Sosyalist basını takip etmek önemlidir. Dostlarımızın eğrisi-doğrusuyla yazdıkları hakkında fikir sahibi olmak ihtiyaç olmakla birlikte, görev ve sorumluluklarımız arasındadır. Çünkü birbirimizden öğrenmek; hataları eleştirerek düzeltmek mücadele ve gelişim açısından elzemdir. Öğretmek kaba bir öğretmen-öğrenci ilişkisine indirgenemez, ukalalıkla ilişkilendirilemez. Kimse öğrenirken küçülmez, öğretirken de büyümez. Öğrenme-öğretme ilişkisi abartılamaz; bilginin kimsenin tekelinde olmadığı ve ipotek edilemezliği aşikârdır.
Devrimci kaygıyı önceleyen zeminde tartışmak, polemik yürütmek kötü değil, devrimci polemik doğru yöntemlerle yürütüldüğünde küçümsenemez biçimde değiştirici ve dönüştürücü bir güce dönüşür. Yeter ki tarz veya yaklaşım dar grupçuluğa esir düşmüş küçük-burjuva anlayıştan beslenmesin; saldırı-savunma döngüsüne hapsedilmesin ve dar gurup çıkarlarına kurban edilmesin. Doğru eleştiri ve özeleştiri devrimden menfaati olan herkesin, her kurumun ve hatta gurubun da yararınadır.
Bu kavrayış zemininde tartışma ve eleştiri bilinciyle ele aldığımız bu makalemizde Yeni Demokrasi gazetesinin seçim anlayışı ve ileri sürdüğü iddialara yanıt verip hatalı anlayış ve yaklaşımlarına açıklık getirmeye çalışacağız. Çünkü Kaypakkaya güzergâhında bulunan, en azından o iddiada olan dostlarımızın eleştiri ve önerilerinin ciddiyetini, Kaypakkaya’nın takipçileri olarak önemsiyoruz. Kaypakkaya yoldaşın ideolojik-siyasi mirasçılarına dair taşıdığımız özel duyarlılık diğer dostlarımızı ve siper yoldaşlarımızı önemsemediğimiz anlamına gelmez.
Seçim öncesi süreci ve sonrası süreçler boyunca farklı çevrelerden olumlu veya olumsuz olmak kaydıyla çok farklı tepkiler aldık. Bir eylem içinde iken, çerçevesi hangi kapsamda olursa olsun, ittifaklar kurmuş iken sürece zarar verecek tartışmalardan elimizden geldiğince uzak durmaya çalıştık. Gelinen aşamada herkesin eteğindeki taşları dökmeye başladığı mevcut süreçte, elbette bizim de söyleyecek birkaç sözümüz olacaktır. Kırmadan, dökmeden somut durum gerçekliğinden kopmadan, devrimci normlar içinde yürütülecek her tartışmanın taraflar için kazandırıcı olacağı inancıyla görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışıyoruz.
Hep kırmızı yanan trafik ışığı doğruyu göstermez
Bu makalede Yeni Demokrasi gazetesinin 158 ve 159. sayılarında söz konusu meseleye ilişkin eleştiri, anlayış ve iddialarını ele alacağız.
Öncelikle, dostlarımızın her seçimi bir ve aynı gören kaba, tekçi ve somut durumu dikkate almaktan yoksun hatalı bir anlayışa sahip oldukları kanaatindeyiz. Bu anlayış ve yaklaşım tarzından kaynaklı olarak, şartları, farklılıkları ve özgünlükleri görme yerine, her şeye tek pencereden bakma gibi kusurlu bir anlayış sergilemektedirler. Bu iddialarımıza yol açan nedenleri yazılan şu satırlarda açıkça görebiliriz; “Oysa Türkiye ve benzeri ülkelerin gerçekliğinde seçimler halk kitleleri için bir kendini ifade etme alanı değildir. Faşist düzenin bütününde gördüğümüz bir özellik olarak ‘burjuva devlet mekanizmalarının kopyalanması’nın sonucunda bizimki gibi ülkelerde seçimler halkın kendisi için örgütlenmesine, kendini ifade etmesine olanak veren süreçler değildir.” Evet böyle diyor YD …
Aktardığımız bu paragraftan da anlaşıldığı gibi, bir genelleme yapılarak, her seçimin bir ve aynı görüldüğü, daha da ileri gidilerek sadece ülkemiz için değil benzer bütün ülkeler için de (sanki benzer olan o ülkelerin özgün koşulları olmazmış gibi) aynı anlayış ileri sürülebilmektedir. Bu mücadele alanlarını, “halkın kendisini ifade edemediği” alanlar olarak görmekse başlı başına tartışılması gereken ayrı bir konu başlığıdır. Halkın iradesinin sandık veya seçim sonuçlarına vb. bağımsız yansımayacağını söylemek, seçimlerin demokratik ve özgür bir süreç olmayıp, özünde burjuva bir oyundan ibaret olduğunu vb. vs. söylemek ayrı ama halkın kendisini ifade edemediğini ileri sürmek daha başkadır. Halk, gerektiğinde en zor koşullarda bile kendisini ifade edecek cesarete ve güce sahiptir. Misal, yerel yönetim seçimlerinde halk fevkalade kendi adayını belediye yönetimine taşımakta, taşıyabilmektedir. Dostlarımız bu konuda müsterih olsunlar, halk öyle ya da böyle kendisini ifade etme mücadelesi ve direnişi sergilemekte, tüm faşist baskılara belli bir direnç göstermektedir. Asıl sorun ise, öncülerin halka güven verememesindedir…
Ayrıca, bu alanlarda halk kendisi için neden örgütlenemesin? Bilakis manipüle edilse de halk kendisi için örgütlenir. Halkın kendiliğinden örgütlenmesini beklemek kaba bir yanlıştır, halk öncüler tarafından örgütlenir, şayet sorun varsa buradadır. Dahası, siyasi çalışmaların en canlı ortamında örgütlenmenin olamayacağını iddia etmek, tutarlı olmayıp anlaşılır da değildir. Bir ülkedeki seçim süreçleri, fabrikada, tarlada, sokakta devrimci propaganda yapmanın ve doğal olarak örgütlenebilmenin en olanaklı süreçleri arasında iken, böyle bir iddiayı ileri sürmek ne kadar gerçeklerle bağdaşabilir. “Yerel yönetimlerde veya parlamentoda halkın kendisini ifade etme, örgütleme olanağı veya imkânı zayıftır” denilse, bu yaklaşım dikkate alına bilinir. Dolayısıyla devlet kurumlarından yararlanma veya yararlanamama noktasında bir tartışma yürütüle bilinirdi. En gerici kurumlar içinde bile örgütlenmenin mümkün olabileceği enternasyonal proletaryanın tüm tarihsel tecrübelerinde sabittir. Ama dostlarımız, seçim süreçlerinin veya seçimlerin halkın kendisini ifade etmesine veya örgütlenmesine imkân tanımadığını hiç düşünmeden ileri sürebilmektedirler.
Seçimler, sınıfların, grupların, kurumların hatta bireylerin bile istem ve taleplerini yüksek sesle seslendirdikleri ve aynı zamanda örgütlenmek için yararlandıkları canlı politik süreçlerdir. Pratik bir harekette bir eylemde arzulanan sonucu almak veya almamak ayrı bir şey, o nesnel koşullar içinde halkın çıkarları için mücadele etmek veya halkın kendi çıkarları için mücadele etmesi ayrı bir şeydir. Anlaşılan dostlarımız bu iki şeyi birbirine karıştırmaktadırlar. Veya seçim anlayışlarında olduğu gibi her şeyi aynılaştırma eğilimindedirler. Oysa adı seçim de olsa, her seçimin farklı işlevsellikleri olduğunu anlamak gerekiyor. Yerel yönetimler ya da yerel seçimler kitlelerle doğrudan iç içe olmanın, halkın sorunlarına çözüm üretmenin olanaklarını belli ölçülerde sağlarken, genel seçimlerde bu olanak daha da sınırlıdır. Yani halkın ve devrimin lehine olan imkânlar burada daha kısıtlıdır. Doğal olarak bu iki seçime ilişkin tavrımız, politikamız buna göre şekillenmek durumundadır.
Komünistler, mevcut durumu da hesaba katarak devrimin ve halkın yararına bu araçları kullanıp kullanmama noktasında karar vermeleri gerekiyor. Bu nedenle, seçim seçimdir deyip işin içinden çıkamayız. Söz konusu araçlar devrim ve halk için kullanılmaya elverişli oldukları sürece, hayalet görmüş gibi bunlardan kaçamayız. Aynı şekilde yararlanma olanakları ortadan kalkmış ise veya somut durum, yani sınıf mücadelesinin objektif ve sübjektif manada geldiği aşama buna ihtiyaç duymuyor ise, bunda ısrar etmek kadar aptalca bir şey de olamaz. Kısacası her araç, devrimin çıkarları doğrultusunda kullanıldığı ölçüde bir anlam ifade eder.
Kendisi ile “kavgalı” bir siyaset kitlelere yol göstericilik yapabilir mi?
Bizler, seçimlere ve onun sonucunda yaratılacak araçlara bu anlayış çerçevesinde yaklaşmaktayız. Yani bu araçlara, devrim ve sosyalizmin lehine, olanaklıysa atılabilecek ön adımlar olarak bakmaktayız. Bunları amaçlaştırmadan, taktik mücadelemizin bir parçası olarak ele alıyoruz. Dostlarımız ise hayali bir şato yaratıp, oraya saldırarak ne kadar doğru bir yolda oldukları iddiasındalar. “Burjuvazinin egemen olduğu koşullarda ‘çıkarlarını gerçekleştirebileceği alan’ olarak burjuvazinin alanını gören bu siyaset yenilmeye mahkûm bir siyaset olarak değerlendirilmelidir. Son seçimlerde bir kez daha bu gerçekliği gördük” deniliyor.
Burjuvazinin egemen olduğu koşullarda, onun çıkarlarını temsil etmeyen alan mı var. Bu devletin yarattığı kurumlarda ve alanlarda mücadele edilmez diye bir kural yoktur. Var diyenler sübjektif davranmış olurlar. Burjuvazinin egemen olduğu koşullarda, yani sömürünün, talanın, adaletsizliklerin yaşandığı bir toplumsal sistemde, öyle pürü-pak bir alan arıyorsanız boşuna hayal ediyorsunuz. Oysa bizim bildiğimiz ve mücadele etmemizin gerekçesi zaten burjuvazinin egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Yani sisteme egemen olan burjuvazi ve onun türevleriyle göğüs göğüsse bir mücadele yürütüyoruz. Sübjektif temelde şu alan, bu alan diye mücadele alanlarını yadsıma gibi bir lüksümüz olamaz. Halkın ve devrimin çıkarlarına olanaklar sağlayıp, imkânlar sunabilecek her alanda komünistler mücadelenin en ön saflarında olmak durumundalar.
Dostlarımız son seçim sürecinde hangi gerçeği görmüşler, merak ediyoruz. Bizim bildiğimiz ve yaşadığımız gerçekler herkesin gözleri önünde ayan-beyan gerçekleşti. Yani gerçeğin kendisi pratikte yaşananların ta kendisidir. Mesela, bizler gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde, hatta bunu biraz da zorlayarak, kapı kapı dolaşıp kitlelere stratejik kurtuluşlarını ve taktik olarak da kazanmaları gereken demokratik, ekonomik vb. hakları için mücadele etmelerini önermemiz ve bunun için kitleleri meydanlara taşımamız mı yanlıştı. Merakımızı bağışlayın, acaba siz bütün anlayışınızı bu mücadelelerin sonucunda elde edilmesi hedeflenen araçların elde edilemeyişine göre mi belirliyorsunuz. Ki bu araçların sizin için zaten pek bir “önemi” yok. Yürüttüğümüz bu mücadelede hedeflediğimiz kazanımlara, araçlara ulaşmak ve o araçları devrimin lehine kullanmak elbette bizler açısından önemli. Ama yürütülen mücadelenin esası ve tek amacı bu değil, böyle bir anlayışı da hiçbir yerde dillendirmedik.
Şimdi soru şu; biz hedeflediğimiz araçların kullanılması babında sonuca ulaşmamış olmamızla birlikte, ellerimizde bildirilerimiz, broşürlerimizle kapı kapı, sokak sokak, pazar pazar, fabrika fabrika dolaşıp kitlelerle buluşarak, demokrasi ve sosyalizm propagandası yapmamız ve kitleleri bu meyanda örgütlemeye çalışarak, meydanlara taşımamız yanlıştı da sizin, yerinizde oturup birkaç bildiri yazmanız ve dergi sayfalarında bol bol “eleştiri” yürütmeniz mi doğruydu?
Bizim, tüm devrimci örgütleri içine alacak ve halka güven verecek bir ittifak kurma çabamız yanlıştı da sizin, neyi amaçladığı pek belli olmayan “protesto” tutumunuz mu doğruydu. Boykot, özellikle de aktif boykotu kendi sübjektif durumunuzdan kaynaklı uygun bulmadığınızı satır aralarında anlatmaya çalışıyorsunuz. Sizin açınızdan anlaşılır bulsak bile, bunun yanlış bir anlayış ve kendine güvensizlik olduğunun altını çizelim. Çünkü boykot veya aktif boykot sübjektif durumla orantılı olarak ele alınmaktan ziyade, ülkenin, toplumun içinde bulunduğu somut durumla doğrudan ilintilidir. Somut duruma denk düşüyorsa eğer, hiç tereddüt gösterilmeden boykot kararı alınır ve gücünüz oranında kararınızı pratikle buluşturursunuz. Ama sizlerin meseleyi tersten ele aldığınız aşikârdır. Hadi boykotu uygun bulmadınız “protesto” kararı aldınız. Yani sizin deyiminizle seçimlere katılmama ve kimseyi desteklememe tavrını geliştirdiniz. Peki, şu tavır nasıl açıklanır acaba: “Dolayısıyla seçim sürecine katılmadığımızı, seçime halkın katılımını sağlayacak yönde bir çalışma yürütmeyeceğimizi ifade etmiş olduk. Özel olarak ‘boykot’ kavramını genel bir çağrışım yapmamak ve belirttiğimiz gibi ‘engelleme’ amacı da gütmediğimiz için tercih etmedik.”
Boykot etmiyorsunuz durum uygun değil, katılmıyorsunuz-desteklemiyorsunuz hadi onu da anladık, ama halkın katılmasına da ses çıkartmıyorsunuz, engel olmuyorsunuz. İşte bu ve bir önceki söylemleriniz birbirine taban tabana zıt söylemler. Kusura bakılmasın ama bu, katıksız oportünizmdir. Halka, “katılmayın, ama gene de siz bilirsiniz” demek, aynı zamanda kendi politikana, siyasetine de güvensizlik değil midir?..
Şimdi herkes şapkasını çıkartıp önüne koysun ve düşünsün. Kendi içinde tutarlılık göstermeyen, kendi kendisi ile “kavgalı” bir siyaset kitlelere yol göstericilik yapabilir mi? Sadece bu değil, yazılanların içinde o kadar çok birbiri ile çelişen, birbirini reddeden noktalar var ki hangi birini değerlendirelim doğrusu biz de şaşırdık. Bir yandan yaratılmaya çalışılan ittifaklara ateş püskürürken, öte yandan bambaşka tutumlar içine giriyorsunuz. Aynen şöyle diyorsunuz: “Halkın çıkarlarını temel alan politikalarla hareket etmek konusundaki yetersizliklerimizi özel olarak tartışmalıyız. Çünkü devrimci dayanışmanın olanaklarını yaratmak konusunda kendimizde özel bir sorumluluk hissediyoruz.” Tabi ki hissetmelisiniz. Hiç kimse dört dörtlük değildir. Yapılan yanlışlardan ve hatalardan bir an önce kurtulmak her komünistin, her komünist ve devrimci özenenin öncelikli görevleri arasındadır.
Komünistlerin birliğini sağlamak devrimin acil sorunları arasındaki yerini korumaya devam etmektedir!
Yazılanların bütünselliği içinde, birbirini reddeden, birbiriyle çelişen epeyce konu başlıkları olsa da şu anlayışı ve savunuyu önemsediğimizin altını çizelim. “Kabul etmeliyiz ki doğru kitle çizgisi bakımından komünist anlayıştan pratik olarak uzağız” demektesiniz. Bu önemli bir özeleştiridir. Seçimlerdeki pratik tutumun kaynağını bu anlayışta aramak gerekir. Ayrıca, düne göre bugün devrimci mücadele ivmesinin yükselmekte olduğunu ve doğal olarak mücadelenin yeni bir sürece evrilmekte olduğunu görüyor ve “bu koşullarda devrimci hareketin bugünkünden daha güçlü ve etkili birliklere yönelmesi mümkün olabilecektir” düşüncesinde olduğunuzu ifade etmektesiniz. Bunu sizin adınıza önemli bir gelişme olarak gördüğümüzü ifade edelim. Ancak söylem ile eylemin bir bütünlük arz etmesi gerekir. Kitleler çok daha ağır koşullar altında iken, devrimci hareketler dağınık ve kitle desteğinden önemli ölçüde uzak iken, kitlelerde güven oluşturmak, faşist iktidarın ağır saldırılarını geri püskürtmek adına, bizler devrimci hareketlerin grup çıkarlarını bir kenara bırakıp güçlü ve etkili birliklerden yana tavır belirlemelerini sürekli devrimci kamuoyunun gündemine taşımaya çalışıyoruz. Ama buna dudak büküldüğünü siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz. Bu, devrimci mücadelenin yükseltilmesi için dün de acil bir ihtiyaçtı, bugün de aynı ölçüde bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
İlk olarak, en azından Maoistlerin asgari düzeyde de olsa bu ihtiyacı karşılama cüretini göstermeleri gerekirdi-gerekiyor da. Zor bir süreçten geçmekte olduğumuzun herkes farkında. Ancak bu süreci nasıl aşacağımız konusunda kafalar epeyce karışık. Sadece stratejik doğrularla yol alınamayacağı, stratejilerin, doğru taktiklerle beslenmesi gerektiği gerçeği görülmediği veya anlaşılmadığı sürece, faşizmin kalelerini bir bir fethetmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Devrimci hareketlerin, devrimci dayanışma ve ittifaklarını olanaklı kılmak, daha da önemlisi, komünistlerin birliğini sağlamak devrimin acil sorunları arasındaki yerini korumaya devam etmektedir. Halkın en ileri kesimini oluşturan devrimciler, asgari düzeyde de olsa bir araya gelemiyorlar ise, geri kitleleri birleştirme söylemleri laf kalabalığından öte bir anlam ifade etmez. Devrimci tarzdaki eleştiri ve özeleştiri, değişim ve dönüşüm açısından önemli ve stratejik bir silahtır.
Dostlarımızın, kendileri için yaptıkları şu tespiti veya özeleştirel yaklaşımlarını önemsiyoruz: “Kabul etmeliyiz ki doğru kitle çizgisi bakımından komünist anlayıştan pratik olarak uzağız.” Seçim sürecine ilişkin izlenen politikanızın tamı tamına bu olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Evet, kitle çizgisi bakımından (ki sadece bu değil) komünist anlayıştan epeyce uzaksınız. Bunu siz değil de biz söyleseydik, büyük bir ihtimalle kabul etmeyecektiniz. Kafaların bu meselede epeyce karışık olduğunu söylerken, karalama mahiyetinde, içi boş bir eleştiride bulunmuyoruz. Aşağıda art arda birçok paragrafta aktaracağımız söylenenlere bakıldığında haksız olmadığımız anlaşılacaktır.
“Genel politikamızdaki öne çıkan vurgulardan biri devrim propagandası yapmak üzere yerel seçimlerde yeterli koşulun olmadığıydı. Genel şartlar kadar ittifak oluşturan devrimci-demokratik güçlerin tutumları da bu bakımdan sorunluydu.”
Bu cümleler kendi içinde sorunlu cümlelerdir. Devrim propagandası yapmak için yeterli koşulların olmaması anlayışını, Marksist anlayışın hiçbir yerine sığdırmak mümkün değil. Dikkat edilsin, herhangi bir zora dayalı eylemden söz edilmiyor, devrimin propagandasından söz ediliyor. Devrimin propagandası için hangi koşulları aradığınızı doğrusu merak ediyoruz. Eğer ittifaklara dayandırılacaksa, kanımızca ittifaklar sizin propaganda yapmanızın önünde engel değildir. Tabi bir de “genel şartlar” ifadesi var. Devrim için propaganda yapmayı hangi genel şartlar engeller, onu da anlamış değiliz. Hemen birkaç satır sonra ise şu ifadeler kullanılıyor: “Etki edemeyeceğimiz alanlarda aldığımız tavrın özel bir önemi olmayacaktır.” Peki sormazlar mı, tavrın özel bir önemi yoksa neden tavır alınır? Peki, tavır ne bir de ona bakalım.
“Açıklamada ‘hiçbir adayı desteklemediğimiz’ özel olarak vurgulanmıştır. Dolayısıyla seçim sürecine katılmadığımızı, seçime halkın katılımını sağlayacak yönde bir çalışma yürütmeyeceğimizi ifade etmiş olduk. Özel olarak ‘boykot’ kavramını genel bir çağrışım yapmamak ve belirttiğimiz gibi ‘engelleme’ amacı da gütmediğimiz için tercih etmedik.”
Bu tavrın, aslında bir tavırsızlık olduğunu, yani ne yapılmak istendiği konusunda bir belirsizlik içinde bulunulduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Hem seçime katılmayacaksınız hem halkın katılımını sağlayıcı bir çalışma yürütmeyeceksiniz ve hem de “engel” olmayacaksınız. Yani “boykot” da etmemiş olacaksınız. Bu durum karşısında, birileri de çıkar “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye sorar size. Bu, bizden size sadece dostça-yoldaşça bir uyarı olmuş olsun.
Boykot değil, seçime katılmak hiç değil, öte yandan seçime katılacak olan halka “engel” olmamak da savunulan politikanın tuzu-biberi gibi sunuluyor. Bunca çelişkili durumun nasıl bir araya getirildiği ve bundan nasıl “doğru” bir tavrın-politikanın üretildiği ise, tam bir küçük-burjuva mahareti olarak görülmek durumundadır.
Seçimlere ilişkin belirsizlik ve çelişkilerle dolu tutumu en açık bir biçimde DEM Parti’ye dair söylenen söylemlerde görüyoruz. 2019 seçimleri sürecinde, HDP ile Dersim’de ittifak kurduğunuzu ve bunun nedenlerini açıkladıktan sonra, şöyle devam ediyorsunuz. “Bugün de DEM Parti’yle aşağı yukarı aynı yaklaşım içinde ortaklık aradık, beraber hareket etmeyi destekleyen bir ilişki için arayışlarımız ve beklentimiz oldu.” Ancak bunun gerçekleşmediği herkesin malumu ve buna ilişkin çeşitli yorum ve eleştiriler yapıldı. Doğru veya yanlış, onları dillendirmeyeceğiz. Biz başka bir pencere açacağız. Pencereyi açmadan önce bir alıntı daha yapalım. Böylece hem mesele daha kolay anlaşılacaktır hem de pencereden sızan ışıklar karanlığın kırılmasında etkili olacaktır. “DEM Parti’nin ister istemez bir egemen sınıf aparatına dönüştüğünü kabul etmek zorundayız. Sadece devlet nizamının saptadığı koşullardan ve dayatmalardan ötürü değil aynı zamanda DEM Parti’nin dayandığı olanak ve yapılardan kaynaklı olarak bu bir gerçektir.” Bu tespitinizin doğruluğu veya yanlışlığını da şimdilik tartışmayacağız. Bu gerçekten de başlı başına tartışılması gereken bir konu. Şimdilik üzerinde durmak istediğimiz konu şudur.
Birincisi; madem seçimler (sizin deyiminizle) halkın kendisini ifade etme ve örgütleme olanağından yoksun idiyse, neden DEM Parti ile ittifak arayışı içine girdiniz? İttifak anlaşması sağlansaydı, belirtiğiniz bütün o toplumsal ve sosyal gerekçeler ortadan kalkmış mı olacaktı? Eğer böyle ise ki böyle olduğu anlaşılıyor, o zaman demek ki halkın ve devrimin değil, grubunuzun çıkarları esasmış!
İkincisi; “Egemen sınıf aparatına” dönüşmüş bir parti, neden sizin ittifaktaki ilk, hatta tek tercihiniz oluyor? Egemen sınıf aparatı olduğundan emin olduğunuz bir parti ile ittifak kurmakta tereddüt etmiyorsunuz da devrimci-demokrat ve sosyalist parti ve örgütlerle ittifak kurmamak için neden bin dereden su getiriyorsunuz?! “Egemen sınıf aparatı” bir parti, bunlardan daha devrimci, demokrat bir sınıf karakterine ve siyasi niteliğe sahip olabilir mi? Madem sınıf hareketisiniz, meseleye sınıfsal bir açıdan bakmak zorunda değil misiniz? Ama hayır, burada yine o küçük-burjuva grup çıkarları ağır basmaktadır.
Devrimcileri karşınıza alma yerine yanınıza alın
YD gazetesinin sözünü ettiğimiz iki sayısının “Kolektif Doğrultu” bölümünde üzerinde derinlemesine ideolojik tartışmalar yürütebileceğimiz çelişkilerle dolu, gayri bilimsel anlayışlar fazlasıyla mevcut. Ancak bu makaleye sığdırmak mümkün değil. Dolayısıyla SMF’ye dair eleştiride söylenen bir iki noktaya da değindikten sonra yazımızı bitireceğiz.
Şöyle diyorsunuz ilgili yazıda: “Öne çıkan eleştirilerden biri de kararlarımızda ve tartışmalarımızda SMF’nin rolü hakkındadır. SMF’nin belirleyici rolünden dahi söz edilmesi … bunun da subjektif bir değerlendirme olduğu su götürmezdir.”
“Yiğidi öldür, ama hakkını teslim et” diye bir söz vardır. SMF’nin sizin üzerinizdeki etkisinin derecesini bilemeyiz ama devrimci dayanışma ve ittifaklar konusundaki çabasını görmemezlikten gelemezsiniz. Kaldı ki SMF’nin bu konudaki anlayışı sadece seçimlere dönük bir anlayış ve çaba da değil. Uzun dönemdir, halkın ve devrimin önemli bir ihtiyacı olarak ele aldığı bu konuları devrimci kamuoyunun gündeminde tutuyor. Bunu yaparken, kuşkusuz eksiklikleri ve yetmezliklerinden söz edilebilir. Bu ayrı bir konudur. Ama çabaları inkâra gelmez; bunu atlamamak gerekir.
“SMF’yi ilgi odağı yapan bir tartışmaya girmeme” şeklindeki anlayışınız, tam bir küçük-burjuva gururu ve politik çekememezliğin izdüşümüdür. SMF’ye gösterilen bu manidar ilgi göz yaşartıcı ve bir o kadar da endemik düşünce yapısı!.. Sahi husumetin bu itirafı yapılırken yüksek ateşe mi maruz kaldınız? Bu denli ince tasavvur edilen SMF karşıtlığının; SMF kâbusunun sebebi nedir? SMF’nin ilgi odağı olmasının size zararı ne ki, bu hesabı açıktan yapmaktan sıkılmıyorsunuz? Ama müsterih olun, SMF’nin kamuoyunda ilgi odağı olması sizin tartışıp tartışmamanızla bir ilgisi yok. Konuşmamakla ne kadar ilgi odağı olmasını engellediyseniz, konuşarak da o kadar ilgi odağı yapabilirsiniz ki, bu aslen sıfır etkidir!
SMF yürüttüğü devrimci politikalar ve siyasetle o ilgiyi zaten hak ediyor. Sadece şunu hatırlatalım, bu küçük-burjuva gururu, bu zehir-zemberek dar grupçu zihniyet, bu grup çıkarlarını her şeyin üstünde görme anlayışı ve SMF ile bu kör dövüşü size kaybettireceği gibi, Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimine herhangi bir şey kazandırmaz… Biliyoruz, tabanınızı SMF karşıtlığı üzerinden konsolide ediyor, etmeye çalışıyorsunuz. Anlıyoruz fakat, bu, yaşadığınız sorun her ne ise ona dönük palyatif ve geçici bir çözüm olmaktan ileri gitmez. Bu ‘’düşmanlaştırma’’ siyasetinden vazgeçin. Bu dar kavga ve kısır çekişmelerden kurtulun. Devrimcileri karşınıza alma yerine yanınıza alın.
“Geçmişten bugüne SMF’de somutlaşan belediyecilik pratiklerinin halk tarafından esas olarak onaylanmadığı” iddianız da ayakları yere basmayan bir iddia olduğunu hatırlatalım size. Boş verelim Türkiye- Kuzey Kürdistan halklarını, dünyanın pek çok coğrafyasında kamuoyunun gündemine oturan bir çalışmayı görmemek, devrimci bir tarzda olmayan öteleyici bir tutumdur. Ya kamuoyunu takip etmiyorsunuz ya da halk nezdinde oluşan olumlulukları görmezden gelmeyi tercih ediyorsunuz. Yani karartma uyguluyorsunuz.
Biz, her yönüyle dört dörtlük bir yerel yönetimler çalışması yürüttüğümüz iddiasında değiliz. Gerek bizden ve gerekse dışımızdaki nedenlerden kaynaklı eksikliklerimizin yetmezliklerimizin bilincindeyiz. Ancak genel anlamıyla yerel yönetimlere dair doğru bir politik hatta sahip olduğumuzun da altını çizelim. Bu, yerel yönetimlerde tekrar yönetime gelemeyişimizle açıklanabilir bir durum değildir. Seçimlerde ne türden burjuva ayak oyunlarının sergilendiğinin ne biz yabancısıyız ne de siz. Siyasetimizin veya politikamızın doğruluğu ya da yanlışlığının esas ölçütü bu olamaz. Bizim için önemli olan halkta yaratılan güven ve halkın çıkarlarının esas alınarak pratik bir kısım sonuçların alınmasıdır.
SMF’nin yürüttüğü çalışmaları beğenmeyenlerin, kendileri yerel yönetim iradeleri alsalardı nasıl bir pratik sergileyeceklerini doğrusu merak etmiyor da değiliz. Bu konularda köklü bir programı ve politikası olmayanların doğru bir eleştiri yürütme şansları olamaz. SMF’nin yerel yönetimler siyasetini doğru bulmuyorsanız ortaya bir program koyarak eleştiriyi programatik düzeye taşırsınız. Böylece biz de varsa, bu kıyaslama üzerinden eksikliklerimizi görürüz. İstediğimiz şey, öyle bölük pörçük “eleştiri”ler değil, gerçekten derli toplu programınızı görmek istiyoruz. Umarız bunu da bir gün devrimci kamuoyu ile paylaşırsınız. Havanda su dövmekten vaz geçip, somut konuşmak galiba herkes için en iyi olanıdır. Böylece, sizler, bugüne kadar yürüttüğünüz çelimsiz eleştirilerle hep kırmızı yanan bozuk trafik lambasında çakılı duran görünümden kurtulursunuz, bizde varsa eksikliklerimizin ne olduğunu görürüz. Evet; buna cesaret etmenizi bekleyeceğiz…