Proleter devrimciler ulusal hareketle girdiği ittifaklarda sınıf siyaseti ve perspektifini bir kenara bırakmış, ulusal harekete endekslenmiş, sınıf devrimi ve genel doğrultusunu terk etmiş ya da ederek ittifaklara girmiş değildir. Ulusal hareket ve ulusal sorun karşısındaki tavrı, sorumluluğu ve bütün bunlardaki anlayış ve politikası temelinde ittifaklara, güç ve eylem birliklerine girmiştir, girmektedir. Ulusal sorun karşısındaki görevleri gibi, demokratik ulusal hareketle dayanışma veya ulusal hareketin ulusal demokratik muhtevasının desteklenmesi, bu çerçevedeki hak ve taleplerini ilerici görerek desteklemesi proleter devrimci politikanın ta kendisidir. Proleter devrimciler öngördükleri ve uygun buldukları şartlarda ittifak gerçekleştirmektedir. İstemedikleri ya da ilke ve genel perspektifleriyle temelde çelişen zeminde ittifak etmiş, etmeye zorlanmış değildir. Bizzat politika ve anlayışları temelinde iradeleriyle girdikleri ortaklıklardır. O halde komünistler açısından sorun yoktur
HABER MERKEZİ (19.08.2016)-Komünist toplum öncesi tüm toplum biçimleri karşıt sınıflardan oluşur, sınıf damgası taşırlar. Sınıflardan teşekkül olan her toplumsal süreç veya toplum biçimi, içinde bulunduğu tarihsel aşamada topluma damgasını vuran sınıftan karakter alır ya da toplumsal sistemin niteliği egemen olan sınıfa göre şekillenir. Söz konusu tüm toplumsal aşamalar sınıflı toplumlar olmakla birlikte, farklı tarihsel koşullardaki toplumlar farklı sınıfların varlığına tanık olur. İlkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist toplumlar aynı zamanda bu toplumlardaki sınıfları da tanıtlar.
Her toplumsal aşama temel iki sınıf zemininde belirir. Burjuvazi ile proletarya sınıfı gibi… Ne var ki, toplumsal teşekkül anlamında her topluma damgasını vuran veya toplumun sınıflılık yapısını belirleyen esasta iki sınıf da olsa, toplumdaki üretim ilişkileri ile üretim biçimindeki gelişmeler, değişimler veya toplumların kendisinden ileri bir topluma geçiş süreçleri toplumu oluşturan temel sınıflarda çözülmelere ve başka sınıfların doğmasına tanıklık eder. Dolayısıyla bu süreçlere maruz olan toplumlar veya toplumsal sınıflar toplumsal süreç boyunca esas karakterlerini ve pozisyonlarını korusa da, bu süreçler kaçınılmaz olarak ara sınıf ve katmanlarının doğmasına yol açar. Misal burjuva sınıfı feodal sınıfın egemen olduğu toplumsal süreçte ve feodal sınıfın egemen olduğu şartlarda onun bağrında doğdu. İşçi sınıfı da feodal toplumun bağrında gelişen burjuva sınıfa koşut olarak serf veya köylü sınıfın çözülmesiyle filizlendi. Daha sonra feodalizmin bağrında gelişen burjuvazi bağrından çıktığı feodal sınıfı tasfiye etti. Burjuva sınıf ile feodal sınıf arasında çatışma yaşanırken, henüz kendisi için sınıf olmayan-sınıf bilincinden yoksun olan işçi sınıfı da belirli süreçlerde feodal sınıfa karşı burjuvaziyle ortak hareket etti ya da onunla birleşti veya yedeklendi diyebiliriz… Ki tarihin cilvesidir ki, burjuva-kapitalist toplum aşamasında, işçi sınıfı önceki toplumda peşine takıldığı burjuvaziye karşı mücadeleye başladı. İşçi sınıfının burjuva sınıfa karşı bu mücadelesi döneminde, daha öncesinin tam tersine bu kez de burjuvazi işçi sınıfına karşı feodal sınıftan destek aldı, işçi sınıfına karşı onunla kol kola girdi…
Sınıflar aralarında egemenlik ve iktidar mücadelelerine tutuşuyor ve toplumlar tarihi bu sınıf savaşları-çatışmaları veya mücadeleleri zemininde gelişip ilerliyordu. Üretim araçları karşısındaki pozisyonlarına göre veya egemen olup iktidara sahip olma durumuna bağlı olarak sınıfların niteliği oluşuyordu. Sınıflar bu mücadeleler boyunca değişiyor, yer değiştiriyordu. Bu değişime bağlı olarak sınıf ilişkileri ve ittifakları da biçimlenip değişiklikler gösteriyordu…
Toplum karşıt iki sınıf temelinde oluşurken, buna uygun olarak esasta iki sınıfın mücadelesine sahne oluyordu. Fakat toplum esasta iki temel sınıftan oluşup, bunlar arası mücadeleyi ifade etse de, ara sınıf ve sınıf katmanları da toplumsal gelişim sürecinin zorunlu sonuçları olarak gündeme geliyordu. Ve bu ara sınıf katmanları tarihsel şartlarla birlikte, kendi sınıf nitelikleri ve çıkarlarına uygun olarak, iki sınıf arasında cereyan eden mücadelede bu sınıflardan birinin yanında yer alıyordu. Toplumsal süreçte temel iki sınıf durumunda olan sınıflar da aralarındaki mücadelede bu ara sınıf katmanlarını yedekleyip yanına çekiyor ya da çekmeye çalışıyordu. Bu ara sınıf katmanları tabii olarak egemen ve iktidarda olan sınıfın sömürü ve baskısı altında olduğu için, ilerici-devrimci nitelik taşıyor ve tabiatıyla iktidar eden sınıfa karşı ilerici-devrimci olan diğer sınıf cephesinde, yanında yer alıyordur. Sınıf kökeni ya da pozisyonu gereği ilerici-devrimci sınıfın parçası, dostu, müttefiki durumundaydı, durumundadır.
Buradan çıkarılması gereken sonuç; 1)- Her toplum iki temel karşıt sınıftan teşekkül olsa da hiçbir toplumda salt iki sınıfın varlığından söz edilemeyeceğidir. Özellikle belirli aşamalarında her toplum bu ara sınıflara tanık olmuş, katıksız iki sınıf durumunda olmamıştır. 2)- Muhtelif toplumsal süreç ya da aşamada toplumun ana sınıflarından biri olan ve iktidardaki sınıfın baskı ve sömürüsüne maruz kalan, aynı zamanda üretim araçları karşısındaki pozisyonu gereği de devrimci-ilerici durumunda olan sınıfın, iktidar eden sınıfa karşı yürüttüğü mücadelede kendi sınıf cephesinde ilerici-devrimci nitelikte olan ara sınıf katmanlarıyla ittifaklar yaptığı gerçeğidir. 3)- Aynı sınıf kökeninden olarak ya da halk sınıf katmanları arasında yer alıp devrimci-ilerici olan ara sınıf katmanlarının bu nitelikleriyle birlikte sınıf çıkarları gereği devrimin müttefik güçleri olduğu gerçeğidir. 4)- Hemen hiçbir sınıf ya da tarihsel koşulda devrimci olan sınıfların hiçbiri iktidardaki egemen sınıfa karşı mücadelesinde müttefikleriyle ittifak-birlik yapmadan devrim yapıp iktidara gelmemiştir. Her devrim süreci aynı sınıf kökenine sahip olan ilerici-devrimci sınıf ve ara katmanlarının ittifakı temelinde gelişmiştir. 5)- O halde salt sınıfçı yaklaşımla devrimin müttefikleri durumundaki halk sınıf tabakaları arasında yer alan demokratik ve devrimci güçleri kapsayan bir ittifak-birlik siyasetimizin olmasıyla birlikte, sınıfın birleşebileceği her devrimci dinamiğin istisnasız olarak devrime dâhil edilmesi perspektifi benimsenerek pratikleştirilmelidir. Sınıflar mücadelesi tarihi tecrübesi ve tüm deneyimi bunu açıklamakta, doğrulamakta ve kanıtlamaktadır.
Proletarya ve emekçi halk sınıf katmanlarının egemen burjuvaziye karşı iktidar mücadelesi bu yolu izleyecektir, izlemek zorundadır. İki sınıf cephesi esastır. Mücadelenin tümü son tahlilde bu sınıfların mücadelesi olarak ad alır. Ne var ki, her sınıf kendi kuvvetlerine dayanarak sınıf birliği ve cephesini inşa eder, bu zeminde zafere ilerler. Kendi sınıf bileşenlerini yadsıyan ya da bu bileşenleriyle birleşmeyip bu enerjiyi çarçur eden bir sınıf davranışı önünde sonunda karşıt sınıflara-sınıf düşmanlarına hizmet etmiş ve hatta kendi sınıf kuvvetlerini son tahlilde karşı-devrime itmiş olur.
Sınıflı toplum realitesinde üretim ilişkileri maddi temeli üzerinde ve sınıfların karşılıklı ideolojik etkileşimi içinde farklı şekillenen sınıfsal unsurlarını yok sayıp tek sınıf biçimine sığdırmak, gerçeği reddeden iradeci ve mekanik kaba materyalist yaklaşımdır. Farklı şekillenen sınıf unsurları(ara sınıflar) realitesini reddetme inkârcılığı, tekçi-monolitik ve benmerkezci görüş açısı olarak sakat olduğu gibi, demokrasi kültürü ve devlet anlayışı açısından çürük bir görüştür de. Sınıf iktidarı, devleti, diktatörlüğü anlayışı devrimci sınıf güçlerini yadsıyan bir devlet anlayışı değildir. Proleter devlet anlayışı bu değildir. Sosyalist devlette, devlet veya diktatörlüğün sınıf niteliği proleter olmakla birlikte, bu devlet halk sınıf güçlerini ihtiva eden ve onların çıkarlarını temsil eden bir devlet biçimidir. Sosyalist devleti organik olarak saf proleter sınıf bileşeni olarak kavrayan anlayış tüm toplumsal gerçeğe ters olduğu kadar, bilimsel sosyalizm teorisine de aykırıdır. Bu devlet-demokrasi anlayışı şimdiden başarısızlığı davet eden proletarya diktatörlüğü adına parti diktatörlüğü anlayışıdır
Proletaryanın enternasyonalist çizgi ve evrensel ideolojisi her parçada aynı olup değişmez. Sadece coğrafyaların somut koşullarına göre biçimler alır, somut çelişkilere göre somut siyasetlere bürünür. Evrensellikle özgünlüğün iç içe olduğu doğrudur. Her genelde özel, her özelde de genel vardır. Bunun gibi, proletarya devleti ve bunun bileşenleri de evrensel ilkelerde aynı ama özgül ilkelerde farklı biçimler kazanır. Bunu reddetmek somut koşulların somut tahlili ilkesinde can bulan MLM’nin canlı ruhunu öldürmek, MLM felsefi bilimi dogmaya dönüştürmektir. Proletarya tüm iktidar mücadeleleri boyunca evrensel ilke ve ideolojisine uygun strateji güderken sınıf düşmanlarına karşı sınıf müttefikleriyle ittifak yapmayı da ihmal etmedi. Dolayısıyla proletaryanın evrensel siyaseti, dost-düşman ayrımı temelinde müttefikleriyle birleşme, ittifak etme ya da ortak sınıf cephesini örme temelinde biçimlendi. Bu bir rastlantı ya da keyfi bir tercih meselesi değil, nesnel toplumsal gerçekten beslenen bir zorunluluk ya da gereksinimin ürünüydü. Proletarya burjuva sınıfa karşı iktidar mücadelesinde dostlarıyla ittifak yaparken, bu ittifaklarının çıkarlarını da iktidarda temsil etti. Bir biçimde ya da teorik esasta bu ittifaklarını iktidara taşımış oldu. Uygulamalar bir dizi hatayı barındırsa da, proletarya iktidarının teorik yönelimi veya doğrultusu bu iktidar biçimini öngören şekildeydi. Buna karşın karşıt sınıfları ise iktidardan alaşağı etmekle birlikte, kendi iktidarında bunlara yer vermedi. Fakat bu durum sosyalist devlet veya toplumun sınıfsız olduğu, sınıf mücadelelerinden bağımsız olduğu anlamına gelmiyordu. Bilakis bilenmiş devrik sınıflar uluslararası burjuvaziyle ilişki içinde sosyalist devleti yıkmak üzere daha keskin mücadelelere girişti. Dahası buradaki sınıflı toplum realitesi, proletaryanın esas yanı oluşturup damgasını vurmasına karşın iki temel sınıf niteliğiyle karakterize oluyordu. İki temel sınıf toplumdaki sınıf çelişkileri ve ilişkilerine damga vursa da, toplum ortası kalın uçları ince bir çubuk misali büyük ara sınıf katmanlarıyla billurlaşıyordu. Sınıf etkileşimleri bu realitede çok daha etkili oluyordu. Ara sınıf durumundaki küçük-burjuvazi proletaryanın müttefiki olarak da olsa toplumun büyük yığınlarını temsil ediyordu. Kaypak sınıfsal niteliğe sahip olan küçük ve orta burjuvazi sınıflar arası geçişler yapmaya en uygun büyük yığını oluşturuyordu. Bu yığının kaypak sınıf karakteri gereği burjuva sınıf tarafından yedeklenmesi de olanaklı oluyordu. Bu durum ekonomik sınıf zemini ve siyasi sınıf niteliğiyle geri dönüşlerin nesnel zeminini güçlü kılıyordu. Doğru politikalar temelinde bu ara sınıfların proletarya ve iktidarıyla birleştirilmemesi bu tehlikeyi daha güçlü kılan hal alıyordu. Aynı sınıf etkileşimi içinde ve nesnel zeminde proletarya ya da komünist parti de içten burjuvalaşma tehdidinden kaçamıyordu. Geri dönüşler bu zemin bütünlüğünde olanaklı hale geldi. Geri dönüşlere karşı yeni bir strateji ya da yönelim olarak Büyük Proleter Kültür Devrimi ile yeni bir süreç başladı. Bu süreç ideolojinin yeni bir nitel aşamaya ulaşmasının da tarihiydi… Ancak son tahlilde Kültür Devrimi’ne rağmen de geriye dönüşler gündeme gelerek nihai olarak önlenememiş oldu… Bu durum Maoist Komünist Hareket’in devlet-demokrasi anlayışında yeni arayışlara girmesine ve bu zeminde bir dizi tartışmalara vesile oldu.
Bu tartışmalar devlet ve demokrasi anlayışının yeniden ele alınması zemininde yürüyerek belli aşamalara ulaştı ve günümüzün önemli tartışması biçiminde devam etmektedir. Bu zeminde Maoist Komünist Partisi’nin sosyalist iktidarda çok partililik zemininde ortaya koyduğu tez, devlet ve demokrasi anlayışında temel bir ilerlemeyi ifade etmektedir. Bu yeni anlayış gereği, geleceğin devletinin bugünden öngörülen demokrasi kültürü-anlayışıyla mutlak ilişki içinde ele alınıp, demokrasinin farklılıklarını tanıyarak saygı duyan ve hak-özgürlükler sorununda daha kapsayıcı bir devlet biçimi olarak demokratik güçlere sosyalist devlette ifade, irade ve örgütlenme hakkıyla anlam kazanan çok partililik biçimi olarak ortaya kondu.
Bütün bunların anlamı, proletaryanın devrimden çıkarı olan devrimci ve demokratik güçlerle birlikte yönetme ve onları iktidarın parçası haline getirerek söz ve örgütlenme hakkı temelinde demokratik haklarını tanıma, sosyalist anayasaya bağlılık kaydıyla iktidarı paylaşma, birlikte yönetme demektir. Fakat buraya gelmeden önce iktidar mücadelesi döneminde de geleceğin iktidar bileşeni olan bu devrimci veya demokratik güçlerle ittifaklar yapmanın zorunluluğu da tabii olarak gündeme gelmektedir. İşte eylem ve güç birlikleri, ittifak, birlik ve cephe biçimleri bu zeminde gereksinim olan stratejik yönelime bağlı somut siyaset ya da pratiklerdir. Ki, bunlar gerçekleştirilmeden devrimin zafere taşınması düşünülemeyeceği gibi, muhtemel devrimin korunarak iktidarın elde tutulmasına hizmet eden koşulların da bugünden baltalanması anlamına gelecektir.
Yukarıdaki stratejik yaklaşıma paralel olarak, güncel siyasi görev ve mücadelenin yürütülmesi de bu ittifak, birlik ve cephe biçimlerini somut bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkarmaktadır. Değişik biçim ve konular şahsında gerçekleştirilen eylem ve güç birlikleri, her birinin somut görev ve içeriğine uygun olarak, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-kapitalist ve devrimci sınıf kuvvetleri niteliği temelinde tüm demokratik güçlerle gerçekleştirilen değişik biçimlere bürünürler. Değişik görev ve konulara göre değişik isim ve niteliklere ayrılırlar. Bir sorun, çelişki, konu üzerinde kısa vadeli eylem ve güç birlikleri gerçekleşebileceği gibi, nispeten kapsamlı konu ve çelişkiler görevinde daha uzun vadeli biçimlerde gerçekleştirilebilir-gerçekleşebilirler.
Bu ittifak, güç ve eylem birliklerinin gerçekleştirilmesinde muhatap güçlerin devrimci halk sınıf cephesinde olması dolayısıyla demokratik nitelikte olması ve sağlanan ittifak, güç ve eylem birliği biçiminin demokratik normlara uygun şartlara sahip olmasından öteye esasa dair başka bir şart ve ilke ileri sürülemez. İdeolojik, siyasi, örgütsel çizgide aynılık gibi şartların aranması bunlarda geçerli olamaz. Birlik, ittifak, cephe biçimlerinin temeli sınıfsaldır. Devrimden yana olan ve devrimde çıkarı olan sınıf ve ara sınıflar devrimci olup bu sınıfsal temelin bileşenleri, dolayısıyla birlik-ittifak-cephe anlayışının dâhil alarak dışlamadığı kesimlerdir. Sadece stratejik zemindeki birlik ve ittifaklardan söz edip bunları siyasetin merkezine oturtmak siyasetteki kısırlığı aşmaz. Stratejik anlamda devrim saflarında olmayan ara sınıf kesimlerin, büyük burjuva veya egemen durumdaki burjuva nitelikte olmayan belli kesimlerin göreli şartlar ve somut çelişki ya da siyasi şartlarda büyük burjuva/egemen sınıf durumundaki burjuvaziye karşı devrimci sınıflarla geçici ortaklıklar sağlaması, şartlı ve göreli olarak ortak hareket etmesi ya da belli siyasi şartlarda ve belli çelişkiler şahsında eylem birliğine girmesi son derece mümkündür. Bunlarla devrimin çıkarları korunduğu müddetçe eylem birlikleri yapmak devrim lehinedir. Ki şartları ortadan kalktığında bu birlikler de objektif ve subjektif olarak ortadan kalkarlar. Ama ortadan kalkma koşulları gelişmeden, bilakis geçici de olsa birlikte hareket etme şartları olduğu halde eylem birliği yapmamanın haklı ve anlaşılır bir tarafı olamaz. Devrimci pragmatizm elbette benimsenmelidir. Son tahlilde yapılan şey, karşıt sınıf egemenleriyle bir sınıf işbirliği değil, somutta ya da mevcut siyasi konjonktürde ilerici olup devrimden yana yer alan, dolayısıyla sınıfsal köken itibarıyla ve politik açıdan devrimci olan muhtelif bir kesimle devrimin çıkarları uğruna gerçekleştirilen eylem birliğidir.
Stratejik değerdeki birlik-ittifak-cephe biçimleri farklı ama bunlardaki taktik biçimler daha farklıdır. Stratejik anlam taşıyan, böyle ele alınan veya devrimsel bir süreç boyunca başvurulan uzun vadeli birlik-ittifak-cephe pratikleri ya da politikaları madalyonun bir yüzü, taktiksel aşama ve değerde belirli süreleri kapsayan birlik-ittifak-cephe biçimleri de ikinci yüzüdür. Burada madalyonun ikinci yüzünde kastedilen taktik politika ve pratikler, yani taktik biçimler kısa süreli olabileceği gibi, oldukça uzun bir süreci de alabilirler. Tekrar edelim ki, bahsini ettiğimiz somut ve tek tek birlik-ittifak-cephe biçimleri pratiği taktik iken, bunlara dönük politikamız stratejiktir. Bu anlamda birlik-ittifak-cephe gibi pratikleri devrim sürecinin zorunlu unsurları olarak stratejik anlayışla ele alırız. Fakat bu kapsamdaki birlik-ittifak-cephe biçimlerinin her birini somut bir mesele olarak somuttaki koşullarına göre pratikleştirmek ya da yapmamak taktik anlayış ya da siyasettir. Daha da önemlisi bu taktikler stratejik yönelim ve anlayıştan bağımsız olmayan değerde önemli taktiklerdir. Kürt Ulusal Hareketi ile sağlanan veya benimsenen (güç-eylem birliği, ittifak gibi) birlik biçimleri anlamsızca yürütülen başat eleştirilerden biridir. Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik bir hareket olduğu, politik olarak devrimci rol oynadığı, bütün bunların ötesinde ulusal kurtuluş savaşları ya da devrimlerinin (hareket(ler)in de denebilir) proleter dünya devrimin yedeği-müttefiki olduğu gerçeği göz önüne alındığında bu eleştirilerin sorunlu olduğu, tersinden ulusal demokratik hareketle geliştirilen pratik ve anlayışların da sağlıklı olduğu açıktır.
***
Kürt Ulusal Hareketi’nin “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak değerlendirilemeyeceği şeklinde itirazların yükselmesini öngörmekteyiz. Kuşkusuz ki, bu tanımlama sorunlu olup tam gerçeği ifade eden, dolayısıyla tam doğru olan bir tanımlama değildir. Kürt Ulusal Hareketi’nin “Kürt Özgürlük Hareketi” niteliğinde değerlendirilmesi ancak söz konusu hareketin ulusal nitelikten çıkıp sınıfsal niteliğe oturmasıyla olanaklı-isabetlidir. Daha yalın olarak sınıf orijinine oturup demokratik ya da sosyalist devrimi savunması durumunda “özgürlük hareketi” olarak değerlendirilebilir. Kürt Ulusal Hareketi’nin “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak tanımlanmasındaki bu hatalı değerlendirme, ulusal özgürlük boyutuyla belli bir gerçekliği taşır. Ama ulusal dokusu gereği ve sınıfsal perspektiften yoksun olması nedeniyle özünde gerçek bir özgürlük hareketini karşılamaz. Çünkü ulusal temelde bir özgürlükten söz edilse de, bu ulusal özgürlük salt ulusal zeminde olup sınıf temelinde bir özgürlüğü getirmez, bunu hedeflememektedir de. Ulusal kurtuluş ya da özgürlük milli tahakküme karşıdır, sınıf egemenliği, sınıf çelişkileri, sömürü gibi temel sınıf konularında bir özgürlük hedefine, içeriğine ve hedefine sahip değildir. Bu anlamda ulusal hareketin temsili ulusal özgürlük anlamında belli bir karşılığı olsa da, gerçek özgürlük anlamında “özgürlük hareketi” olarak tanımlanamaz
Fakat bu doğru, en çıplak biçimde demokratik niteliğe sahip olan ve hatta mevcut siyasi şartlarda politik olarak devrimci rol oynayan, dahası mevcut konjonktürde ulusal hareketler düzleminde en ileri-modern bir hareket niteliğinde olan Kürt Ulusal Hareketi’yle ittifaklara girilmesini yadsımaz. En önemlisi de göreli de olsa sınıf hareketine son derece olumlu tutum içinde olup ittifaklar sağlama iradesi-pratiği sergileyen, egemen sınıflara karşı taktiksel de olsa yürüttüğü savaşla ciddi darbeler vuran ya da keskin bir mücadele içinde olan bir hareketle, salt ulusal hareket olduğundan dolayı ittifak yapmaktan imtina edilemez, hele bu sınıf tavrı adına hiç yapılamaz. Dolayısıyla mevcut ulusal hareketle güç ve eylem birlikleri, ittifak ve “cephe” zemini yeterince vardır.
Komünistlerin milliyete dayalı örgütlenme anlayışlarının olmamasına karşın bu zemin de vardır. Muhtemel ikinci itiraz noktasının da milliyetlere göre örgütlenme perspektifinin proletaryaya ait olmamasının oluşturduğunu öngörmekteyiz. Şüphesiz ki, komünistler, devrimciler milliyetlere göre örgütlenme anlayışını benimsemez, benimsememektedirler. Zira milliyetlere göre örgütlenme anlayışı proletarya ve halk kitlelerini milliyetlerine göre bölüp ayıran, son tahlilde milliyetçiliği körükleyen burjuva bir anlayıştır. Ancak proleter devrimcileri ulusal hareketle ortak mücadele birliklerine girmesi ulusa göre örgütlenme anlayışını onaylayan bir anlayış ve yaklaşım değildir. Bilakis sınıf perspektifi ve politikasıyla sınıf devriminin çıkarları esasına göre gerçekleştirilen ittifaklardır.
Proleter devrimciler ulusal hareketle girdiği ittifaklarda sınıf siyaseti ve perspektifini bir kenara bırakmış, ulusal harekete endekslenmiş, sınıf devrimi ve genel doğrultusunu terk etmiş ya da ederek ittifaklara girmiş değildir. Ulusal hareket ve ulusal sorun karşısındaki tavrı, sorumluluğu ve bütün bunlardaki anlayış ve politikası temelinde ittifaklara, güç ve eylem birliklerine girmiştir, girmektedir. Ulusal sorun karşısındaki görevleri gibi, demokratik ulusal hareketle dayanışma veya ulusal hareketin ulusal demokratik muhtevasının desteklenmesi, bu çerçevedeki hak ve taleplerini ilerici görerek desteklemesi proleter devrimci politikanın ta kendisidir. Proleter devrimciler öngördükleri ve uygun buldukları şartlarda ittifak gerçekleştirmektedir. İstemedikleri ya da ilke ve genel perspektifleriyle temelde çelişen zeminde ittifak etmiş, etmeye zorlanmış değildir. Bizzat politika ve anlayışları temelinde iradeleriyle girdikleri ortaklıklardır. O halde komünistler açısından sorun yoktur
Sınıf hareketiyle birliklere girme, sınıf devriminin çıkarlarına hizmet etme pratiklerinde bulunma ya da yer alma tavrı ulusal hareket açısından ulusal hareketin kendisiyle çelişmesi manasına geliyorsa, bu pratiklerde yer alması komünistlerin sorunu değil, doğrudan ulusal hareketin kendi sorunudur.
Somut siyasetler ya da taktikler, gündemdeki gelişmelere, aktüel durum ve pozisyona, siyasi şart ve anda devrim çıkarlarının temsil edilip edilmediğine, bu şartlarda oynanan role, bu rol ve pozisyonun ya da durumun somutta devrime hizmet edip etmediğine göre belirlenirler. Elbette faydalı olan her şey mubah görülemez. Dolayısıyla bütün birlik biçimlerinde belli ilkeler zemini, demokratik niteliğin olup olmaması ya da halk sınıf katmanları ve güçlerinden olunup olunmaması gibi ölçekler es geçilmeden gözetilir.
Üçüncü bir itiraz ya da eleştiri noktası ulusal hareketin gireceği muhtemel hatalı eylemlerin ulusal hareketle ittifak eden ya da güç ve eylem birliği gerçekleştirmiş durumda olan komünistlere de sorumluluk yükleyeceği veya komünistlere karşı tepkinin doğal zemini olacağı kaygısıdır. Bu kaygı elbette belli bir gerçekliğe dayanan ve anlaşılır olan bir kaygıdır. Fakat komünistler bu muhtemel hatalara karşı silahsız veya eli-kolu bağlı değildirler. Gerçekleştirdikleri doğru ittifaklar, komünistlerin ilkesel duruşlarını rafa kaldıran bir bağlayıcılığa sahip olamaz. Mevcut ittifak veya güç-eylem birliklerinin bağımsız iradeyi ipotek edemeyen anlaşma zemini veya prensipleri bunun açık göstergeleridir. Bu ittifaklarda kayıtsız şartsız bir uyum ve süreğenlikten bahsedilemeyeceği gibi, bağımsız siyasi iradelerin bağımsız tavrı hükümlerle karar altına alınmıştır. Dahası, komünistler özellikle halka zarar veren, sivilleri hedef alan hatalı eylemler karşısında hiçbir tereddüt taşımadan görüş ve tavırlarını açıklamış, tutum almış durumdadırlar da.
Öte taraftan ulusal hareketin mevcut pratiği-eylem çizgisi halka veya sivillere yönelim pozisyonunda değildir, esasta olumlu zemindedir. Bu durum elbette başkalaşabilir. Durum değiştiğinde ise gerekli eleştiri ve tutumlar da elbette gündeme gelecektir. Ulusal hareket cephesinde esasta istem-irade dışı gelişmeler temelinde sivil ya da halkın zarar gördüğü tekil eylem gündeme gelmiştir. Genel anlayış olarak halka zarar veren eylemlere karşı olduğumuz açıklanarak tavrımız net biçimde ortaya konmuştur. Kaldı ki, eylemi üstlenen TAK üzüntüsünü belirterek sivillerin zarar görmesini-ölmesini istem dışı bir kaza olduğunu açıklamıştır. Açıklamada tutarsızlıklar ve anlayış zayıflıkları-zaaflar olsa da, açıktan bir savunu yapılmamış, tersinden özür dilenmiştir. Dahası KCK doğrudan halka zarar veren eylemler kimden gelirse gelsin karşı çıkılmalıdır diyerek karşı çıktığını deklare etmiştir. Bu zemin çelişkileri bakımından tartışmaya muhtaç olsa da, halka zarar veren eylemlerin savunulmaması anlayışın esasta olumlu olduğuna işaret etmektedir.
Bizler, ulusal hareketin kitlelere zarar veren eylemlerinin bir çizgiye veya genel eylem çizgisine dönüşmeden irade dışı gelişen tek tek eylemler biçiminde kalması durumunda genel anlayış temelinde yaklaşarak gerekli hassasiyetin gösterilmesinde uyarıcı eleştirilerde bulunuruz. Ancak halka zarar veren eylem biçimleri sistemli bir çizgiye dönüşürse, genel bir eylem ve yönelim çizgisi haline gelirse, işte o zaman sorunu ilkesel bir mesele olarak değerlendirir ve daha ciddi düzeyde tartışma ve tavır konusu yaparız. İlkesel tavrımızda bir tereddüdümüz olamaz. Özcesi bu zemindeki kaygı da ulusal hareketle mevcutta geliştirdiğimiz devrimci pratiklerimizin yanlış olduğunu doğrulamaz. Hele Türk hâkim sınıflarının Türk milliyetçiliği zehriyle etki altına alınmış halk kitlelerinin bu milliyetçiliğin etkisiyle gösterdikleri tepkilerden ötürü devrimci ittifaklardan ve özelliklede kıyımdan geçirilen Kürt ulusuyla dayanışma çizgimizden ödün veremeyiz
Tepkinin niteliği, haklılığı haksızlığı gözetilmeden salt halktan tepki alınır gerekçesiyle doğrulardan taviz verilemez. Şayet tepkinin nedenleri ve nasıl ya da hangi şartlarda gündeme geldiği analiz edilmez ve buna uygun bir metotla bu tepkiler dikkate alınmaz ya da tepkilere karşı yaklaşım buna uygun belirlenmezse, kitle kuyrukçuluğuna düşmenin bir kader olmayacağı açıkken, aynı tepkiler nedeniyle silahlı eylemden ve hatta devrimci mücadeleden tümden vazgeçme pozisyonuna düşmekten kurtulamayız. Öyle ya bu büyük kitleler silahlı eylemden, devrimci mücadeleden genellikle ürkmekte ve silahlı mücadele veya devrimci savaşın bırakılmasını istemektedirler. Dahası bu büyük kitlelerin önemli bir bölümü Erdoğan/AKP güruhunun destekçisi, savunucusu durumunda olup iktidara karşı her muhalefet ve eleştiriyi bile büyük bir tepki ve nefretle karşılamaktadırlar. Eğer tepkinin doğru mu, yoksa yanlış mı olduğuna bakmaksızın derhal bu tepkiye uygun pozisyon alırsak asla devrimci bir çizgi ve politika yürütemeyeceğimizi bilmek durumundayız. Halkın hâkim sınıflar tarafından manipüle edilip bilincinin bulandırıldığı, somut durumda ırkçı-tekçi faşist Türk milliyetçiliği zehriyle zehirlendiği alenidir. Bu halkın tepkisine göre hareket edemeyeceğimizi söylemekten çekinemeyiz. Halkın her zaman ve her durumda doğru söylediği, doğru tepki verdiği bir safsatadan ibarettir. Ki tersi olsaydı, aydınlara, öncülere veya dışarıdan bilinç götürülmesine ihtiyaç olmazdı…
Maoist yelpazede olan-olmayan devrimci hareket arasında gerekli olan dayanışma, işbirliği, yakınlaşma ve dostluk ilişkileri bugün umut verici mecrada somut gelişmeler biçiminde yaşanmaktadır. Bu gelişmeler stratejik değerdeki cephe ve birliklerin ön adım veya alıştırma safhası olarak önemlidir. Sosyalist ve devrimci hareket arasında devrimci kültüre ve devrimin ihtiyaçlarına uygun olarak gelişen bu süreç devrimci kitleleri sevindirirken ya da sevinçle karşılanırken, kendisine unvan biçen kimi “ileri-üstün akıllar” tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmakta, eleştirilmektedir. Bu tavır ve tutumun tarihsel bir sınav değerinde önemli olduğu söylenebilir. Ne ki, en muntazam gelişmeler bile eleştiri ve muhalefet akınından kurtulamamıştır. Bu bir nevi diyalektiğin tezahürüdür. Zira özünde diyalektikte denge, eşitlik, teklik denen bir şey yoktur. Öte taraftan herkesin onayladığı veya muhalefetin-eleştirinin olmadığı şartlar kuşkulu koşullar olmakla birlikte, ilerleme dinamiği zayıf olan koşullardır da. Dahası demokrasinin dışavurumu olarak da eleştiri ve muhalefet son derece olağandır. Halkın birleştirilmesi gibi ulvi bir eylem ve amaç da geri dirençle karşılaşabilir. Ancak hiçbir ters kuvvet ve direnç devrimi yok etmeye muvaffak olmadığı gibi, devrimin ön şartı olan halkın birliğini de engelleyemeyecektir. Devrimci cepheden gelişen eleştiri ve muhalefet de bir ideolojik mücadele tahriki vesilesi olarak ve son tahlilde halkın birleştirilmesi çabasına hizmet etme işlevi görecektir. Ancak devrimci güçlerin çeşitli format ve görevler ekseninde birleşme biçimleri geliştirmesine karşı gösterilen ters orantılı reaksiyon asla anlaşılır değildir. Olağan olan devrimcilerin dayanışma ve birlikler pratiği içinde olmasıdır. Ülke devriminin ve devrimci hareketinin zaafları ve gelişememesinin nedenleri tartışılırken herkes istisnasız olarak devrimcilerin dağınıklığını, parçalı mücadelelerin varlığını, gerekli birliklerin geliştirilememesini ve dostluk-dayanışma kültürünün zayıf olarak dar grupçu eğilimin egemen olmasını sıralar. Ancak bugün doğru orantılı adımların atılması ters bir reaksiyona yol açmıştır. Bu reaksiyon yelpazesinin güdük denecek kadar küçük olması ise olumluluğun başka bir boyutudur.
Halkın birliğinin gerçekleştirilmesi son derece çetin ve zorlu bir süreç olacaktır. Ama her şeye karşın halk kitleleri suçlanamaz, manipüle edilip kendilerine yabancılaştırıldıklarından sorumlu tutulamazlar. Israrla her türden burjuva gerici ideoloji ve kültürün etkisi kırılarak milliyetçi yarıklar kapatılıp, proletarya enternasyonalizmi zemininde tüm uluslardan halkların birliği, ulusların kendi kaderini tayin hakkı/bağımsızlık hakkı ve büyük ulus küçük ulus şovenizmine düşmeden tüm ulusların tam hak eşitliği temeline dayanan ortak yaşamın sürdürülmesinin şartı olarak geniş bölgesel özerklik ve yerinde yönetim modeliyle, son tahlilde Sovyet, Komün, Konsey, Meclisler örgütlenmesi biçimi altında Sosyalist Cumhuriyetler Birliği propaganda edilmelidir