HABER MERKEZİ(17.07.2017)- Sınıfsız toplum için Halkın Günlüğü’nde yayınlanan ‘’ Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin yönelimi üzerine’’ başlıklı makaleyi takipçilerimizle paylaşıyoruz.
Bilindiği gibi, 2016 Kasım ayında Demokratik Gençlik Hareketi olarak kurultay süreci örgütlemiştik. Faşizmin saldırılarını yoğunlaştırdığı böylesi bir süreçte kurultayımızı yapmış olmamız son derece olumlu bir gelişmeydi. Kurultay sürecinde tartışmaların odak noktası gençlik anlayışısın eleştirisi ve savunusu biçiminde açığa çıkmıştı. İki çizgi anlayışı noktasında bazı yoldaşlarımız gençlik anlayışını yanlış buldu. Bazı yoldaşlarımız ise gençliğin savunusu ve mücadeledeki rolü üzerine anlayışlarını somutlamışlardı. Bu tartışmaların sonucunda gençlik anlayışı reddedildi ve bunun yerine yeni bir anlayış benimsendi. Ve bu yeni yönelim kendisini Sosyalist Öğrenci Hareketi(SÖH) olarak deklare etmişti. Akabinde, 2017 Mart ayında faşizmin yoğun abluka ve baskıları altında öğrenci hareketimiz tüzük ve program konferansını gerçekleştirmiş ve kısa bir süre sonra program, tüzük ve yeni mücadele hattına yönelik perspektif yazılarını resmi web sitesinden kamuoyuna deklare etmişti. Halkın Günlüğü gazetesinde ele aldığımız bu yazı dizisinde esas olarak gençlik ve öğrenci hareketi tartışmalarında, alanda izleyeceğimiz siyasal tarz ve örgütlenme üzerinde durulmuştur. Bilincindeyiz ki, Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin bütün yönelimini açığa çıkaramayacağız. Umut ediyoruz ki, daha nice sayıda Halkın Günlüğü gazetesinde yeni anlayışımıza dönük makale ve perspektif yazıları yayınlanacaktır. Ayrıca ülkemizde ve dünyada dünden bugüne öğrenci hareketlerinin oynadığı ve oynayacağı siyasal rol üzerine daha söyleyecek çok sözümüz var. Programımızın tamamını burada anlatma şansımız olmadığından kaynaklı özetle değinmek istiyoruz. Programımız esas olarak kendisini akademik demokratik mücadelenin önemli bir bileşeni olan öğrenciler üzerinden ele almıştır. Üniversitelerimizde, liselerimizde ve genel olarak eğitim kurumlarında sistemin alana bakışı, politikaları ve saldırılarına karşı, geleceği, sosyalizmi ve bilimin gerçek niteliğine kavuşturma mücadelesi veren öğrencilerin bakış açısını yansıtmaktadır. Okullarımızı kuşatan sermaye, siyasal iktidarlar, YÖK, okul yönetimleri ve polis ablukasına karşı öğrencilerin kendi alternatifini oluşturmasının zorunluluğu ortadadır. Programımız esas olarak aşağıda açıklayarak değindiğimiz üzere kendisini ikili siyasal bir hat üzerinden ele almıştır. Birincisi; ideolojik-siyasal çalışmalarımızın en temel aracı olan Sosyalist Öğrenci Hareketi. İkincisi; okullarımızda ve yaşam alanlarımızda ortak sorunlar karşısında ortak bir politik tarz ve örgütlenme ihtiyacını gidermeye yönelik olan bütünlüklü ve birleştirici bir öz örgütlülük tarzdır. Programız kısaca emek, ulus, cins, inanç, ekoloji, kültür-sanat, adalet anlayışımız noktalarından ele alınmıştır. Bunun yanında özellikle öğrencilerin en temel problemleri olan “eşit-parasız-bilimsel-anadilde eğitim” talepleri, ulaşım, barınma, beslenme, staj, sömürü gibi en can yakıcı sorunları üzerinde yoğunlaşmıştır. Bütün bir programı ve tarzımızı burada açıklamak mümkün değilse bile elimizden geldiğince öğrenci anlayışını, hangi eleştiri ve zemin üzerinden doğduğunu ve aynı zamanda yeni yönelimi ve hedeflerini açıklamaya çalışacağız.
www.sosyalistogrenci.com sitemizde yeni anlayışımız noktasında çeşitli yazılar, perspektif ve bakış açısı paylaşıldı ve paylaşılmaya devam edilecektir. Yeri gelmişken düşüncelerimizin daha geniş kitlelere ulaşmasına vesile olan Halkın Günlüğü Gazetesi’ne teşekkürlerimizi sunuyoruz.
1.Gençlik Nedir?
Gençlik, içerisinde bulunulan ülkelerin sosyo-ekonomik yapısına göre değişkenlikler göstermekle birlikte esasen biyolojik süreçtir. Bu biyolojik gerçekliğe bir de psikolojik etmenleri eklemek pekâlâ mümkündür. Biyolojik ve psikolojik faktörler dikkate alındığında genel olarak 18-30 yaş(ülkeden ülkeye değişkenlik gösterebilir) grubunu; heyecanlı, atak, enerjik gibi özellikleri olan bir kesimi ifade eder. Görüleceği üzere gençlik, biyolojik ve psikolojik bir yanı ifade eder. En azından, sol/sosyalist örgütlerin üzerine az ya da çok ortaklaştığı gençlik tanımı böyledir.
Gençliğin tanımı yapıldıktan sonra bir de gençliğin siyasal olarak denk düştüğü zemini irdelemekte yarar vardır. Bir örgütlenme yapılırken, her sınıf ilkin kendi yaşam alanı, üretim sürecinde aldığı konum üzerinden hareketle örgütlenmelidir; örgütlenmenin en genel ilkesi budur. Gençliğe bu temel anlayış üzerinden yaklaştığımızda göreceğiz ki, gençlik ne bir sınıfı ne bir yaşam alanını ve üretimi ne de bir kimliği ifade eder. Bir örgütlenme anlayışı sınıf, kimlik, yaşam alanı ve üretime dayanmaktan yoksunsa eğer; bu ancak soyut bir kavramın soyut siyasallaşmış biçimini ifade eder. Ülkemizdeki sol/sosyalist örgütlerin gençliğe yaklaşımlarına baktığımızda esasen gençlikten “eğitim ve öğrenim” kurumlarında yer alan öğrencilerin anlaşıldığını görmekteyiz. Bu anlayış eksik ve yetersiz olsa dahi esasen hedeflediği kitleye az ya da çok ulaştığı görülecektir. Kaypakkayacı hareketlerin yaklaşımı ise bu anlayıştan daha farklı biçimde şekillenmiştir. Gelenek açısından gençlik “işçi-köylü gençlik” ve “halk gençliği” olarak ele alınmıştır. Bu örgütlenme tarzı soyut bir siyasallaşmanın tam anlamıyla somutlaşmış halidir. “İşçi-köylü gençlik” anlayışına baktığımızda, köylülüğün hâlâ nicel açıdan bir kitle olarak varlığı da kapitalizmin kır-kent arasındaki eşitsiz gelişimine; kırlık bölgelerdeki toprağa dayalı küçük özel mülkiyetin ve küçük meta üretimine dayalı feodal üretimin hâlâ belirli ölçüde varlığını korumasının doğal sonucudur. Ama köylü gençliğinin sorunlarının temel dayanağını gene genç olmaları değil; iktisadi olarak köylü sınıfına mensup olmalarındandır. Bu noktada, sorunun kaynağı açıktır. Köylülüğün varlığını sürdürdüğü alanlarda yaşadığı sorunların nedeni iktisadi sorunlardır yoksa sorunun kaynağı genç olmaları değildir. “Halk gençliği” denilince, esas olarak Marksist düşünceden yola çıkan Kaypakkaya’nın tanımladığı gibi: “Halk hareketi ezilen kitlelerin sınıf hareketidir.” Halk her zaman için egemen sınıflar karşısında ezilen kitleleri kapsar. Öğrenci (esas olarak küçük burjuva), işçi, köylü, yarı-proleter, lümpen gençlik sınıf karakterinden kaynaklı “halk”ın kapsamındadır. Genç olmalarından kaynaklı “halk” kapsamına girmezler. Gençliğin tanımını sosyal, kültürel ve sınıfsal konumlanışları üzerinden yaptığımızda göreceğiz ki bunların hepsi genel anlamda tek tek farklı sınıfsal kimlikleri ifade eder. Biyolojik yaş aralıklarına göre yapılacak gençlik tanımı üzerinden meseleyi biyolojik sınırlara hapsetmek devrimci perspektif açısından hatalıdır. Kaldı ki bu biyolojik kimlik sürekli değil, süreçseldir. Üretici güçlerde hem sınıfsal hem cinsel sömürünün, (ezilen uluslara mensup bir işçi de ulusal baskı da buna eklenir) metalaştırılmanın ataerkil kapitalizm açısından bir parçası haline getirilmiş; toplumsal cinsiyet açısından “kadın”lık kimliğinin aldığı siyasal konumlanmaya benzer bir yanı olsaydı o zaman gençliği “işçi-köylü gençliği” olarak tanımlamamızın ideolojik-siyasal-örgütsel bir anlamı olurdu. Böyle olsaydı bile merkezileştirmek adına, parçanın özgün çelişkilerine müdahale etmede yetersiz yaklaşımların açığa çıkması kaçınılmaz olurdu.
2. Öğrenci Nedir?
Öğrenci, üretim ilişkilerinde aldığı (ya da bir başka deyişle henüz belirsiz bir biçimde yer aldığı-kesin olarak mezuniyetinden sonra yer almak için adım atacağı) sınıfsal konum, doğrudan üretim sürecinde yer almış bir işçiden çok daha fazla artı zamana sahip olacağı nesnel şartları yaratıyor olmasından kaynaklı hem öğrenci kitlesine hem de topluma bilinç taşıyacak öznel-nesnel imkânlara sahip bir sınıfı (küçük burjuvazi) ve kimliği (öğrenci) kastediyoruz öğrenci deyince. Proleter, yarı-proleter ve emekçi öğrencilerin sayısının azımsanmayacak derecede olduğu ama genel olarak tüm eğitim aşamaları dâhil esas yönü belirleyen şeyin; öğrenci kesiminin, geçimlerini henüz kendi emekleri tarafından sağlayamayan toplumsal tabakayı oluşturdukları gerçeğidir.
Öğrenci tanımlaması yaptıktan sonra bunun siyasallaşmada denk düştüğü zemine bir göz atalım. Bir sınıfı (esasen küçük-burjuva), bir kimliği(öğrenci) ve bir yaşam alanı gerçekliğiyle karşılaşırız. Yaşamda karşılığı olan bir örgütlenme; ancak bir yaşam alanı, o yaşam alanında etkinlik ve üretimde bulunan insanları ve o yaşam alanında üretilen şeylerin tamamıyla ele alınabilir. Kapitalist sistemin her geçen gün “eğitimi, öğrenimi ve bilgiyi” kendi tekeline aldığı ve “eğitimi” bir metaya ve öğrenciyi bir müşteriye dönüştürdüğü bir gerçeklik üzerinden meseleye yaklaştığımızda göreceğiz ki, sistem “eğitim kurumlarına” kendi saldırı politikalarını gerçekleştirecek ve bunun karşısında diyalektik olarak kendisine karşı yönelen bir eleştirinin ve karşı koyuşun açığa çıkmasına neden olacaktır. Günümüzde, devletin ve piyasanın kendi amaçları noktasında “eğitimi-öğrenimi ve bilgiyi” kendi içeriğinden uzaklaştırdığını ve bu alanda kendisini gerçekleştiren insanları yabancılaştırdığı gerçekliği göz önüne alındığında, “eğitimi-öğrenimi ve bilgiyi” egemenlerin tekelinden çıkartmak ve tamamen olmasa bile gerçek içeriğine kavuşturmak küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Biyolojik kategoriye eklenerek gelişen “işçi-köylü gençlik” ve “halk gençliği” tanımlaması siyasal bir sorunun bu siyasallığa dayalı örgütlenişinin soyut kavramsallaştırılmış halini ifade eden bir biçime dönüşmüştür. Somut olarak altı doldurulacak bir temelden yoksundur. Bizce ideolojik-siyasal açıdan “halk gençliği” tanımı, gençlik alanını bu dar biyolojik kimliksel perspektife sıkıştırmak, gençlik alanında “esas” ile “tali” yönünün ayırdına varmayı zorlaştırmıştır. Bir de ideolojik-siyasal- kültürel açıdan, burjuvaziden, sınıflı toplum kültüründen devraldığımız kodlamalarla gençlik hareketlerini -merkezi hareketin bir “işçi, çırak-usta” ilişkilerine hapseden sağ bir anlayış vardır ki, gençlik kurumlarının, merkezi kurumun “işçisi” olarak bürokratik bir hiyerarşide yerlerini almalarına neden olmuştur. Gerçekteyse bu her alanın kendi sorunlarından hareket eden bağımsız gelişimini engellemiş, gençliği siyasal-düşünsel pratiği açısından merkezi siyasetin ihtiyaçlarına hapsetmiştir. İşte öğrenci hareketi anlayışımızın açığa çıkmasını sağlayan eleştirinin özü de budur.
3. Örgütlenme, hareket tarzımız ve yaşam alanlarımızda yürüteceğimiz faaliyetin dayandığı temel nitelikleri
Yukarıda değindiğimiz gençlik anlayışının reddi ve eleştirisi noktasında açığa çıkan Sosyalist Öğrenci Hareketi, akademik ve demokratik mücadele alanlarında kendisini ikili bir siyasal hareket tarzı üzerinden gerçekleştireceğini daha önce deklare etmişti. Peki nedir bu ikili hareket tarzı? Birincisi; SÖH, sosyalist devrim perspektifinden hareketlenen ve esasen kendisini sosyalizm anlayışı ve hedefi noktasında gerçekleştirmek isteyenlerin devrimci ve sosyalist aracıdır. Yani, SÖH, ideolojik bir araçtır. Bu noktanın altını özellikle çizmeyi gerekli görüyoruz.
İkincisi; SÖH, akademik-demokratik mücadele alanlarındaki sorunların ideolojik olmaktan çok politik olduğunu düşünür ve bu çerçevede hareket eder. Bir alanda, karşılaşılan bir sorun karşısında bir araya gelen insanlar, o soruna karşı mücadele etmek için ortak sorunlara karşı, ortak bir örgütlenme yaratırlar ve bu üzerine çokça tartıştığımız öz örgütlülükten başka bir şey değildir. Sosyalist Öğrenci Hareketi, kendi başına yukarıda belirttiğimiz üzere bir ideolojik örgütlülüktür; ancak üniversitelerde, liselerde ve genel olarak akademik-demokratik mücadele alanlarında yaşanan sorunların ve bu sorunlara karşı geliştirilecek örgütlülüklerin özünün politik olduğunun bilincindedir ve her SÖH üyesi, içerisinde bulunduğu öz örgütlülük aracının perspektifine bağlı kalmak koşuluyla kendisini gerçekleştirmelidir. Aynı şekilde öz örgütlü mücadele içerisinde yer alan bir öğrenci SÖH’ te ya da herhangi bir araçta örgütleme-örgütlememe noktasında özgür hissetmelidir. Öz örgütlülük, her bir siyasal öznenin beslendiği bir can damarı olmalıdır.
Peki yukarıda ortaya koyduğumuz bu ikili siyasal çalışmadan ne anlaşılmalıdır? İki şey anlaşılmalıdır. Birincisi, SÖH, kendi ideolojik faaliyetlerini aktif bir biçimde yürütecektir. İkincisi, akademik-demokratik alanlarda öz örgütlü mücadelenin içerisinde her bir SÖH üyesi kendisini var etmelidir. Örneğin, üniversitelerde öğrenci konseyleri, meclisleri, komünleri kurulabilir ve bizce kurulmalıdır da ancak hemen belirtelim ki, bu öğrenci konseyleri, meclisleri, komünleri SÖH’ün ya da başka bir ideolojik örgütlülüğün “öz örgütlülüğü” değildir. Bu anlayışı kesinlikle reddediyoruz. Zaten daha önceki metinlerimizde değindiğimiz üzere, öz örgütlülüğün içeriğinin boşaltıldığı, aracın amaç haline getirildiğine işaret etmiştik. Söz gelimi öğrenci konseyi dediğimizde, sosyalist, demokrat, liberal, anarşist, feminist vs. bütün kesimlerin üniversitelerdeki ortak sorunlar karşısında oluşturdukları bir politik öz örgütlülüktür. Bu araç en geniş anlamıyla düşünülmeli ve asgari oranda sisteme muhalif olan öğrencilerin kendilerini var edebilecekleri bir araç olarak ele alınmalıdır. Bu muhaliflik çatısı anti-emperyalist ve anti-faşist bir özü içerisinde barındırmalıdır. Bir SÖH üyesi, kendi siyasal kimliğiyle bu politik araç içerisinde yer almalı ve o aracın niteliği noktasında öz örgütlülükten beslenmelidir. Kastımız tamı tamına budur. Yoksa çokça yapıldığı gibi, kendi ideolojik yaklaşımlarımızı bu geniş politik birliktelikleri ifade eden araca dayatıp o aracı sönümlendirmek anlaşılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, ideolojik olarak kendimizi ifade edeceğimiz Sosyalist Öğrenci Hareketi’miz zaten mevcuttur ve öz örgütlülük herkesin besleneceği bir okyanus olarak düşünülmelidir. Mao Zedung’un ideolojik-siyasal yaklaşımlarının özgünlüğünün temelini oluşturan “Yüz çiçek açsın; yüz fikir birbiriyle yarışsın” anlayışı da böyle bir yaklaşımdır.
İçerisinde yer alacağımız öz örgütlülüklerde sistem karşıtlığı bizim fikri netlik konularında politik hattımızı oluşturacak temel itici güç değil, tek tek bireylerin besleneceği can damarı olmalıdır. Çünkü sistem karşıtlığı noktasında ideoloji ön planda olacağı için politik yaklaşımlarda ayrışmalar yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Örgütsel pragmatizmler yerine sınıfsal, alansal pragmatizmi önümüze koymak bizim için etik bir unsurdur.
Akademik ve demokratik mücadele alanlarımızda faaliyet yürütürken, artık “kuru ajitatif, epik, didaktik” bir dil yerine, öğrencilere ve karşımızdaki kitleye onlarla kolayca bağ kurabileceğimiz bir dil ve imge oluşturmalıyız. Yapacağımız yaratıcı faaliyetlerle, atölyelerle bu dilin zaman içerisinde oluşacağının farkındayız. Bir tarzın oluşması ve içselleştirilmesi yıllara dayanan deneyimlerin sonucudur. Bu gerçeklikten göz önüne alındığında, kısa zamanda bunun oluşmasının mümkün olmadığı da anlaşılacaktır. Elimizde bir dönüşümü bugünden yarına hemen var edebilecek bir sihirli değnek olmadığına göre, oluşturacağımız yeni tarzı ve dili faaliyetlerimiz içerisinde mutlaka yaratacağız.
Eğitim-öğrenim kurumlarında, bilindiği üzere en temel talebimiz ”eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim”dir. Bunun sadece bir söylemden öte, bir gerçekliğe dönüşmesinin tek yolu, alandaki sorunları bir bir tespit etme ve çözüm yöntemlerini yaratıcı bir şekilde ortaya koymaktan geçmektedir. Mücadele bir bütündür ve parçalardan oluşmaktadır. Tıpkı bir nehri besleyen kolları gibi… Mücadele genel olarak emek, ulus, kadın, LGBTİ+, inanç, ekoloji gibi, çeşitli parçalardan oluşur ve bütün bu parçalar ayrı ayrı özden, hareket tarzı ve taleplerden hareketlense de, hepsi tıpkı bir nehrinin kollarının ana ırmağa dökülmesi gibi mücadelenin koca denizi içerisinde birleşir. Bu bakımdan eğitsel alanlarda öncelikle yönelimimizi en küçük parçalara bölerek oluşturmalı ve sonrasında ise, bütünlüklü bağını kurmalıyız. Eğitim-öğretim kurumları bir bütünse, bunun içerisinde yer alan tek tek bölümler en küçük parçaları oluştururlar. Öyleyse başlangıç noktamız bölümler olmalıdır. Mesela üniversitelerden meseleye yaklaştığımızda fizik, kimya, matematik, tarih, coğrafya vb. bölümlerin tek tek sorunlarını bütün öğrenciler olarak tespit etmek ve sonrasında buna bir çözüm yöntemi belirleyerek harekete geçmek en doğru olan yöntemdir. Sonrasında, parçadan bütüne doğru hareket ettiğimizde bu sefer, bölümden daha genel fakülteler karşımıza çıkar. Fen-Edebiyat, Hukuk, Tıp, Siyasal Bilimler Fakülteleri şeklinde bir gerçeklikle karşılaşırız. Fakültelerin de bir bütün olarak sorunları ve aynı şekilde bir çözüm ve hareket tarzı olmalıdır. Daha genele gittiğimizde üniversitenin ve bütün üniversitelerin genel problemleri şeklinde devam etmelidir aynı yaklaşım. Ve en sonu da, üniversitede eğitsel sorunları merkeze alan bütün bu politik faaliyetlerin ülkemizde ve daha sonra dünyada yaşanan toplumsal ve siyasal mücadele ile birleştirilmesidir. Liseler ise; hangi lisede temel problemler nelerdir ve bu problemlerin çözüm yöntemi ne olmalıdır üzerinden faaliyet geliştirilmeli ve tıpkı üniversitelerde olduğu gibi parçadan bütüne doğru gidilmeli, en sonu da toplumsal ve siyasal mücadeleyle diyalektik bir bağ içerisinde ele alınmalıdır. İşte bize göre, akademik-demokratik mücadele bu şekilde ele alınmalıdır. Geçmişte akademik demokratik alana yaklaşımımız genellikle alanın, öğrencinin sorunlarından değil de tek yanlı, sadece ülke gündemine düşen sorunları akademik-demokratik alana taşıma üzerinden gelişiyordu. Yani parçadan bütüne değil bütünden parçaya gidilip belli genel gündemlerin özel alanlara dayatılması olarak somutta şekil buluyordu. Bu yüzden de bu tarzımız karşılık bulmuyordu. Hatta çoğu zaman ülkede yaşanan güncel siyasal meseleler de alana taşınmamış ve sadece “belirli günler ve haftalar” pratikleri olarak tanımladığımız takvimsel eylemlere sıkıştırılmıştır. Bu basit bir şey değil; siyasetsizliğin, politikasızlığın ve üretimsizliğin yansımasıdır. Bu devrimci bir anlayışın değil, kendiliğindenci, hedefsiz ve günü kurtarma siyasetinin tezahürüdür.
Önce alanın sorunlarını esas olan bir politik hat izlenirse, alandaki sorunlar üzerinden öğrenciler harekete geçirilirse eğer; aynı şekilde ülkede yaşanan toplumsal sorunlar noktasında da bir karşılığının olacağını düşünüyoruz. Çünkü kendi taleplerini savunan, bunu bilince çıkaran insanların, kendi alanları dışında gelişecek olaylara karşısında harekete geçmesinin kaçınılmaz olduğu görüşündeyiz.
Sosyalist Öğrenci Hareketi, 10, 100, 200 kişi olsun benim olsun gibi dar bir bakış açısıyla yetinenlerin aracı değildir. Emperyalist/Kapitalist sisteme karşı sosyalizme yürümek isteyenler olarak amacımız binlerce ve milyonlarca insanı harekete geçiren bir siyasal hattı yaratabilmektir. Bunun kolay olmayacağının bilincindeyiz; ancak sosyalizm hedefini önüne koyanlar olarak, sosyalizme ulaşmanın da kolay olmayacağının bilincindeyiz. Biz, hedefi ve rotası olmayan, okyanusta pusulası olmadan ilerleyen ve hangi limana varacağı tamamen rastlantıya bağlı, günü birlik hesaplarla yapılan siyasete bir eleştiriyiz aynı zamanda. SÖH, bütün bu anlayışların eleştirisi olarak doğmuştur ve mücadelesini bu anlayışa uygun şekillendirecektir. Soyut bir siyasallaşma ve örgütlenme modeli yerine, somut, bir sınıfa, kimliğe, yaşam alanı ve üretime dayanan bir anlayışı savunmak Marksist ve bilimsel tutumumuzun bir gereğidir ve Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin kendisine dayanak noktası yaptığı anlayış da bu sorumluluktan ileri gelmektedir. Henüz çok kısa bir pratiğe sahip olan öğrenci hareketimizin dayandığı temellerin doğruluğu yaşam tarafından ispatlanmıştır. SÖH, plansızlığa, programsızlığa, kendiliğindenliğe karşı devrimci çabada ısrarın adıdır. Günü kurtaran anlayışların değil günü ve geleceği planlayanların devrimci aracıdır. SÖH, kendisini dar-pratikle sınırlayan anlayışlara karşı yönelmiş bir itirazdır.
SÖH olarak, ortaya koyduğumuz yeni tarzın başarılı olabilmesi için, yönelimimizi içselleştirmiş, politikalarımızı alanda en doğru tarzda uygulayabilecek kadrolara ihtiyaç duyduğunun bilincindeyiz. Bir siyasal faaliyetin kendisinin doğru olması kadar o siyaseti alana taşıyacak insanların niteliğinin de olmazsa olmaz bir zorunluluk olduğunun farkındayız. Faaliyetlerimizi sürdürecek ideolojik ve politik kadrolarımızı yaratmak için küçük, mütevazı ama kararlı adımları atmaktayız. Her şey gibi, kadroların oluşumu da ideolojik, politik ve siyasal teorik ve pratik çalışmalarımızın içerisinde oluşacaktır. Bunun oluşması da bir günde değil, uzun ve zorlu bir yürüyüş içerisinde açığa çıkacaktır. Bütün SÖH faaliyetçilerinin, program ve tüzüğümüzü, çeşitli dosya ve yazılarla ortaya koyduğumuz ve koyacağımız yaklaşımları dikkatle incelemelerini, eksik ve hatalı yanlarını açığa çıkarma ve daha nitelikli olan şeyleri anlayışımıza katkı olarak ekleme sorumluluğu vardır. Bu anlayışı kitlelere götürme ve görüşlerimizi yaşamda sınama ve tekrar teoriye, açığa çıkan sonuçlar üzerinden katkı yapma ve bir kez daha kitlelere gitme sorumluluğu vardır. Bu bahsettiğimiz anlayış sonsuz bir çabaya işaret eder. Yaşamdan, pratikten çıkardığımız kuramlarımızı yaşamda sınayıp, tekrar teoriye ve kitleye dönme tam da Mao Zedung’un “kitlelerden kitlelere” anlayışına denk düşmektedir.
Yeni yönelimimizi siyasal mücadele alanlarına uygulamak, anlayışımızı daha da geliştirmek ve öğrencilerin sosyalizm mücadelesinin ön saflarında yer almalarını sağlamanın yükü ve sorumluluğunun omuzlarımızda olduğu bilinciyle bütün yoldaşlarımızın kendi bulundukları alanlarda sosyalizm mücadelesini ve Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin bayrağını daha yükseklere çekmeye çağırıyoruz.