HABER MERKEZİ (18.12.2014)- Öncesiyle beraber başlayan katliam-soykırım geleneğini devralarak 1923’de kuruluşunu ilan eden faşist Türk devletinin tarihi katliam ve direnişler tarihidir. Türk-İslam tekçi faşist anlayışı üzerine kurulu Türk devleti, başta komünist-devrimciler olmak üzere, Kürt ulusu, Ermeniler, Aleviler ve birçok farklı ulus, milliyet ve inançtan binlerce kişiyi katletmiş, zulme uğratmış, çeşitli baskı ve sindirme politikalarıyla yok etmeye çalışmıştır. En özlü ifadeyle denebilir ki; 91 yıllık TC tarihi amansız ve koyu bir faşizm tarihidir. Bu tarihi soykırım, katliam, baskı ve sömürü üzerine kurulu gerici bir sistemin en karanlık halidir. Ve bu gerici-faşist devlete karşı tarihi boyunca defalarca baş kaldırılmış, isyan edilmiş, hesap sorulmuştur. Zulmün karşısında isyan etme geleneği bu coğrafyanın en önemli özelliklerinden biri olmuştur. Faşist Türk devleti bu katliamcı geleneğini en barbarca, zorba şekliyle hapishaneler üzerinde tesis etmiştir. Sınıf mücadelesinin en zorlu alanlarından olan hapishaneler, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yüzlerce şehidin verildiği, nice katliam ve direnişlere sahne olmuş bir alandır. Faşizmin komünist-devrimci-yurtsever güçleri fiziki olarak teslim alıp, ‘ıslah’ etmeye çalıştığı ama karşısında sürekli muazzam direniş ve kahramanlıklarla karşılaştığı hapishaneler tarihinin en aktüel ve en büyük katliam ve direniş süreçlerinden birisi de kuşkusuz 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı ve direnişidir. Komünist-devrimcilerin uzun yıllar boyunca direne direne kazandığı birçok hakkı gasp edip, bizzat emperyalist efendileri tarafından tasarlanıp uygulanan F Tipi hapishaneler projesini hayata geçirmek için faşist Türk devleti tarafından 19-22 Aralık 2000 tarihlerinde yapılan ve adına “Hayata Dönüş’’ denilen büyük katliam yaşandı. Binlerce askerin katılımıyla her türlü kimyasal ve ağır silahın kullanıldığı ve aynı anda 20 hapishanede başlatılan katliam saldırısında 28 komünist-devrimci yaşamını yitirdi. Katliam öncesi F Tipi hapishanelere geçişi kabul etmeyen ve bu faşist politikaya karşı direnen komünist-devrimci tutsaklar tarafından başlatılan Ölüm Orucu eylemleriyle beraber toplamda 122 komünist-devrimci yaşamını yitirdi.
F Tipi politikalara karşı büyük direniş
Tarihi boyunca hapishaneleri komünist-devrimciler ve geniş halk kesimlerini “ıslah’’ etmek için en etkin şekilde kullanmaya çalışan faşist Türk devleti, bu gerici politikasının karşısında her dönem komünist-devrimcileri ve onların direnişini bulmuştur. 1996 yılında F Tipi gerici-faşist politikayı hayata geçirmek için çalışma başlayan faşist Türk devleti karşısında komünist-devrimcilerin ölüm orucu direnişini bulmuş ve dışarıda da büyük bir yankı uyandıran, 12 komünist-devrimcinin şehit düştüğü direniş sonrası geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bu görkemli direniş karşısında geri adım atmak zorunda kalan faşist Türk devletinin ilk fırsatta bu gerici emelini gerçekleştirmek için daha kapsamlı saldırılara imza atacağı bilinen bir gerçeklikti. Ki aradan çok zaman geçmeden 1999 yılında Ulucanlar Hapishanesi’ne yönelik kapsamlı bir saldırı düzenlenmiş ve 10 komünist-devrimci hunharca katledilmişti. 1990’lı yıllar boyunca büyük bir kriz hali yaşayan, sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin büyük ivme kazanması karşısında her türlü gerici-faşist politikayı hayata geçiren faşist Türk devleti için hapishaneler, komünist-devrimcilerin teslim alınıp, komünist-devrimci hareketin psikolojik olarak darbelenmesi ve kadrolarının büyük çoğunluğu hapishanelerde olan komünist-devrimci güçlerin “başsız’’ bırakılarak, dağıtılması hedefini içeren bir yerde duruyordu. 1999 yılında CIA tarafından düzenlenen bir operasyonla Türk devletine teslim edilen ve ülkeye getirildiği andan itibaren büyük bir teslimiyet sürecine giren PKK lideri Abdullah Öcalan, kısa süre içerisinde PKK’ye gönderdiği talimatlarla ateşkes ilan ettirmiş ve PKK gerillalarının ülke sınırları dışına çıkışını istemişti. Türk devleti için PKK gibi bir gücün bizzat Abdullah Öcalan’la böylesine bir teslimiyet süreci içerisine girmesi bulunmaz bir fırsattı. Geriye sadece komünist-devrimci güçleri büyük bir katliamdan geçirip, etkisiz hale getirmek kalıyordu. Türk devleti onlarca yıllık tecrübesiyle biliyordu ki komünist-devrimcilerin teslim almak imkansızdı. Komünist-devrimcilerin karşısında ya büyük bir katliama imza atıp yok edecekti ya da karşısında diz çöküp teslim olacaktı. Çünkü komünist-devrimci hareket bizzat zulme karşı direniş ve düşmana karşı sınıf kiniyle mücadele tarihine başlamıştı. Darağacında, Kızıldere’de, Amed zindanlarında baş eğmeyen, ölümüne direnen ve stratejik olarak kazanan bir tarihin mirasçılarıydı onlar çünkü. İşte böylesi bir gerçeklik içerisinde faşist Türk devleti 1996 yılında denediği ve başarısız olduğu F Tipi politikasını yeniden gündeme almış ve büyük bir saldırı hazırlığına başlamıştı. Faşist Türk devleti tarafından başlatılan F Tipi saldırılarına karşı 20 Ekim 2000 tarihinde TKP(ML) (Maoist Komünist Partisi’nin o dönemki ismi), DHKP-C ve TİK(B) tarafından Süresiz Açlık Grevi(SAG) eylemi başlatıldı. 19 Kasım 2000 tarihinde SAG, Ölüm Orucu eylemine dönüştürüldü. F Tipi politikasına karşı başlatılan Ölüm Orucu eylemine yönelik her geçen gün büyüyen desteğe karşı faşist Türk devleti özellikle basın-yayın kanalları üzerinden büyük bir psikolojik harekete başladı. Her türlü kirli politikayı kullanarak ÖO eylemini manipüle etmeye çalışan faşist Türk devleti, bu süre içerisinde bir yandan F Tipi hapishanelerin yapımlarını tamamlayıp, kullanıma hazır hale getirirken, diğer yandan ise ÖO direnişindeki tutsaklarla sözde “görüşmeler’’ gerçekleştirip F Tipi hapishanelere geçişlerin yapılmayacağı yalanlarını yayıyordu. Kriz ve iç çatışmalarla çalkalanan faşist Türk devleti ve dönemin hükümet ortakları ANAP-DSP-MHP koalisyonu, IMF tarafından emredilen yeni ekonomik politikaları hayata geçirmek için karşısında susturulmuş ve sindirilmiş bir halk gerçekliği istiyordu. Bunu yapabilmenin en iyi yolu ise kuşkusuz komünist-devrimci güçleri katledip, etkisizleştirmekti. İşte böylesi bir atmosfer içinde, hapishanelerde binlerce tutsağı bulunan PKK’nin yaşanan bu sürece kayıtsız kalmasıyla da beraber faşist Türk devleti tarafından 19 Aralık tarihinde 20 hapishanede eş zamanlı olarak büyük bir katliam saldırısı başlatıldı. Komünist-devrimcilerin “teslim ol’’ çağrılarına büyük bir direniş ve kahramanlıkla cevap vermesi sonucunda, 22 Aralık tarihine kadar devam eden katliam saldırısı sonucunda 28 komünist-devrimci hunharca katledilirken, binlerce tutsak büyük bir saldırı altında kademe kademe F Tipi hapishanelere konuldu. Helikopterler eşliğinde 12 jandarma taburu, 42 ayrı bölük ve 10 bin askerin katıldığı 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı sonrası komünist-devrimci tutsaklar içeride ve dışarıda ÖO eylemlerine devam etti. Küçük Armutlu ve Alibeyköy’de devam ettirilen ÖO eylemlerine karşı 2001 yılında yapılan saldırılarda da Küçük Armutlu direniş evinde bulunan 4 kişi katledildi. Sonraki yıllarda DHKP-C tarafından sürdürülen ÖO eylemlerinde şehit düşenlerle beraber toplamda 122 komünist-devrimci şehit düştü, yüzlercesi sakat kaldı.
Katliamcılar aklanarak ödüllendirildi
TC tarihinin en kanlı katliamlarından biri olarak tarihe geçen 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı sorumlularına karşı şimdiye kadar göstermelik olarak açılan birkaç dava dışında herhangi bir gelişme yaşanmamıştır. Bu katliamda bizzat yer alan birçok faşist asker ise özellikle AKP döneminde ödüllendirilmiştir. Katliamın hedefinde olan yüzlerce tutsak hakkında ise davalar açılarak haklarında onlarca yıla varan hapis ‘cezaları’ istenmiştir. Emperyalist efendilerinin emriyle devlet politikası olarak hayata geçirilen 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nın sorumlusu bir bütün olarak faşist Türk devleti ve dönemin görevli kadrosudur. Bizzat MGK tarafından kararlaştırılan ve Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlıkları tarafından koordineli olarak yürütülen 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nda bizzat görev alıp yöneten ve uygulamasında yer alanlar ise şunlardır: Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman, MGK üyeleri, ANAP, DSP ve MHP hükümeti üyeleri ve milletvekilleriyle Başbakan Bülent Ecevit, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan. Katliam saldırısında bizzat yer alan rütbeli, rütbesiz askerler, gardiyanlar, ÖO direnişçilerine zorla müdahalede bulunan doktorlar, katliama yasal kılıf uyduran savcı ve hakimler… Özcesi tarihin en kanlı saldırılarından olan 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’ndan bizzat Türk devleti ve gerici kurumları sorumludur. Diğer bütün katliamlarda olduğu gibi bu katliamın hesabının da bizzat komünist-devrimciler ve halkımız tarafından sorulacağı bilinmelidir. Dersim Soykırımı üzerinden siyasi rant sağlamat amacıyla siyasi polemikler gerçekleştiren AKP, MHP, CHP gibi faşist burjuva partilerin 19-22 Aralık hapishaneler ve diğer katliamlara dair tek bir söz söyleyememesi neyle açıklanabilir? Katliam gerçekliği faşist Türk devletinin karakteristik özelliğidir, devlet geleneğidir. Siyasi rant amaçlı dile getirilen “özür’’ vs. söylemler riyakarlıktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Dersim Katliamı için sözde “özür’’ dileyen AKP’nin sadece kendi iktidar döneminde yaptığı katliamların haddi hesabı yoktur. Bu katliam gerçekliği öncelleriyle beraber faşist AKP’nin de gerçek niteliği ve samimiyetini ortaya koymaktadır. Bu gerçekliği atlayıp, yapılan rant hesaplarına tav olan sözde “devrimci-ilerici’’ bazı aklı evvellere Kobanê’de, Gezi’de, Roboskî’de katledilenleri hatırlatmak yeterli olacaktır. Faşist Türk devletinden gerçek anlamda hesap sormanın tek yolu devrimci iktidar mücadelesini büyüterek faşizmi yerle bir edip, sosyalist bir sistem kurmaktır. Devrimci iktidar mücadelemizde faşist Türk devlet kurum ve temsilcilerini hedef almak ve gerçekleştirdikleri katliamların hesabını sormak da ertelenemez görevlerimizdendir. Maoist öncünün 42 yıllık tarihinde halk düşmanlarına ve faşist kurumlarına karşı gerçekleştirdiği hesap sorma eylemleri bugün de aynı şekilde devam etmektedir. “Faşistlerden hesap lafla sorulmaz bizde hesapları namlular sorar’’ şiarıyla 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nda sorumluluğu bulunan bütün halk düşmanı unsurlar hedefimizdir. Buradan bir kez daha 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nda ve sonrasında yitirdiğimiz bütün şehitlerimizi saygıyla anıp, kanlarının yerde kalmayacağını beyan ediyoruz.