15-16 Haziran tarihselliği ve önderlik

15-16 Haziran büyük işçi direnişi özellikle yaşandığı tarih itibariyle ülke devrimci hareket tarihinin gördüğü en büyük kitlesel direniş veya hareket niteliğidir. Direnişin büyük kitlesel niteliği ve devasa gücüne karşın hâkim sınıflarca bastırılması ve dinamik potansiyeline karşın somut sonuç ve kazanımlar elde edememesi, esasen direnişin kendiliğinden gelme ve komünist önderlikten yoksun olma özelliğinden illeri gelmekteydi

 HABER MERKEZİ (19.06.2016)Gazetemizin 124.Sayısında yayınlanan ‘’15-16 Haziran tarihselliği ve önderlik’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

15-16 Haziran büyük işçi direnişi özellikle yaşandığı tarih itibarıyla ülke devrimci hareket tarihinin gördüğü en büyük kitlesel direniş veya hareket niteliğidir. Ki, devrimci 15-16 Haziran büyük işçi direnişi salt yığınsal hareket olma özelliğiyle değil, genel dersleri itibariyle de sınıf hareketinde tam bir dönemeci ifade etmektedir. Bundandır ki, ülke bilinçli devrimci hareketi bu direnişten büyük dersler çıkaran özel bir ilgi göstermiştir. Kaypakkaya yoldaşın hareketi değerlendirmesi ve hareketten dersler çıkarması 15-16 Haziran işçi direnişinin taşıdığı bu anlamı göstermektedir.

Kitlelerin devrimci öfkesini dışa vuran işçi direnişi devasa devrimci bir gelişme olmasına ve direniş-mücadele geleneği bakımından ağladığı siyasi kazanımlara, işçi sınıfının üretimden gelen gücünü ortaya koymasına karşın, bu büyük hareket doğru orantılı sonuçlara ulaşamamıştır. Hâkim sınıflar tarafından kan ve katliamla bastırılmıştır. Bu vesileyle direnişte katledilen işçi ve devrimcilerin anısı önünde eğiliyoruz.

15-16 Haziran ve önderlik sorunu

Direnişin büyük kitlesel niteliği ve devasa gücüne karşın hâkim sınıflarca bastırılması ve somut sonuç ve kazanımlar elde edememesi, esasen direnişin kendiliğinden gelme ve komünist önderlikten yoksun olma özelliğinden illeri gelmekteydi. Direnişin derslerini özetleyen Kaypakkaya yoldaş özellikle hareketin bu özelliğine vurgu yaparak, doğru derslerin çıkarılmasına ışık tutmuş, direnişin devrimci niteliği ve öğretici özelliğine işaret etmiş ve aynı zamanda kendiliğinden gelme hareketlerin önünde eğilen önderliğin tayin edici rolünü yadsıyan anlayışları da haklı olarak eleştirmiştir.

Buradaki eleştiri esas olarak komünist ve devrimci hareketin önderlik noktasındaki yetersizlikleriyle anlam kazanmaktadır. Büyük işçi yığınları ayaklanmalara girişerek devrimci rolünü sergiliyor ancak bilinçli devrimci hareket işçi kitlelerinin devrimci gelişmesine ayak uyduramıyor ya da bu gelişmeye ulaşma yeteneği reel olarak taşımıyordu. Önderlik rolünün bu yeteneksizliği veya yetersizliği işçi sınıfı ve devrimci kitlelerin devrimci enerjisini objektif olarak boşa çıkarıp sonuçsuz bırakıyordu. Devrimci parti ve örgütler işçi direnişi içinde yer alarak fedakârca çatışıp bedeller ödese de, bu olumlu pratiği önderlik etme yetersizliğini gidermeye yetmiyordu…

Bugün onlarca yıl sonra bilinçli devrimci hareketin durumu benzer noktalarda seyretmektedir. Örneğin, Gezi-Haziran Ayaklanması gibi devasa hareket büyük kazanımlara yol açan bir potansiyele ve dinamiğe sahip devrimci gelişmeyi temsil etmesine karşın, komünist ve devrimci hareket bu gelişmeye önderlik edememiş, içinde yer alarak belli oranda yönetip önderlik yapmaya çalışsa da örgütsel durumu açısından bunu başaramamış, hareket esasta burjuva kesimlerin etkisinde kalmıştır.

Bugün Erdoğan/AKP iktidarı her türden demokratik mücadele ve tepkiye azgınca saldırmakta, tam bir faşist diktatörlük uygulayarak toplumu büyük bir baskı altında tutmaktadır. Devrimci koşulların pozitif eğilimine, işçi ve emekçi yığınların büyük hoşnutsuzluğuna rağmen, topyekûn savaş saldırganlığı altında estirilen faşist terör ve katliamlar toplumu sindirip kitlelerin harekete geçmesini engellemekte ya da elverişli devrimci koşullara karşın devrimci dalganın yükselmesini objektif olarak bastırmaktadır. Bu gerçek Kuzey Kürdistan’da tersinden cereyan etse de, ülkenin diğer kesimlerinde toplum korku atmosferine alınmış, işçi sınıfı baskılar altında esasta edilgen hale getirilmiştir. Daha da önemlisi keskin faşist saldırı dalgası altında hüküm süren siyasi süreç ve gelişmeler baskın olarak öne çıkıp işçi sınıfı hareketinin fiilen geride kalmasına yol açmaktadır.

 Tüm bu realiteye karşın parçalı da olsa önemli oranda işçi-emekçi mücadelelerinin yaşanmasından söz edilebilir. Çevre sorunları temelinde küçümsenmeyen direniş ve hareketler dinamik olup süreklilik kazanmış durumdadır… Toplumsal kitlelerde mevcut iktidara karşı büyük hoşnutsuzluk ve tepki büyümekte, ama bir tedirginlik de yaşanmaktadır. Milliyetçilik zehri ve ırkçı faşist baskılar kitlelerin belli bir bölümünü iktidara eklese de büyük bir toplumsal kesimin patlamaya hazır olduğu söylenebilir. Ki, zaman zaman gündeme gelen direnişler ve elbette Gezi-Haziran Ayaklanması’yla doruğuna ulaşmış olan hareket bunun delili durumundadır. Ki, Gezi-Haziran Ayaklanması’na gelmeden önce yaşanan kitlesel eylem ve hareketler de azımsanacak ölçüde değildi.

Demek ki, faşist terör, katliam ve baskılar objektif olarak kitlelerin hareketini etkilese de esasta bilinçli devrimci hareketin süreçte güç olamaması, önderlik rolünü oynayamaması ve uygun olan devrimci koşulları yönetememesi gerçeği kitle hareketinin büyük dalgalarla serpilememesinde belirleyici etkendir.

Bugün faşist saldırı ve baskılar çok azgın sularda seyredip kitlelerin tepki ve hareketine etkide bulunsa da, devrimci koşullar son derece uygundur. Toplumsal bilinçlenme ve demokratik bilincin gelişme düzeyi düne oranla daha gelişkindir. Çelişkiler çok daha keskin ve derindir. Siyasi çelişkiler zeminde yaşanan gelişmeler az değil, gereğinden fazla olanak sunmaktadır. Kuzey Kürdistan somutundaki gelişmeler ölüm-kalım sınırında ağır bir mücadele sürecine tanıklık yapmaktadır. Korkunç katliamlara paralel biçimde kahramanca direniş yaşanmaktadır. Bütün bunlar devrimci şartların uygun olduğunu göstermektedir. Fakat militan devrimci çizgiyle sürece müdahale etme pratiği Kürt ulusunu dışta tutarsak genel anlamda zayıf ve yetersizdir. Önderlik rolü boşluk taşıyan alan olma durumunu sürdürmektedir. Daha da önemlisi bilinçli devrimci hareket objektif olarak kitlelerin kendiliğinden hareketine umut bağlamış durumdadır. Büyük bir kesim burjuvazinin iç çelişkilerinden medet uman-arayan durumdadır. Komünist ve devrimci yapıların belli iradi çabalarına ve bu temelde oluşturdukları Halkların Birleşik Devrim Hareketi gelişmesine karşın, egemen tablo esasta bu edilgen durumdadır. 

İşçi sınıfı hareketinin siyasi gelişmelerin gölgesinde kalmasının veya zayıf kalarak beklenen reaksiyonu verememesinin en önemli nedenlerinden biri işçi sınıfı içindeki örgütlenmelerin zayıflığı, dolayısıyla sendikaların bilumum versiyonda burjuva önderlikler tarafından yönetilmesi gibi nedenlere dayanmaktadır. O halde görev açıktır; işçi sınıfı içinde örgütlenmeye yoğunluk verilmelidir. Sendikalarda örgütlenme ve yönetimlerini ele geçirmek ertelenemez görevdir. Son tahlilde militan çizgide devrimci mücadelenin kendi kulvarında geliştirilmesi zorunlu olup esas alınması gereken doğrultudur.

  

 

Önceki İçerikPolisten sonra askerde sınırsız öldürme hakkına kavuşacak
Sonraki İçerikAKP’nin muhafazakârlığı, İslamcılığı, neoliberalizmi ve kadınlar