Bağrında savaş ve çatışmaların hiç eksik olmadığı Ortadoğu ABD ve Avrupalı emperyalistlerin tam desteğini arkasına almış ve onların bölgedeki çıkarlarının jandarmalığını üstlenen Siyonist İsrail devletinin at oynattığı bir coğrafya haline geldi. İsrail Siyonist devleti tüm dünyanın gözleri önünde bir yılı aşkın bir süredir sistemli bir biçimde Gazze’de soykırım uyguluyor, Lübnan’ı durmadan bombalıyor ve vurduğu kentleri içerisindeki her canlıyla birlikte öldürüp yok ediyor. Şimdi ise Suriye’de BOP eş başkanı Erdoğan’la ittifak halinde sahaya sürdükleri cihatçıları da yanlarına katarak halklarının çıkarına olmayan yeni savaşlara hazırlanıyorlar. Özellikle faşist Türk devleti üzerinden Suriye’de cihatçı çetelere kazandırılan güç ve meşruluk, IŞİD zihniyetinin hakimiyet alanlarını genişletmekte bu da, başta kadınlar olmak üzere bölgede yaşayan Aleviler, Hristiyanlar ve Kürtler için yeni katliam ve soykırım saldırılarına imkan sağlamaktadır.
ABD ve İsrail, İran’ı bölgede geriletme hamlelerinin bir parçası olarak, daha dün terörist dedikleri ve halen terör örgütü listelerinde bulunan HTŞ’yi Esad rejimine karşı harekete geçirdiler. Esad rejiminin devrilmesi ve Suriye’deki yönetimin HTŞ’ ye geçmesi hem Suriye’de hem de bölgede yeni bir dönemin önünü açtı. Artık tüm dünyaya, dünün IŞİD’ini bugünün “modern”, “demokratik-özgürlükçü” bir örgütü olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Dün Afganistan, Irak ve Libya’ya demokrasi götürüyoruz deyip bu ülkelere işgal yıkım ve kıyım götürenler şimdi de aynı demokrasi maskesiyle katliamcı çetelerini Suriye halklarının başına musallat ettiler, HTŞ gibi cihatçı ve karanlık bir örgütün Suriye’de yönetime getirilmesi/geçmesi Suriye halklarının yaşamını Esad rejimi döneminden daha iyi kılmayacaktır. Daha şimdiden bazı yerlerde Hristiyan ve Alevi halklarına yönelik başlatılan katliamlar bu halkların gelecekleri ve varlıkları için büyük bir soruna işaret ediyor. Tartus ve Lazkiye’de gerçekleştirilen katliamlar, mala/mülke çökmeler, göçe zorlamalar karşısında demokrasi sevici emperyalistler sessizliğini koruyor, burjuva devletlerin iki yüzlülüğü bir kez daha teşhir oluyor.
Faşist Türk devleti, eğitip donatarak yıllardır beslediği bu çeteler vasıtasıyla değişen dengeleri ve oluşan boşlukları fırsata çevirme sabırsızlığıyla ellerini ovuşturmakta, fırsat bu fırsat diyerek Kürtler ile Rojava halklarına ve demokratik kazanımlarına dönük saldırılarında ısrar etmektedir. Bazı yönleriyle şimdiden nasıl şekilleneceği belli olan bu yeni süreçte en ağır saldırı altında olan da kuşkusuz ki her milliyetten ve inançtan Suriye’li kadınlardır. Daha HTŞ’nin Şam’da yönetimi ele aldığı ilk günde kadınların baş örtüsü takma zorunluluğu dillendirilmeye başlandı. Kadınları hedef alacakları Taliban ve İran Molla rejiminin kadın düşmanı uygulamalarından şahit olduğumuz bu ideolojik-siyasal gericiliğin bir hafta içinde tüm emperyalist güçler tarafından meşrulaştırılması ise bu coğrafyada yaşayan kadınların gözünde erkek egemen sistemin küresel bir dayanışma töreni olarak izlendi.
Rojava Kürdistan’ında ise 2012 yılından bu yana gerek halklar gerekse kadınlar için bir başka gerçeklik söz konusudur. Önce Esad’ın, ardından El Nusra ve IŞİD’in ve son olarak ÖSO/ Türk devletinin işgal ve katliamlarına hedef olan Rojava halkları aynı zamanda bu güçlere karşı sürdürdüğü tarihi direnişle kendi kaderini ellerine aldı. Rojava direnişi, esaret ve zulüm altında köle gibi yaşama mahkûm edilen halklar ve kadınlar için gerici sistemlerle ve gerici/faşist egemenliklere karşı mücadelenin, örgütlü davranmanın ve örgütlü savaşmanın özgürleşmenin tek biçimi olduğunu gösterdi. Bu coğrafyada uzun tarihler boyunca ağır bir boyunduruk altında yaşayan kadınlar ilk kez kendi varlıklarını savaşın en ön saflarında yer alarak kabul ettirdi, ilk defa kitlesel olarak ayağa kalktı hem kendilerinin hem de bir ulusun kaderinin değişmesinde belirleyici rol aldılar. Rojava, kadın direnişinin görünür olduğu bir özgürlük mevziisi olarak ağır bedellere mal oldu ama kazanımı; emperyalist yağmaya, işgale, sömürgeciliğe, faşizme ve kadın için ölüm olan İslami şeriat düzenine karşı mücadelede tek yolun örgütlü olmak ve silaha karşı silahla cevap olmak olduğu gerçekliğiyle kadının bilincine tuttuğu ışık oldu: Örgütlendi, savaştı ve ayakta kaldı!
Rojavali kadınlar, eski yaşamlarında söz hakkına dahi sahip değilken şimdi savunmada, yönetimde, yaşamın her alanında eşit temsile sahipler, sorun ve çelişkilerini tartışabilecekleri, çözüm gücü olabilecekleri özgün mekanizmaları ve kadın özgün örgütlenmeleri her alanda kurumsallaşmış durumdadır. Kadınlar demokratik kazanımlarını yaşamın içinde daha da geliştirmeye genişletmeye çalışıyor. Nasıl ki Kürtlerin herhangi bir yerdeki kazanımlarını, Türk devleti kendisi için bir beka sorunu olarak görüyorsa aynı şekilde yanı başında gelişen ve Kürt kadınlarında temsil bulan, kadının direngen duruşunu da kendi erkek egemen sistemi için bir tehdit olarak algılıyor. Malum, faşist diktatörlük Türkiye- Kuzey Kürdistan’da kadını hapsetmek istediği yaşamı ve kadına biçtiği rolü iktidarı boyunca uyguladığı kadın düşmanı politikalarla ortaya koydu. Kadının boyun eğmesi kadının kaderidir-onun fıtratında vardır anlayışını yeniden ve yeniden topluma taşıdılar, tam da bu nedenle mücadele eden, isyana kalkan, itaat etmeyen kadın(lar) onlar için beka meselesi oldu. Rojava’daki devrimci kadın öncülerin özellikle hedeflenmesi, işgal edilen bölgelerdeki kadınlara özel saldırı yöntemleriyle yönelinmesi, işgal karşısında topraklarını savunurken esir düşen savaşçı kadınlara yapılan cinsiyetçi saldırılar, Rojavalı kadınlara, direngen ve direnişçi kadınlara duyulan kinin en açık örneklerdir.
Suriye’de HTŞ yönetimi altında kadınları bekleyen tehlikelere ve Rojava’da Türk devleti/ ÖSO çetelerinin işgal saldırılarına karşı Türkiye- Kuzey Kürdistanlı kadınların dayanışması bugün daha hayati önemdedir. Coğrafyamız kadın hareketi, Suriye’nin her dilden ve her inançtan olan kadın kitleleriyle ortak, enternasyonalist mücadeleyi geciktirmeksizin örmeli, Rojavalı kadınlarla işgal saldırılarına karşı birleşebilmelidir. Rojava, Suriye, İran, Irak ve Filistin başta olmak üzere bölgesel ortaklıkların sağlanması için uygun mekanizma ve araçlar oluşturulmalı; eylemsel duruşlarla Filistin, İran, Suriye, Rojava halklarına ve kadınlara dönük saldırılara karşı mücadele yükseltilmelidir. Rojavalı kadınların eski tutsak yaşamlarına geri dönmesinin Türkiye- Kuzey Kürdistanlı kadınların mücadelesine olumsuz yansıyacağı, kazanımlarını zayıflatacağı ve özgürlüğünü geciktireceği bilinmelidir. Türkiye- Kuzey Kürdistanlı kadınların özgürlüğünün Rojava ve Kürt kadınlarının özgürlüğüyle iç içe geçmişliğini, birbiriyle olan bağını da görerek, kapitalist patriarkal sistem tarafından kovuldukları alanlara yürüttükleri mücadeleyle Rojava’da geri dönen, demokratik kazanımlar elde eden kadınların tekrar bu alanlardan kovulmak istenmesine karşı ortak duruş sergilemesi şarttır. Çünkü bu alanlardan tekrar “kovulan” yalnızca Rojava’lı kadınlar olmayacaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistanlı devrimci, sosyalist ve mücadeleci kadınlar başta olmak üzere bölge halkları ve tüm dünya devrimci sosyalist ve mücadeleci kadınları da enternasyonal dayanışmayla kazandıkları alanlardan kovulmuş, kazanımları ellerinden alınmış olacaktır.
Bölgede süren işgal ve savaştan, demokratik kazanımlara yönelik saldırılara karşı tek çıkar yol halkların ve kadınların ortak mücadelesidir. Emperyalizmle birlikte uşakları olan yerli gerici devletler, cihatçılar, çeteler ancak ve ancak halkların ve kadınların ortaklaşa büyüttüğü devrimci mücadeleyle yıkıldığında Ortadoğu’da halklar özgürleşecektir.