HABER MERKEZİ (03.01.2015)- Kürt ulusal sorununda dünden bugüne önemli mesafenin kaydedildiği söylenebilir. Kürt ulusal sorunu çerçevesinde Kürt ulusunun soykırıma kadar ağır halde yaşadığı milli zulüm ve imha-inkâr eksenli tüm geçmişi düşünüldüğünde, bugün Kürt ulusunun siyasi iradesi ya da temsilcisi durumundaki örgütü şahsında resmen muhatap alınarak müzakere yapma aşamasına gelmiş bir Kürt ulusu realitesi düşünüldüğünde, ileri adım anlamında önemli gelişmelerin kaydedildiği bir gerçektir. Somut gerçek durumundaki bu belirlemeye eklenmesi şarttır ki, bu ilerleme veya dünden bugüne kat edilen bu önemli aşama esasen, Kürt Ulusal Hareketi (KUH)’nin yürütmüş olduğu silahlı mücadelenin eseridir. Bu esasın yanında emperyalist bloklar arası güç dengeleri ve çatışmaları bağlamında emperyalist dünyada yaşanan gelişmeler, bu gelişmelerin emperyalizme bağımlı yerli devletlere yansımaları ve onlara yüklediği sorumluluklarla, dünya konjonktürel şartları da tali de olsa bu gelişmeyi doğru orantılı destekleyen diğer şartlardır. Belirlemeye eklenmesi gereken ikinci husus da, Kürt ulusal sorunu denen şey, Türk hâkim sınıfları ve dolayısıyla devletlerinin Kürt ulusuna uyguladığı milli zulüm, imha ve inkâr politikalarının olumsuz anlamda en zengin yelpazede biçimlendiği baskı, işkence, katliam ve her nevi insanlık dışı muamelenin adı ve ürünüdür. Yani Kürt ulusal sorunu olarak tanımlanan gerçeklik arkasında emperyalist güç ve politikalar olsa da doğrudan Türk hâkim sınıflarının başrol oynadığı bir sorundur. Kendiliğinden türemiş masum bir mesele değildir. Sorumluları ve yaratıcıları adı geçen bu sınıflardır. Ulusal sorundaki gelişmelerden bahsederken ulusal sorunun yaratıcı kaynağına işaret etmenin, aynı zamanda sorunda yaşanan ilerlemelerin hangi nedenlere dayandığına dikkat çekmenin de gerekli olduğu açıktır.
Olumlu haller nihai çözümün ifadesi olamaz olmamalıdır
Bu tablodan sonra kısa bir sonuç olarak şu söylenmelidir: Bağımsızlığı gasp edilerek zorla elinden alınmış, bütün ulusal hakları çiğnenmiş ve bunlar yetmezmiş gibi katliam ve işkencelerden geçirilerek akıl almaz hakaretlere, acılara ve aşağılanmışlıklara maruz bırakılmış olan Kürt ulusunun bu canlı karabasandan kurtulmak istemesi son derece masum bir istemken, bundan kurtulmak için silahlı savaş dâhil her türlü mücadeleye başvurması en hafifiyle yaşamsal bir haktır. Buna karşın, Türk hâkim sınıflarının milli baskı, zulüm ve kıyımını terk etmesi bir gereklilikten öteye zorunluluktur. Terk etmesinin kendi iradesiyle geliştireceği bir eylem olmayacağı açıkken, terk etmesi için KUH tarafından verilen silahlı mücadelenin baskısı onu nispi geri adımlara zorlamaktadır, zorlamıştır da. Tarafların uçlarını tuttuğu ipte kimin kimi çizginin bu yanına çekeceği ise son tahlilde tarafların gücüne bağlıdır. Şu ana kadarki güç çekişmesinde durum KUH lehine gelişmeler göstermiş ancak bu durumun nihai bir hal olduğu düşünülemez-düşünülmemelidir de. Kimin gücüne ek olarak doğru siyaset ve taktikler geliştireceği, ulusal ve uluslararası halkların desteğini tarafına alacağı, kimin avantajlarını isabetli kullanacağı, kimin ilkeli zeminde durup tavizlere karşın stratejik kazanımlarını doğru planlayıp sağlam zemine oturtacağı, kimin haklılık / haksızlık zeminini avantaj olarak kullanma yeteneği göstereceği gibi bir dizi konudaki pozisyon hangi tarafın hasmını çizgiden bu yana sürükleyip çekeceğini belirleyecektir.
Bizlerin görüşü; KUH’un genel olarak avantajlara sahip olduğu, ancak bu avantajlara karşın önderinin tutsak olması ve eşit olmayan şartlarda yürüttüğü müzakere gerçeği gibi bir dezavantaja da sahip olduğudur. En önemlisi de burjuvaziyle yapılması mümkün olan tek tek anlaşmalar yerine, tamamen hatalı olarak anlaşmalar siyasetini benimsemiş olması gibi ideolojik kırılma noktası da ciddi bir dezavantaj oluşturmaktadır. Evet KUH dünden bugüne önemli gelişmeler sağlamıştır fakat bugün masada verdiği ödünlerin elde ettiği-edeceği kazanımlara değip değmeyeceği açıkça tartışma konusudur. Zira kendisini kabul ettiren örgütsel-askeri güç ve silahlı mücadelesinin ortaya koyduğu nüfuzla KUH’un ileri hak ve statüler elde etmesi veya bugün yapma durumunda olduğu anlaşmadan daha ileri bir anlaşma sağlaması tamamen mümkündür. Bağımsız devlet kurma hakkından vazgeçerek Türk hâkim sınıfları devleti altında birlikte yaşamayı benimsemesi, bağımsız devletine sahip olma hakkını nispeten basit haklara feda etmesi vb vs pozisyonu açıkça eleştiri konusudur. Geri taleplerle yetinip, daha asıl ve köklü olan meşru haklarından feragat etmesi kötü bir uzlaşma siyaseti ve çizgisidir. Faşist hâkim sınıflarla ulusal sorunun demokratik tarz ve gerçek anlamda çözüme kavuşacağına inanan bir eğilim elbette hatalı bir yönelimdir. İdeolojik-politik hat ve çizgi sorunlarındaki yönelimlerine yönelik eleştirimiz genel olarak bilinmektedir. Bu eleştirel yaklaşımımız dışında, KUH’un elde ettiği kazanımlar ileridir ve desteklediğimiz kazanımlardır. Hiçbir hak ve iradesi tanınmayan, ulusal kimlik olarak yok sayılan, inkârın ötesinde imha esaslı ağır bir baskı altında kalmasındansa, bütün bunların olmasa bile bazı noktalarda eskiye oranla daha rahat nefes alması bile tercih edilmesi ve olumlanması gereken bir durum olarak değerlendirilmelidir, değerlendiriyoruz. Şayet KUH taleplerinde gittiği daralma ve gerilemelere, verdiği ödün ve tavizlere karşın, bağımsız devlet kurma hakkına yönelik esaslarda stratejik talep ve yönelimlerini öyle ya da böyle koruyorsa, bugün güttüğü ‘taktikleri’ bir bakıma (eleştirilere karşın) olumlamak doğru olanıdır.
AKP iktidarının ve Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ projesi
Silahlı savaştan masadaki mücadeleye evrilerek müzakere biçimi alan bugünkü mücadelede KUH dezavantajların yanında siyasi konjonktür ve AKP iktidarının Erdoğan’ın hesaplarında ifadesini bulan hedeflerine bağlı olarak avantajlara sahip olduğunu söylemiştik. Erdoğan ‘Başkanlık sistemi’konusunda son derece kararlı bir yönelim taşımaktadır. ‘Başkanlık’ hayalinin gerçekleşmesi için ise önümüzdeki genel seçimlerde partisi AKP’nin açık bir başarı göstermesi ve ‘Başkanlık sistemini’ kanunlaştırabilecek bir çoğunluğa ve belki de desteğe sahip olma ihtiyacı kesindir. Bu çerçevedeki hesapların tutması veya gerçekleşmesi, ‘çözüm süreci’ denilen süreci başarıyla yürütmesi ve tamamlamasına bağlıdır bir anlamda. Bu da KUH’la uzlaşmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, Kürt ulusal sorununun bir de uluslararası boyutu var ki, AKP veya Erdoğan’ın adım atmayarak meseleyi uluslararası boyuta havale etmesi alenen ipini çekmesi demek olacaktır. Güney Kürdistan gerçeğine Rojava (Batı Kürdistan) gerçeği de eklenince, Kürtler veya Kürdistan açısından bu pozitif gelişmenin Kuzey Kürdistan’a ilham olup Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi iktidarın şu veya bu biçimde el değiştirmesine vesile olabilecek büyük ayaklanma ve hareketlerin patlak vermesi gündeme gelecektir. PKK’nin yeniden silahlı bir savaş başlatması bile AKP/Erdoğan kliğinin alabora olmasına yetecektir. Dahası Erdoğan/AKP eline geçmiş olan bu fırsatı asla kaçırmak istemeyecektir. 30 yıllık bir savaşı bitirip ölümleri durdurma prestiji AKP/Erdoğan’ın geniş ve büyük destek bulması için yeterlidir. Yeniden silahlı bir savaşa dönmek ise AKP/Erdoğan’ın gömülmesi demek olacaktır… Bütün bu sebeplerden dolayı ve daha fazlası için, AKP/Erdoğan ‘çözüm sürecini’ kendi inisiyatifiyle belli bir sonuca ulaştırmak durumundadır. Aksi halde Başkanlık hayalleri bir rüya olarak kalacağı gibi, 2023 hedefleri-planları ve hatta siyasi akıbetlerinin de hüsranla sonuçlanması güçlü olasılıktır. Bu tablodan hareket edildiğinde bile, AKP’nin KUH’un taleplerinin esasına okey çekmesi kaçınılmaz görülmektedir. İşte bu zemin KUH’un avantajlı olduğu önemli bir zemindir. KUH’un bunu değerlendirmesi onu daha ileri kazanımlara taşıyacaktır!
Bu kısa vurgulardan sonra meselenin güncel-aktüel seyri ya da ilerlediği mecra hakkındaki söz veya değerlendirmelerimize geçebiliriz.
Öz olarak tasfiye süreci gerçeğinin üstü kapatılamaz
Kürt ulusal sorunu zemininde ‘Çözüm’ ya da ‘Barış Süreci’ olarak adlandırılan fakat objektif olarak da bir tasfiyeyi ihtiva eden mevcut süreç, son günlerdeki açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla iyice hızlanıp daha ciddi mecraya oturdu denilebilir. Öncelikle tasfiyecilik vurgusuna kısa bir değini yapalım. Reformist hat veya rota eksenli tasfiyeciliği bir kenara bırakırsak, PKK’nin silahlı bir güç olmaktan çıkarılması politikası, stratejisi ve pratiği objektif olarak bir tasfiyedir. Bu tasfiye yürütülen sürecin özüne paralel bir uygunluk taşısa da, silahlı savaş örgütünün silahsızlandırılarak savaş dışına taşınmasına dönük mevcut eğilim veya buna dönük işleyen sürecin objektif olarak bir tasfiye olduğunu yadsımaz. Silahlı güçlerin silahsızlandırılması, gerilla güçlerinin gerilla savaşından alıkonulması vb vs objektif olarak tasfiyedir. İsterse KUH bu tasfiyeyi doğru orantılı bir eylem olarak telakki etsin ama her halükarda yaşananın bir tasfiye olduğu teslim edilmek durumundadır. Tasfiye özelliği veya yanıyla değerlendirdiğimiz bu sürecin aynı zamanda KUH açısından bir teneffüs, ulusal sorun açısından yetersizliklerine rağmen bir ilerleme olduğunu, dolayısıyla eleştirel yaklaşımlarımıza karşın Kürt ulusunun ileriye yönelik her türlü hak kazanımını desteklediğimizi de alenen ifade ediyoruz. Yukarıda yeterince değindiğimizi düşünüyoruz; süreç esasen Kürt ulusu açısından çok ciddi iyileştirmelerle, önemli denebilecek maddi kazanım ve halkların kazanılmasıyla sonuçlanmayacaktır. Ama her halükarda eski durumdan daha ileri bir zeminde olacağı açıktır. Bu, mevcut kazanımlarıyla iddia edilebilecek bir durumdur. Kürt ulusu geçmişine oranla bugün tanınma, muhatap alınma ve meşrulaşma vb vs açılardan önemli kazanımlar elde etmiştir. Ve bunların geri alınması ve yok sayılması da artık kolay olmayacaktır… İfade ettiklerimiz neden kazanımdır? Çünkü KUH mücadelesinin sonucunda kendisine has olan bu hakları Türk hâkim sınıflarına kabul ettirdi! Kazanım olan budur. Aksi halde kabul edilmese de Kürt ulusu kendiliğinden bu haklara sahiptir. Kimsenin ona bahşetmesine de gerek yoktur. Ancak söylenmelidir ki, bu kazanımlar henüz çok yetersizdir. Kürt ulusunun sahip olduğu ulusal haklar ölçeğine göre mevcut durumdaki kazanımlar elbette yetersizdir. Özet olarak ifade edersek, bağımsız devletini kurma-ona sahip olma hakkı olmasına karşın bu hak hala tanınmamıştır vb vs… Dolayısıyla mevcut kazanımlar küçümsenemez olsa da yeterli değildir. Bütün bu bağlamda KUH yürüttüğü müzakerelerde ne kadar ileri haklar elde ederse o kadar iyidir, o kadar gerekli ve zorunludur. Dahası KUH ufkunu bu müzakerelerde elde edeceği kazanımlarla sınırlayamaz-sınırlamamalı, çok daha temel olan hak ve özgürlüklerini kazanmayı en azından saklı tutmalıdır. Yaşanan sürecin kazanımlarını ve müzakere sürecini bir devre arası olarak geliştirmelidir. Maçın skoru bağımsızlık hakkını elde etme olarak belirlemelidir.
Taraflarca olumlanan ‘somut eylem planı’
Gerek AKP iktidarı tarafından gerekse de KUH cephesinden yapılan açıklamalar diyalog sürecinin müzakere sürecine evirildiği ve müzakere sürecinin de olumlu rotada seyredip önümüzdeki genel seçimler öncesinde sürecin sonuçlanacağı şeklindedir. Öcalan tarafından AKP veya ‘TC’ devletine sunulan taslağın Kandil ve AKP iktidarınca esasta olumlu bulunarak üzerinde anlaşıldığı, dolayısıyla somut eylem planının yapıldığı, bu eylem planına göre de sürecin kısa sürede başarıyla sonuçlanacağı taraflarca beyan ve kabul edilerek ifade edilmiştir. KUH cephesinden yapılan açıklamalardan biri, Kobanê’yle ilgili yaşanan ve geçici de olsa süreci tıkama noktasına getiren çeşitli sorunların belli biçimde aşıldığına yöneliktir.
Bu açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla ciddi bir çatışma noktası olan Kobanê meselesinde taraflar belli bir anlaşmaya varmıştır. Diğer konularda zaten esasta belli bir anlaşma sağlanmıştı denebilir. Yani sürecin aksamalar göstermesinde temel problem, Kobanê meselesindeki karşıtlık ve uyuşmazlıktı. Bu esasen aşıldığına göre, söylendiği gibi sürecin sonuçlandırılmasının önünde ciddi bir problem kalmamıştır. Yani tarafların ortaya koyduğu şartlar ve talepler bağlamında sürecin uzlaşmayla sonuçlanmasının önünde engelleyici sorun esasta kalmamıştır.
Karşılıklı olarak bu zeminde pozitif olarak beyan edilenlere karşın, tarafların kimi beyan veya açıklamaları ilk beyanların sağlam bir zeminde olmadığına işaret etmektedir. Karayılan’ın yaptığı açıklamalar AKP’den kaynaklı ciddi sorunların olduğunu göstermektedir. Hatta Demirtaş’ın kimi açıklamaları da olumlu olarak beyan edilen gelişme zemininin sanki hukuksal, resmi ve uzlaşı metni bir taslak üzerinde ortaklaşmış bir zemine sahip olmadığını göstermektedir. Ancak tarafların genel beyanları dikkate alındığında sürecin somutlaşmış bir eylem planı dâhilinde neticelendirileceğini veya neticelendirilmesi için uzlaşmaya varıldığına yöneliktir. Sürecin kaderi KUH’un da olumlu karşıladığı Öcalan’ın müzakere taslağı üzerinde tarafların özünde ikna olarak buluşmasıyla belirlenmektedir. Kuşkusuz ki taraflar provokasyonlara dikkat çekmekte ve bazı güçlerin süreci sabote etmeye yönelik girişimlerde bulunacağına da dikkat çekmektedir. Bunun ise sürecin başarıya götürülmesinde kararlılıkla karşılanmasını eklemektedirler.
Yapılan önemli açıklamalardan biri de, Öcalan’ın çözüm için öngörülen süreçte PKK kongresine katılacağı yönlü olmasına karşın, AKP iktidarı bunu yumuşak geçişle yalanlamış, sürecin selameti için bu tür zamansız vb açıklamalardan sakınılmasını istemiştir. Bu açıklama ve hatta karşı tarafın yalanlama biçimi göstermektedir ki, ciddi bir uzlaşmaya varılmış, genel bir anlaşma sağlanmıştır.
Sürecin önünün hızlı olarak açılmasında Kobanê meselesi kesin rol oynamıştır. Kobanê sürecinde sorunun aşılmış olması, AKP iktidarının taviz vermesi anlamına gelmektedir. PKK’nin bu konuda esasta ve özellikle bugün itibarıyla taviz vermeyeceğini düşünmekteyiz. AKP’nin ise geri adım atmasının hem uluslararası alandaki gelişmeler veya güçlerin baskılanması, hem de Erdoğan’ın seçimler ve seçimler başarısı üzerine kurulu olan başkanlık planı Kobanê konusunda geri adım atacağını güçlü olasılık haline getirmektedir. Ancak AKP’nin Rojava-Kobanê meselesinde köklü-kalıcı ve esastan bir geri adım attığı veya atacağı düşünülemez. AKP ya da ‘TC’devleti emperyalist güçlerin yönetmen olduğu ve Güney Kürdistan yönetimi ve Peşmerge güçlerinin oyuncu olduğu bir oyunun peşindedir. Yani Batı Kürdistan’a yönelik hesapları bitmiş, elini oradan çekmiş değildir. Bu zeminde sorunlar ileriye ertelenmiştir demek yanlış olmaz. Ancak reel gerçekte Kobanê aktüel probleminin aşıldığı anlaşılmaktadır. Son tahlilde Kobanê meselesindeki çatışma eşiği aşılmış, “Barış ve çözüm sürecinde’’ somut bir plan ortaya konularak sürecin tamamlanması takvime bağlanmıştır.
Olumlu esintiyle ılımanlaşan iklimin Kürt ulusu lehine sürmesi büyük isteğimizdir. Ne ki, kazanımlarla ilerleyen Kürtlerin daha kazanması gereken çok şey vardır.