AKP Olağanüstü kongre sonuçlarının hatırlattıkları!

Buradan çıkan sonuç şudur. Devlet katında ve Tayyip’in bilgisi dâhilinde ortaya çıkan 15 Temmuz darbe girişimini kontrol altına alarak ve yönlendirerek bir karşı-darbe ile devlet tümden denetim altına alındı. Arkasından ise aynı darbenin bir benzerini AKP içinde de yürürlüğe koyarak tek adam haline geldi. Yani bir iktidar hastalığıyla muzdarip Tayyip, iktidar ve devlet organlarının hemen tümünü kendi elinde toplamayı becerdi. Buna rağmen hiç bir kurumun güvenilir olmadığını tarihi tecrübelerden bilen Sultan Tayyip, özel tedbirler almaktadır. Bu durum Sultan Tayyip’in güçlü değil tam tersine güçsüz ve korku içinde olduğunu gösterir. Çünkü eline aldığı bütün yetkilere/tedbirlere rağmen rahat olmadığını şu konuşmasında anlıyoruz. “Bize, olağanüstü Hal kalksın deniliyor. Ülkede terör bitene ve huzur gelene kadar OHAL sürer” Toplumsal huzur hangi koşullarda ortaya çıkar? Bunun sosyal, ekonomik ve politik koşullarının ne olduğunu burada tartışmanın gereği yok. Kuruluşundan bugüne istikrar ve huzur yüzü görmeyen bir coğrafyada Tayyip efendinin bu yaklaşımından OHAL’ın hiçbir zaman kalkmayacağı sonucuna varmak zor olmaz. Kaldı ki, adı kaldırılsa bile soyadı üzerinden yürütülerek hayat halk kitlelerine zehir edileceğini söyleyebiliriz

HABER MERKEZİ(04.06.2017)-AKP olağanüstü kongresi Sultan Tayyip’in “zaferiyle” sonuçlandı. Kongreler bir partinin iç sorunlarının tartışıldığı, partilerin kendilerini yenilemek için geçmişlerini gözden geçirdikleri yenilenme toplantılardır. Ancak AKP kongresi bu amacın çok ötesinde bir anlama sahiptir. Kongre, izlenecek iç ve dış politikaların ne olacağına ilişkin çok önemli veriler sundu. Dahası, kongre ile izlenecek iç ve dış politikaların kim veya kimler tarafından kumanda edileceğinin hazırlık temelleri atılmış oldu. Kongre, tek ses halinde, adeta kendilerinden geçmiş amigoların bağırtıları eşliğinde büyük coşku ve tezahürat içinde tek aday olarak Sultan Tayyip’i başkanlığa seçti. Kongre tüzük değişikliklerine giderek, il, ilçe ve beldelerin tüm parti örgütlerini istediği zaman, istediği kişi veya gurupları görevden azletmek ve yenilerini atamak gibi Sultanı olağanüstü yetkilerle donattı. Böylesi olağanüstü karar dikkate değer ve altı çizilmesi gereken bir noktadır.

Herkesin kolaylıkla bilebileceği gibi partileri oluşturan kişiler veya guruplar zaman içinde her hangi bir sebeple parti politikalarına muhalif olabilir ve kendi görüşleri doğrultusunda partiyi kongre yoluyla değişikliğe taşıyabilir. Aynı şey AKP için de geçerli olan genel bir doğru olarak söylenebilir. Ancak AKP’de yapılan son tüzük değişikliği ile partide başkana muhalif olabilecek, yanlış gördüğü politikaları tartışma konusu yapabilecek ve yanlış gidişata engel olabilecek bütün potansiyel dinamiklerin önü tamamen kesilmiş oldu. Parti içi her hangi bir nedenle ortaya çıkabilecek kıpırtıyı bile denetim altına alarak ezmek imkânı Sultana hibe edildi. Tabii burada işin bir yanı itaat etmek, boyun eğmek, el ovuşturmak olduğu ve toplumun nasıl bir yozlaşma içinde olduğu ve bu durumun ise sadece genel toplumla sınırlı olmayıp siyaset kurumları denilen bütün yönetici bürokratik gerici yapıyı sardığını gösterirken, bir diğer yanı ve esasta ise 16 Nisan 2017’de kabul edilen yeni anayasa temelinde ortaya çıkan tek adam yönetimi doğrultusunda hükümet partisinin yeniden dizayn edilmesi gerçeğidir. Yani AKP gerekli düzenlemelerle uygun hale getirilerek yeni sisteme entegre edilmiş oldu. 

Mevcut durumda her şeyin eskisi gibi devam edeceğini, aslında hiçbir şeyin değişmediğini söylemek ve bu minval üzerinde politik çalışmalara yaklaşmak eğer siyasi körlük değilse tam bir saflık olur. Bunun neden öyle olduğunu yine hükümet partisinin olağanüstü kongresi üzerinde bazı örneklerle açmaya çalışalım. Tüm yetkiler elinde toplandığı andan itibaren Sultan Tayyip kabineye iki önemli ismi alacağı basında yazıldı. Bu kişilerden ilki içişleri bakanı Süleyman Soylu. İkinci kişi ise SADAT AŞ Yönetim Kurulu üyesi emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi. Bu iki isim öylesine değinilip geçilecek isimler değiller. Bunların isimleri üzerinde ipleri elinde tutan Tayyip, bundan sonra izleyeceği politikalar hakkında esaslı bir ip ucu vermektedir. Süleyman Soylu’nun rejimin yasalarını dahi tanımayan, kanlı baskınların, işkencelerin, binlerce insanın gözaltına alınmasında ve tutuklanmasında; Kürdistan kasabalarının bombardımana tutularak onlarca insanın öldürülmesinde ve binlercesinin evsiz/yurtsuz bırakılmasında yetkilendirilmiş baş faşist mimardır. S. Soylu’nun kabinede yer alması demek, devletin eskiden izlediği kanlı baskınların, katliamların ve fütursuz tutuklamaların akıllara durgunluk verecek derecede derinleşerek devam edeceğine işarettir. SADAT AŞ YK üyesi olan emekli tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin kabineye alınması yada alınmaması çok önemli olmamakla beraber yargı, yasama, yürütme, ordu, mit ve polis gibi devletin bütün kurumlarını yeni anayasal yetkilerle denetimi altında alınmasına rağmen, Sultan Tayyip bir yönüyle adı geçen devlet kurumlarına yeterli güveni duymadığını göstermektedir. Böyle bir güvensizlik, Tayyip’i devlet içinden kendisine karşı gelişebilecek kalkışmaları bastıracak özel kuvvetlerin Adnan Tanrıverdi üzerinde örgütlendiği söylenebilir. Daha doğrusu zaten örgütlenmiş olan kontra kuvvetlerin örgütlenmesi derinleştirilip yaygınlaştırılacaktır. Elbette özel kontra kuvvetler dediğimizde sadece vurucu bir güçten ibaret olarak değerlendirilemez. Milis güç, istihbarat elde etmek, değişik bilgi ve belgelerin toparlanması ve bunun ışığında daha henüz rüşeym halinde iken devlet içinde kendisine karşı isyana kalkabilecek odak veya odakların bastırılması ve/veya o odakları kendi ihtiyacı doğrultusunda yönlendirip kendi ihtiyacı doğrultusunda kullanmaktır. Şu sonuca gitmek sanırız yanlış olmaz. Devletin içişleri bakanı Süleyman Soylu eliyle, halk düşmanlarına yönelecek tekil veya kitlesel başkaldırılar ve direnişler bastırılmaya çalışılacaktır. Yukarda saydığımız gerçek muhalifleri bastırmak konusunda devletin bütün kanatlarının birleştikleri ve AKP’ye destek oldukları bilinmektedir. Adnan Tanrıverdi üzerinden ise, gerilemiş ve önemli bir güç kaybına uğramış devlet içindeki diğer rakip güçlere karşı önlem alınmaktadır. Devlet denen ucube yapı elbette tekil değildir. Değişik eğilim ve çıkar guruplardan, izlenecek iç-dış politik meseleler üzerinde birleşen ve/veya ayrışan kümelerden oluşmaktadır. En nihayetinde bir iktidar mücadelesi içinde olan bu guruplar zaman zaman birbirlerine karşı kanlı saldırılarda bulunmaktadır. Adnan Menderes, Özal ve en son resmi olmayan iktidarı ortağı Fetullah Gülen ile hükümet partisi AKP arasında yaşananlar bunlardan sadece bir kaçıdır. Halka karşı birleşen bu faşist karargâhlar, kendi aralarında yürüttükleri iktidar mücadelesinde ise birbirlerine karşı amansız saldırılar yapabilmekten çekinmezler. Şunu bilmekte fayda var. Geleneksel ordu, polis, mit gibi güçler üzerinde ezilen kitlelerin mücadelesi bastırılmaya çalışılırken, özel kuvvetlerden de gerekli yardım alınır. Yine aynı şekilde birbirlerine karşı kanlı kalkışmalarda da resmi devletin bu kurumlarının bir bölümünden destek alınır. Mutlak ve kesin bir ayırım yoktur.

Buradan çıkan sonuç şudur. Devlet katında ve Tayyip’in bilgisi dâhilinde ortaya çıkan 15 Temmuz darbe girişimini kontrol altına alarak ve yönlendirerek bir karşı-darbe ile devlet tümden denetim altına alındı. Arkasından ise aynı darbenin bir benzerini AKP içinde de yürürlüğe koyarak tek adam haline geldi. Yani bir iktidar hastalığıyla muzdarip Tayyip, iktidar ve devlet organlarının hemen tümünü kendi elinde toplamayı becerdi. Buna rağmen hiç bir kurumun güvenilir olmadığını tarihi tecrübelerden bilen Sultan Tayyip, özel tedbirler almaktadır. Bu durum Sultan Tayyip’in güçlü değil tam tersine güçsüz ve korku içinde olduğunu gösterir. Çünkü eline aldığı bütün yetkilere/tedbirlere rağmen rahat olmadığını şu konuşmasında anlıyoruz. “Bize, olağanüstü Hal kalksın deniliyor. Ülkede terör bitene ve huzur gelene kadar OHAL sürer” Toplumsal huzur hangi koşullarda ortaya çıkar? Bunun sosyal, ekonomik ve politik koşullarının ne olduğunu burada tartışmanın gereği yok. Kuruluşundan bugüne istikrar ve huzur yüzü görmeyen bir coğrafyada Tayyip efendinin bu yaklaşımından OHAL’ın hiçbir zaman kalkmayacağı sonucuna varmak zor olmaz. Kaldı ki, adı kaldırılsa bile soyadı üzerinden yürütülerek hayat halk kitlelerine zehir edileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca dünya kapitalizmi ciddi ekonomik kriz içinde debelenmekte ve politik bakımdan da durum yumuşamaya değil sertleşmeye ve bir dünya savaşı tehlikesine doğru gitmektedir. Ülkemizin de parçası olduğu Ortadoğu’da ise kanlı boğazlaşmalar, çatışmalar, işgaller ve emperyalist hesaplaşmalar hırla gidiyor. Bu durum komünistlere ne yapmaları ve ne yapmamalarını çıplak olarak hatırlatıyor. İnişli-çıkışlı da olsa hem emperyalistler arası dalaş sürüyor ve bunun bir dünya savaşına dönüşme tehlikesi yükseliyor hem de ülkemizde egemenler arası çatışma görünenden daha derin bir hal alıyor. Egemenler arası çatışma nereye evirilebileceğini tam kestirmek mümkün olmasa da durumdan ciddi derecede huzursuz olan kesimler olduğu açıktır. İç çatışma rutin gidişatını aşarak yeni ve sert bir hal alabilir. Burada dikkat etmemiz gereken şey, yeni kazanımlar elde etmek ve faşizmi geriletmek için klik kapışmalarından en son kertesine kadar yararlanmak; en ağır darbeyi baş düşman olan Sultan Tayyip kliğine indirmek ve ancak diğer sınıf düşmanlarımızı teşhir etmek ve onlara yedeklenmemek.

Diğer yandan halk kitlelerini derin bir hoşnutsuzluk sarmıştır. Hareketin önderleri de dahil, binlerce legal Kürt aktivist hapishanelere doldurulmuştur. Binlerce akademisyen işinden edilmekte, gözaltına alınmaktadır. Komünistler ve demokratik güçler baskı ile sindirilmeye çalışılmakta ve tutuklanmaktadır. Kadınların yaşamı zehir zemberek. Her gün birkaç kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmektedir. Aleviler üzerindeki asimilasyon politikalarının en katmerlisi uygulanmaktadır. İşsizlik ve yoksulluk en yüksek seviyelerdedir. Gençlik gelecek kaygısı ile kıvranmaktadır. Özellikle modern yaşamı benimsemiş ve kendisini laik olarak gören toplumsal kesimlerin yaşam tarzına müdahale bilinen diğer bir gerçektir. Başka bir gerçek ise, son referandumun ortaya çıkardığı sonuç AKP’nin önemli bir oy kaybına uğradığını gösterdi. AKP’ye oy veren halkın bir kesimi bile bu partiden desteğini çekti. Devletin Kuzey parçasını denetiminden kaçırmamak ve diğer halklar üzerindeki yayılmacı politikalar neticesinde halkın ürettiği ekonomik değerlerini halk için harcamak yerine gerici savaşa harcaması ve yoksul halk çocuklarının savaşta öldürtmesi belli tepkilere yol açmaktadır. Kaldı ki Ortadoğu!da izlediği politika başarısızla sonuçlanmıştır. Yeni saldırı dalgaları başlatmayı planladığı biliniyor. Böyle plan neyi nereye kadar uygulayabileceği muamma olarak konuşulsada, dünya jandarması emperyalist güçlerin rızalığı olmaksızın yapmaya yelteneceği bazı girişimler, eskiden yaptığı gibi, iç gericiliği/şövenizmi kışkırtmaktan başka bir işe yaramayacak ve dünya gericiliği böylesi girişimi engelleyeceği, hatta özür diletecekleri beklenebilir.  

Mevcut durum önemli olayların yaşanmasına gebe görünüyor. Komünistler devrimci pratik içinde önüne koyduğu plan doğrultusunda hazırlıklarını sürdürmelidir. Bu hazırlıklar ideolojik, politik, örgütsel ve askeri hazırlık olarak sürdürülmelidir. Sınıf mücadelesinin objektif olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Onu biz yaratmadığımız açıktır. Kitlelerin yaratıcılığını ve inisiyatifini kırmadan ortaya çıkan eylemler içinde yer almak ve doğru hedeflere yöneltmektir komünistlerin görevi. Bu ise yapılacak hazırlıklarla mümkün olacaktır. Mücadelenin seyri içinde yetkin kadrolar yetiştirmenin yanı sıra diğer bakımlardan da bütün hazırlıkları tamamlamakla olur. Bunu yaparken hem devrimci pratikten kopmamak ve hem de gücünü aşan pratiklerden kaçınmaya özen göstermek önemlidir. Düşman saldırırken kaçmak, durduğunda taciz etmek, geriye çekilirken saldırmak! Bu bir devrimci savaş ilkesidir. Düşmanın istediği yerde değil, bizim tayin edeceğimiz alanda ve zamanda muharebeye tutuşmak devrimci savaşın olmazsa olmazıdır. Duygularla hareket eden ve bundan kaynaklı olarak kısa vadeli pratik kalkışmalara eğilimli geri baskılanmalara teslim olmamak önemli bir önderlik sanatıdır. Kahramanlık çizgisinin kendi başına bir anlamı ve geleceği yoktur. Ancak komünizmi kazanmak için kahramanca savaşmamız gerektiğini asla gözden kaçırmayalım. Diğer yandan dost güçlerle var olan eylem birlikleri ve ittifakları sağlamlaştırmak ve yeni yeni birlikler kurmada yaratıcı olmak elzemdir. Düşman bütün gücüyle ilerici-devrimci harekete yönelmiş durumdadır. Dağlar ovalar bombalanmaktadır. Gerilla alanlarında en küçük bir kıpırtı dahi yağmur misali ateş altına alınmaktadır. Şehirler aynı şekilde işgal altındadır. Bu noktada halk kitlelerin birliğini yaratacak fedakarlıklardan kaçınmamak gerekir. Direnişi büyütmeye hazırlanmak ve yeni yeni devrimci mevziler kazanmak için şartlar hasıl olmaktadır.          

 

Önceki İçerikMKP Temsilcisi: Birleşik devrimci savaşta ısrar etmeliyiz
Sonraki İçerikCHP-AKP ilişkileri ve genel yönelimimiz!