Demokrat parti adayı Kamala Harris karşısında Cumhuriyetçi Trump kazanır mı kazanamaz mı, hangisi kazanırsa ABD ve dünya politikasında neler değişir vs. gibi ABD’de her seçim öncesinde yapılan klasik tartışmalar ve tahminler bu seçimde de bolca yapıldı. Dünyanın en büyük ekonomisi ve en gelişmiş ordusuna sahip ve bu nedenle dünya politikasına da yön veren başat emperyalist aktörlerinden birisi olmasından dolayı ABD’de yapılan seçimlerle bütün dünyada yakından ilgilenilir. Her bir ülke kendi çıkarını gözeteceğini, koruyup kollayacağını varsaydığı adayın kazanmasını arzusundaydı. Ve nihayetinde yapılan seçimde vergi kaçırmaktan, isyana teşvike, belgelerde sahtecilikten, eski bir porno yıldızına konuşmaması için verdiği paraya kadar otuzu aşkın suçtan yargılanan Trump, yeniden başkan seçildi. Trump hükümetini kurmak için atayacağı memurlarını seçmekle meşgulken, şimdide atayacağı memurların daha önceki dönemlerde söyledikleri ve yaptıkları üzerinden nasıl bir politika izleyeceği tahminleri yapılıyor.

Başta Almanya emperyalist sermayesi olmak üzere diğer AB üyesi ülkeler, Trump’ın Putin’le anlaşarak Ukrayna savaşının yükünü kendilerine yıkacağı korkusunu yaşıyorken; Çin, ABD tarafında kendisine yönelik uygulana gelen kuşatma ve ticaretini sınırlama politikalarının devam edip etmeyeceği ve devam edecekse hangi boyutta olacağının telaşında. Kısacası her bir güç olası gelişmelere göre konumlanma arayışında; bu telaşın dışında kalan tek istisna ise İsrail soykırımcıları. Onlar rahat. Filistin’de daha azgınca ve vahşice gerçekleştireceklerinin yeni yol haritasını hazırlıyorlar. Emperyalistler açısından, özellikle Orta-Doğu başta olmak üzere güç dengelerindeki kendini tekrarlayan değişkenlik hali, Trump’la belli bir dengeye oturup, istikrarlı bir rotaya kavuşur mu?

İstikrar ve denge, emperyalist-kapitalizmin doğasına aykırıdır. Daha çok kar ve bunun için daha çok pazar elde etmek temel karakteridir. Bu karakterinden dolayı var olduğu sürece ne kendi ülkesinde ne de dünyada herhangi bir dengeden ve istikrardan söz etmek mümkün değildir. Belirli tarihsel süreçlerde, ikinci emperyalist savaş sonrasında kısa bir süreliğine de olsa sağlanan göreli sükûnet hali gibi durumlar, olabilir. Ancak bu savaşın yarattığı yıkımları onararak yeniden güç toplayıp yeni bir rekabet ve hegemonya kurma savaşına hazırlanmak için kullanılan zaman dilimidir sadece.

Bu temel Leninist perspektiften hareketle Trump’ın yeniden başkan olmasından dolayı ortaya çıkacak ve yaşanacak olanları, en somut ve gerçek halleriyle Ocak ayında devralacağı başkanlık koltuğunda oturduktan sonra göreceğiz. Ancak bizi, yani dünya halklarını nelerin beklediğini ve bunlara karşı nasıl konumlanmamız gerektiğine dair şimdiden kimi çıkarsamalar yapmak bizim açımızdan bir zorunluktur. Bu nedenle yaptığımız kimi çıkarsamaları şöyle özetleyebiliriz:

Sermayenin egemen olduğu dünyanın neresinde ve hangi türden iktidar olursa olsun, sermayenin temsilcisi bütün klikler seçim propagandalarında kitlelerin oyunu almak için yapamayacakları vaatlerde bulunuyorlar. Trump’ta aynı şekilde birçok vaade bulundu. Ancak bunların hangilerini gerçekleştireceği, sadece kendisine bağlı değil. Bu konuda birçok parametre belirleyicidir. Birincisi; “müesses nizam’’ denilen devletin çıkarları. İkincisi; devletin sahibi olarak ABD emperyalist tekellerinin hem yerel ve hem de uluslararası çıkarları. Üçüncüsü; bölgesel ve küresel sermaye ilişkileri ve bu ilişkilere eşlik eden çatışmaları dikkate almak zorundadır. Bunları dikkate almadığında, temsil ettiği emperyalist sermaye kliği tarafından aforoz edilmekten kurtulamaz. Bu nedenle seçim vaatlerinden çok, önceki başkanlık sürecinde yaptıkları, temsil ettiği emperyalist sermayenin yönelimi ve uluslararası mevcut durum üzerinden kimi çıkarsamalar yapmak gerek. Aksi durum bizi yanlış tespitlere sürükler.

ABD emperyalist sermayesinin açmazları

ABD merkezli 2008’de patlak veren krizle gerileyen ekonomi toparlanamadan pandemiyle daha da zor bir sürece girdi. Ukrayna’da başlattığı savaşla Rusya’yı çevreleyerek, askeri olarak kendisinden sonra en güçlü orduya sahip rakibini güçten düşürerek kendisine boyun eğdirmek, Rusya’nın sahip olduğu enerji ve zenginlik kaynaklarını ve sonuçta Rusya ve etrafında kümelendirdiği ülkeleri pazar

olarak ele geçirerek krizden kurtulmayı amaçlıyordu. AB emperyalistlerini peşine takarak giriştiği bu savaşta amacına ulaşamadığı gibi, aksine kendisine yük olmaya başladı. Bu yükten kurtulmak için faturayı AB’li emperyalistlere kesmenin yollarını aramaya başladı. Yani her adımı içinde bulunduğu ekonomik dengeleri biraz daha bozup, rayından çıkardı. Dolayısıyla işsizlik, yoksullaşma, borçlanma ve bütçe açıkları katlanarak artan bir yola girdi. Ki zaten, Trump bu kötü ekonomik durum ve yarattığı toplumsal sonuçları seçim propagandasının merkezine aldı. Ekonomiyi rayına oturtmak için ortaya koyduğu çözüm, tekellerin vergilerini azaltmak, ABD’ye giren malların gümrüklerini artırarak kendi tekellerin kendi iç pazarına tümüyle hakim olmasını sağlamak, fosil atıklardan enerji üretimini artırmak için yasal düzenlemeler yapmak, Ukrayna-Rusya savaşını bitirmek, emek ücretlerini daha da esnekleştirmek, sağlık ve emeklilik yasalarında yeni düzenlemeler yapmak vb. gibi emperyalist tekellerin dizginsizce sömürüsünün önünü açarak, çalışan emekçi kitlelerinde kazanılmış olan haklarını gasp etmek oldu.

Bu çözüm yolu, sadece ABD halkları açısından değil, diğer emperyalist ülkeler açısından da aralarındaki çelişki ve çatışmayı yeni bir boyuta taşıyacak bir “çözüm” yolu olacaktır. Yani yaşanan krizi yeni bir evreye taşıyarak yeni krizler üreten bir yol olmaktan öteye gitmeyeceği açıktır.

Çelişkileri derinleştirecek yeni kriz odakları!

1- ABD’ye ihraç edilen metalara getirilecek olan gümrük vergileri, doğal olarak ihraç ürünlerin pazar fiyatlarını artıracağı için, talebi düşürecektir. Bu da ABD iç pazarındaki diğer emperyalist ve ihracatçı ülkelerin bir kısmının pazar paylarını düşürecek, bir kısmının ise tasfiyesini getirecektir. Bu durum bazı ülkelerin ekonomisinde krize neden olacak, kimilerinde ise içinde bulundukları krizi derinleştirecektir. Ki, Alman başbakanı ‘’ekonomik dengelerin bozulacağı’’ korkusunu ilan etmek zorunda kaldı. Yeni gümrüklerin getirilmesi Avrupa’nın sanayi devi olan Alman ekonomisinin dengesini bile bozacak korkusu üretiyorsa, bu bütün dünya ekonomisini epeyce sarsması demek olur. Kendi ekonomisini rayına sokmak için bütün dünya ekonomisini bozmak, emperyalistler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesini de beraberinde getirecektir. Buda şu anda yörüngesinde olan ülkelerle ABD arasında ticaret savaşının pimini çekecek ve kimi ülkelerin uzaklaşmasına neden olacaktır. Bu konuda özellikle AB emperyalistleriyle herhangi ortak bir çözüm yolu bulamazlarsa, Çin-Rusya bloku karşısında peşine taktığı AB emperyalistlerinin kendi başlarına üçüncü blok olarak ortaya çıkması hiçte beklenmedik ve şaşırtıcı bir durum olmaz.

2- Dışarıdan gelen mallara gümrük vergisi politikası, Keynesyen ekonomi-politikanın kuralıdır. Oysaki, başını ABD’nin çektiği emperyalist sermaye, bu ekonomi-politikanın sonucu ortaya çıkan krizi aşmak için büyük propagandalar ve cilalarla neo-liberal sermaye birikim sürecini başlatmışlardı. Hatta “tarihin sonu”nu ilan etmişlerdi. Ve bu alay-ı vâlâ ile bütün dünyaya dayatıp kabul ettirdikleri politikanın da diğer sermaye birikim politikaları gibi 2008 kriziyle sonrası yaldızları döküldü ve ömrünü tamamlamaya başladı. Ki, emperyalist sermaye ve ideologları pandemiden hemen önceki tarihlerde ömrünü tamamlayan neo-liberal ekonomi-politikanın yerine ikame edecekleri yeni bir sermaye birikim modeli arayışlarına girişmişlerdi zaten. Pandemi sürecinde ortaya çıkan büyük tekel iflasları ve krizlerin yayılıp bütün ekonomiyi çökertmesin diye ekonomi ve pazarın düzenlenmesinde uzaklaşan devleti, yeniden ekonomiye müdahale etmeye zorladı. Ve yeni ekonomi-politikanın ne ve nasıl olacağı da böylelikle netleşmeye başladı. Keynesyen tarzda olmasa da korumacı ekonomi politikayla artık yeniden emperyalist-kapitalizmin, krizden kurtulmak için sarıldığı can yeleği olmaya başladı. Pandemi sürecinde kriz ve iflas risklerini önlemek için başvurulan korumacılık politikası, sonraki süreçte de giderek çoğalarak genel politika olmaya başladı. Yani neo-liberalizmin tabutuna çakılan çiviler çoğaldı. Trump’ın ABD emperyalist sermayesi koruyup kollamak için gümrük vergisi uygulamalarına dönmesi, mimarı olduğu neo-liberal ekonomi politikadan vazgeçtiğinin ilanıdır. Yaptığı, “Başkanlığı aldığımda ilk yapacaklarımdan birisi de Kanada ve Meksika mallarına en az yüzde yirmi beş gümrük vergisi uygulamak olacak’’ açıklaması, bu korumacı polkayı önümüzdeki süreçte birçok ülkeye karşı koz olarak kullanacağını göstermektedir. Ekonomik politikadaki bu aks değişimi, elbette ki diğer emperyalist ülke ekonomilerini oldukça zorlayan ve çelişkileri kızıştıran bir başka etmen olacaktır.

3- Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek isterken, iki amaç gütmektedir. Birincisi; iki yıldır süren bu savaş, zaten krizde olan ADB ekonomisi üzerinde bir yüke dönüştü. Bu yükten kurtularak ekonomiye nefes aldırmak istiyor. Bunu isterken yükü, başta Alman emperyalizmine ve NATO üyesi ülkelere yıkmanın hesabında. Biden’da aynı niyetini çeşitli kereler dile getirmişti. Bu durum ABD ve AB arasında yeni bir sorunun patlak vermesi demektir.

İkinci amacı ise; bu savaşı Rusya’nın kimi taleplerini karşılayıp ve savaştan dolayı Rusya’ya uyguladıkları kimi yaptırımları gevşetme anlaşmaları ile yaparak sonlandırmak. Bu kimi taleplerin karşılanması (işgal altındaki bölgelerin Rusya’ya bırakılması gibi, Ukrayna’nın NATO ve AB üyeliğine olan hevesinin engellenmesi vs. gibi) ve yapılacak anlaşmalarla ekonomik olarak en büyük rakibi Çin’le Rusya’nın arasındaki yakın ilişkiyi bozmaktır. Bu ilişkinin Çin aleyhine bozulması durumunda, mevcut dengenin bozulmasına ve yeni dengelerin oluşmasına zemin sunar.

Bu her iki amaçta, emperyalistler arasındaki çelişkilerin kızışmasının ikinci bir faktör olma işlevini görür. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşının bitirilmesi ihtimal dahilindedir. Ancak bu savaşın bitirilmesi demek ABD ve Rusya arasındaki ilişkilerin normal seyre dönmesi için yeterli değildir; şundan:

4- ABD ve Rusya’nın karşı karşıya geldiği tek sorun Ukrayna savaşı değil. Çelişki ve çatışmaların en yoğun yaşandığı, her bir emperyalist ve bölge devletlerinin hesaplarının olduğu ve bu nedenle kan gölüne döndürülen Orta-Doğu gerçeği var. Bu bölgede de her iki emperyalistin farklı çıkarları birbirleri karşısında konumlanmalarını sağlamış durumda. Ki, bu yeni bir durum değil, 1960’lardan bu yana devam edegelen bir durum.

Bir yanda Suriye’de, İran’da var olan mevcut iktidar ve rejimlerin yıkılmasını ve böylelikle Rusya ve Çin’in etki alanlarının daraltılmasını ve bölgenin tek hegemonik gücü olmak isteyen ABD, diğer yanda bunların ayakta kalması için her türlü desteğini sunan Rusya var. Ki, şimdi buna Filistin ve Lübnan’daki İsrail işgal ve soykırım saldırısı da eklenerek çelişkiye yeni bir boyut eklendi. Ukrayna’da anlaşsalar bile bu bölgede herhangi bir anlaşmaya varmaları bugün açısında oldukça zor görünmektedir. Şu nedenle;

5- Soykırımcı faşist Netanyahu’yu ADB Kongresine davet eden ve orada bitmek bilmeyen heyecanlı alkışlar eşliğinde konuşturanlar Trump’ın kuracağı hükumet kabinesinde yer almakla ödüllendiriliyorlar. Zaten Filistin ve Lübnan’ı haritadan silmek için gereken her türlü desteği vereceğini açıklayan Trump’ın kendisiydi. Trump, Barak Obama döneminde İran’la yapılan nükleer enerji ve silah anlaşmasını birinci başkanlık döneminde iptal eden ve bugünde ne olursa olsun yıkılması gereken ilk hedeflerinden birisi olduğunu ilan etti. Kısacası Trump’ın ilan ettiği İran ve İsrail politikası Rusya ile karşı karşıya konumlanmanın çatışmanın da ilanıdır.

6- Bu çatışma ilanı sadece Rusya’ya değil, Çin’e de yönelikti. Bölgede İran, Filistin ve Suriye’yi destekleyen güç ve ülkelere yönelikte gözdağı ilanıdır. Bu çatışma ve gözdağı ilanı bölgede hiçbir şeyin değişmeyeceğini, bölgenin kan gölü olmasına devam edileceğini göstermektedir.

7- Çin bölge ülkelerine yönelik uyguladığı Kuşak Yol Projesiyle bölgedeki etki ve nüfuz alanlarını ve doğal olarak ekonomik ilişkilerini her geçen gün artırarak bölgede yeni bir hegemonik güç olarak sahneye çıkmaya çalışmaktadır. Bu ABD emperyalist sermayesinin bölgedeki çıkarlarını tehdit etmektedir. Çin’i bölgeden kovmak ve bu tehditten kurtulmak için Trump bölgedeki savaşı daha da kızıştırmak niyetinde. Anlaşılacağı üzere, bölge halkları ABD emperyalistlerinin çıkarları uğruna bu kez de Trump’ın politikaları ve emirleriyle sıkılacak kurşun ve atılacak bombalar altında can vermeye devam edecekler.

8- ABD ve diğer emperyalistler, gelişmekte olan birinci tehlike olarak gördükleri Çin’in önünü kesmek için yoğun bir çaba içindeler. Çin emperyalizmi bu çabaları, çatışma alanlarındaki savaşlara fiili bir şekilde dahil olmak yerine bölge ülkeleriyle ekonomik gücüne yaslanarak uzlaşmacı ve uzlaştırıcı rolü oynayarak bugüne kadar boşa çıkardı. 2018’de Trump’ın açtığı ticaret savaşını, yine Trump’la, ABD’den daha çok tarımsal ürün alma anlaşması yaparak boşa çıkardı. Arkasından Biden 2022’de Çip yasasını çıkararak, üretiminde ABD bağlantılı üretilen malların Çin’e satılmasını ABD’nin iznine bağladı. Ne Çin ne ABD ve nede diğer ülkeler bu anlaşmalara uymadı ve çıkarılan yasaları da dolaylı yollar kullanarak boşa çıkardılar. Trump ve temsil ettiği emperyalist tekeller Çin emperyalizmini geriletmek için önümüzdeki dönemde de yeni yollara ve araçlara başvuracaklar. Bunu seçim propagandalarında çokça dillendirmişti zaten

9- Yaşamakta olduğu ekonomik darboğazdan kurtulmak için uygulayacağını ilan ettiği politikalarla bir yanıyla uyumlu, ama diğer yanıyla da tutarsızlık arz eden politikalardan biri de ordunun ve polisin güçlendirilmesidir.

Uyumludur, çünkü uygulayacağı dış politikası ABD ile diğer emperyalistler arasındaki çelişkileri bir adım daha keskinleştirecektir. Bu çelişkinin kendi lehine çözülmesi için daha caydırıcı güçlü bir orduya ihtiyacı var, bu birincisi. İkincisi, uygulayacağı politikaları kabul etmeyenlere karşı bu caydırıcı/yok edici savaş makinasını devreye sokmak için daha büyük bir güce ihtiyacı olacaktır. Üçüncüsü; seçilmesi için tereddütsüz desteklerini veren silah tüccarlarının daha büyük karlar elde etmeleri için savaş alanlarına sürülecek daha büyük bir ordu ve bu ordunun silahlanması gerekiyor. Dördüncüsü; iç politikaya yönelik yapacağını söylediği tekellerin vergilerini düşürmek politikası ortaya çıkacak açığı çalışan emekçi kitlelerden kapatma, sağlık ve emeklilik yasasında yeni düzenlemeler ve tümüyle patronların keyfine bağlı olarak belirlenecek olan emek ücretlerinin yaratacağı toplumsal ve sınıfsal tepkileri ve olası başkaldırıları bastırmak, enerji üretimini artırmak için fosil atıklardan enerji üretme politikasının çevre ve iklimde yaratacağı yıkım karşısında harekete geçecek olan muhalefeti, göçmenlere karşı uygulamayı düşündüğü politikalara karşı gelişecek tepkileri, kendi sözleriyle “üniversitelerde hakim olan Marksist manyaklara ve delilere karşı’’ güçlü bir orduya ve polise ihtiyacı fazlasıyla olacaktır.

Tutarsızdır. Çünkü zaten ekonomisi pek de iyi gitmeyen, bütçesi açık verip ve borç yükü her geçen gün artarken, bütçesinin neredeyse (resmi rakamlara göre) yüzde otuzu civarında savunma harcamaları olan ABD’nin bu oranı daha yukarı taşıyacak olan ordunun daha da büyütülüp güçlendirilmesi, yaşamakta olduğu ekonomik krizi daha da artıracaktır. Ve bu durum, krizin derinleşmesi ve ABD ekonomisinin, birkaç silah tekelinin azgınca semirip güçlenmesi hariç, zayıflamasını koşullayacaktır. Klasik ekonomi-politik mantığı açısından bile tutarsızdır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Rojava denklemindeki olasılıklar!

Erdoğan ve Bahçeli sultası, Trump’ın önceki başkanlık sürecinin başında Rojava’daki askerleri çekeceğini açıklayıp, ABD müesses nizamının karşı çıkması sonucu bundan vazgeçtiği gibi Rojava’ya olan destekleri sürdürdüğünü ve yazdığı diplomatik dilden uzak kendi lümpen karakterini ortaya koyan üslubuyla Erdoğan’ın şahsına hitaben yazdığı tehdit mektubunu unutmamış. Bu nedenle Trump’ın seçilme olasılığını hesaba katarak ön almak için Kürt sorununda yeni bir çıkış yaptı. Bu çıkış, ebetteki sadece Trump’ın seçilmesi üzerinden değil, esas olarak ABD’nin İsrail’in giriştiği Filistin, Lübnan soykırımı ve işgaline verdiği koşulsuz destekle, bölgedeki etki alanının giderek daralmasını ve denklem dışında bırakılmasını aşmak maksatlı. Yeni kurulacak olan dengede yer kapma oyununu iki yüzlüce sahneye koymaya çalışıyor. Bunun altını kalınca çizmek lazım. Bu iki yüzlüce çıkışı halka yutturmak için “İsrail bize saldıracak. Bu nedenle içerde barışmalı ve birliğimizi güçlendirmeliyiz” yalanına sarılmaktadır.

“TC’’ faşist diktatörlüğü hangi oyunu oynarsa oynasın, bölgede esas belirleyici olan emperyalist aktörlerdir. Belirleyici aktör olamazlar, ancak ihtiyaç duyulunca kendilerine verilecek olan figüranlıkla oyalanacaklardır. Şimdilik görünen bu. Ancak ilerleyen süreçlerde gelişip değişecek olan yeni dengeler diğer bölge ülkeleri gibi “TC”yi de etkileyecek ve kendisine uyduracaktır. ABD’nin Orta Doğu politikası gelip giden başkanlara göre değişmemektedir. Çünkü ABD emperyalist sermayesinin bölgeye yönelik politikası en katı haliyle merkezidir ve kalıcıdır.

Son söz olarak; Trump açık ettiği politikaları uygularsa, emperyalistler arası ilişkilerde yarılmalar ve buna bağlı olarak rekabet artacak ve çelişkiler yeni bir boyut kazanarak yeni dengelerin oluşmasını koşullayacaktır. Bu olasılıkların ne kadarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ise zamanla göreceğiz.

Önceki İçerikMaoist Komünist Parti, TKP-ML’nin 2. kongresini selamdı
Sonraki İçerikYeni Yılda Her Bir Alanı Birleşik Kadın Mücadelesinin Mevziisine Dönüştürelim