MKP davasından yargılanan dört tutsağın neredeyse her hafta sürgün edildiği haberi gündeme gelmektedir. Gittikleri her hapishane idaresi, kadın tutsakları sürgün etme işkencesiyle üzerlerinde baskı kurmaya, somutta da adı geçen davadan tutsak kadınları sindirip teslim almaya çalışmaktadır. Kadın sorunu konusunda ahkâm kesen burjuvazinin gerçek yüzü bu sürgün işkencesiyle açığa çıkarken, kadın mücadelesi ilgili örgütlenmelerin vurdumduymazlığı da ayrı bir ironi olarak dikkat çekicidir…
Sınıf çatışmasının orada da son derece canlı ve yakıcı bir kuvvetle devam ettiği her açıdan görülmekte, bilinmektedir. Öyle ki, dört tutsak mümkün olan en kısa zaman diliminde o zindandan o zindana sürgün edilmekte, insanlık dışı muamelelere karşı direndikleri için yapılan işkence ve baskılara yeni eziyetler eklenmektedir. Sürgün işkencesi ile yalnızca ilgili kadın tutsaklara baskı yapılmamakta, imkânsızlıklar içindeki aileleri de büyük zorluklarla karşı karşıya getirilip aynı işkenceye maruz bırakılmaktadır.
Oradaki baskı, işkence ve zulüm elbette dört tutsağa yapılan sürgün işkencesi politikasıyla sınırlı değil. Hasta tutsaklara uygulanan politika da, zindanlarda yapılan işkencenin, baskının ve nihayetinde sınıf çatışmasının başka bir boyutu olarak yaşanmaktadır. Ağır hastalıklarına rağmen hapiste tutularak tahliye edilmeyen tutsaklar, bilinçli bir politikayla ölüme sürülmektedir. Sürgün politikası, MKP davasından yargılanan dört tutsağa neredeyse tüm zindanları gezdirme biçiminde vuku bulurken, hasta tutsaklar şahsında ise bu sürgün politikası ölüme sürgün etme biçiminde gerçekleşmektedir.
Kuşkusuz ki, zindanlarda yapılan işkence ve süren sınıf çatışması salt sürgün ve hasta tutsakların tedavilerini yapmama veya yapmaları için tahliye edilmemeleriyle sınırlı değildir. Bilakis, insanlık dışı en aşağılık uygulama ve işkenceler yapılmakta, bunlara karşı onurlu direniş tutumu nedeniyle sürgün peşine sürgün kararları verilip uygulanmaktadır. Yani sürgünden önce ve sürgüne de yol açan, faşist baskı, tecrit-tredman uygulayarak teslim alma, insan onuruna aykırı muamelelere tabi tutma ve daha farklı işkenceler yapma ile bütün bunlara karşı insanlık onuru ve siyasi kimliğin korunması adına direnme tavrının sergilenmesi vardır. Yani, sürgün sadece baskı, işkence ve zulmün sonucudur, elbette özel bir işkencedir, içkence politikasının yansımasıdır.
Klasik işkence ve insan onuruna aykırı tüm baskılarla yetinmeyen ya da çare bulamayan hapishane yöneticileri ve elbette siyasi iktidar, çareyi sürgün işkencesinde aramakta, kadın tutsakların onurlu direniş tavrı karşısında acizleşerek keyfi sürgünlere başvurmaktadır. Toplumsal yaşamda olduğu gibi, zindanlarda da sesi yeterince duyulmayan kadınların sesi olup onlarla dayanışmada bulunmak görevdir. Bu görev sadece tutsak kadınların yoldaşlarının değil, insanlık onurundan yana olan herkesin, her aydın, demokratın da görevidir. Gerçek duyarlı tavır; salt isim sahibi popüler şahsiyetlere karşı hassasiyet gösteren değil, ayrımsız olarak mazluma, ezilene, zulme uğrayana, işkence ve haksızlığa maruz kalana ve özellikle de zindana hapsedilerek işkencenin alasını yaşayan tutsak kadınlara, hastalanma koşullarında tutularak hasta edilen ve kendi başına bakımlarını yapamayacak düzeyde hasta olup tedavilerini yapabilmeleri için tahliye edilmeyip ölüme itilen tutsaklara karşı gösterilen duyarlılık ve hassasiyettir. Dolayısıyla ikiyüzlü burjuva tutuma karşı, gerek kronik sürgün işkencesinden geçirilen kadın tutsaklarla ve gerekse de bilinçli politikayla tahliye edilmeyerek ölüme itilen hasta tutsaklarla dayanışmayı büyütmek, bu dayanışmayı tüm tutsaklara yayarak gündemleştirmek devrimci görevdir.
Bu görevin bir ayağı da, hasta tutsakların tahliye edilmelerini engelleyen yönetici ve sorumlular ile kadın tutsakları aşağılık uygulama ve işkencelere tabi tutmakla birlikte, bununla yetinmeyip sürgün işkencesi uygulayan yönetici ve sorumlulardan hesap sorma tavrıyla yerine getirilmek durumundadır. Hasta tutsakları ölüm yatağına yatıranlar huzur içinde yatmamalıdır. Kadın tutsakları her türlü işkence ve onur kırıcı muameleden geçirip yetmiyormuşçasına bir de sürgün işkencesinden geçirenler elbette evlerinde rahat etmemelidirler! Yoldaşlarımıza sahip çıkmak ve yoldaşlarımıza uygulanan zulüm sahiplerinden hesap sorma ötelenemez zorunlu bir görevdir!