Sonra düşler çevirir hayatları, anılarda yaşam bulur geçmiş. Akılda tenlerin rengi, nasırlı eller, yanık ayaklar ve en güzeli gülüşler kalır silinmez olur… Yaşam sonsuz bir döngüde devam ederken düşler bu kalabalıkta yerini kaybetmemek için bir irade savaşı verir. Sayısız anıdan akılda kalan en güzelleridir… Bütün patikalar tanıktır buna. Bütün yollar, geçitler.

Patikasına girince gerilla o patikaya bir düş daha eklenir, bir iz daha düşer peşi sıra geleceklere. Patikasında kaç hayat kıvrılıp gitmiş, kaç düş kurulmuş, kaç yorgunluk bırakılmışsa izlerde saklanır. O da bilir ki dağa ayak uyduranlar daha yüceleşirken ona karşı duranların bir o kadar cüceleştiğini ve rezilleştiğini.

Ayrı ayrı coğrafyalardan birçok insanı yan yana getiren çelişkiler, bir yolun başında ev sahipliği yapar gelenlere. Omuzlarında tüm ezilenlerin yükü, omuzlarında bir felsefenin dağlarda yaşam bulması…

Kasım ayının ağırlığı bir başka oluyordu bu vadide. Seçkin GÖÇ ve Özgür ÇAKAR yoldaşlar da kim bilir böylesi duygularla adımlıyorlardı yollarını. Pala İsmail (Zeynel Arslan) ve Uğur (Cemal Keser) yoldaşla beraber geride bıraktıkları, ölümsüzleşen nice yoldaşın hüznünü taşıyarak çıkmışlardı bu uzun yolculuğa. Yeni olmalarına rağmen üstün bir iradeyle varmışlardı Dersim’e. Yüreklerindeki sevinci ve burukluğu, soğuk esen rüzgarlarla savurup, gözlerini en güzel uykuya kapadılar 12 Kasım günü.

Doğa yorgun bedenlere bir darbe daha vuruyordu. Karadeniz’in kızıllığını taşıyan bu gencecik yoldaşları koparıyordu patikasından. Karın-fırtınanın, buz kesen ayazın ve yorgunluğun yoğunluğu daha da şiddetleniyordu aynı gün ve yıldızlaşan iki savaşçı göğe uzanıyordu beraber… Kendilerine olan güvenleri ve mücadeleye bağlılıkları onları Karadeniz’e taşımıştı. Oradan da Dersim’e… Geçtikleri suları, yürüdükleri yolları, düştükleri pusuları aşıp kentlerin selamını taşıyarak varmışlardı Dersim’e. Şimdi ise doğanın akışında sonsuz devinimini tamamlıyor bedenleri.

Yıllar sonra, onların ölümsüzleştiği yerden gün gökyüzüne kurulan pusuyla aydınlanıyordu. 16 Kasım sabahı övündüğü tekniğine rağmen düşmanın saatlerce sökemediği mevzide bir kez daha teslimiyet kırılıyordu. Hiçbir tereddütte mahal bırakmadan açılıyordu emniyetler. Sabahın sessizliğini bozan ses bu kez, Lori, Deniz, Cenk ve Savaş yoldaşlar oluyordu.

Cenk’in sesiyle yankılanıyordu vadi, Deniz’in soğukkanlılığıyla donuyordu adeta hayat, Savaş’ın hedefine kitlenmesiyle irkiliyordu düşman, Lori’nin inancıyla çarpışıyordu birçok kez dinlediği, tanık olduğu savaş gerçeği.

Yorgunluğun hiç uğramadığı dağların genç komutanı CENK! Gerillaya çok çabuk adapte olan, soran, merak eden, araştıran sonra da kendi yöntemlerini de ekleyip “OLMAZ” kelimesini literatürden kaldırandı O. Vazgeçilmezlerdendi onun sesinden “sıyrılıp gelen” ezgisini dinlemek. Duygular ve düşünceler yaşam buluyordu şiirle, türküyle, ıslıkla rüzgara karışarak.

Bir kayaya yaslanıp sardığı tütün sigarasını içerken gözlerini oradan oraya gezdirip taşların, kayaların yapılarını anlatırken önceliklerinin değiştiğini hissetti. Artık dağlarda gizlenen madenleri değil düşmanı arıyordu gözleri. SAVAŞ’ın hissettiği gerçeklik bakışlarına da yansımıştı. Mütevaziliği ve sabrıyla adımlarken patikaları bu değişimin yaşamı değiştirme iradesi olarak can bulduğu yerdeydi SAVAŞ… Teoride her gelişimin pratikte hayat bulması, insanın kavrayış düzeyine çıkarmış olduğu bilinci de açığa çıkarıyordu. Var olan çelişkileri görüp onunla mücadele etmedeki ısrarın sonucuydu bu.

Sistemin geriliklerine karşı koymak; onunla uzlaşmak yerine savaşmayı ve daima savaşmayı gerektirir. DENİZ yoldaş bunun iyi bir örneğiydi. Farklılıkları her zaman göze çarpan yanları oluyordu. Hayatın ona sunduğu her şeyi bir kenara bırakıp özgürleşmenin adresi dağlara koşmuştu. Israrın, kararlılığının kendisinde yaratmış olduğu değişimi görüp daha bir sıkı sarılıyordu mücadeleye, kimliğine. Düştüğü ilk pusudan çıkmayı başarmış, üç gün sonra birliğine ulaşmıştı. Fakat yine de buruktu yüreği, Mesut ve İsyan yoldaşların gidişine. Öfkesi büyümüştü. Üstünden geçen mermilere değil, yoldaşlarının sloganlarına takılmıştı yüreği…

Lori yoldaş yabancısı değildi bu toprakların, gerillanın. Kendini sınarken yaşamda, her zaman öncü dikkatiyle başta, yoldaşlarının yanında mevzilenmişti. Doğaya, canlıya duyduğu müthiş sevgi bir dalı kırarken bile onu defalarca düşünmeye iterdi, zorunlu olmadıkça bir kabuğun yerini dahi değiştirmeyen duyarlılıktaydı aklı. Böylesi bir sevgiyi, merhameti eteklerinde büyüğü Bokır dağının yüceliğinden almıştı O. Hep o dağın sırtına gömülmek istedi. Herhangi bir dağa değil, doğduğu topraklara, Bokır dağının doruklarına. O, oradan izleyecekti yoldaşlarını, oradan katılacaktı amansız kavgaya…

Saygı ve özlemle…

Önceki İçerikHDP’nin “Tutum Belgesi” ve Devrimci Bakış!
Sonraki İçerikRojda RAS Yazdı: Lori Yoldaş’a