HABER MERKEZİ(25.09.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 5.Sayısında yer alan ‘’ Adaletçilerin adaletlerinin bittiği nokta’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
‘’Adalet arayanların adaletsizliğini pratik hayat açığa çıkarıyor. Yalan, çarpıtma, inkâr, işgal ve ilhak ve dahası katliam ve soykırım olan tarihleri ile yüzleşmedikleri için; yaptıkları bunca kara zulüm ile hesaplaşmadıkları için, bugün Selefi Sultan Tayyip-AKP çetesinin yaptıklarını aşacak bir adalet istemeni bile formüle edemiyorlar. “Adalet” diye bağıranların sivilleri vuran SİHA’lara itiraz eden vicdan sahibi milletvekilleri Tanrıkulu’yu dahi savunamamaktadırlar. Üstelik sivillerin öldürüldüğü ispatlı olduğu halde. Sivillerin Kürt olmasından mıdır bu sessizlik? Sivil de olsa Kürt oldukları için terörist kabul edilebilir diye mi düşünülüyor?
Dersim haftalardır bombalar altındadır. Yangın bombalarıyla vuruluyor ormanlar. Dört yanı ateşler içindeki Dersim ormanları için adalet arayanlardan ses çıkmaması tesadüf olabilir mi? Dersim’in farklı inanç, dil ve kültür yapısıyla muktedirlerin tekçiliğine direnmesinden midir bu sessizlik? Her sessizlik bir sestir aslında. Sessizliğin de bir sesi, nefesi var. Dersim üzerinde, Kürdistan üzerinde yürütülen en aşağılık saldırılar, oralarda yaşayan mazlumlara reva görülen aşağılamalar, işkenceler karşısında sessiz kalan ses, zalimin zulmüne verilen destektir. Zira biliyoruz ki ezilenlere karşı izledikleri politik ortaklıklarından ileri gelmektedir. İstedikleri adaletin sınırlarının bittiği nokta burasıdır.
Doğrusu bu neden böyledir diye şaşırdığımız yok. Niye şaşıralım ki? Görmek, anlamak, kavramak istemeyen dost güçlere bir nebze de olsa belki ön açıcı veya yardımcı olur. Döne döne gerçeklere parmak basmamızdaki neden budur. Ezilen milliyetlerin, inançların, cinslerin ağır boyunduruk altına alındığı, yoksulluğun çevrelediği emekçilerin bin türlü yalan ve hileyle aldatıldığı şartlarda adalet yanlısı görünmenin inandırıcılığı yok. Böyle bir adalet algısı dar bir alana sıkıştırılmış hileli bir adalet anlayışıdır. Dahası böyle bir algı, karşıtını iktidardan alaşağı etmenin aracı haline getirilmiş. Ve tepki adaletin oturtulması amacıyla değil de iktidara oturup mevcudun cilalanarak sürdürülmesinin bir amacına dönüştürülmüş. Bunların geçmişlerinde hep böyle yapılmadı mı zaten? Dolayısıyla hileli yaklaşım dediğimiz şey tam da budur.
Eşit olmayan ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların neden olduğu bir yaşam realitesinde, herkese eşit bir adalet vaazı tam bir yalandan ibarettir. Koyu bir zulmün hüküm sürdüğü ve ezilen halk kitlelerinin kanlı kılıç yasasıyla yönetildiği bir ülkede, ana sorunlar ele alınmadan, çözüm için temel kaynaklara dokunulmadan ve sadece iktidar kavgasına sıkıştırılmış bir adalet arayışını olumlamak sınıflı toplum ve dünya gerçeğini gizlemekten başka bir işe yaramaz.
Burjuva demokrasisinin sınırını çizdiği sahada siyaset yapmayı önererek, ezilen halkların özgür yeraltı örgütlenme alternatifine yönelmelerini engellemek ve denetim altında tutmak hileli bir girişimdir. Kaldı ki önerdikleri adalet çizgisinde Kürt ve devrimci hareketin elde ettiği ilerici kurumların kapatılması ve halkçı-devrimci belediyelerin cebren gasp edilmeleri bile bunların hile ve entrikalarını anlatmaya yetiyor. Burjuva demokrasisi alanında kazanılan mevziler değil miydi bunlar? Üstelik kurallarını kendilerinin belirlediği yasalar içinde yapılmış olan seçimlerde kazanılan mevziler oldukları halde. Keza milletvekillerinin tutuklanması orta yerdedir. KHK veya geçirdikleri faşist yasalarla yapılıyor bütün bunlar. Peki buralara adaletin sesi neden ulaşmadı uzun zaman? Ulaşsa ne yazar! Önce dokunulmazlıklarını kaldır, tutuklanınca da bağır. Kimi inandırabilirsiniz? Bunca milletvekilinin, parti ve kitle örgütü çalışanlarının tutuklanmasına, devrimci militanların avlanarak hapishanelere doldurulmasına imza ver ve sonra “adalet bırakmadılar” diye bağır! Kullanmaları için gerekli şartları oluşturup ardından bağırmak, sistemin gerici güçlerinin bilinen taktikleridir. Elbette bu hileli tutumun bir tarihi var. Cumhuriyet tarihine objektif bakılsın, ne dediğimiz anlaşılır. Ermeni-Dersim soykırımlarının, Kürt ve diğer millet ve milliyetlerin katliamları ve Alevilerin yakılıp sürülmesinin yok sayılması sadece bugünün gerçeği değil, dünden kendilerine kalan mirastır. Bu miras değil midir ki, “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) 25 Eylül’de yapacağı bağımsızlık referandumunu gayri meşru görüyoruz ve sonucu tanımayacağız” diyor. (CHP genel başkan yardımcısı Öztürk Yılmaz-8 Eylül Hürriyet Gazetesi)
Kürtlerin bağımsızlık yöneliminin ‘adaletçilerin’ de yüreğini hoplatması doğaldır. Türk, Arap ve İranlı için onur sayılan, bir hak olan bağımsızlık, Kürt için terörist sayılmanın sebebi oluyor. “Verecek bir karış toprağımız yok” deniliyor ya! Öyle sanılsın! Kürt uyandı ve Kuzey parçasında olan gelişmeler ilhakçı Türk egemenlerini korkutuyor. Ama nafile! “Korkunun ecele faydası yok” lafı boşuna söylenmemiş. Üstelik Musul ve Kerkük’ü Türkiye’nin misak-ı milli sınırları içinde görenler Kemallerin kendileri değil miydi? Altı Ok’un kanlı kılıç adaletini göğüslerinde yiyenler öyle hileli adalet söylemleriyle yetinmiyorlar artık.
Gerçek adalet ezilenlerin mücadelesiyle gelecektir!
Adalet, sultan Tayyip’in konağında oturup onun türkülerini söylemekle olmaz. Bir dönem kendilerinin oturdukları o konakta söylenen türkü zamanını çoktan doldurmuştur. Artık hayat yenilerini dayatıyor. Dolayısıyla gerçek adalet, üretenlerin yönettiği, karar verdiği ve karar verdiği hakkında gerekli gördüğü anda o karar ve karar sahiplerini değiştirebilme şartlarının yaratılması ile olur. Ezilen milletlerin; bugün için Kürtlerin kendi kaderleri hakkında söz sahibi olduklarında olur adalet. Ezilen inançların; bugün için Alevi inancının özgür olmaları ile ulaşılır adalete. Ezilen cins olarak kadın ve LGBTİ kimlikler üzerindeki tüm eril yasalar, köhnemiş kafalar ve zihniyetlere karşı köklü önlemler alınarak mücadele edildiğinde kazanılır gerçek adalet. Kirli hurafe çarpıklıklarına karşı bilimsel, özgür eğitimin galebe çalmasıyla gelir adalet.
Doğrusu bunlardan söz etmek bile adaletçilerin canını sıkacaktır. Kırıntılarını saymazsak, andığımız topluluklar ne dün ne de bugün adaletle hiç tanışmadılar. Ama kılıcın adaletini iyi tanırlar.
Bu nedenle açıktır ki biz de ezilenler için hukuk ve adalet arıyoruz. Doğrusu, sınıfsal bölünmelerin zorunlu bir sonucu olarak eşitlik, hukuk ve adalet bir ihtiyaçtır. Ancak biz komünistler, tüm bu kavramlara ihtiyaç kalmayacağı sınıfsız-sömürüsüz bir dünyanın savaşçıları olarak, eşitlik, hukuk ve adalet için çalışırken, şunu aklımızdan hiç çıkarmamaktayız; üretimden tüketime, bölüşümden dağılıma, tarımdan sanayiye, alt yapıdan üst yapıya ekonomik ve tüm toplumsal siyasi, sosyal, kültürel ve eğitimsel tüm hayat, sizinkine tamamıyla tezat olacaktır. Çünkü eşitlik, hukuk ve adalet gibi olgular toplumun üzerinden yükseldiği üretim tarzına ve toplumsal ilişkilere bağlıdırlar ve bunlar değiştiğinde üst yapı da değişmiş olacaktır. Biz komünistler, mevcut durumda ezilen halkların çıkarlarını genişletme mücadelesini verirken, o sistemi devrimci temelde değiştirme mücadelesini bir an bile gözden uzak tutmayacağız. Zira biliyoruz ki bundan başka bir yol özgürlüğün yolunu açmaz’’