Yaşananlar, egemen ulusun egemen sınıflarının, dar milli çıkarları ve imtiyazları uğruna Kürdistan’da 32 yıldır yürüttüğü sömürge savaşının bir sonucudur. Kürt direnişini ve genel devrimci demokratik muhalafeti yutamayan bu sınıflar, birbirlerini yutmaya çalışıyorlar şimdi. Sur’u yıkan uçak, Kürt direnişini yokedememiş ama bombasını Ankara’da meclisin tepesinde patlatmıştır. Bu ağır siyasal kriz ortamında, tüm devrimci demokratik güçlerin, aydınların, barışseverlerin, çeşitli milliyetlerden halkların , ezilen inanç ve cins gruplarının, baskı altında olan laik yaşam taraftarlarının güç birliği yapmaya yanaşmamasının, darbecilere ve AKP’ye karşı, faşizme ve iç savaş tehlikesine karşı zinde bir güç olarak ortaya çıkmaya yanaşmamasını, yani varlığını berraklaştırma ve dayatma eğilimi içine girmemesinin nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor. Halkı birleştirmenin, yaşam alanını iki gerici, faşist cenahın çatışma alanı olmaktan çıkarmanın başka bir yolu var mı bilmiyorum.
Erdoğan, “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü bu darbeyi, devleti tamamen ele geçirmenin, gücünü merkezileştirmenin bir aracı olarak değerlendirdi. Fethullah grubunun, parmak ısırtan servetini, yani sınai, mali, hizmet vb. kuruluşlarını müsadere ile, AKP’nin hakim olduğu devlet kuruluşlarına kattı. İmam’ın tüm basın ve yayın kuruluşlarını, AKP’nin basın ve yayın kuruluşları haline getirdi. AKP’nin polisini ağır silahlarla donatıp ordulaştırmayı kara altına aldı. Yargıyı ve üniversiteleri derinlemesine AKP’lileştirme sürecine soktu. TSK’yı, İmam Hatip okullarının muazzam gücüne açma ve yeniden biçimlendirerek, Yeni İmam’ın Yeni Ordu’su haline getirme sürecine soktu. Cami, yurt, vakıf ve cemaatlar cemaatını el altından silahlandırma ve kitle tabanını zinde bir güç haline getirmek seferberliği içine girdi. Başkanlık sistemiyle devlet yönetimini merkezileştirme çabalarını yoğunlaştırdı.
Güçlenen bir İmam’ın, “demokrasi” denilen halihazırdaki ucubeyi, güçlenme süreci içinde ve güçlendikten sonra ne hale sokacağını bir çok insan kara kara düşünmeye başladı.
Kanı silinen siyasal arena, egemen sınıfların iki ana kanadı, İslamcı AKP ile Kemalist kanat arasındaki mücadeleye kalmış gibi görünüyor. Kürtler başta olmak üzere, çeşitli ezilen milliyetlerden devrimci demokratik güçler ile egemen ulusa mensup devrimci demokratik güçlerin ve alevilerin bu sahnede, dağınık da olsa, geçmişe nazaran daha güçlü bir şekilde yer alacaklarını söyleyebiliriz. Gelecek, yeni çatışmaları kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir.
Siyaset sahnesinde, tayin edici veya sonuç alıcı aksiyonu, genellikle aydınlanmış, devrimci kitleler oynuyor. Bunların aksiyonu, sürünün aksiyonuna benzemiyor. Baskıya karşı kendiliğinden veya aydınlık bir gücün çağrısından dolayı harekete geçen ezilen kitleleri, egemen sınıfların çıkar çatışmalarının basit bir aracı olarak harekete geçen kitlelerden ayırmamız gerekiyor. Yıkıcı ve yapıcı bir gücü, tapıcı ve tapucu bir güçle aynı kaba koyamayız. AKP’nin, camilerden, yurtlardan, islami kuruluşlardan sokağa döktüğü kitleler, OHAL’in kitle temelini oluşturdu. AKP, muhaliflerini polis ve ordu gücüyle sindirme, kendi egemenliğini yayma, pekiştirme sürecinde, bu kitleyi yedeğinde tutacak ve zaman zaman kendisine yönelik tehditlere karşı onun fiili sokak gücüne yaslanacaktır. Yeni durumun gösterdiği gerçeklerden birisi de budur.