Suriye’de emperyalist stratejiler ve Cenevre 3 Görüşmeleri

Suriye’deki çözüm, Viyana, Cenevre Görüşmeleri’nde sayılarla kodlanmış konferanslar değildir. Bunlar emperyalist paylaşımın diplomatik ayaklarıdır. Suriye’de ve bölgedeki çözüm, sömürülen sınıf, mazlum ulus ve ezilen inanç gruplarının, emperyalist egemenlik siyasetine ve yerli gerici işbirlikçisi güçlere karşı geliştirilecek olan devrimci savaşın omuzlarındadır. Kürtler açısında da sürecin bayrağı açıktır. Rojava Kürdistan’ından Kuzey Kürdistan’a, ilerici devrimci, sosyalist güçlerle, ulusların tam hak eşitliği üzerinden, her türlü gericiliğe karşı sokak sokak, mahalle mahalle, alan alan örülen direniş, ezilen halkların özgürleşme manifestosudur

HABER MERKEZİ (05-02-2016)- Gazetemizin 115. sayısında yayınlanan “Suriye’de emperyalist stratejiler ve Cenevre 3 Görüşmeleri” güncel analiz yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Suriye ve Ortadoğu özgülünde, emperyalist stratejik çıkarların “yeni” yol haritası olarak planlanan Cenevre 3 Görüşmeleri, emperyalist ve bölgesel gerici güçler arasındaki derin çatışmaların gölgesinde örgütleniyor. Emperyalist blokların ve yerli bölgesel işbirlikçi gericiliklerin, sosyal-siyasal erk olarak dayandığı farklı devlet ve cihadist gerici örgütlenmeler ile Suriye özgülünde merkezileştirilemeyen “muhalefet” Cenevre 3 Görüşmeleri’nde krize dönüşen derin çelişkinin bir yönü iken, özellikle Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve bu güçlerin desteklediği cihadist gerici örgütlenmeler üzerinden şekillenen, Rojavayê Kurdistanê önderliği PYD’ye karşı geliştirilen gerici tavır, Cenevre 3 Görüşmeleri’ni tıkayan asıl çelişki ve çatışma olmuştur. Kuşkusuz bu çatışma ve çelişki, Kürt ulusu başta olmak üzere, Suriye’de var olan ilerici-devrimci toplumsal dinamiklerin çözümsüzlüğü değildir. ABD-AB ve Rusya merkezli emperyalist bloklar ve bu blokların bölge özgülünde ittifak gücü olarak konumlanmış olan bölgesel gericiliklerin, stratejik çıkarlarını korumak ve genişletmek için ürettiği stratejik politikalarının derinleştirdiği savaş ve çatışma, “siyasal-diplomatik” “çözüm” olarak masa başlarında sürdürülen çalışmalara da niteliğini vermekte, emperyalist stratejik politikaların çözümsüzlüğünü ortaya koymaktadır.

Suriye ve Ortadoğu özgülünde (emperyalist-kapitalist gericilik tüm hâkimiyet alanlarında aynı gerici siyasal çizgiyi temsil etmektedir)  devrimci sosyal ve ulusal dinamiklerin toplumsal gelişmelere devrimci tarzda yön vermesini engellemeye çalışan emperyalist-kapitalist gericilik, sömürü ve hegemonyasının stratejik planlarını uygulamak için, gerici güçlere dayanmakta, ittifak siyasetini dönemsel konjonktürüne göre şekillendirmektedir. Bölgesel ekonomik çıkarlar, bu dönemsel konjonktürel siyasetin özünü teşkil etmektedir. Bu anlamıyla, emperyalist güçler, bölgesel gerici devletler ve bölgesel gerici örgütlenmeler arasındaki çatışma ve ittifak, dönemsel konjonktürel siyaset gereği başından sonuna aynı güçler üzerinden şekillenmemekte, stratejik ittifak ve karşıtlık, dönemsel olarak değişebilmektedir. Ekonomik çıkarlar ve bölgesel egemenliğin, hangi güçle, hangi dönem “ortaklaşıldığına” biçim verdiği bir “ittifak” siyasal konseptinde, bazı güçlerin stratejik ittifakı uzun bir zaman dilimine yayılsa da, gerici güçler arasındaki ittifak ve çatışmalı durumun değişkenliği, gerici emperyalist sürecin ana yönünü teşkil etmektedir. Ekonomik çıkar, paylaşım ve dalaşın yoğunlaşmış hali olarak şekillenen emperyalist gerici siyaset, bazı dönemler, emperyalist blokların ana güçleri arasında dahi bazı “uzlaşmalar” yaratabilir. Emperyalist hegemonyanın stratejik çıkarları, emperyalist-kapitalist sisteme cepheden risk teşkil eden toplumsal dinamiklerin tasfiye edilmesi, dönemsel emperyalist yayılmacılığın önün açan hamleler başta olmak üzere, birçok gerici çıkarların ortaklığı, emperyalist ve gerici bölgesel güçler arasında bazı dönemsel “uzlaşılar” gündeme getirebilir. Bu emperyalist güçler ve gerici yerli işbirlikçileri arasındaki gerici dalaş ve çatışmanın ana yön olduğu gerçeğini yadsımaz. Çelişkinin dönemsel konjonktüre göre biçim alması, çelişkinin ana yönünün çözüldüğü anlamına gelmez. Bu anlamıyla Suriye özgülünde, Rusya ile ABD-AB emperyalist bloku arasındaki dalaş ve çatışma, Suriye başta olmak üzere, bölgede esas yöndür. Bu esas yöne karşın, emperyalizm hegemonya sürecini, her çelişkide çatışmalar üzerinden inşa etmez. Göreceli de olsa gerici çelişkilerinde bazı “uzlaşılar” yaratarak sürecini örgütlemesi, egemenlik çizgisinin bir biçimidir.

Suriye ve Ortadoğu özgülünde de, gerici emperyalist çıkarlarını bölgesel çatışmalar üzerinden inşa eden Rusya ve ABD-AB merkezli emperyalist bloklar, bazı ana hedef güçlere karşı, bazı güçleri “uzlaştırmayı” süreçleri açısından zorunlu görmektedirler. Cenevre 1-2 Görüşmeleri ile başlayıp, Viyana Görüşmeleri’nde ana gündem olan ve Rusya ile ABD arasındaki “terör örgütleri” listesindeki “ortaklıkla” altyapısı oluşturulmaya çalışılan Suriye’de “geçiş dönemi”, emperyalistler arasındaki göreceli uzlaşının örneğidir. Rusya’nın askeri müdahalesiyle, emperyalist stratejiler arasında derinleşen çatışmalar, emperyalist hegemonyanın tesis edilmesinde, emperyalistler açısından istenmeyen toplumsal sonuçlar doğuracaktır. Emperyalist blokların üzerinden çıkarlarını şekillendirdiği bölgesel gerici işbirlikçiler arasında, emperyalist blokların stratejik planları dahilinde derinleşen çatışmalar, bir kriz ve kaos ortamı yaratmış ve emperyalist stratejiler açısından süreci belirsiz kılmıştır. Rusya’nın askeri müdahalesi, Rusya, İran, Esad açısından avantajlı hamleler olsa da, Suriye’ye bütünlüklü hâkim olma konusunda bir sonuç yaratamamıştır. ABD-AB, Türkiye, Suudi Arabistan, KDP merkezli blok, Rusya merkezli gerici bloka karşı bazı avantajlı pozisyonunu yitirse de, stratejik olarak var olan askeri-politik konumlanışı, sürecin gelişiminde rol alabilecek düzeydedir. PYD önderliğinde Suriye’de ilerici bir dinamik olarak konumlanan Suriye Demokratik Güçleri, hem savaş gücü anlamında hem de politik nüfuz bağlamında, Suriye’de en ileri dinamiktir. Özellikle PYD’nin, Kürt ulusunun tarihsel haklılığını, politik savaş stratejisinde merkezileştirmesi ve bunu Kobanê ve Rojava devrimiyle taçlandırması, emperyalist ve gerici bölgesel gericiliklerin stratejik hamlelerinde yadsıyamayacakları bir güç konumuna getirmiştir. Somut olarak, Esad yönetimi, “muhaliflerin” nüfuz alanı, Kobanê ve Rojava özgülünde Kürt ulusunun meşru duruşu, IŞİD cihadist gericiliğinin hâkimiyet alanı merkezli Suriye’deki dağınıklık, emperyalist stratejilerin uygulanmasında sorun teşkil etmektedir. Özellikle “muhalifler” olarak örgütlenen ve ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar üzerinden desteklediği gerici cihadist örgütlenmeler arasındaki uyuşmazlık, hem ABD’nin stratejik planlarını uygulamasında hem de Rusya karşısında konumlanışı açısından dezavantajlı durumdu. Bütün bunların “ılımlı İslam” şemsiyesi altında merkezileştirilmesi, Esad yönetimiyle buluşturulup “geçiş dönemi” altında “uzlaştırılması, emperyalistlerin var olan kaosa ürettikleri ilk “çözümdü”. Cenevre ve Viyana 1-2-3 kodlu görüşmeleri bu konuda bir çözüm olamadı. Ama emperyalistler, bu sürecin örgütlenmesini, kendi hegemonyası açısından zorunlu görmektedirler. Cenevre 3 Görüşmeleri bu kesitte emperyalistler açısından stratejik önem arz etmektedir. Ve bunca tıkanmalara karşın, emperyalistlerin bu süreci başlatma konusundaki ısrarları bundandır. PYD’nin davet edilmemesi üzerine Suriye Demokratik Meclisi’nin konferansa katılmama tavrı, Riyad Konferansı ile Yüksek Müzakereler Komitesi olarak örgütlenen gerici cihadist “muhalefetin” Esad yönetimi ve Rusya askeri müdahalesi konusunda bazı şartları öne sürerek sürecin başında dâhil olmama tavırları, Cenevre 3 Görüşmeleri’ni başından çözümsüz bırakmıştır. Buna rağmen “geçiş sürecini” başlatmak için, konferansı, “muhatapları” tam hazır olmadan başlatmaları, emperyalistlerin derinleşen çözümsüzlüklerinin sonucudur. Esad, Rusya, İran bloku, Rusya’nın planladığı “muhalifler”, ABD, Türkiye, Suudi Arabistan’ın örgütlediği “muhalifler”, Suriye Demokratik Meclisi, PYD-YPG, emperyalistlerin zorlamasına rağmen, aynı eksende konumlandırılabilecek güçler değildir. Ki hemen başında, “muhaliflerin” de katılmama tavrıyla, görüşmeler, BM temsilcileriyle Esad yönetimi arasında “başlama” durumunda kaldı. Bu emperyalist siyasetin başından tıkanmışlığıdır. Bu tıkanmışlığa karşın, süreci başlatma adına, konferansın toplanması, sadece var olan çözümsüzlüğü deklare etmek olmuştur.

Uzlaşılamayan konu: PYD-YPG

Rusya ve ABD kendi çıkarları açısından PYD-YPG’nin Cenevre 3 Görüşmeleri’nde bulunmasını gerekli görüyorlardı ve bunu istiyorlardı. Her iki emperyalist blok açısından bunun nedeni; Kürtlerin ulus olma hakkını tanımak değildir. Suriye ve Ortadoğu’da PYD-YPG ve PKK önderliğinde örgütlenen Kürt ulusu gerçekliği, en dinamik toplumsal gerçekliktir. Emperyalistler bölge siyasetinde böylesine dinamik bir gücü karşılarına alma yerine, hegemonya siyasetlerine entegre etmeyi esas almaktadırlar. Ama emperyalistlerin bu stratejik planı, beraberinde iki çatışmayı derinleştirmektedir: Biri; Kürt ulusunun toplumsal ve örgütlü dinamiğindeki anti emperyalist duruştur, bir diğeri; Türk hâkim sınıflarının gericiliği başta olmak üzere, bölgesel gerici devletlerin ve örgütlenmelerin Kürt ulusunu inkâr ve imhaya dayanan askeri-politik duruşudur. Kürt ulusunun ulusal kimliği ekseninde merkezileşmesi yerine, KDP, Kürt İslam Cephesi gibi, aşiretçi-ümmetçi gruplar üzerinden, inisiyatifsiz, yönlendirilmeye amade “güç” olarak konumlandırma, bu gerici askeri-politik duruşun ana yönelimidir.

Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere, Riyad Konferansı’nda ortaklaşan cihadist gerici örgütlenmelerin PYD-YPG konusundaki bu cepheden itirazı Rusya için çok anlam ifade etmese de, ABD-AB emperyalistleri için önemliydi. Çünkü söz konusu bu itiraz bloku, ABD-AB emperyalist güçlerinin stratejik müttefikleriydi ve stratejik planları dönem itibarıyla bu güçler üzerinden bölgede şekillendirilmektedir. PYD-YPG ısrarı üzerinden bu blokta doğacak olan çatışma, Cenevre 3 Görüşmeleri’nde, ABD-AB emperyalistlerinin ve “muhalif” güçlerin elini zayıflatacaktı. Aynı zamanda Rusya’nın PYD-YPG ısrarı, emperyalist stratejilerin dönemsel siyaseti olan Suriye’de “geçiş dönemini” bitirecek ve daha derin çatışmaları dinamitleyecekti. Ve en önemlisi, PYD-YPG’nin dışarıda tutulduğu bir konferans, bırakın bir “çözüm” üretmeyi, bir deklarasyon dahi yayımlayamayacak bir konferans olacaktır. Bütün bu karmaşıklık ve çözümsüzlük ortamında, Cenevre 3 Görüşmeleri planlanan tarihte başlayamadı ve diplomatik görüşmelerle sürece bir biçim verilerek 29 Ocak tarihine sarkıtıldı.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in iki günlük Türkiye ziyareti ve Erdoğan-Davutoğlu görüşmeleri, PYD-YPG konusunda, ABD ile Rusya arasındaki “uzlaşının” bir sonucu olarak Cenevre 3 Görüşmeleri’nde “muhalefetin” safında yer alması için, ikna ziyaretiydi. Aynı dönem ABD’nin Suudi Arabistan ile yoğunlaştırdığı diplomatik görüşmeler, PYD-YPG konusundaki ikna çalışmalarıydı. Ama iki günlük tartışmalar bir çözüm üretemedi. Sonuçta tıkanan görüşmeler, emperyalistleri dönemsel bir “çözüme” itmiştir. PYD-YPG’nin Cenevre 3 Görüşmeleri’ne çağrılmaması, iradesinin Suriye Demokratik Meclisi üzerinden dolaylı olarak yansıtılması bir ara çözüm olarak hesaplanmıştır. Bu durum Türkiye’nin diplomatik bir başarısından çok, emperyalistlerin dönemsel çıkarlarının yarattığı bir sonuçtur. Daha davetiyeler gönderilmeden, davet edildi diye gündemleştirilen PYD-YPG sorunu, daha derin çatışmaların vesilesi olacağı görüldüğünde geri çekilmiş, ileride sürece dâhil edilmesi kartı açık bırakılarak, süreci örgütlemenin adımları atılmıştır. Bu hamlenin de süreci çözmeyeceği açıktır. PYD’nin davet edilmediği bir konferansa, tavır alarak irade beyan eden Demokratik Suriye Meclisi’nin Eş Başkanı Heysem Menna’nın tavrı, “geçiş sürecinin” planlandığı gibi bir çözüm üretemeyeceğinin tavrı olarak okunmalıdır.

Türk hâkim sınıflarının bölge siyaseti, Kürt ulusunu inkâr ve imha siyasetidir

Suriye ve Ortadoğu üzerinde “Neo Osmanlıcı” hayallerini elde edemeyen faşist Türk gericiliği, Suriye’nin kan gölüne dönüşmesinde birinci derecede pay sahibidir. Çeteci radikal cihadist gruplarla ilişki içinde planlarını hayata geçirmeye çalışan Türk hakim sınıflarının selefi temsili Erdoğan, Rusya’nın açık müdahalesiyle stratejik bir çözümsüzlük yaşamış, planları elinde patlamıştır. AKP-Erdoğan faşist diktatörlüğü, emperyalist politikaları zaafa uğratan aktör olma durumuna düştüğünde, Batı’nın ve ABD’nin tepkilerini azaltmak ve Rojava özgülünde Kürt ulusuna dair planlarını yaşama geçirmek için, IŞİD’le arasına “mesafe” koysa da, Suudi Arabistan, Katar ve Riyad’da kurulan, gerici cihadist örgütlenme olan, Yüksek Müzakere Komitesi üzerinden Suriye’de söz sahibi olmayı planlamaktadır. ABD’nin de dolaylı içinde olduğu bu konseptin merkezi hedefi; PYD’nin önderliğindeki Kürtlerin Suriye’de statüsüz kalmasıdır. Bu sadece Suriye siyaseti değil, Kuzey ve Güney Kürdistan için de geçerli olan gerici siyasettir. Kısa bir kronoloji, gerici Türk hâkim sınıflarının durduğu yeri bir kez daha hatırlamamıza vesile olacaktır.

“Neo Osmanlıcı” planlar, önce Müslüman Kardeşler’in ipiyle, Esad’ı idam etme hayaliyle örgütlenmeye çalışıldı. Bu plan tutmayınca, 2012 de El-Kaide’nin Suriye kolu El-Nusra, Türk hâkim gericiliğinin elinde kirli bir silahtı. El-Nusra ile Kürtlere yöneldi. Rojava devrimini engellemeye çalıştı. 2013, El-Kaide’ye biat etmeyeceğini açıklayan IŞİD’in ilanıydı ve faşist Türk gericiliği, bölge siyasetinde “yeni” siyasal ortağıyla cephedeydi. IŞİD’le Kürtleri engellemek, Rojava’yı tasfiye etmek ve Suriye’de siyasal ortağı olan gerici cihadist örgütlenmelerle Şam’ı kuşatmak, en büyük hayaliydi. Bu hayal 2013’te başlayan “çözüm planı” ve 2015’te yeniden devreye konulan katliamlarla, Kuzey Kürdistan’da yaratılan gerici faşist kuşatmayla birleştiriliyordu. Kuzey Kürdistan direndi. Rojava ve Kobanê düşmedi. Fırat’ın batı yakasına çizilen kırmızı çizgiler, Kürt ulusunun hamlesiyle iflas etti. Bölge siyasetinde yaşanan bu iflas, esas olarak Kürt duvarına çarparak tuzla buz oldu.

Bütün bunlar faşist Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusu ve bölge siyaseti konusunda emellerinden vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Rusya’nın askeri müdahalesi ve ABD’nin bölgedeki stratejik siyaseti gereği “revize” ettiği bölge ve Suriye planını, PYD-YPG güçlerine dönük emellerle, “yeni” aktörlerle yaşama geçirmek istiyor. Başika’daki konumlanış bunun ürünüdür. Efrin’e dönük işgal girişimleri bu planın ayaklarıdır. Ve şimdi “yeni” bir partner yaratma arayışındadır. Bayırbucak Türkmenleri, Sultan Murat Tugayları, Riyad’da yan yana getirilen Yüksek Müzakere Komitesi bileşenleri, bu arayışın “dinamikleridir”. Askeri olarak, YPG ve YPJ’nin ağırlıklı güç olduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin Fırat’ın batı yakasına geçerek Cerablus ve Azez’e ilerlemesini, bu gruplarla engellemeye çalışacak Türk faşist gericiliği, uluslararası diplomaside PYD-YPG’yi ısrarla IŞİD ve diğer gerici örgütlerle aynı kefeye koymaya çalışması, Kürt ulusuna karşı geliştirdiği topyekûn savaş konseptinin sonucudur. AKP-Erdoğan faşist diktatörlüğü, Kürtlerin en ufak nefes alma olanağını dahi kesmek istiyor. Rojava’ya bu kadar yüklenmesinin nedeni budur. Kürtlerin en meşru örgütlenmeleri olarak, PYD’ye, Kandil’e, Kuzey Kürdistan’a askeri ve diplomatik alanda pervasızca yönelmesinin nedeni budur. IŞİD, El Nusra, Ahrar-ul Şam ve Sultan Murat ya da Hazreti Sultan Murat Tugayları ile beraber planladığı İslami Cephe, topyekûn kuşatma, inkâr ve imha siyasetidir. Cenevre 3 Görüşmeleri’ne Türk hâkim sınıflarının siyasetine bu nitelik yön vermiştir. Rojava’da statü elde etmiş bir Kürt gerçekliği, Güney ve Kuzey’de gerçekleşecek statünün dinamiğidir. Erdoğan-AKP gericiliğinin direnç göstermesinin nedeni budur. Uluslararası emperyalist çıkarlar, Cenevre 3 Görüşmeleri’nde ipleri koparacak düzeyde germek istemediği için, şimdilik bu itiraza sadece kulak verdi. Ama bu çözümsüzlük, tüm ipleri koparacak, bölgede yeni dengeleri oluşturacaktır.

Kürt ulusunun bağımsız özgür iradesi, PYD-YPG’nin bayrağı olmalıdır

PYD’nin Cenevre’de kurulan emperyalist dalaş ve paylaşım masasına dâhil edilip edilmemesi, krize dönüşen diplomatik ilişkilerin ardından, davet edilmemesi ile sonuçlandı. Bu her şeyden önce, Kürt ulusunun Rojava iradesi açısından, nasıl bir yol izleneceği konusunda bir zemin olacakken, bu durumun Kürtler açısından bir kayıp olup olmadığı tartışmasını da beraberinde getirecektir. Bu tartışmaya verilecek en etkili cevap, planlananın niteliğini ortaya koymaktır. Cenevre 3 Görüşmeleri ile hedeflenen, Suriye’de “muhalefetin” Esad rejimiyle yan yana getirilerek “geçiş döneminin” örgütlenmesi ve “çatışmasızlık” ortamıyla seçim sürecinin planlanması, emperyalist çıkarların tesis edilmesidir. Yani sorun Suriye demokrasisi, Suriye’de yaşayan halkların ve ezilen ulusların tam hak eşitliğine dayanan demokratik bir sürecin inşa edilmesi meselesi değildir. Böylesine bir emperyalist plana ilk elden PYD’nin dâhil edilmemesi, PYD açısından bir kayıp değildir.

Ama PYD-YPG’nin bu süreçte ısrarla yer almak istemesi, EşBaşkan Müslim üzerinden bu talebini kamuoyuna deklare etmesi komünistler açısından şaşırtıcı değildir. Ulusal hareketlerin ufku ve ulusal pazar ekseni üzerindeki “çözüm” hedefi ele alındığında bu doğal bir sonuç ve yaklaşımdır. Komünistler, esasta ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ve her türlü ulusal imtiyazları ortadan kaldırma eksenli sosyalist çözümü esas alsalar da, ulusal mücadele veren dinamik güçlerin demokratik içerikli taleplerini de, kayıtsız şartsız desteklerler. Bu anlamıyla, PYD’nin emperyalistler tarafından kurulan bu masada, diplomatik bir aktör olarak yer almak istemesi, kötü değildir. Uluslararası diplomatik ilişkilerde Kürtlerin yer alması ve tanınması açısından, ileri bir adım olmasa da, kötü bir durum değildir. Sorun bu değildir. Emperyalist bölge siyasetine entegre olup olmamak, üzerinde durulması gereken asıl risktir.

Gerek Rusya’nın ve gerekse ABD’nin, PYD önderliğindeki Kürt ulusal dinamiği üzerinde belirli planları olduğu açıktır. Rusya’nın Qamişlo’da PYD ile “ortak üs” planı, Haseke’de ABD ile “üs kurma” girişimleri, PYD üzerindeki tehlikeli emperyalist planların verileridir. Emperyalistler somut olarak planladıkları süreci örgütleyebilirlerse, PYD ve Suriye Demokratik Güçleri’ni Rakka operasyonunda, kara askeri güç olarak kullanmak istemektedirler. PYD’nin Rusya ve ABD ile belirli ilişkiler ekseninde kendi duruşunu “güçlendirme” çabası, emperyalist siyasetin uygulayıcısı konumuna düşürebilir. Bu konuda uyanık olmak, dönemsel taktik manevraları öne çıkarıp, Kürt ulusunun stratejik çıkarlarını tasfiye etmemek, PYD’nin siyasal duruşu açısından elzem bir durumdur. Kürtler üzerindeki bu stratejik plandan dolayı, PYD’nin bu sürece dâhil edilmesi her iki emperyalist güç açısından zorunlu görülmekte ve yakın gelecekte dâhil edilmesi vaadi verilmektedir.

Cenevre 3 Görüşmeleri’nde PYD-YPG’nin direk engellendiği, Suriye Demokratik Meclisi’nin PYD’ye uygulanan yaptırımdan dolayı katılmadığı (ya da konferansa başından muhalefet ettiği) bir ortamda, “çözüm” beklemek, Suriye’deki mevcut durumu anlamamaktır. Cenevre 3 Görüşmeleri’ndeki tartışma ve mutabakat, süreci emperyalist planlar ekseninde geliştirmeyecektir. Rusya-ABD bloku arasındaki dalaş, selefi cihadçıların gerici ortaklığı üzerinde şekillenen “muhalefet” ile Esad yönetimi arasındaki çatışma ve Suriye’de demokrasinin en ileri dinamikleri olan ilerici güçlerin varlığı, dönemsel durulmalar olsa da, geçiş dönemleri örgütlense de, çatışmasız ve savaşsız bir ortamı yaratmayacaktır. Suriye’deki çözüm, Viyana, Cenevre Görüşmeleri’nde sayılarla kodlanmış konferanslar değildir. Bunlar emperyalist paylaşımın diplomatik ayaklarıdır. Suriye’de ve bölgedeki çözüm, sömürülen sınıf, mazlum ulus ve ezilen inanç gruplarının, emperyalist egemenlik siyasetine ve yerli gerici işbirlikçisi güçlere karşı geliştirilecek olan devrimci savaşın omuzlarındadır. Kürtler açısında da sürecin bayrağı açıktır. Rojava Kürdistan’ından Kuzey Kürdistan’a, ilerici devrimci, sosyalist güçlerle, ulusların tam hak eşitliği üzerinden, her türlü gericiliğe karşı sokak sokak, mahalle mahalle, alan alan örülen direniş, ezilen halkların özgürleşme manifestosudur.

 

 

Önceki İçerikTarih bir kez daha “TC”nin Kürdistan’da yenildiğini yazacaktır
Sonraki İçerikCizre’de insanlık yanıyor