısı, Yunanistan vb. birçok ülkeden farklıdır. Dünyadaki ülkeler genel ataerkil bir karakter taşımasına rağmen bu ülke devletlerin despotizmi daha belirgin haldedir.
Bu devletlerin yaşadığı çelişkiler sonucu, örneğin Saddam yerine Maliki’nin ya da İbadi’nin gelmesi durumunda aynı rutin devam etmektedir. Bölge devletlerinin yapısal durumu, Kürt ulusu ve diğer birçok etnik gurup ve inanca baskı üzerinden konumlanmıştır. Bu konumlanma zorbalık üzerine oluşturulmuştur. Bu ulus ve etnik guruplar özgürlüğüne kavuşmadıkça, devlet bu yönlü zorbalığını devam ettirecektir. Çünkü ezilen ulus ve milliyetler bu boyunduruğa katlanmak istememektedir. Bölge devletlerinin bir kısmında dinin etkin olması ya da etkin olmaya devam etmesi, ulus-devlet gibi tekleştirici bir yan taşımakta ve despotizmi beslemektedir.
Bölge devletleri, kapitalizmin, egemen sınıfların yönetimi altındadır. Ne halkçıdır ne de ezilen, sömürülen sınıfların çıkarını temsil etmektedir. Büyük sermayenin ve buna tekabül eden egemen sömürücü sınıfların temsilcisi olan bu devletler, bölge gericiliğinin ve faşizmin temel dayanaklarıdır. Bu devletler halk ve ezilenlerin düşmanıdırlar. Bu devletler Suriye hariç, diğerleri paylaşım savaşının hem parçası hem de hedefi durumuna gelmişlerdir. Suriye ise işgal ve İŞİD’e karşı mücadele içindedir. Kürtlerle mücadelesi hariç işgale karşı mücadelesi savunma amaçlıdır.
Dünyadaki kutuplaşma emperyalist bir nitelik taşımaktadır. Emperyalist dünya sistemine karşı sosyalist bir kamp mevcut değildir. Sosyalist olma iddiasında olan ülkeler emperyalist kampın bir parçası durumundadır. Berlin Duvarının yıkılması ile “Sovyet” bloğu çökmüştür. Çöken bu bloğun ülkelerine göz koyan NATO üyesi ülkeler ve özelikle ABD ve AB, bu pazarları ele geçirmek için savaşlara varan bir yarış içine girmiştir. Doğu Avrupa, Yugoslavya’ya bağlı ülkeler yağmalanmış ve bu emperyalist ülkelerin pazarlarına dahil edilmiştir. “Sovyetlerin” etkisi altında olan ülkelerin hepsi Batı emperyalizminin yeni pazar hedefleri haline gelmiştir. Bunların bir kısmı savaş bir kısmı ise çeşitli yollarla bu emperyalist kutbun bir parçası haline getirilmiştir.
Çöken Rusya 20-30 yıllık süreçte kendini toparlamış yeniden sahneye çıkmıştır. Batı emperyalizmine karşı tekrar tarih sahnesine çıkan Rus emperyalizmi, daralan alanlarını genişletmek, kaybettiği nüfusunu yeniden kazanmak istemektedir. Bu konuda epey yol almışa benzeyen bu emperyalist güç, yekpare olmayan batı emperyalizmini hayli zorlamış durumda. Ve Çin ile birlikte yeni kutbun başını çekmekte.
Rusya ile Çin, ABD ile diğer batılı emperyalistler nüfus alanlarını yeniden belirlemek, dünyanın zenginliklerini paylaşmak için mücadele halindeler. Eskide “Sovyetlerin” etkisinde olan bölgeler Irak, Suriye bugün batılı emperyalistlerin hedefi durumunda. Saddam devrilmiş, yerine getirilen Maliki ise keza emperyalistler için sorun olmaya devam etmiştir. Irak’ın Şii İran’ın etkisine girmesi, batılı emperyalistler için bir sorundur.
Batılı emperyalist kamp dünyada etkin olan kamptır. Ve dünyada asıl hükümdar durumundadır. Buna rağmen Rus emperyalizmi de gelişen ve etkinlik alanlarını genişleten bir güçtür. Her iki güç emperyalist nitelikte ve dünya halklarının düşmanıdır. Bu güçler, ulusal ve sosyal kurtuluş özneleriyle stratejik bir müttefik olamazlar. Bu güçler ancak kendi çıkarları elverdikçe ulusal-sosyal güçlerle ilişki geliştirirler. İşlerinin bittiği yerde, bu güçleri yüzüstü bırakırlar.
“Batı Asya Birliği”, faşizmin tahkim edilme teorisidir
2. Yalçın Küçük, Doğu Birliği’ni PKK’yı da kapsayan bir birlik olarak savundu her zaman ve bugün de öyle. Oysa, Batı Asya Birliği her tür bölücülük ve gericilik, özellikle PKK temizlenerek kuruluyor. Kurulan Batı Asya Birliği’nin Yalçın Küçük’ün Doğu Birliği ile ilgisi yok” diyerek ana fikrin özünü ortaya koyuyor.
“Batı Asya Birliği” teorisi Batı Asya denen Türkiye, Irak, İran, Suriye gibi devletlerin birleşmesi, ittifak yapması demektir. Bu teorini özü, Kürt ulusu üzerindeki hükümranlığa dayanmaktadır. Bu teori, Batı Asya ülke halklarının üzerindeki egemen sınıf hükümranlığın devam ettirilmesi teorisidir. Bu teori, gelişen ulusal bağımsızlık ve sınıfsal kurtuluş dinamiklerine karşı egemen faşist kesimlerin yaşadığı korkunun ifadesidir. Ve “tüm ezenler birleşin”, “yoksa mahvolursunuz” prensibinden hareket eden bu teori, “I. Dünya Savaşı’nda mevcut sınırlar oluştu; eğer bugünkü savaş ortamında bölge devletleri birleşmezse, bu sınırlar yeniden değişecektir” ihtimaline karşı bir konumu dile getirir. Doğu Perinçek tarafından dillendirilen bu görüşle, Türk egemen sisteminin korunması amaçlanmaktadır. Faşist Türk egemen sisteminin, özellikle Kürdistan’dan kaynaklı bir korku içinde olması, bölge devletleri ile bir ittifaka sürüklemektedir.
Perinçek ve ekibinin başında bulunduğu heyetler, Rusya, İran, Irak, Suriye’yi sık sık ziyaret etmektedirler. Bu heyetler gittiği her yerde resmi protokol ile karşılanmakta ve resmi devlet heyetleri olarak ağırlanmaktadırlar. Türk devlet dış politikasının iflas ettiği noktada Perinçek ekibi imdatta kavuşmaktadır. Rusya hariç bu bölge devletlerini ortak yanı, Kürdistanı ilhak altında bulundurmalarıdır. Birinci Dünya Savaşı’nda Kürdistan dört parçaya bölünmüş, bu ülkeler arasında paylaşılmıştır. Kürdistan üzerinde egemenlik “hakkı” iddiasında bulunan bu dört işgalci devlet, bugün de bu egemenliğinin zarar görmemesi için bir savaş yürütmektedir. Bu savaş, haksız bir savaştır. Özü ilhak ve işgallere dayanmaktadır. Bu savaşın bir tarafında egemenliğini sürdürmek ve mevcut pozisyonlarını korumak ve bölgenin diğer zenginlik kaynaklarından pay talep edenler, diğer tarafında ise ilhak altında bulundurulan Kürdistan ve ezilen halklar vardır. Türk, Arap, Fars halkalarının kendi egemen sınıflarının yürüttüğü bu kavgada bir çıkarı yoktur. Tersine Kürt ve diğer milliyetler gibi bu savaşın mağduru durumuna düşürülmüş kesimlerdir. Savaşın yükü diğer halklar gibi bu ezilen sınıfların omuzundadır.
Bölge devletleri, bölgedeki ülke egemen sınıfları uluslararası kapitalizmin temel dayanakları ve temsilcileridir. Bu devletlerin ittifakı, sınırları ezilenler lehine açmaz, tersine ezilenlerin mücadelesini engellemek için sınırlar sağlamlaştırılmakta, yeni sınırlar oluşturulmaktadır. “Batı Asya devletleri-ülkeleri birleşin” demek, ezilen ulus ve milliyetlere, bölge işçi-köylü vb. diğer halk kesimlerine karşı bir savaş çağrısıdır. Bu çağrı, var olan statükonun, bölgedeki katliam ve sömürünün devamı üzerine yapılmıştır.
Bölge devletlerinin ittifakı halkların parçalanması üzerine kurgulanıyor!
Bölge devletlerinin ittifakı, bölge halklarının parçalanması üzerine kurulması kurgulanıyor: Kürtlerin parçalanması, Arap halklarının aşiretlere parçalanması, işçi sınıfının parçalanması, halkların birbirine düşman edilmesi vs.… Velhasıl bölge işçilerinin birliği, bölge halklarının birliğinden söz edilmiyor; halkları, işçileri ezen burjuvazinin birliği ve dayanışmasından bahsediliyor.
Bölge devletlerinin kendisi “gericiliğin” merkezidir. Emperyalizm bundan beslenmekte ve bu devletler kapitalist-emperyalizmin birer parçasıdırlar. İran’ın Batı emperyalistleri ile kavgası pazarlarını daha kapalı tutma ve kendi başına egemen olma kavgasından kaynaklanıyor. Yoksa halkçı olduğundan dolayı değil. Bu anlaşılır bir durum olmakla birlikte, İran devletinin halklar ve işçi sınıfı üzerindeki baskısına karşı, ezilenlerin İran devletine karşı mücadelesi meşrudur. Perinçek’in bahsettiği hiçbir devlet halkçı değildir. Bilakis kendi halklarına karşı konumlanmışlardır; despotik, baskıcı ve faşisttirler. Hiçbir devlet “gericiliğe” karşı mücadele etmiyor. İran mı, AKP mi, BAAS kalıntısı Şii Irak mı “gericiliğe” karşı mücadele ediyor. Böyle bir iddianın güldürücü olmaktan öte gerçeklerle bir alakası yoktur. İşçiler, köylüler, ezilen halklar-uluslar, aydınlar “gerici”, bölge burjuvazisi ve devleti de “ilerici” oluyor bu teoriye göre.
Faşizmin yıkılma tehlikesinin bertaraf edilmesi ve faşizmin güçlendirilmesinin böyle gerekçelendirilmesi Perinçek’e özgü bir maharettir. Faşizmi, faşist devletleri ve onların iş birliği içinde olduğu diğer emperyalist güçleri halklar er veya geç yenecektir. Emperyalizm, faşizm kazanmayacaktır, direnen bölge halkları ve işçi sınıfı kazanacaktır.
“Batı Asya Birliği” faşizmine karşı, şiarımız, tüm bölge halklarının ve işçilerinin birliği olmalıdır. Birleşik bir mücadele ve pratik bir dayanışma ancak ve ancak bölge faşizmini ve emperyalizmi alt edebilir.