HABER MERKEZİ(13.03.2018)-2019 yılında anayasal zorunluluk takvimi dolarak, yerel yönetimler, Meclis (milletvekilliği) ve başkanlık seçimi olarak ayrı-ayrı üç seçim biçiminde olağan sürecinde yapılması gereken seçimler üzerine, egemen sınıflar cephesinde veya burjuva düzen partilerinde yoğun bir hazırlık ve tartışma yaşanıyor. ‘’Cumhurbaşkanı’’-Başkan- adayı üzerine yürütülen tartışmalar bu tartışma sürecinde başat konu olarak ilgi görmektedir. Bu tartışma süreci ‘’baskın seçim, erken seçim, zamanında seçim’’ biçiminde yürütülen tartışmalara da tanık olmaktadır. Bu tartışmalar sürse de, gerek iktidar ve gerekse muhalefet partileri seçim hazırlıklarını esasta tamamlayıp seçim çalışmalarına-propagandalarına başlamış durumdadırlar. Seçim kapsamındaki tartışmaların veya seçim-ler atmosferinin siyasi gündem ve tartışmaları domine ettiği çıplak bir gerçekliktir.
Mevcut durumda burjuva siyaset sahasındaki gerici faşist parti ve liderlerden de Erdoğan’ın baskın bir portre olduğu, siyasete yön veren esas aktör olduğu başka bir gerçektir. Ki, Erdoğan konuşmadan malum çevreler konuşmaz, Erdoğan konuştuktan sonra malum kesimlerin hepsi yeni şey bulmuş gibi ahkam keser ve yeni keşfederler birçok meseleyi. Burjuva siyaset tartışmaları da genel olarak Erdoğan’ın ortaya attığı gündemlerle belirlenmekte, belirlenir esasta. Hakkını yememek adına söyleyelim ki, CHP ‘’Adalet Yürüyüşü’’ adımıyla rol çaldı, gündemi tayin etti ama bu durum sürece has kalarak bitti…
Siyaset fonksiyonu itibarıyla geçmişten ana kadar süreç özetlenirse, Erdoğan (AKP) matematik olarak yutan eleman, CHP ise etkisiz eleman durumundadır denilebilir… Bu, hem gündem ve siyasetin yönetilmesi hem de güç biriktirme-oluşturma anlamında böyledir. Erdoğan, gündemi belirleme ve muhalefeti peşinden sürükleme başarısının yanı sıra, DY/Süleyman Soylu’yu, HAS Parti/Numan Kurtulmuş’u, MHP/Bahçeli’yi yutmayı başarmıştır. CHP, 16 yıldır girdiği her seçimi Erdoğan karşısında kaybederek etkisiz kalmıştır. Erdoğan’ın katliamlarına, açık faşizmine, baskı ve terörüne, hırsızlık ve yolsuzluklarına, IŞİD ile ittifakına, FETÖ ile koalisyonuna, MİT tırlarıyla suçüstü olmasına vb vs karşın CHP etkili olamamış-etkisiz eleman olduğunu ispat etmiştir. Ekmelettin’i aday gösterse de sonuç alamamıştır…
Mevcut seçim ve seçim tartışmaları sürecinin az konuşulan ama tayin edici olan bir kamburu ya da kritik noktası OHAL’dir. Görülen o ki, salt bugünün seçim tartışmaları değil, seçimlere de OHAL koşullarında gidilecektir. Bunun Erdoğan lehine büyük bir avantaj olduğu ne kadar doğruysa, seçimlerin burjuva partiler arasında ve açısından bile adil-eşit ve demokratik şartlarda olmayan seçimler olarak tastik edilmesi anlamına da gelecektir, gelmektedir. Ki, şimdiden milletvekillerinden, belediye başkanlarına, gazetecilerden aydınlara kadar geniş siyaset aktörlerinin hapsedildiği düşünüldüğünde bile seçimlerin lekeli-gölgeli olduğu söylenebilir. OHAL şartlarında ve söz konusu ‘’seçim güvenliği yasası’’ düzenlemesine göre yapılacak seçimlerin seçmen iradesini yansıtmayacağı ve seçim sonuçlarını alenen şaibeli olacağı söylenebilir. Askeri işgal saldırganlığı şartları da seçimlerde kısa vadede Erdoğan lehine rol oynayan bir durumdur. Irkçı-şoven Türk milliyetçiliğinin tepeden tırnağa ayağa kalktığı ve bu milliyetçi birlik için her şeye örtü çekildiği şartlar tamamen Erdoğan lehinedir. Uzun vadede işlerin ters gitmesi, ivmenin Erdoğan aleyhine dönmesi tamamen mümkün ve belki kaçınılmazdır. Bu noktada altı çizilmesi gereken konu seçimlere askeri işgal koşullarının tesirinde gitmektir. Yani bu seçimlere has bir özellik de askeri işgal koşulları olarak not edilmelidir…
Mevcut seçim süreci Erdoğan iktidarının (AKP-MHP) ‘’seçim güvenliği yasası’’ hamlesine tanık oldu ki, bu ‘’seçim yasası’’ veya hamlesi bütün muhtevasıyla oy hırsızlığı, hile, seçmen iradesini çarpıtarak boşa düşürme, seçmeni baskı altına alıp terörize ederek iradesine ipotek koyma biçimindeki skandal özelliği ile alenen oy gaspı ya da seçim diktası olup, seçim sonucunu seçim yapılmadan belirleyerek seçimleri gereksizleştiren nitelikte tamı tamına faşist bir yasa ve hamledir. Kuzey Kürdistan’da Kürt oylarının bloke edilmesi için mevcut yasayla asker sandıkların başında bulunarak baskısını açıkça ortaya koyacaktır. Sandıkların taşınması, seçim alanları-bölgeleri veya sandıklarının birleştirilmesi aynı biçimde Kürt oylarının bloke edilmesi, Kürt seçmenin baskı altına alınıp bağımsız iradesine engel olmaktır; Erdoğan lehine etkilemektir… Mühürsüz oy zarflarının geçerli kabul edilmesi ise, oy-sandıklarının dışarıda doldurularak gerçek oy-sandıklarla değiştirilmesine, oyların çalınıp yerine Erdoğan lehine önceden hazırlanmış oyların-sandıkların geçerli kılınmasına olanak tanıyarak seçimleri ve sonuçlarını anlamsızlaştıran değerdedir… İttifak düzenlemesi ise, 1% oy alan bir partiyi AKP ya da CHP vb ile ittifak içinde vekil çıkarıp parlamentoya taşınmasına olanak sunarken, 9,9% oy alarak baraj altında kalan bir partinin vekil çıkaramayıp parlamento dışında kalmasına, dolayısıyla temsilde büyük adaletsizliğe-haksızlığa yol açacaktır. Aynı yasada seçim barajının 10% olarak tutulması, ittifakı zorunlu hale getirirken küçük partileri kendisine mecbur-muhtaç ederek oy deposu haline getirmek içindir de…
Yukarıdaki yasanın bir unsuru da fiilen gerçekleştirilmiş olan veya iltihak olarak vücut bulan durumu kamufle edip kotarmaya dönük düzenlenen ‘’seçim ittifakı’’dır. Burjuva düzen partileri cephesindeki tartışmaların bir ayağını da bu ‘’ittifak’’ düzenlemesi oluşturmaktadır. Bu düzenlemenin bir özelliği, önümüzdeki dönemde burjuva siyasetin alacağı veya sokulmak istendiği biçimdir. Bu biçim, burjuva siyasetin esasta ikili blok biçiminde şekillenmesidir. Ki, şimdiden bu bloklaşmanın hayat hakkı bulduğu söylenebilir. Tek parti olarak 51% oy oranını elde edemeyeceğini anlayan Erdoğan, burjuva siyaset arenası veya siyasetini bu bloklaşmaya zorlayarak-sürükleyerek, iki ana blokta odaklanan bloklaşmayla muhtaç olduğu oy oranını yakalamayı amaçlıyor, istediği oy desteğini bu usulle bulmaya çalışıyor…
Bütün bu tartışmalar sürerken Erdoğan kirli, baskıcı, faşist de olsa daha baskın bir siyaset ve taktik izliyor. Askeri işgale varan saldırganlıklar sergileyerek ırkçı-Türk milliyetçisi duyguları kışkırtıp geliştirerek bu milliyetçiliği arkasına almayı, buna basarak iktidarını sağlama almaya çalışıyor. (Çalışıyor diyoruz çünkü bu faşist saldırganlıkla, savaş kışkırtıcılığı ve saldırganlığıyla sırtını sağlamlaştıracak mı, yoksa yarattığı faşist batak kendisini yutacak mı ikilemindeki sorunun Erdoğan aleyhine yanıt bulacağı kanaatindeyiz.) Erdoğan’ın faşist nitelikte burjuva siyasette baskın-dominant olması gerçeği CHP’yi etkisizleştirerek peşinden sürükleme pratiğiyle de teslim edilmesi gereken bir siyaset başarısıdır. Erdoğan’ın izlediği siyaset pratiği bundan sonra izleyeceği siyasete de ışık tutmaktadır, tutan özelliktedir. Karşısındaki bütün burjuva muhalefet partilerini ‘’terörle iş birliği yapma, milli ve yerli olmama’’ gibi mesnetsiz suçlamalarla baskı altına almayı başarmaktadır. Örneğin CHP’nin HDP ile ittifak vb yapmasını engelleme başarısı göstermektedir. (Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için belirtelim ki, HDP’nin CHP gibi faşist bir parti ile ittifak yapmasını savunmuyoruz…) Erdoğan bir taraftan ittifaka zorlamakta ve böylece CHP’yi HDP ile ittifaka iterek buradan saldırıp zayıflatmaya, diğer taraftan da HDP ile ittifak yapmasını engellemektedir. Bunu Erdoğan adına burjuva-faşist siyaset başarısı olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Erdoğan’ın siyasette baskın olmasının veya siyaseti kontrol altına alarak damgasını vurması sadece CHP şahsındaki bu siyasetleriyle sınırlı değildir. Tarikatlar, cemaatler koalisyonu-örgütlülüğü ekseninde özellikle Sünni-Selefist İslami inanç, dinci ve dindar kesimleri arka bahçesi olarak sağlama aldıktan sonra, MHP gibi ırkçı-faşist Türk milliyetçiliğinin belli bir kesimini de bünyesine katarak kendisine iltihak ettirmeyi başaran Erdoğan, bununla da yetinmemekte, sağlama aldığı bu kesimler dışında seküler yaşamdan yana olan, laik olan veya laikçi geçinen kesimlerden oy almayı da hedeflemekte, bunun siyasetine dönük adımlar atmaktadır. Kuran’ın güncellenmesini dillendiren Erdoğan bu açıklamayla bu yönlü bir çıkış yapmış durumdadır ki, bu çıkışını muhtemelen daha da geliştirip laik ve seküler kesimlere hitap ederek oy koparmayı amaçlamaktadır. Kuran, ayetler vb noktasında güncelleme yapma açıklaması büyük olasılıkla başka ‘’açılımlarla’’-çıkışlarla geliştirilecektir. Lakin bu açıklamada bulunan Erdoğan’ın Gülen ile aynı çizgiye geldiği de tartışılabilir. (Gülen’in başörtüsü-türban ile ilgili söylemleri Erdoğan tarafından eleştirilmişti ama şimdi Erdoğan güncellemeden bahsediyor!) Dolayısıyla bu çıkışı ters tepebilir…
AKP-MHP-BBP (hatta Perinçek’in Vatan Partisi) dışındaki burjuva düzen partileri de Erdoğan ve güruhunun atakları-hamleleri karşısında bir arayış ve çabaya girdiği izlenmektedir ki, bu bir ittifak eğilimi ya da süreci olarak okunabilir. Bu yönelim Erdoğan tarafından koşullanan ittifak zorunluluğuyla sonuçlanacaktır. ‘’İlkeler ekseninde’’ olmak kaydıyla ‘’Demokrasi ittifakı’’ söylemi tam da buna işarettir. Bu süreç biçimsel açısından bir önceki referandum seçimlerinde ‘’Hayır Cephesi’’ veya ‘’Hayır Bloğu’’ sürecine-pratiğine benzemektedir. Ancak ‘’ilkeler zemininde’’ gerçekleştirilmesi öngörülen veya ifade edilen bu girişim veya yönelimin gerici burjuva çıkar ilkeleri olduğu aşikardır. Bu ‘’ilkeler etrafındaki’’ ittifakın CHP başta olmak üzere bütün burjuva düzen faşist partileri açısından da düpedüz ilkesizlik olduğu ittifakı öngörülen bileşenler açısından açıkça ortadadır. CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve diğerleri dikkate alındığında sınıf karakteri ve nitelikleri öz itibarıyla aynı olsa da, siyasi gelenekleri, kökenleri vb açısından birbirinden uzak partilerdir. Daha da önemlisi, sosyal demokrat tabela kullanan CHP’nin HDP gibi demokratik bir partiye karşı izlediği pratik tutum ve siyaset onun ve ittifak siyasetinin ne kadar ilkeli olduğunu göstermektedir.
Muhalefetin ve CHP’nin bu durumuna karşın iktidardan-Erdoğan’dan kopan geniş kitleler bu tepkilerinden dolayı CHP veya diğer muhalefet partilerini tercih etmeyi benimseyebilirler. Erdoğan ve iktidarının yaşadığı teşhir olma durumu, yarattığı büyük mağdur kitle, yaşadığı açmazlar-sorunlar, tecrit olma gerçeği, yolsuzluk ve işlediği suçlar nedeniyle yıpranması, Kürt ulusuna dönük kıyımcı katliamlar ve somutta yürüttüğü işgalci saldırganlık nedeniyle Kürt ulusunun haklı tepkisini kazanma vb vs şartlar CHP ve muhalefet lehine önemli avantajlardır. Erdoğan’ın MHP ile siyasi evliliği de özellikle Kürt seçmeninin kaçması anlamında büyük bir dezavantajıdır. Yine Saadet Partisi’nin Erdoğan ittifakı dışında kalarak CHP veya Erdoğan karşıtı blokta yer alması Erdoğan’ın dezavantajı, muhalif cephenin büyük avantajlarındandır. Ancak muhalefet HDP ile ittifak etmeden Erdoğan ve ittifakı karşısında başarılı olamaz. Bu seçimlerin belirleyen siyasi partileri HDP ve belli ölçüde de Saadet Partisi ve bunların tutumları olacaktır… CHP’nin Erdoğan karşısında seçimleri bloksuz-ittifaksız kazanması olası görülmemektedir. Aynı cenahta yer alan partilerle ve nitelikleri farklı da olsa bu ittifaka özellikle HDP’yi dahil etmesi biçiminde bir ittifak yapması durumunda seçimleri Erdoğan’dan alma ihtimali vardır.
Sonuç olarak; Erdoğan-AKP eksenli blok ile bu bloğun karşıtı olan burjuva blok arasında hangisinin seçimleri kazanacağı bizleri ilgilendirmese de, bu blokların ikisinin de eşit şansa sahip olduğu söylenebilir. İki bloğun da kazanma olasılığı birbirine yakındır. Genel koşullar değerlendirildiğinde Erdoğan güruhunun kaybetmesi mümkündür, kaybetmesi gerekmektedir. Fakat seçimlerin adil, demokratik şartlarda gerçekleşmemesi, iktidar-devlet olanaklarının kullanılması, hile ve hırsızlığın istisnasız bir kayde olarak geçerli olması, YSK’nın iktidar çarkının parçası olup hilenin ortağı olup sonuçlar üzerinde oynaması gerçekliği seçimleri kimin kanacağı hakkında yapılan yorumu esasta boşa düşüren özelliktedir… Onlar arasında iktidarı kazanmak için dalaşırken, bizler halkı kazanmak için çalışmalıyız. Birleşmeliyiz. İktidarı ise, seçimlerle değil, halk kitlelerinin büyük eylemiyle kazanacağız.
Gerici olan dürüst olamaz, dürüst olmayan başarılı olamaz!
Anketçiler-anket araştırmaları bu sürecin algı yönetimi rolü oynayan önemli aktörleri halindedirler. Hepsi istisnasız olarak iktidar veya muhalefetteki siyasi partilerin görevlileri veya o partiler adına sonuçlar açıklamaya yarayan yandaşlar durumunda olup, araştırmalarıyla objektif, çalışmalarıyla bağımsız değildirler. Biri bin bölen zorlanmalarla hizmet ettikleri iktidar veya partiyi güçlü göstermeye çalışmaktadırlar. Esasen Erdoğan bu kesimi kontrol etmekte, yönlendirmektedir. Gerçeği manipüle ederek iktidar-Erdoğan lehine gösterme ve böylece seçmenin tercihini değiştirip yön verme amacıyla çalıştırılmaktadırlar bu anket şirketleri. Bir bakıma ya da etkileri oranında seçimleri belirledikleri söylenebilir. Ki, etkilerinin büyük olduğu, algı yönetimi ve psikolojik atmosfer yaratarak seçmen tercihlerini ve seçim sonuçlarını doğrudan etkiledikleri gerçektir. Bu anlamda seçimlerin bir belirleyeni de söz konusu anketler-anket şirketleridir. Bu durum bile seçmen iradesinin bağımsız yansımadığına, seçimlerin adil olmadığına yeterdir. İktidar-Erdoğan’ın bu bakımdan büyük avantajlara sahip olduğu söylenebilir… Fakat bütün hile ve avantajlara rağmen hiçbir şey mutlak ve kesin görülemez. Her şeye karşın seçmen farklı bir tercih ortaya koyabilir. Yani, tüm avantaj ve olanaklar esasta Erdoğan’dan yana da olsa, bu Erdoğan’ın başkanlık seçimlerini kazanacağı anlamına gelmez. Bilakis Erdoğan’ın işi son derece zor, kaybetmesi ya da istediği veya gerekli sonuçları alamaması büyük olasılıktır…
Anket şirketleri birini yüksek öbürünü düşük göstermekte, seçim sonuçlarını etkilemek için ter dükmektedirler. Ne ki, gerici olan başarılı olamaz, olamaz çünkü dürüst değildir. Dürüst olmayanın başarısızlığı kaçınılmazdır. Bu, iktidarı muhalefetiyle bütün gerici düzen partileri için geçerlidir. Aydın Doğan, Erdoğan karşıtı medya patronuydu. Gerici niteliğinden dolayı dürüst değildi; uygunsuz ekonomik ilişkilere girdi, vergi kaçırdı vb vs… Bu özelliğinden dolayı, karşıtı olduğu Erdoğan’a hizmet etmekten kurtulamadı. Dürüst olmayıp vergi kaçakçılığıyla vb sermayesine sermaye, karına kar kattı-katmak istedi. Erdoğan bu dürüst olmayan yanını yakalayarak astronomik rakamlarla para cezası kestirdi. Sonunda Aydın Doğan karşıtı olduğu Erdoğan’la anlaşarak cezadan kurtuldu ama Erdoğan’ın maşasına dönüştü. Dürüst olmamanın veya gerici olmanın neticesi Aydın Doğan’da böyle resmoldu. Aynı kader gerici olan ve dürüst olmayan anket şirketleri için de diğer gerici ve gerici partiler için de aynılıkla geçerlidir.
Yeri gelmişken, burjuva medyada araştırmacı ve yorumcu sıfatla ahkâm kesen, esasen toplumda algı yönetme-yaratma vazifesi üstlenen külliyatın bir yanılsama ya da tespit hatasına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Birçok analiz ve yorumda iktidar ya da muhalefetten vb vs aldıkları bilgilerle isabetli tahlil-tespitler yapıp ‘’öngörüde’’ bulunma ‘’yeteneğinde’’ gösterdikleri ‘’başarıda’’ haklarını teslim etmek gerekse de, MHP konusunda yanılsama içinde olup doğruları söylemediklerini söylemeliyiz. MHP ile ilgili düştükleri yanılsama veya doğru söylemedikleri mesele şu; öncelikle MHP’yi eski durumuna binaen mevcut durumuyla onu bir siyasi parti olarak tarif etmeleri doğru değil, yanlıştır. Zira MHP kendi başına bağımsız siyasi parti yaşamı, varlığını ve pozisyonunu yitirerek AKP’ye iltihak etmiş, AKP’lileşmiştir. Bu, ispata gerek olmayacak kadar açıkça izlenen bir realitedir. Erdoğan ve AKP’sini eleştirmeyi bir kenara bırakalım, Erdoğan’dan (ve AKP’sinden) farklı bir tek şey söylediği iddia ve ispat edilemez. Bilakis, tek koro olmuş durumdalar, MHP’nin ayrı bir siyasi parti olarak hiçbir etkinlik ve iradesi kalmamıştır. Öyle ki, ana muhalefe partisi CHP ve diğer burjuva muhalefet partilerinin iktidar ve Erdoğan’a dönük eleştirilerine ilk yanıt Bahçeli’den (MHP’sinden) gelmekte, muhalefetle ‘’kavga etme’’ görevini esaslı biçimde üstlenmektedir. Özcesi, MHP’nin bağımsız bir siyasi parti olarak anılması yanlışın veya doğru söylememenin ilk basamağıdır. Bu basamağın diğer adımı da şu; adı geçen araştırmacı ve yorumcular MHP’nin oy oranını yüzde altı (6%) olarak açıklamaktadırlar. Doğru söylemedikleri veya yanlış söyledikleri ikinci mesele de budur. Neden bu söyledikleri doğru değil? Çünkü MHP’nin 6% olarak görülen oy desteği-oranı gerçeği yansıtmıyor. MHP’nin 6% görülen oy oranı esasen AKP’li kesimlerin kendisini MHP’li olarak yansıtmasından ileri gelmektedir. Neden AKP’liler kendilerini MHP’li gösteriyorlar? MHP’nin kaybettiği oylarını geri alıp toparlandığı algısını yaratmak için. Kimin talimatıyla bunu yapıyorlar? Erdoğan’ın. Niçin bunu yapıyorlar? Çünkü Erdoğan’ı kayıtsız şartsız destekleyen MHP’nin eriyip iyice cılızlaşması Erdoğan’ın işine gelmemektedir. Neden? Çünkü Erdoğan’ın MHP’den devşireceği veya başkanlık seçimlerinde ancak MHP’nin önceki oy oranı desteği ile belli başarılar elde edeceği ve mevcut kan kaybı önlenip toparlanmadan MHP’den planladığı oy miktarını alamayacağını bilmektedir. İşte bunun için MHP’nin toparlanıp oylarını yeniden geri aldığı algısını yaratmak için AKP’lilere doğrudan muhtemel-talimat vererek kamuoyu araştırmalarında MHP’li gibi davranarak MHP’nin oy oranının yüksek gösterilmesini-yüksek çıkmasını istemektedir. Böylece oylarını toparladı algısıyla dağılan MHP lehine bir atmosfer yaratarak bu algı yönetimiyle MHP’den belli bir oy desteğini yaratıp alacağını hesaplıyor Erdoğan. Kısacası, anketlere dayanarak MHP’ni 6%’lık oy oranına sahip olduğu yönünde görüş belirten araştırmacı ve yorumcular MHP’nin oy oranı 6% derken doğru söylemiyorlar. Çünkü bu anketlere katılanların en azından ‘’bir kısmı’’ AKP’lidir. En önemlisi de AKP ile MHP ayrı partiler durumunda olmayıp ikisinin toplamının AKP olduğu gerçekliği (MHP iltihak etmiştir) düşünüldüğünde, anket sonuçlarının salt eski MHP’lilerin katılımından oluşmayıp adına ‘’cumhur ittifakı’’ denilen sahte senaryodan oluşan iltihakın anket sonuçları olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır…
Perspektifimiz seçimleri değil, halkı kazanmaktır!
Bütün bunlar burjuva düzen partileri ve egemen sınıfların iktidarın paylaşılması veya iktidar imtiyazları üzerine dalaşlarından ve elbette burjuva devlet ve sistemleri üzerine ortaklaştıkları zeminde kitlelere demokrasi olarak sundukları ve burjuva kliklerden hangi kesimin kitleleri sömürüp ezeceğine karar verdikleri aldatmacadan ibaret burjuva düzen seçimleridir ve faşizmi maskeleme işlevi esastır bu seçimlerin. Dolayısıyla bizlerin burjuva seçimlerden ne bir beklentisi vardır ne de burjuva düzen faşist partileriyle yarışma gibi bir düşüncemiz ve arzumuz yoktur. Ancak taktik siyaset sahasında izlememiz gereken seçim politikaları reddedilemez. Kitlelerin katılarak dahil olduğu siyasi atmosfere tamamen kayıtsız kalmamız düşünülemeyeceği gibi, faşizmin, faşist düzen partileri ve egemen sınıfların siyasi teşhirini yapma, sınıf siyasetimizin propagandasını yaparak kitlelere ulaşma, kitlelerin aldatılıp kandırılarak düzen içine hapsedilmelerine karşı kitleleri bilinçlendirip aydınlatma, burjuvazinin yasa boşluklarından devrim ve siyasi ajitasyon-propagandamız lehine yararlanma, en gerici kürsülerden bile devrim adına yararlanma-o kürsüleri devrimci siyasetle kullanma, çalışma ve örgütlenmelerimizi geliştirme vb vs açısından da seçimler sürecinde uygun siyasetler belirleyerek müdahil olmayı elimizin tersiyle itemeyiz.
Elbette önümüzdeki cumhurbaşkanı ve meclis-milletvekili seçimlerinde nasıl bir taktik siyaset izleyeceğimizi şimdiden somut siyaset olarak söylemek erken olur. Gelişmeler ve objektif koşullar neyi gösterir, nereye evrilir sorusu mevcut emarelerden okunsa da kesin bir tespitte bulunarak siyasetimizi somutlamamız esasta günün şartları ve egemen durumu ile mümkündür. Neticede seçimlere dönük siyasetimiz taktik bir politikadır. Taktik politikalar bir gün içinde bile değişmeye müsaitken, tarihi 2019 olarak bilinen seçimlere dönük şimdiden taktik siyasetimizi net olarak ortaya koymamız doğru olmaz. Elbette mevcut durumda belli bir yaklaşım sergilemek mümkündür ve genel tutumumuz seçimlere katılmayı öngörmektedir. Ancak gelişmeler seçimlere girmeyi anlamsızlaştıracak kadar farklı bir mecraya oturabilir. OHAL şartları zaten birçok olanağı ortadan kaldıran şartlardır. OHAL koşullarında seçimlere gitme olasılığı güçlüdür. Gündemdeki seçim yasası başlı başına seçimlere girmeyi tartışmaya muhtaç hale getirirken, OHAL altında ajitasyon-propaganda yapma koşullarının ortadan kalktığı, kendi devrimci siyaset çalışmalarımızı yürütmeye olanak tanımadığı vb vs açık faşizmin koyu baskı şartlarında en azından somut değerlendirmeler yapmak gerekli olacaktır ki, bu ağır koşullarda seçimleri boykot etmek daha rasyonel olabilir. Ancak mevcut durumda bütün açık faşizm ve baskılarına rağmen seçimlere girme tercihi geçerlidir. Elbette ittifak politikamız da stratejik yaklaşım olarak geçerlidir.
Evet, seçim politikası taktik siyaset alanındadır. Dolayısıyla bu taktik siyaset somut şartlara göre boykot biçiminde de katılma biçiminde de belirlenebilir. Bu tamamen somut koşullara bağlıdır. Ancak her durumda komprador tekelci burjuva düzen ve faşist partilerinin siyasi teşhirini yürütmek değişmez tutumumuzdur. Sosyalizmin propagandasını yapmak ikinci değişmezimizdir. Burjuva seçimlerin kurtuluş olmadığı, faşist düzenin değiştirilmesinin esas olduğu, seçimlerin bir taktik siyaset meselesi olarak ele alındığı, düzen dışı yönelimin gerçek kurtuluş yolu olduğu değişmez propagandamızın çerçevesini oluşturmalıdır. Kuşkusuz ki, burjuva seçimlerde elde edebileceğimiz kazanımları reddedemeyiz ama esaslaştıramayız da. Mücadelemize katkı sunacak her mevzi ve kazanımın elde edilmesinde tereddüt etmeden mücadele eder, mümkün olan araçları kullanmaktan imtina etmeyiz. Ne var ki, seçimleri kazanma gibi bir durumdan reel olarak bahsetmek, böyle bir hedefle hareket etmek siyasetimiz olamaz. Seçimleri değil, halkı kazanmak için seçimleri bir araç olarak kullanırız. Seçimlerin sunduğu avantajları kullanır ama onu amaçlaştırmayız. Her aracı halkı örgütlenmek, bilinçlendirmek, kazanmak, halk uğruna mücadelede mevzileri ilerletmek için kullanırız.
Seçimlere girme durumunda, sosyalist, demokratik, ilerici siyasi parti ve güçlerle ittifak yapma genel politikamızdır. Karşı-devrimci burjuva düzen partileri dışındaki bütün ilerici güçlerle ittifak yapılabilir. Elbette ki, ittifakın gerçekleşmesi veya ittifakın biçimi vb somut bir mesele olarak ele alınıp sonuçlandırılması gereken bir konudur. İttifaka dönük genel yaklaşımımız geçerli olmakla birlikte, bu ittifak veya ittifakların gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, nasıl gerçekleşeceği, biçiminin ne olacağı vb vs meseleleri somut konulardır, somutta netleştirilebilirler. Kuşkusuz ki, genel ittifak siyasetimiz her şeye karşın ittifak anlamına gelmez. İttifak belli prensiplerde anlaşma şartıyla mümkün olur. Misal demokratik işleyiş, uygulama ve kültürün egemen olmadığı, siyasi irade ve bağımsızlığın tanınmadığı, eylemde birlik ajitasyon-propaganda serbestlik ilkesinin tanınmadığı, asgari hedeflerde buluşulmadığı, ben merkezcilik ve dayatmanın olduğu vb vs şartlarda genel ittifak siyasetimize rağmen somutta bir ittifakın sağlanması mümkün olmaz. İttifakta ilkesel ve değişmez tavrımız; komprador tekelci burjuva sınıf veya faşist düzen partileri ile hiçbir şartta ittifak benimsenemez, bunlar dışında kalan halk güçleri kapsamındaki sosyalist, demokrat, ilerici, yurt sever tüm parti ve güçlerle prensip olarak ittifak yapılabilir şeklindedir. İttifakın gerçekleşmesi ise tamamen somut bir meseledir, anda ve şartlara göre biçimlenir, şartlara bağlı olarak gerçekleşir ya da gerçekleşmez.
Mevcut durumda yapılacak önümüzdeki seçimlerin (yukarıki bölümlerde de işaret ettiğimiz üzere) tipik şartları şunlardır: 1- Seçimlerin burjuva açıdan bile demokratik, adil ve eşit şartlarda gerçekleşmeyeceği bilinmez değildir. Bu, seçim sonuçlarının seçmenin bağımsız ve gerçek iradesini yansımayacağı anlamına gelir. Kitlelerin iradesi çiğnenmiş, tercihi çarpıtılarak sandığa yansıması engellenmiş olacaktır. 2- Seçimlere OHAL şartlarında gidilmesi büyük olasılıktır. Bu da seçim sonuçlarının gerçeği yansıtmayacağının sağlam gerekçesidir. Baskı ve korku altında tutulan seçmenin iradesine müdahale edilmiş olacaktır. OHAL koşullarında yapılacak seçim ve sonuçlarının da olağan dığı olacağı açıktır. 3- Seçimlerde hile ve oy hırsızlığını meşrulaştıran, seçmenin iradesini baskı altına alarak değiştiren, sahte oyların kullanılmasına zemin sunan bir seçim güvenliği yasası çıkarılmıştır. Seçimlere bu yasa ile gidilecektir. Bu da seçimlerin kirli ve lekeli olacağının başka bir kanıtıdır. 4- Yapılan yeni seçim güvenliği yasasıyla ittifaklar düzenlenmekte ve zorunlu hale getirilmektedir. Bu ittifaklar düzenlemesiyle Erdoğan küçük veya baraj altında kalan partilere milletvekilliği rüşvetleri vererek güç-oy devşirerek seçimleri kazanma şansını arttırmaktadır. 5- Aynı yasa ile temsilde adalet ilkesi hepten ayaklar altına alınarak yok edilmektedir. İttifak sayesinde yüzde birlik oyu olmayan parti meclise vekil göndermiş olacak ama yüzde 9, 9 oy alan seçim barajına takıldığı için vekil seçemeyecek, meclise gidemeyecek ve temsil edilemeyecektir… 6- Yüzde onluk (10%) seçim barajı olduğu gibi korunmaktadır. Bu baraj temsilde adaleti ortadan kaldıran özelliğiyle işlev görmekte, bu seçimlerde tam bir adaletsizlik ve çifte standartçı rol oynamaktadır. Oy oranları kıyaslanmayacak kadar açık olan partilerden en az (yüzde 1 örneğin) oy alan parti meclise taşınırken, yüzde 9, 9 oy alan parti meclis dışına itilmiştir. İşte önümüzdeki seçimlerin önceki seçimlere göre nüansları bunlar ve daha fazlasıdır. Bu şartlardaki seçimlerin halkın iradesini yansıttığını söylemek, seçimlerin demokratik ve adil şartlarda gerçekleştiğini iddia etmek, seçimlerin ve sonuçlarının meşru olduğunu veya gerçeği yansıttığını düşünmek, bu seçimlerde hile, hırsızlık ve ahlaksızlığın olmadığını varsaymak vb vs mümkün değildir. Dolayısıyla şimdiki şartları bu olan ve yarınki şartlarının daha da olumsuz olacağı aşikâr olan seçimler hakkında şimdiden somut politika belirlemenin zamansız olacağı açıktır.