‘’TC”, ABD, AB ve Rusya Denkleminde Politik Gelişmeler ve Eksen Kayması!

Öncelikle iktisadi olarak komprador kapitalist tekelci sermayenin, ABD ve AB ile tarihsel ve güncel bir ilişkisi “TC” açısından bağlayıcı bir öğedir. Burjuva devlet gücü olarak siyasal iktidarlar büyük sermayenin bekçileri konumundadırlar. Bu nitelikten dolayı ABD ve AB emperyalist güçlerine entegre olan komprador kapitalist tekelci sermayenin bir tercih değişikliği olmadığı sürece (ki bu tercih niyetlerle değil, somut bağlayıcı iktisadi ilişkiler tarafından belirlenmektedir) AKP-Erdoğan iktidarının, böyle bir değişikliğe gitmesi olası değildir. “TC” açısından bağlayıcı iktisadi ilişkilerin yanında devletin şekillenen niteliği, askeri gücü, askeri teknik kapasitesi, “güvenlik” sistemi, NATO sistemi ekseninde şekillenmiştir. Bu gerçeklik, ”TC” nin, NATO’dan kopmasına olanak vermeyen bir gerçekliktir. Doğu devlet despotizmini, emperyal çıkarlarında sistemli hale getiren Putin ile aynı geleneksel despotizmi ABD-AB emperyalist dünya ile iktisadi-politik entegrasyonunda Sünni İslam versiyonu ile buluşturan Erdoğan diktatörlüğü arasında, son gelişmelerle ilişkiler “normalleşse de” Osmanlı –Rus tarihi dahil, yaşanmış savaşlar, ”TC” ile Rusya arasında her zaman tarihi bir gölge olarak durmaktadır. Bu tarihsel verilerin yanında Orta Asya Türkleri, Karadeniz, Kırım, Kafkasya gibi güncelliğini koruyan ve ABD ile “TC” nin çatışmalı ilişkileri akabinde ABD tarafından kullanılacak ilişkiler “TC” ile Rusya emperyalizmi arasında her daim bir gerginlik vesilesi olacaktır. Yani ABD ve AB ile Rusya emperyalist güçleri, “TC” açısından kıyaslandığında, ”TC” nin Rusya ile “kriz” alanları daha tarihsel ve köklüdür

HABER MERKEZİ (07.09.2016)-Gazetemizin 128.Sayısında yayınlanan’’“TC”, ABD, AB ve Rusya Denkleminde Politik Gelişmeler ve  “Eksen Kayması” Tartışmaları!’’başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Türk hakim sınıfları faşist iktidarının temsilcisi Erdoğan’ın başkanlığındaki “TC” heyetinin, uçak krizi sonrası ilişkileri “normalleştirmek” için Rusya emperyalist gericiliğiyle gerçekleştirdiği görüşme içinde barındırdığı birçok meseleden kaynaklı güncelliğini korumaktadır. Gazetemizin önceki sayılarında ifade ettiğimiz gibi, “TC” ile Rusya emperyalist gericiliği arasında sürdürülen bu görüşmeler ”uçak” krizi sonrası gerilen ilişkileri “iyi niyete” dayalı olarak bir “normalleştirme” görüşmelerinden öte Suriye, Ortadoğu, Ukrayna, Kafkaslar, Pasifik merkezli derinleşen emperyalist hegemonya çatışmasının, gerici çıkarlar özgülünde planlanması ve çıkarlar ekseninde “ortaklaşması” görüşmeleriydi. Yani meselenin özünü, ABD, AB ve Rusya emperyalist güçlerinin, hegemonya savaşında karşılıklı gerçekleştirdiği hamleler teşkil etmektedir.

Emperyalist hegemonya savaşının baş aktörleri olan ABD, AB emperyalist ülkeleri ve Rusya emperyalizmi, stratejik ya da konjonktürel olarak ittifak güçleri olan bölgesel gericiliklerle birlikte izlediği her politika, büyük çatışmalar ve gerilimlerle, hegemonya alanlarında uygulanmaktadır. Her emperyalist blok ve müttefiki konumundaki gerici bölgesel güçler(devletler ya da gerici cihadist güçler), kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için en kirli yöntemleri kullanmaktadırlar, çıkarları dışındaki tüm sosyal ve ulusal güçleri kırımdan geçirmektedirler. Hegemonya çatışmasının ve çıkarların karmaşıklığı, üretilen tüm politikalara yansımakta, emperyalist bloklar arasındaki çatışma ve “uzlaşılardan”, müttefik gerici güçler arasındaki çatışma ve “uzlaşılara” kadar dönemsel ve stratejik olarak yığınlarca “değişkenlik” söz konusu olmaktadır. Bütün bu ilişkiler içinde, dönemsel olarak bazı “uzlaşılar” yakalansa da emperyalist güçlerin kendi çıkarlarını koruma eksenindeki konumlanmalarında çatışma esas yönü teşkil etmektedir. Yani bölgesel “barış”, ”demokrasi” söylemi altında, gerici emperyalist hegemonya alanlarında üretilen her politika emperyalist güçler veya gerici bölgesel güçler özgülünde savaşlar ve çatışmalar olarak yaşam bulmaktadır.

Emperyalist hegemonya çatışmaları başından sonuna kadar tek düze bir gelişim göstererek toplumsal pratiğe geçmemektedir. Reel olarak güçler dengesine ve toplumsal direnç öğelerine göre yığınlarca değişkenlik içermektedirler. Yani uzun süreli belirlenen emperyalist stratejik hegemonya, politik manevra ve ittifak siyasetinde konjonktürel olarak birçok değişimle sosyal pratiğe geçmektedir. Bir dönem “müttefik” olan güçlerin, (stratejik müttefiklik dahil) başka bir dönem çatışmalı duruma gelmesi ya da bir dönem “kırmızı çizgilerle ifade edilerek çatışmalar vesilesi yapılan bir politikanın başka bir konjonktürde savunulan bir politika haline gelmesi emperyalist gerici çıkarların bu mantığı içinde anlam bulmaktadır.

Somut bir örnek olarak; AKP-Erdoğan iktidarı, Neo-Osmanlıcı genel çizgisini ABD emperyalist gücüne dayanarak özellikle Ortadoğu özgülünde, kendi çıkarları ekseninde ve gücü oranında somutlamaya çalıştı. ABD ve bu emperyalist gücün inisiyatifinde, AB emperyalist güçleriyle, ”ılımlı İslam’a” model ülke olma idealiyle Büyük Orta Doğu projesinde verilen rolü oynamaya çalıştı. Rusya, ABD-AB merkezli şekillenen emperyalist hegemonya çatışması, ”TC” gibi Suudi Arabistan, Katar, İran, Suriye vb. gibi gerici devletler için kendi çıkarlarını elde etme konusunda önemli fırsatlar olarak görüldü. Özellikle BOP kapsamında ”ılımlı İslam’ın” bu “yeniden” harmanlamada alacağı rol “TC” başta olmak üzere bir çok bölgesel gericiliğin temel stratejisini belirlemiştir. ABD’nin hesabıyla bölgesel gericiliklerin hesabı bu zeminde buluşuyordu. ABD, Sünni İslam dini çizgisinin hakim olduğu ülkeleri ”ılımlı İslam” yani “ihvan-ı Müslim” projesiyle kapitalist dünyaya emperyalist sermayenin “yeni” konseptine uygun olarak entegre etmek ve buralarda ABD-AB emperyalistleri yanlısı rejimleri bu sürece uygun kurma hedefindeydi. Özellikle, emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı krizlerden “çıkmak” için bu politika tarihsel önemde planlanıyordu.

”Ilımlı İslam”, ”model ülke” politikasıyla stratejik müttefik olarak BOP çerçevesinde ABD’nin, ”TC” hâkimiyet sistemi Erdoğan-AKP iktidarı ile yarattığı ortaklık özellikle Ortadoğu sahasında yaşanan derin çatışmalarla bizzat bu politikanın yaratıcıları açısından sorun haline geldi. ABD’nin, Suriye ve İran’a karşı izlediği ağır abluka ve ambargo siyasetine karşı AKP-Erdoğan iktidarı ”barışçıl” yollarla hizaya getirme siyaseti stratejik ittifakta bozucu rol oynamıştı. ”TC” nin, BM toplantısında Brezilya’yı da yanına alarak İran sorununda ABD’ye “itiraz” etmesini gerici güçlerin çatışmalı durumu açısından tarihsel bir veri olarak hatırlayalım. Aynı durum Suriye meselesinde de söz konusudur. Komşularıyla “sıfır sorun” politik hattıyla ticaretin geliştirilmesi, ekonomik bağların güçlendirilmesi, insani-kültürel etkileşimin, turizmin geliştirilmesi vs. temelinde diplomatik ve siyasi planda da “ılımlı” bir atmosfer oluşturularak “barışçıl” yöntemlerle bir hegemonya kurmayı hedefleyen “TC”, ABD’nin sert politikasına karşı bir “itiraz” olarak duruyordu.

“Ilımlı” yada açık şiddet yöntemleriyle planlanan tüm politikaların özü, emperyalist hegemonya savaşının ayaklarıydı ve özü itibarıyla çatışmalar üzerinden sürdürülebilinirdi. Nihayetinde “ılımlı” yöntemlerle ve arabuluculukla, (Filistin-İsrail çatışmasında olduğu gibi)bölgede emperyalist hegemonyanın rolünü almaya çalışan “TC”, kısa bir dönemde bölgesel çatışmaları derinleştiren emperyalistler karşısındaki pazarlık gücü oranında gerici çıkarlarını, savaş ve çatışma gerekçesi olarak politik hedefine koyan bir hattın en azılı savunucusu oldu. Hamas ve Gazze sorunu bahane edilerek İsraille gerginleşme, Ermenistan ile yaratılan gerginlik ve “Arap baharı” dalgasının çözümsüz halkası olarak Suriye meselesinde aldığı tutum, açık savaş, işgaller tehdidi ve çatışmalar üzerinde şekillenen bir tutum olmuştur. “Ilımlı” ya da açık şiddet araçları üzerine şekillenen her gerici politikanın özü kuşkusuz gerici bölgesel çıkarlardır. Dönemsel olarak farklı politik hat izlemesi, özünü değiştirmez. Dün ABD emperyalizmine dayanarak Neo-Osmanlıcı hayallerini Suriye’nin yağmalanmasında pay kapma telaşıyla somutlamaya çalışan “TC” ‘nin, politik hattındaki “Esad’sız çözüm” sloganı, bu gün Rusya ile “normalleşen” ilişkiler içinde “Suriye’nin toprak bütünlüğü” için Esad’lı “geçiş” dönemine evirilmesi, bu tarihsel verilerle bakıldığında şaşırtıcı değil, dönemsel dengelere göre belirlenen bir siyasettir. Suriye ve Ortadoğu merkezli dış siyasette yaşanan derin tıkanıklık sonucunda özellikle Rojava Kürdistanı özgülünde Kürt ulusu ve bölgedeki toplumsal dinamiklerin kazanımlarını hazmedemeyen “TC” nin dış politikadaki “U” dönüşüyle beraber Rusya ve ABD-AB ile ilişkilerini karşılıklı pazarlık unsuru haline getirerek kendisine bir alan açmaya çalışması sadece dış siyasete yönelik bir hamle değil, aynı zamanda iç siyasete yönelikte, kendi gerici iktidarı açısından yapılan politik bir plandır.

Rusya, ABD, AB Emperyalist Güçleri Denkleminde Politik İlişkiler Ve Eksen Kayması Tartışmaları!

‘Suriye politikası özellikle ABD‘nin PYD-YPG ile olan ilişkisi ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi temel konularda ABD ve AB’nin tutumu karşısında Rusya emperyalist gücüyle “TC” nin “normalleşen” ilişkileri beraberinde “TC”, NATO ittifakıyla yollarını ayırır mı?’ tartışmalarını gündemleştirmişti. ABD ve AB emperyalist güçleriyle gerginleşen ilişkiler karşısında Rusya ile “normalleşen” ilişkiler, ”TC” ‘nin Şangay Beşlisi örgütüne yönelmesi, AB-ABD emperyalist bloğu karşısında Rusya, İran, ”TC” yakınlaşması kalıcı bir ittifaka dönemi tartışması Erdoğan, Putin görüşmesi akabinde gündemleştirilen bir tartışmadır. “TC” nin eksen değiştirmesi tartışması altında gündemleştirilen bu konu ne kadar reel ne kadar güncel ve ne kadar imkânlı sorunu meselenin özünü açıklayacaktır. “TC” nin kuruluşundan bu yana batılılaşma hedefiyle önüne koyduğu iktisadi, politik ve iktidar niteliğini,  bu hedefe göre şekillendirdiği bir süreçten vazgeçip Rusya’nın önderliğini yaptığı Şangay Beşlisi örgütüne dahil olması ne kadar olanaklı bir durumdur? Bütün bu soruların özgülünde gündemleştirilen tartışmanın “TC” açısından güncel bir tercih olmaktan öte ABD-AB emperyalist güçleriyle ilişkilerini terbiye etme maksatlı olduğunu hemen başından belirtmek gerekir.

Kuşkusuz emperyalist güçler ve gerici bölgesel “müttefikleri” arasında stratejik veya dönemsel kurulan hiç bir ilişki ve birlik baki değildir. Gerici çıkarların merkezileştiği her gerici kurum bileşenleri bağlamında dönemsel ya da stratejik olarak değişikliklere uğrayabilir. Bu genel doğrudan öte “TC”nin, NATO ve Şangay denkleminde bir eksen değişikliğine gitmesi imkânsız olmasa da güncel olarak olası bir durum değildir. Bunun tarihsel, iktisadi, politik, kültürel olarak birçok nedeni vardır. Bu tarihsel gerçekliğe karşın bu tartışmanın gündemleştirilmesi hem “TC”nin, ABD ve AB karşısındaki diplomatik pazarlığı ve hem de dönemsel olarak içine girdiği bazı ilişkilerin sonucu olduğu açıktır. Yoksa Suriye ve Ortadoğu politikası başta olmak üzere dönemsel bazı “ortaklaşmaların” ötesinde bir eksen kayması beklemek, somut olarak güncel bir ihtimal değildir. Neden?

Öncelikle iktisadi olarak komprador kapitalist tekelci sermayenin, ABD ve AB ile tarihsel ve güncel bir ilişkisi “TC” açısından bağlayıcı bir öğedir. Burjuva devlet gücü olarak siyasal iktidarlar büyük sermayenin bekçileri konumundadırlar. Bu nitelikten dolayı ABD ve AB emperyalist güçlerine entegre olan komprador kapitalist tekelci sermayenin bir tercih değişikliği olmadığı sürece (ki bu tercih niyetlerle değil, somut bağlayıcı iktisadi ilişkiler tarafından belirlenmektedir) AKP-Erdoğan iktidarının, böyle bir değişikliğe gitmesi olası değildir. “TC” açısından bağlayıcı iktisadi ilişkilerin yanında devletin şekillenen niteliği, askeri gücü, askeri teknik kapasitesi, “güvenlik” sistemi, NATO sistemi ekseninde şekillenmiştir. Bu gerçeklik, ”TC” nin, NATO’dan kopmasına olanak vermeyen bir gerçekliktir. Doğu devlet despotizmini, emperyal çıkarlarında sistemli hale getiren Putin ile aynı geleneksel despotizmi ABD-AB emperyalist dünya ile iktisadi-politik entegrasyonunda Sünni İslam versiyonu ile buluşturan Erdoğan diktatörlüğü arasında, son gelişmelerle ilişkiler “normalleşse de” Osmanlı –Rus tarihi dahil, yaşanmış savaşlar, ”TC” ile Rusya arasında her zaman tarihi bir gölge olarak durmaktadır. Bu tarihsel verilerin yanında Orta Asya Türkleri, Karadeniz, Kırım, Kafkasya gibi güncelliğini koruyan ve ABD ile “TC” nin çatışmalı ilişkileri akabinde ABD tarafından kullanılacak ilişkiler “TC” ile Rusya emperyalizmi arasında her daim bir gerginlik vesilesi olacaktır. Yani ABD ve AB ile Rusya emperyalist güçleri, “TC” açısından kıyaslandığında, ”TC” nin Rusya ile “kriz” alanları daha tarihsel ve köklüdür.

Bütün bunların yanında Kürt ulusal mücadelesi başta olmak üzere ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesine karşı yaklaşım “TC” nin eksenini belirlemede ana etkendir. Rojava ve Güney dahil, bölünmüş Kürt coğrafyasında, Kürt ulusunun ulusal haklarına dair her gelişme, ”TC” için bir “bölünüp-parçalanma” fobisi olarak algılanmaktadır. Bu fobiyi, özellikle NATO çatısı altındaki konumuyla “birliğini” koruma şemsiyesi haline getirmektedir ve ABD ile AB ilişkilerini bu bağlamda stratejik amaçları için gerekli görmektedir. Özellikle Irak ve Suriye’de yaşananlar, “TC’’ birliğini” NATO ve ABD-AB emperyalist güçleriyle ittifakın devamında olanaklı olacağı algısını güçlendirmiştir. ABD’nin, uzun vadeli stratejik planlarının bir içeriği de, genel olarak Avrasya’da ve özel olarak da Afganistan, Mısır, Ukrayna üçgeninde etnik çatışmalara dayanarak yeni sınır statükoları oluşturmaktır. Bu yeni sınır statükoları, Ortadoğu ve özelde Kürdistan için politik bir sonuç yaratacaktır. Uzun vadede “TC” açısından bu bir risk olsa da güncel olarak Kürt sorunu dâhil, birçok konuda “birlik” hedefini, “TC”,NATO gücüyle yan yana kalmakta garanti altına almaktadır. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, ”TC” açısından bir eksen kayması, güncel bir tercih değildir. Peki bu gerçekliğe karşın bu tartışma ile hesaplanan politik hedef nedir?

“TC” nin İflas Eden Bölge Siyaseti, Dış Politikadaki “U” Dönüşü ve Neo-Osmanlıcılığın “Yeniden” Dizaynı!

Neo-Osmanlıcı hayallerle, Ortadoğu ve Suriye’de rol almaya çalışan “TC”, bu politikanın emperyalist güçlerin çıkarlarıyla çatışması akabinde, kısa sürede ABD ve Rusya gibi emperyalist kampların temsilcileri dahil, İran, Suriye, Irak, İsrail ve Mısır gibi bölgesel güçlerle çatışmalı hale geldi. Yolunda gitmeyen AB ilişkileri ve Erdoğan-AKP iktidarına karşı geliştirilen tavırlar, bu durumun “TC” açısından sürdürülebilinir olmadığını göstermiştir. Suriye’deki gelişmeler, Rojava Kürdistan’ının kazanımları, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki ulusal ve sosyal kurtuluş davasıyla birlikte ”TC” yi zorlayan bir durumdu. Bütün bunlara “TC” egemenlik sistemi içindeki gerici klik dalaşları ve görece var olan iktisadi “istikrarın” bozulması eklenince AKP-Erdoğan iktidarı dünün birçok “kırmızı çizgilerinden” vazgeçmek zorunda kalmıştır. Davutoğlu’na yapılan darbe, MHP iç muhalefetinde Bahçeli’ye verilen destek CHP nin “milli çıkarlarla” geri muhalefetinde dahi terbiye edilmesi ordu ve devlet içindeki “temizlik” operasyonları iç ve dış politikada başarısız olmuş bu süreçten çıkma hamleleridir.

İç politikada tehlike haline gelmiş Gülen cemaatine karşı, “Ergenekoncu, Balyozcu” diye yargılanan ulusalcı Kemalist klikler yapılan “ittifak”, ”milli menfaatler” manipülasyonu ile CHP ve MHP gerici burjuva siyasal çizgilerle birleşerek Kürt ulusu başta olmak üzere ulusal ve sosyal toplumsal dinamikleri hedef alan “terörle mücadele konseptiyle” birleştirildi.

İç ve dış politikadaki diyalektik ilişkinin gereği olarak dış siyasetteki sıkışmışlığı, ”yeni” bir politik argüman ve stratejik veya konjonktürel ittifak ilişkileriyle sürdürmek durumundaydı. İsrail’le Roma anlaşması, Rusya ile “normalleşme”, Esad yönetimiyle el altından görüşmeler ve İran’la “yakınlaşmalar”, bu politik “değişikliğin” ürünüdür. “TC”nin askeri, iktisadi kapasitesi ile güttüğü dış politika arasındaki derin çelişki, AB, ABD ve Rus emperyalizmi ile derin sürtüşmelere dönüştüğünden, dış politikada yaşadığı “U” dönüşünü, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri kullanarak elini güçlendirme yöntemine gitmesi, Rusya emperyalizmine “yakınlaşmasının” ana sebebidir. Yani sorun bir “eksen kayması” değil, dönemsel olarak dış politikasına alan açma çabasıdır.

ABD ve AB emperyalist güçlerinin, Ukrayna, Kafkaslar ve Karadeniz sahasında NATO’nun konumlanmasıyla Rusya’yı sarmaya çalışması, İran’a ambargoyu kaldırıp özellikle enerji konusunda Baltık üzerinden planlanan “ortaklık” Rusya’yı da “TC” gibi ABD-AB emperyalist güçlerinin “stratejik müttefiki” olan güçlerle ilişkiler geliştirmesini zorlamıştır. Bugün “TC” ile Rusya, ABD ve AB emperyalist güçleri arasında gündemleşen politik ilişkiler, bu gerici çıkarların karşılıklı hamleleri içinde bir yere oturmaktadır.

Biden’in Ziyareti ve Terbiye Edilmeye Çalışılan ABD-“TC” İlişkileri!

“TC” ordusunun IŞİD’le mücadele adı altında Cerablus’u işgal etmesinin saatler sonrasında Türkiye’ye gelen ABD başkan yardımcısı Jeo Biden, bu ziyaretiyle, ”Fırat Kalkanı” adı verilen işgal operasyonunun bir parçası olduğunu ifade etmekle kalmamış, bölgesel çıkarlarını ”TC” gibi bir müttefik güç üzerinden hayata geçireceğini deklere etmiştir. Cerablus işgali IŞİD’in geriletilmesinden çok Suriye’nin, ABD, Rusya merkezli yaratılan konsepte göre dizayn edilmesi işgalidir. Bu dizaynda “TC” ye de bir rol verilmiştir. Özellikle YPG-PYD’nin özgülünde, Rojava Kürdistan’ının kazanımlarını sınırlamak, Rojava, Kobane ve Afrin kantonlarının birleşmesini engellemek, Rusya ve ABD emperyalist güçleri başta olmak üzere Esad ”TC”, İran gibi gerici bölgesel güçlerinde çıkarınadır. ABD ve Rusya’nın “anlaştığı” planlanan “yeni” Suriye projesinde, ”Ilımlı muhalifler” (ki bunlar AKP-Erdoğan gericiliğinin desteklediği, El Nusra, ÖSO gibi cihadist güçlerdir) ve Esad yönetimi merkezli bir yapılanmaya gidilmektedir. Bu yapılanmada, statüsü geniş bir Kürt gerçekliği, emperyalistler açısından sorun teşkil etmektedir. Emperyalistlerin bu siyaseti, “Fırat’ın Doğu yakasına çekilsinler” diye ısrar eden “TC” nin siyasetine uygun hale getirilerek hem “TC”nin PYD-YPG’ye saldırısının zemini hazırlanmakta bu vesile ile Kürtlerin kazanımları sınırlanmakta ve akabinde de “TC” ile ABD nin YPG üzerinde gerilen ilişkileri onarılmaktadır.

Son tahlilde “TC” ABD, AB ve Rusya arasında karşılıklı gerici çıkarlar ve bu gerici çıkarların pazarlanması ekseninde üretilen politikalar, yeni işgaller, mazlum uluslar ve ezilen halklara karşı boyutlanan saldırılar olarak şekillenmiştir. Gerici güçlerin ürettiği her politika yeni gerilimler ve savaş vesilesidir. “Yeniden” dizayn edilen Suriye ve Ortadoğu, bu gerici savaşın ana üssü olmuş durumdadır. Bu süreç, gerici güçlerin hegemonya amaçlarında bir istikrar yaratmayacaktır. Her işgal ve askeri müdahale, yeni bir çatışmayı tetikleyen bir rol oynamaktadır.

Bu sürecin en ağır faturası kuşkusuz Kürt ulusu başta olmak üzere ilerici sosyal toplumsal dinamiklere ödetilmek istenmektedir. Cerablus işgaliyle IŞİD’e karşı askeri bir güç olarak “ittifak güç “ ilan eden Kürtler, ABD tarafından, gerici çıkarları gereği, faşist Türk ordusunun hedefi haline getirilmiştir. Ortadoğu ve Suriye’de, emperyalist çıkarlar için katliam seferlerine çıkan bu gerici ordu, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında da, emperyalist güçlerin icazetiyle açık faşizm koşullarını uygulayacaktır. Geliştirilen “terörle mücadele” konsepti ulusal ve sosyal devrimci muhalefeti esasta hedef almaktadır. Belli dönem, aynı cihadist özden beslenen gerici güçlerle çatışması meselenin esas yanı değil, bu gerici güçleri denetimi altına almak maksatlıdır. Emperyalist ve bölgesel gericiliklerin, Ortadoğu, Suriye, Irak, Türkiye-Kuzey Kürdistan mazlum ulusları ve ezilen halklarını boğmaya çalıştığı bu gerici savaş konseptinde, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-kapitalist, anti-feodal toplumsal dinamiklerin karşıdan bir cephe örmesi, devrimci savaşın güncel görevlerindendir.

 

 

Önceki İçerik‘‘TC”nin Cerablus işgali ve Suriye’de emperyalist güçlerin yol haritası!
Sonraki İçerikKim için sanat?