HABER MERKEZİ (26.11.2016)-Durum nedir, ne yönde-nereye ilerliyor? Bu soruya has parametrelerin isabetle tahlil edilmesi, içinden geçilen süreç ya da durumun bu parametreler üzerinden doğru tespit edilerek gidiş rotasını belirlemek için gerekli olmakla birlikte, söz konusu sürece özgü doğru siyaset ve tavrın saptanması için de gereksinimdir. Durumun siyasi tarifi, hiç zorlanmadan sivil faşist darbe iktidarı ya da koşulları altında uygulanan açık faşizm olarak yapılabilir. Ki bu tanımlama bağrında ciddi olduğu kadar ağır ve kapsamlı ırkçı-faşist dalga ve gelişmenin unsurlarını bolca taşımaktadır. Bunların oluşturduğu toplam durum açıklandığında durumun nereye doğru evirildiği de kendiliğinden açığa çıkar.
Bunları kısaca özetlersek; olağan üstü hal, kanun hükmünde kararnameler yönetimi ve bunların yasallaştırarak zemin sunduğu anayasanın iğdiş ederek rafa kaldırılması, ırkçı-faşist tekçiliğin tek adam sultasına çıkarılarak fiilen yürürlüğe sokulması, aynı zeminde halkın ve Kürt ulusunun iradesini hiçleştirme değerinde seçilmiş olan Kürt belediyelerin korsan ve çeteci hukukla gasp edilip kayyum usulüyle siyasi iktidarın memurlarınca yürütülmesi, seçilmiş olan Kürt belediye başkanlarının aynı hukuksuzluk ve keyfiyete dayalı ırkçı-faşist baskılara maruz bırakılması ve tutuklanması, yine seçilmiş olup Kürt ulusunun demokratik iradesini temsi eden Kürt milletvekillerinin tutuklanıp yargılanması, demokratik derneklerin kapatılması, gazetelerin kapatılması, gazetecilerin tutuklanıp hapsedilmesi, paralel çetenin tasfiyesi bahanesiyle demokratik kurum ve unsurların tasfiye edilerek görev ve işlerinden atılması şeklinde tam keyfiyetçi azılı faşist devlet terörü olarak ifade edilebilir.
Buna dış politika veya uluslararası alan ve ilişkilerdeki yansımaları da eklemek gerekir ki, içte uygulanan bu açık faşizm, ırkçı-faşist Türk milliyetçiliği ekseninde Misak-ı Millici, Osmanlı yayılmacılığı ve barbarlığı öykünmeciliğiyle (ve içsel arzusuyla) Suriye ve Irak devlet sınırları ile Kürdistan topraklarına dönük işgalci ve savaş kışkırtıcısı bir politika izleyerek bölgede gerici bir tehdit olma özelliği de taşımaktadır. Rusya ile ilişkiler düzeltilse de, ABD ve AB ile ilişkilerde ciddi sorunlar yaşamakta, AB ile birlik süreci müzakerelerinin AP’de yapılan oylamada ezici çoğunluk oylarıyla dondurulma kararının alınmasıyla ve bunun sonuçlarıyla karşı karşıyadır. Doların TL karşısındaki rekor yükselişi, yani TL’nin değer kaybederek ekonominin sarsılarak kırılganlığını ciddi krize doğru derinleştirmesi ve bu sürecin önümüzdeki dönemde daha ağır his edilmesi gerçekliği, Merkez Bankası’nın Erdoğan’ın talimatıyla faiz indirimine gitmesinin nispi olarak sağladığı olumlu eğilimin AP kararıyla anlamsızlaşıp Doların tırmanışını sürdürmesinin yarattığı ekonomik handikap, ‘’TC’’ veya Erdoğan iktidarının dünya ölçeğinde ciddi bir tecritle yüz yüze kalması, Suriye-Irak ve Kürdistan topraklarındaki işgalci varlığın bu devletlerle ilişkileri çatışma-savaş noktasına getirmesi ve Türk askerin buralarda kayıplar vermesi, bu asker kayıplarının iç siyasete etkileri vb vs bütün bu realite ‘’TC’’ devleti ve somutta Erdoğan-AKP iktidarının izlediği politikanın sonuçları olarak karşı karşıya kaldıkları durumu gözler önüne sermektedir. Bu durumun, ‘’TC’’ devleti ve mevcut iktidarın lehine olmadığı, bilakis ciddi bir darboğaz ve ekonomik-siyasi krizlere gebe olup bizzat içinde olduğunu teyit ettiği aşikârdır.
Aleyhte olan durumun diğer bir yanı ise, Kürt ulusal hareketi ve Kürt ulusunun giderek uluslararası meşruiyet kazanan direniş ve savaşının dinamik olarak ciddi bir tehdit oluşturması ve özellikle de ‘’TC’’ ekonomisinin adeta savaş ekonomisiyle yüklenmesi gerçekliğinin yarattığı koşullar, öte yandan demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin oluşturduğu mücadele dinamiği ve bunun giderek halk kitlelerinin iktidarın faşist baskı ve terörüne karşı gelişen tepkisiyle bütünleşerek ciddi toplumsal hoşnutsuzluğu biriktiren zeminde patlamalara hazır hale gelmesi gibi etmenler de Erdoğan-AKP iktidarını bekleyen zor günlerden teşekküldür.
Evet, bu durum, mevcut iktidarın bir batak ve çöküş yolunda ilerlediğini gösterir. Nesnel durumun devrim için uygun koşullar taşıdığı veya devrimci durumun esasta iyi olduğu her bakımdan açıktır. Dolayısıyla gidişatın yönü esasta iktidarın iflasına doğrudur. Fakat objektif olan bu şartlar iktidarın çöküşü için son derece elverişli olsa da, iktidarın gerçek manada çöküşü için nesnel durumu devrimci rotada kullanacak siyasi öncü veya örgütlü harekete mutlak suretle ihtiyaç vardır. Ki, bu önderlik rolü veya sübjektif şart dediğimiz siyasi rol olmadan ya da yeterli olarak olmadan iktidarın devrimci temelde çöküşü sağlanamaz. Nesnel şartlar kendiliğinden devrime çıkmaz, nesnel koşullara paralel sübjektif koşul denen önderlik veya partinin yeterlilik düzeyinde olması şarttır. İşte bu önderlik boşluğu veya bahsi geçen uygun nesnel devrimci şartları ve birikimi harekete geçirerek yönetip devrime doğru yönlendirecek role, sadece teori ve politika alanında değil, pratik örgüt temsilinde de, yani siyasi-örgütsel güç bağlamında da yeterliliğe sahip bir siyasi partinin (Maoist Komünist Partisinin) olması şarttır, yaşamsal önemde ihtiyaçtır.
Durumun devrimci gelişme açısından uygunluğu ve ihtiyaçları üzerine yazılı ya da sözlü olarak yürütülen tartışmalarda istisnasız tüm yapılar-bizler, demokratik, devrimci, sosyalist halk güçlerinin mücadele birlikteliklerine, ortak hareket, ittifak ve hatta cephelerinin geliştirilmesinden sıkça söz eder, kendimize öğütler veririz. Bu esasta doğru bir bilinçtir. Ancak kast edilen mücadele birlikteliklerinin pratikleştirilmesine gelindiğinde, mücadele birliklerinin oluşturulması kaygısı taşıyıp doğru fikirler beyan eden kesimlerin bir kısmı, pratikte oluşturulan birliklere eleştirel yaklaşarak bu birliklere gerçekte sırt döner, dönmekten kurtulmaz. Bu sorunun aşılması temel bir ihtiyaçtır. Dahası, kast edilen mücadele birlikleri anlayışını pratikte karşılayan geniş bir mücadele birliği de somut olarak gerçekleştirilmiştir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi esasta bu görüşe uygun bir mücadele birliğidir. Dolayısıyla, HBDH’ne dönük, katılmayı yadsıyan eleştirel tutumun yanlış olduğu açığa çıkarken, mücadele birliklerinin vb oluşturmasına dönük yaptığımız çağrı ve teorik öğütler de bir bakımdan boşa düşmektedir. Boşa düşmektedir çünkü zaten önerilenler veya öğütlediğimiz temelde geniş bileşenli bir mücadele birliği, güç ve eylem birliği ekseninde HBDH gibi bir örgütlenme pratik olarak kurulmuş, yürütülmektedir. O halde sorun, bu birlik ruhu ve zemininin demokratik alan ve diğer kurumsal faaliyet ve mücadelelerde temsil ve tesis edilmesidir. Yapılması gereken görev veya atılması gereken adım bu birlikteliğin açık alan demokratik mücadelelerine yansıtıp buralarda yaşamsallaştırmak ve elbette eylemsel pratikle ayağa dikmektir.
Devrimci birlikler vb üzerine yürüttüğümüz tartışmalardaki eksikliğin (eksik demekte kastımız şudur; HBDH pratikleştirilmiş olmasına karşın, adeta bunu yok sayarak hala devrimci mücadele birliklerinin örgütlenmesini öğütlemekteyiz) bir benzeri de Erdoğan’ın komutasına başkanlık sisteminin geleceği veya getirileceği üzerine yürütmekteyiz. Oysa başkanlık sistemi fiilen uygulanmaktadır. Bugün Erdoğan iktidarı ve entegre edilen Bahçeli ile oluşturulan Türk ırkçı milliyetçisi ittifakıyla yapılan şey ise, bu başkanlık rejimini yasal prosedürlerle anayasal statüye kavuşturulmasıdır, yapılması sürecidir. Erdoğan Merkez Bankasına talimat vererek politikasını belirliyor, yürütme denen hükümeti boş tabelaya çevirerek kendisi yönetiyor, son cinsel istismar yasa önergesinin Erdoğan’ın talimatıyla cilalanmak üzere geri çekilmesi, başbakan Davutoğlu’nun görevden alınıp düşük profilli kuklanın başbakan koltuğuna oturtulması vb vs bir dizi gelişme Erdoğan’ın yürütmeyi kontrol ederek bizzat yönettiğini kanıtlar ki, bu durum muhalefetle polemiklerden hemen her sorunda tavır alp tek başına belirlemesiyle de bu durum sabittir. Yargının durumu yine aynı biçimde Erdoğan’ın kontrol ve diktesi altına bizzat onun bir tetikçisi pozisyonudur. Belediye başkanlarından milletvekillerine kadar tüm tutuklamalar, yargılamalar, hatta Kılıçdaroğlun’a dava açma pratiği vb vs doğrudan Erdoğan’ın talimatıyla gerçekleşti. Anayasanın tanınmaması da bizzat Erdoğan’ın ifadeleri ve pratik uygulamalarıyla ortadadır ki, vali ve kaymakamlara verdiği ‘’mevzuatı bir kenara bırakın kendi iradenizle yapın’’, ‘’belediyenin araç ve olanaklarına el koyun’’ açık talimatlarla ve AKP yetkililerinin anayasanın tanınmamasına dönük açık beyanlarla anayasanın da Erdoğan’ın keyfiyetine feda edildiği vb vs açıktır. Bu durumda güçler ayrılığı namına bir şeyin ortada olmadığı, her yetki, inisiyatif ve gücün tek adam olarak Erdoğan’ın elinde olduğu sabittir. Dolayısıyla ‘’başkanlık sistemine getirilecek’’ vb vs şeklinde yürüttüğümüz tartışma esasta eksik kalmaktadır. Getirilmek istenen ve getirilen esasta Sultanlıktır, Krallıktır. Bu gün durum esasta budur.
Siyasi durumun iktidar açısından ulusal ve uluslararası çapta barındırdığı özelikler ve şartlar lehte değil, aleyhtedir. İktidarın iç durumu ve devlet kurumlarının paralelci çetenin darbe girişimi sonrası karşı karşıya kaldığı koşullar da lehte değil, esasta aleyhtedir. Baskı ve terör dalgasıyla estirilen açık faşizmle toplumda korku iklimi yayıp kitleleri sindirerek alacağı yol sınırlıdır. Baskı karşıtını doğurur ve büyütür. Bundan kurtuluş yoktur. Bütün bu toplam şartların iktidar aleyhine olup zayıflığını çöküşe doğru taşıdığı bir realitedir. Bu nesnel koşullara demokratik Kürt ulusal hareketi, devrimci ve sosyalist güçlerin tutarlı devrimci yönelimle eylemsel pratiğe girmesi temel bir gereksinimdir. Ancak sosyalistler olarak bizlerin de sınıf perspektifiyle sürece etkin müdahalede bulunma durumuna gelme sorumluluğumuz unutulamaz.
Bu bağlamda, büyük bir boşluk olan proleter devrimci sınıf hareketinin örgütsel güç durumuna getirilmesi ihtiyacı karşılanmak durumundadır. Partinin özellikle örgütsel güç ve pratik bakımından yeterli hale getirilesi önümüzdeki en acil ve yaşamsal görevdir. İhtiyaç duyulan kadro ve militanın oluşturulması, partinin kurumsal durumunun geliştirilip plan ve politikaları doğrultusunda yetkinleştirilmesi ertelenemez görevdir. Tarihsel fırsatların heba edilmesi-edildiği gerçeği göz önüne alındığında, bu fırsatları değerlendirebilecek yetenekte bir parti örgütlülüğü ve örgütsel güç ve niteliğinin tesis edilmesi gereksinim olarak karşımıza çıkmaktadır. O halde bu görev küçümsenemez. Bu görev sürecine koşut olarak mevcut güç ve olanaklarımız ölçüsünde mutlaka devrimci pratik ortaya konularak devrimci irade ve tavır sergilenmek durumundadır. Bu irade ve tavır, gösteri ve protesto etkinliklerinden her türlü demokratik ve devrimci eylem ve mücadele biçiminde pratikleştirilmek durumundadır. Devrimci birlik ve ittifaklar kesinlikle önemsenerek mümkün olan en geniş kitlelerin harekete geçirilmesi önemsenmelidir. Bu eylem ve etkinliklerde iktidar ve devletin siyasi teşhiri geniş biçimde yapılmalı, faşizme karşı direniş-mücadele cephesi büyütülmeli, bu pratiklerde mutlak suretle yer alınmalı, hatta öcülük yapılmalıdır.