HABER MERKEZİ (17-03-2017)- Türk hakim sınıfları ve hakim sınıfların somuttaki temsilcisi AKP-Erdoğan diktatörlüğü ile AB emperyalist güçleri arasında uzun bir dönemdir yaşanan siyasal gerilim ve dalaş son günlerde “diplomatik kriz” olarak ifade edilen süreçle birlikte “ırkçı, gerici, Nazi, faşist” nitelemeler ve suçlamaların boyutlandırıldığı sıcak gündeme dönüştü. Arka planında uluslararası ve bölgesel, iktisadi, politik nedenlerin yattığı bu gerici güçlerin yaşadığı gerilim, çok hızlı güncelleşecek nedenler üzerinden krize dönüştürülerek, hem arka planda yatan siyasal-iktisadi nedenle pazarlık konusu yapılmakta, hem de güncel siyasal gelişmeler yönlendirilerek gerici sınıf çıkarlarına uygun toplumsal sonuçlar yaratılmaya çalışılmaktadır. Hem AB emperyalist güçlerinin (Özel de ABD ve Hollanda) hem de AKP-Erdoğan diktatörlüğünün gerici çıkar dalaşlarının sonucu ortaya çıkan gerilimi, iç ve dış siyaset sahasında kendi barbar iktidarları için süreci örgütlemede bir avantaja dönüştürmeye çalışmaları vurgulamak istediğimiz anlayışı doğrular pozisyondadır.
Emperyalist-kapitalist sistem ve onun sınıfsal-siyasal tüm gerici iktidarları kendi aralarında yaşadıkları tüm gerici çıkar çatışmalarını, toplumsal dayanaklarını yaratma mantığı içinde ele alarak buna uygun gerekçelendirirler. Çünkü gerici çıkar dalaşlarını manipüle edip, toplumu kendi siyasal erklerine yedeklemenin en etkili yöntemi budur. Bu anlamıyla Almanya ve Hollanda emperyalist güçleri ile AKP-Erdoğan diktatörlüğü arasında dışa vuran kriz gerekçesi sadece vesiledir; dalaş köklü çıkar çatışmasıdır. Bu köklü çıkar çatışmasına güncel olarak neden haline getirilen olgulara kısa bir hatırlatma ile; Türk hakim sınıfları iktidarının Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Hamburg’da katılacağı faşist diktatörlüğü süreçlerine uygun merkezileştirme planı olan referandum propagandasının (Evet cenahı adına) iptal edilmesiyle gerilmeye başlayan süreç, Diktatör Erdoğan’ın halefi olduğu Hitler’i örnek göstererek “Ey Almanya! Sizin şu an ki uygulamalarınız, geçmişteki Nazi uygulamalarından farksız değildir” çıkışıyla gerilim tırmanmıştı. Bu gerilimin suları daha durulmadan, Hollanda ile aynı neden üzerinden bir süreç yaşanmış ve Hollanda’nın Çavuşoğlu’nun uçuş iznine ambargo, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Kaya’ya ülkeye giriş yasağı koyması ile süreç krize evrilmişti. Osmanlı’nın ideolojik dokusundan alınan feyz ile “laleler” üzerinden, Hollanda egemen güçlerine çekilen “adam olun” notası, Hollanda sağcı-ırkçı merkez Wilders’in Hollanda’da yaşayan Türk kökenli insanlara,Türkiye’ye gidiş yol haritası olarak karşılık bulmuştu.Ve bu gibi nedenler üzerinden karşılıklı tırmandırılan gerilim, karşılıklı “yaptırım tehditleriyle” güncelliğini korumaktadır.
Bu dalaşın arka planında, iktisadi-siyasal gerici çıkarlar vardır!
Kısaca vurgulamak gerekirse, mevcut gerilim ve çatışmanın arka planında uluslararası ve bölgesel iktisadi-siyasal gerici çıkar çatışmalarının olduğu tartışmasızdır. Suriye ve Ortadoğu merkezli “TC” politikası, Rusya ve NATO güçleri merkezli emperyalist blokların çatışması ve bunun “TC” üzerinden ifadelenişi, ”TC”nin mevcut diktatörlüğü AKP-Erdoğan iktidarının dış ve iç siyasette AB emperyalist güçleriyle ters düşen yönleri bu süreci hazırlayan temel etmenlerdir. Bu çıkar dalaşı daha önce de derinleşmiş ve Suriye’de emperyalist gerici bölgesel savaşın yurtlarından söküp attığı “göçmenler” üzerinden yapılan pazarlıklar sonucu belli bir düzeye çekilmişti. Ama sürecin gerici çıkarlar ekseninde yarattığı derin çatlak AB emperyalist güçleriyle “TC” arasındaki süreci daha derin çatışmalara evirmiştir. Rusya’nın da rolü ile ABD ve AB emperyalist güçlerine karşı kendi siyasal-iktisadi çıkarlarını daha ısrarlı pazarlık unsuru haline getirmeye çalışan AKP-Erdoğan diktatörlüğü iç ve dış sahada askeri, siyasal ve diplomatik olarak işleyen süreçte bir “uzlaşma” yaratamadığından çatışma ilgili güçlerin daha güncel politik nedenleri üzerinden somutlaşmıştır.
Türk hakim sınıflarının AKP-Erdoğan diktatörlüğü üzerinden açık faşizm koşullarının merkezileşmesi ve bunun toplumsal dayanağının oluşturulması olan referandum süreci de, bu dalaşı daha derin düzeyde tetikleyen bir olgudur. Çünkü referandum süreci ile açık faşizm koşullarında yaratılmaya çalışılan tek elde merkezileşme durumu siyasal ve iktisadi başta olmak üzere birçok alanda planlanmaktadır. Eğitim, hukuk, kültür, sanat, ahlak (burjuva anlamda da olsa) vb. gibi tüm alanlar tekleştirme zihniyetine göre tek elden merkezileşmiş diktatörlük tarzına göre planlanmakta ve bu plan açık faşizm koşullarıyla tüm toplumsal dinamiklere karanlık temsili bir elbise olarak giydirilmek istenmektedir. Burjuva ya da onun herhangi bir yönetsel erkteki ittifak gücü, iktisadi ve siyasal olarak yarattığı her merkezileşme de esas olarak ezilen halkları kıskaç altına alsa da bazı burjuva kliklerinde hareket alanını daraltmaktadır. Bu, iktisadi ve siyasal olarak tekelleşme ve tekleşme olgusuna göre merkezileşen burjuva siyaset ve ekonominin doğal seyridir. Bu anlamıyla, AKP-Erdoğan diktatörlüğü özgülünde merkezileşen ve tarihsel kodları olan faşizmi, açık biçimde uygulayan Türk Komprador işbirlikçi tekelci kapitalizminin temsilcileri babında da işleyen bir realitedir. Yani söz konusu süreç hakim olan klik açısından bir yığın avantaj yarattığı gibi egemen sınıflar içindeki bazı burjuva klikler açısından da dezavantajlı bir süreç olarak işlemektedir. Merkezileşmenin özellikle iktisadi ayağında bir sermaye grubu palazlanırken bazı sermaye gruplarının hareket alanı daralmakta, eskiden var olan sermaye hareketi zeminini kaybetmektedir. Ve bu konuda en ciddi riski kuruluşundan bu yana bir sistem içinde hakimiyetini kuran AB emperyalist sermayesinin bir kısmı yaşamaktadır. AKP-Erdoğan diktatörlüğünün içinde bulunduğu siyasal ve iktisadi krizi aşmak için bir proje olarak benimsediği ve iktisadi-siyasal tüm erklerde merkezileşme yaratmak istediği bu tarihsel kesit iktisadi ve siyasal olarak AB emperyalist güçlerinin içinde ciddi bir kesimin hareket alanını daraltmaktadır. Sermaye hareketinin güvencesini açık faşizm koşullarına karşın daha liberal bir yönetsel modelle güvence altına almaya çalışan AB emperyalist güçleri, bu konuda da ”TC”hakimiyet sistemiyle farklılaşmakta; Erdoğan kişiliğinde tekleşen sürece şerh koymaktadır. Yani AB emperyalistlerinin kaygı ve riski Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının demokratik, ekonomik, siyasal hakları meselesi değil sermayesinin akıbetidir.
Ki yakın tarih ve güncel olarak Faşist AKP-Erdoğan diktatörlüğünün Kuzey Kürdistan kentlerinde toplu yıkım ve kitlesel katliamlarla tüm insani değerleri yakıp yıktığı; akademisyenlerin, aydınların, gazetecilerin sual sorma hakkının zındanlarla karşılık bulduğu; devrimci demokrat kurumların zorla kapatıldığı; ilerici, devrimci, demokrat milletvekillerinin vahşet görüntüleriyle tutuklandığı bir kesitte AB “demokrasisi” bölgesel politikalar ”mülteciler” vb. konularda “TC” ile pazarlıklarla meşgul idi. Çünkü dönemin konjektürel çıkarları bunu emretmekteydi. Bugün de konjektürel ve stratejik çıkarları için gerginlik siyaseti ihtiyacıdır ve karşılıklı bu gerginlik siyaseti yürütülmektedir.
“Krizin” yaratıcıları gerici çıkar dalaşlarını iç ve dış politik süreçlerinin malzemesi yapmaktadırlar!
Gerek AB emperyalistleri (somut olarak Almanya, Hollanda, Avusturya öne çıksa da bu AB emperyalistleri açısından genel bir yaklaşımdır. Bazı sermaye güçlerinin farklı tutumu bu genel yaklaşımı tayin etmez) ve gerekse de AKP-Erdoğan diktatörlüğü yayılmacı, işgalci ve sömürücü çıkar dalaşları üzerinde şekillenen çatışmaları iç ve dış siyasette siyasal iktidarları ve uluslararası politikalar için malzeme haline getirilmiş özelde de iç toplumsal desteği kazanmak maksadıyla avantaj haline getirilmek istenmiştir.
Avrupa kamuoyunda AKP-Erdoğan diktatörlüğünün Türkiye Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki faşist uygulamaları ve insan hakları ihlalleri, Ortadoğu ve Suriye’de cihadist gerici güçlere verdiği destek (özellikle DAİŞ’e verdiği destek) AKP-Erdoğan diktatörlüğüne ciddi bir toplumsal tepki toplamış durumdadır. Bu tepki AB emperyalist ülkeleri hükümetleri üzerinde bir baskı oluşturduğu gibi ”islamifobi” ve ırkçı, yabancı düşmanlığı yapan gerici akımların gelişimine de ciddi bir zemin yaratmıştır. Karşılıklı “nazi kalıntısı”, ”adam ederiz”, ”defolun”, ”bütün müslümanlar sınır dışı edilsin” suçlamaları ile barbar güçlerin arasında kullanılan politik argüman olan bu zemini kendi iktidar süreçlerine dayanak yapma mantığıdır. Somut süreç açıktır. Türkiye’deki referandumun yanında 2017 yılı AB emperyalist güçleri için de bir seçim yılıdır. 15 Mart’ta Hollanda ile başlayan seçim dönemi, Fransa ve Almanya seçim dönemleriyle devam edecektir. İslam karşıtı-ırkçı politika ile yükselişe geçen kafatasçı sağcı partiler karşısında hem bu nedenle kayan oy potansiyelini geri çekmek ve hem de anti-faşist demokrasi güçlerinin oylarını almak için mevcut AB ülkeleri hükümetleri, Avrupa kamuoyunda faşist niteliği tescillenmiş AKP-Erdoğan diktatörlüğünü yukarıda açıkladığımız iktisadi-politik dalaşı manipüle edip kullanarak iç politikada avantaj elde etmek istemektedirler.
Aynı durum AKP-Erdoğan diktatörlüğü için de söz konusudur. AB emperyalist güçleri tarafından iptal edilen “Cumhurbaşkanlığı” tekçi zihniyetinin toplumsal dayanağını oluşturma “Referandum” toplantılarını “milli mesele” haline getirerek hem geri kitleler “evet” tercihine zorlanıyor hem de egemen klikler arasındaki dalaş ve çatışmaya hakim klik eksenli biçimlendirilmek isteniyor. Hollanda ve Almanya ile yaşanan sürecin,”bunlar güçlenmemizi istemiyorlar.Bu bir milli meseledir” manüpilasyonu ile,toplumun “evet” oyuna yönlendirilmesi,buna sadece bir örnektir.Yine AKP-MHP’nin “devletin bekası için” kurduğu koalisyona,BBP ninde faşist,kafatasçı özelliğiyle eklemlenmesi,eğemen klikler arasındaki dalaşın,AKP-Erdoğan kliği merkezli şekillenmesi açısından günceldir.Kuşkusuz bu koalisyon karşılıklı kirli pazarlıklar üzerinden şekillenmektedir.Ve faşist devletin “bekası” için,ezilen-sömürülen halklarımıza karşı topyekün savaş konseptidir.Sınıfsal niteliği geregi,CHP de bu konseptin stratejik bir parçasıdır.Gerici sınıfsal çıkarlarının hareket alanı daraldığından,”hayır” cephesinde yer alması,onun niteliğindeki gericiliği örtbas edemez.Dün “terörle mücadele konseptiyle” Kürt ulusu ve ezilen sömürülen halklara,ötekileştirilen inanç gruplarına karşı geliştirilen saldırılara ortak olan CHP,bugünde “milli mesele” sloganı ile,AKP-Erdoğan diktatörlüğüne “yürü ya kulum yanındayız” vaazları vermektedir.Bu siyaset,sadece tabanındaki milliyetçi oyları kaybetmeme kaygısı değil,devletin “bekası” meselelerindeki sınıfsal tavrıdır.Bunu böyle okumak gerekmektedir
Fillerin tepişmesinde karıncalar ezilmeyecektir
Bugün “diplomatik kriz” olarak ifade edilen bu çıkar dalaşında, mevcut gerici güçler karşıt görünselerde, AB emperyalist güçlerinin ırkçılığıyla,”TC” hakim sınıflarının ırkçılığı, aynı karanlık zeminden beslenmektedir. Birbirlerini suçlama üzerinde işlettikleri siyasal süreçleri, birbirlerini güçlendirme anlayışıyla ele alınmaktadır. AB emperyalist ülkelerindeki ırkçılık ve faşizm, iktisadi ve siyasal çıkmazlarını, yabancılar, Müslümanlar yada farklı inançlar üzerinden açıklayarak, kapitalist-emperyalist sistemin sömürü ve barbarlığını örtmekteler ve sömürülen halk kesimlerini bu politik manüpilasyon ile kendi gerici siyasetlerine yedeklemeye çalışmaktadırlar. Ekonomik ve siyasal işgallerle, savaş alanlarına çevirdikleri bölgelerde yaşanan insani mağduriyetlerini, kendi sömürü ilişkilerinin dışındaymış gibi göstererek, ”demokrasi, hümaniter” söylemlerle, toplumu uyutma gayretindeler. Ayni kesitte AKP-Erdoğan diktatörlüğü de, iç siyasette merkez aldığı açık faşizm koşullarını, gergin bir dış politika ile,”dış düşman ve mağduriyet” edebiyatı ile,”milli mesele” çarpıtması ile halk sınıf ve tabakalarını kendisine yedeklemek istemektedir. Yani emperyalist-kapitalist dünyanın bilimum tüm gerici dayanakları ve iktidar biçimleri, iktisadi ve siyasal olarak yaşadıkları çıkar dalaşlarını, bazı güncel siyasetler üzerinden topluma “kriz” olarak yansıtarak, ezilen halk ve sınıflara karşı siyasal iktidarlarını koruma-geliştirme konusunda, birbirlerini beslemektedirler. Mevcut bu gerici ve barbar sınıfların çatışması ve “uzlaşısı” üzerinden, mazlum ulusların, ezilen halkların, baskı altındaki inanç guruplarının bir tercih sorunu yoktur. Bir gericiliğin panzehiri, başka bir gericilik değildir.
Gerici iktidarların, egemenlikleri uğruna çıkardıkları,milliyetçi,ırkçı,dini gibi ulusal-etnik kışkırtmalar,her zaman barbar sınıfların sınıfsal çıkarlarına hizmet etmiş,halklar arasındaki ayrımcılık ve çatışma,halkların dünya görüşü olmamasına karşın burjuvazinin inisiyatifi ile derinleştirilmiştir.Bu anlamıyla bu gibi kışkırtmaların,ezilen halkların istemi olmadığı gibi,ezilen halkların sınıfsal çıkarlarına göre bir sonuçta yaratmamaktadır.Söz konusu kışkırtmalar,ezilen halklar üstünde oynanan kirli oyunların manüpilasyonu ekseninde,emperyalist kapitalist sistemin tüm gerici dayanakları ile var olan iktidarlarının,dünyada estirdikleri vahşetin her coğrafyada özgün koşullara göre şekillenmesine,derinleştirilmesine hizmet etmektedir.
AKP-Erdoğan diktatörlüğüde,”milliyetçilik”,”dincilik”,”milli dava”,”dış düşman”,”mağdur” gibi kavramlar üzerinden,yakın ve uzak siyasal planları için,toplumu kendisine yedeklemek için,mevcut süreci en etkili biçimde kullanmaktadır.Özellikle,Faşizmin topluma onaylatılarak merkezileştirilmesi için güncel olan “referandum” oylamasında,”evet” oyunu güçlendirmek amacıyla,süreci dahada kaşıyarak kullanmaktadır.Çatışma ve sürtüşme yaşadığı tüm gerici kesimleri,”terörist” “hayırcı” ilan ederek,”din ve milli birlik” safsatasıyla,toplumun oy potansiyelini “evet” demeye zorlamaktadır.Zorlamaktadır diyoruz,çünkü toplumda her “hayır” diyen kesimleri ve kurumları,açık faşist baskılarla,”terörist” ve “milli birlik düşmanları” olarak lanse etmekte,açık faşizm koşulları ile,koyu karanlık bir süreci örgütlemektedir.
AKP-Erdoğan diktatörlüğü ve ittifakı durumundaki faşist hakimiyet sisteminin bu karanlık emellerini boşa çıkarmak,bugün tüm ezilen halklarımızın alacağı tavırla güçlü bir olasılıktır.Onların halklar arasına gerici sınıf çıkarları geregi ektikleri tüm nifak tohumlarını,halkların kardeşliği perspektifiyle cevaplamak, ve gerici politik süreçlerini sekteye uğratmak,stratejik ve taktik olarak ezilenlerin dünya görüşünün belirlediği siyasal yönelimle mümkündür.
AKP-Erdoğan diktatörlüğünün “milli birlik” ve “dini” siloganları,gerici sınıfsal çıkarlarının açık faşist nitelikle topluma dayatılmasıdır.Sömürülen sınıfların,ezilen halkların,baskı altındaki inanç guruplarının,mazlum ulusların….yani işçi sınıfının,köylülerin,öğrenci ve esnafların,Alevilerin,Süryanilerin,Kürtlerin,Ermenilerin, topluma dayatılan bu projede ve bu projenin başarılması için gündemleştirilen,topluma taraf olma dayatılan bu bağnaz çatışmalarda,bir çıkarı yoktur.Bu anlamıyla,tüm manüpilasyon ve çarpıtmaları hükümsüz kılarak,faşizmin tek elde açık koşullarla merkezileşmesi sürecine hayır demek,bu tavrı dünün ve bugünün tüm gerici burjuva anayasalarına karşı bir tavıra dönüştürmek süreci ele alışımızın bir yanıdır.Bir diğer yanıda,taktik zemindeki bu çatışmayı,alternatif toplum projemiz olan sosyalist demokrasi ve sosyalist anayasa anlayışı ile stratejik mücadelemizi güçlendiren mevzilerde birleştirmektir.Avrupa ve Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının düşmanları,”milli sınırlarla” çizili değildir.Emperyalist kapitalist sistem ve onun her bir coğrafyadaki iktidarlaşmış biçimlerine,uluslararası alanda enternasyonalizm bayrağıyla,kendi coğrafyalarımızda,siyasal iktidarı alacak kurtuluş bayraklarıyla mücadele etmek,ezilen halkların temel ortak paydasıdır.