HABER MERKEZİ (12.08.2016) – Gazetemizin 127’nci sayısında yer alan “Sivil faşist darbeye karşı birleşik devrimci mücadelede ısrar!” başlıklı yazıyı okuyucularımızla paylaşıyoruz.
15 Temmuz kalkışması üzerine yoğun bir şekilde devlet bürokrasisinde yürütülen tutuklama, gözaltı, açığa alma, istifa ettirme vb. tasfiye uygulamaları tam bir “cadı avı”na dönüşmüş durumda. Kalkışmaya katılan ya da ona destek veren ve kalkışmanın bir parçası olan kesimlere karşı yürütüldüğü dile getirilen tutuklama ve gözaltıların, tasfiyelerin, hiçte yalnızca Gülen Cemaatine-Fetullahçı yapılanmaya karşı olmadığı, aksine daha geniş bir kesimi, tüm muhalefeti kapsadığı ortaya çıkıyor.
İktidara yerleştikten ve iktidarını pekiştirmeye başladığı andan itibaren anti demokratik uygulamaların dozunu daha bir arttıran, “Hitlerin” ruhuna fatiha okutturan bir yönelimle faşizmi tırmandıran ve aynı zamanda militarist-sivil faşist örgütlenmelerle tabandan da örgütlemelerle iktidarını güçlendirmeyi hedefleyen Erdoğan-AKP iktidarı için bulunmaz bir “lütuf” olan 15 Temmuz kalkışması, Erdoğan-AKP iktidarına gerici bir hamle daha yapması için büyük bir fırsat verdi.
Bir süredir devlet bürokrasisindeki kendi karşıtlarını tasfiye etmek için yasal olarak düzenleme üzerine düzenleme yapan, yandaşı olmayanları sürgün ve şantajlarla denetim ve pasifize etmeye çalışan, elinde tuttuğu medya üzerinden hedef aldığı bürokrasiyi teşhir ederek işlevsizleştiren, olmadı “gizli” tanıklarla gözaltı-tutuklama gerçekleştirerek tasfiye eden Erdoğan-AKP iktidarı, devlet bürokrasisine tam hakim olabilmek için daha büyük tasfiyelere hazırlanmaktaydı. Tam da bu süre içinde gündeme gelen 15 Temmuz kalkışması hedeflenen tasfiyeler için “Allah’ın bir lütfu” oldu.
50.000’e yakın gözaltı, tutuklama ve arama olduğu bilgisi medyada dolaşıyor, hatta “ihbar” hatları oluşturulmuş ve en yakın emniyete “şüphelileri” ihbar edin diyerek yandaş kitlelere sms’ler, tweetler vs. atılyor. Gözaltına alınanların, tutuklananların hepsinin kalkışmaya katılanlar olmadığı ortada. Hatta bu kalkışmada taraf olmadıkları bile söyleniyor. En basitinden, Kuzey Kürdistan’da yürütülen devlet katliamlarına karşı eleştirel duruş sergileyen akademisyenlerden bazılarının gözaltına alınması dahi yürütülen operasyonların “Gülen Cemaati”yle sınırlı olmadığını, cemaatin yalnızca bir maske işlevi gördüğünü göstermektedir.
Görünen o ki, Erdoğan-AKP iktidarı “Allah’ın bu lütfu”nu fırsata çevirerek tüm muhalefeti etkisiz kılacak ve iktidarını daha sağlam temellere oturtacak bir fırsat yakalamış durumdadır. Burjuva muhalefetten tutalım da devrimci-demokrat-yurtsever kesimlere kadar “cadı avı”nın dozunu arttırarak sonuca gitme peşindedir.
OHAL’le halklar sindirilmek istenmektedir
Bugüne kadar resmi olmayan bir OHAL’le yaşayan (Kuzey Kürdistan zaten OHAL’le yaşıyordu) Türkiye-Kuzey Kürdistan, şimdi resmi olarak ilan edilmiş bir OHAL’le dizayn edilmek, halklar ve muhalefet sindirilmek istenmektedir.
Genel olarak darbe dönemlerinde parlamento kapatılır, siyasi partiler yasaklanır, yürürlükteki anayasalar kaldırılır, hukuk düzenine son verilir ve ülke genelinde darbe hukuku geçerli kılınırdı. Oysa, kalkışma olmuş fakat bastırılmış, kalkışma başarılı olmamıştı. Sonrasında ise, Erdoğan-AKP hükümeti, meclise sahip çıkılmasını öve öve bitirememiş, siyasi partilere teşekkür üstüne teşekkür etmiş, STK’ların duruşunu örnek göstermiş, sokağa çıkarttığı kitlelere “demokrasi” nöbeti tutturmuş ve “ben bitti demeden” de geri adım atmamalarını istemişti. Yani, siyasi partiler kapatılmamış, aksine açıktır. Yasalar-anayasa rafa(!) kaldırılmamış, halen yürürlüktedir. STK’lar, sendikalar kapatılmamıştır. Burjuva siyaset açısından, siyasi partilere, STK’lara yapılan övgülere ve burjuva yasal mevzuatlara bakıldığında dahi OHAL için gerekli olan zeminden bahsetmek olanaksızdır. Görülüyor ki, Erdoğan-AKP iktidarı, yürüttüğü “cadı avı”nı daha rahat bir ortamda yürütmek için oluşacak tepkilerin önünü almak ve kendi karşıtlarının-muhalefetin hareket alanını yasal olarak sınırlamayı gerekli ve zorunlu görmektedir.
O halde bu durumun başka bir izahı ortaya çıkmaktadır. Ve bunun adı da sivil darbedir. Sivil faşist darbe olarak gündeme gelmiştir. Bastırıldığı söylenen kalkışma, sivil faşist darbe olarak yarım kaldığı yerden sürdürülmektedir. Çokça övülen millet iradesinin tecelli edildiği Meclis kenara itilerek (zaten işlevsizdi) Karar Hükmünde Kararnamelerle ve özel yetkilerle yetkilendirilmiş süper valilerle devleti yönetmenin başka bir adı bulunmamaktadır. Erdoğan-AKP iktidarı devleti hedeflediği biçimde yeniden dizayn etmek-konumlandırmak istemektedir.
Faşist iktidarını; bürokrasi içinde daha geniş ve taban kitlesini militarize şekilde örgütleyerek sağlamlaştırmak hedefindedir.
Kamuda toplam 49.321 kişi görevden alındığı belirtiliyor. MEB’de 15.200 personel açığa alınmış, özel kurumlarda 21.000 öğretmenin lisansı iptal edilmiş, 1500 üzerinde dekan görevden istifa ettirilmiş, İç İşleri Bakanlığı bünyesinde 8.000’e yakın polis, 30 vali, 40 kaymakam açığa alınmış, 103 civarında general-amiral gözaltında, 61’i tutuklanmış, Başbakanlık’ta 257 personel, 3000’e yakın hakim-savcı açığa alınmış durumda. 140 yargıtay üyesi hakkında gözaltı kararı, 2000 civarında Maliye Bakanlığı çalışanı açığa, 500’e yakın Diyanet İşleri Bakanlığı personeli görevden alınmış vs. ve bunların daha da artacağı belirtilmektedir. Bunun yanında Kuzey Kürdistan illerindeki belediyelerden başlamak üzere diğer illere de yayılacak olan “kayyum” atamaları da düşünüldüğünde; devlet, tüm kurum-kuruluş-yerel yönetimler vb. üzerinden Erdoğan-AKP iktidarı yanlılarıyla-yandaşlarıyla-ona biat edenlerce tahkim edilecektir. Kısacası, tabiri caizse devlet yukarıdan aşağıya “el değiştirecek” ve iktidar garantilenecektir.
Devlet bürokrasisindeki bu tasfiyelerin Gülen Cemaatiyle sınırlı kalmadığı (sınırlı kalsa muhalefetin tepkisi olmayacaktır) daha geniş bir kesimi kapsadığı-kapsayacağı ortadadır. Bu durumun toplumda ve egemen sınıflar arasında hoşnutsuzluk yaratacağı, tepki çekeceği kuşkusuzdur.
Faşist uygulamalar artarak devam edecek
Diğer taraftan, devrimci-sosyalist-yurtsever kurumlara, siyasilere-seçilmişlere, akademisyenlere, yazar ve aydınlara, dernek ve sendikalara, Kürt ulusuna, ezilen inançlara, kadınlara, gençlere, LGBTİ’lere, çevrecilere, devrimci basına vs. daha ötesinde ise devrimci-ilerici hareketlere, toplumsal kesimlere en koyu faşizan şekilde saldıracağı; tutuklamalardan, yasaklamalara, sansürden katliamlara kadar birçok yola başvuracağı da bir gerçektir. Kuzey Kürdistan’da sokağa çıkma yasakları, keyfi uygulama, katliamlar, işkenceler eşliğinde Kürt ulusuna yaptıkları örnektir. Devletin bu yönelimi elbetteki bir dirençle-meşru mücadeleyle karşılanacağı ortadadır.
Devletin yeniden dizayn edilmesi sürecinde görevden almalar, tutuklamalar, açığa almalar, tasfiyeler sonucunda bir boşluğun oluştuğu da-oluşacağı da bir gerçektir. Bu devlet bürokrasisinde işleyişte aksamalara neden olacaktır. Devleti yönetmede sorunların yaşanması da muhtemeldir. Yukarıda sayılan ve benzeri gerçekler karşısında Erdoğan-AKP iktidarı daha sert ve koyu bir faşizme başvurmadan yapamaz, bu karşıt mücadelenin gelişmesi-direnç oluşması demektir. Bu, OHAL gibi bir uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Olağanüstü durum denerek yasaklanacak temel haklar ve gündeme getirilecek yasaklar Erdoğan-AKP iktidarının elini güçlendiren-rahat hareket etmesini sağlayan bir işleve sahiptir. Diğer yandan, boşa çıkmış bir meclis, kararnamelerle yönetilen bir devlet ve bu devlette Erdoğan’ın tartışmasız liderliği. Özcesi, bu durum tek adam-başkanlık sistemi için de bir prova, kitleleri başkanlığa alıştırma-kanıksatma görevi görecektir.
Sivil faşist darbe ile hedeflenen esas olarak bu iken, diğer bir ayağı da 15 Temmuz’da yaşanan kalkışma ile sokağa çıkartılan kitlelere biçilen misyondur.
Kalkışmanın ilk saatlerinde kitleden hiçbir tepki-hareket yokken, ilerleyen saatte medyanın devreye girmesi ve faşist Erdoğan’ın mesajını yayınlaması sonrasında çoğunluğu olmasa da AKP yanlıları sokağa çıkmaya başlamış, kalkışmanın başarısızlığı anlaşıldıkça sokağa çıkan AKP yanlıları gittikçe çoğalarak Erdoğan-AKP direktifleri doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardır. AKP tabanının “demokrasi”yi korumak için sokağa çıktığı söylense de ve sürekli bunun propagandası yapılsa da, tekbir sesleri, yapılan zikirler, camilerden yapılan cihad çağrıları, demokrasi üzerine hiçbir sloganın atılmamış olması, dahası sürekli faşist Erdoğan üzerine sloganlar atılması göstermektedir ki, sokağa toplanan halkın ezici çoğunluğu “demokrasiyi”, demokratik değerleri savundukları için değil, AKP’nin-Erdoğan’ın iktidarının devam etmesi için sokaklara indirilmiştir. Bir kısım MHP tabanı da AKP tabanıyla birlikte hareket etmiştir. Bunun dışında diğer siyasi çevrelerin tabanı sokağa çıkmamıştır. Bunun bir nedeni partilerinden “sokağa çıkın” çağrısının gelmemesi iken, diğer bir nedeni de AKP’nin tabanıyla yan yana gelmemek istemeleridir. Özellikle Gezi-Haziran halk başkaldırısında görüldü ki, bir kısım AKP’li o süreçte eli sopalı-satırlı biçimde sokağa çıkmış AKP milisi gibi hareket etmişti. Bu kalkışmada da AKP milisiyle yan yana gelmek istemediği görülmektedir.
Sokağa çıkan kitlenin Erdoğan’a itaat noktasında sürekli şekillendirildiği ortadadır. 15 Temmuz akşamından itibaren sokaklardan ayrılmaması ve Erdoğan’ın “ben bitti demeden alanlardan ayrılmayın” demesi, hem AKP içinde, hem devlet yönetiminde otoriterliğini pekiştiren faşist Erdoğan’ın, kendi tabanı üzerinde de otoriterleştiği, tabanının hatırı sayılır bir kısmını da gönüllü milis durumuna getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. “Kefenimizi giydik geldik”, “öl de ölelim reis” vs. sloganları göstermektedir ki, faşist Erdoğan bu milis gücünü sokaklara çıkararak eğitmekte, şekillendirmekte ve kendine-sistemine daha çok bağlamaktadır. Bu güçler tarafından Gazi mahallesi, Ankara, Antakya’da Alevi mahallelerine yapılan saldırılar ve devletin bu konudaki yaklaşımı, bu milislerin yarın girişecekleri daha planlı ve örgütlü saldırıların provaları olarak okunmalıdır.
Erdoğan-AKP iktidarı faşizmi derinleştirerek sürdürme sürecinde böylesi bir sivil milis gücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu güç, aynı zamanda “mahalle baskısı”nın öğeleri, “alo, ihbar hattı”nın devamlı müdaimleri, iktidarın yereldeki asayiş güçleri, faşist iktidarın koruyucu kitle tabanı, milis gücü olacaktır. Ve bunların sokakta tesettürlü olmayan kadınlara, LGBTİ’lere, seküler yaşamı benimseyen gençlere, iktidarı yüksek sesle eleştiren-protesto edenlere satırlı-sopalı ve silahlı saldırıları iktidar tarafından kollanacak ve korunacaktır. Bu Erdoğan-AKP iktidarının yeniden tahkim etmek istediği faşizmin kitle tabanı, militan kitle tabanı olacaktır.
İlan edilen OHAL süresi içinde hem muhalefet baskı altında tutulacak ve devlet Erdoğan-AKP iktidarı eliyle yeniden dizayn edilmeye çalışılacak, hem de sokakta tuttuğu tabanı “demokrasiyi” koruma adına sokakta tutmaya devam ederken, gündeme gelen uygulamalara tepki duyan ve protesto eden halk kitlelerini hedef göstererek üstüne salarak, demokratik-devrimci kurumlara saldırıya yönelterek, militan-refleksi gelişmiş faşizmin militan kitle tabanını-milisini oluşturmuş olacaktır.
Faşizme karşı birleşik devrimci mücadelede ısrar edilmeli
Halk kitleleri, sosyalist-devrimci-yurtsever öncüler karanlık günlerle karşı karşıyadır. 15 Temmuz bu karanlık günler için gerekli uygulamaların yasal kılıfının hazırlanmasına vesile olmuştur. Gazi’de, Ankara’da, Antakya’da olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın her bir yerelinde gelecek saldırılar öngörülerek birleşik hareket daha ileri seviyede ele alınmalı, yerellerin örgütlenmesi üzerine insiyatifli davranılmalı ve militan örgütlü duruş için gerekli olan taktik-tarzlar geliştirilmelidir. Bu olmazsa olmaz bir gerçektir. Faşizm devletin örgütlü gücüyle, tabanını da örgütleyerek süreci işletmekte kararlıdır. Sosyalist-devrimci-yurtsever öncülerin buna karşı birleşik örgütlü duruşu en acil görevdir. Beklemek, bekleyip ne olduğunu-olacağını görmeye çalışmak yanılgılı bir duruş olacaktır. Kuzey Kürdistan’da taş taş üstünde bırakmayan, halk evlatlarını bodrumlarda diri diri yakan, haftalarca uyguladığı sokağa çıkma yasaklarıyla ev ev arama yaparak, tutuklamalar, infazlar gerçekleştiren faşist devlet basite alınmamalıdır. O; muhalefeti, özelliklede esas olarak sosyalistleri, devrimcileri, yurtseverleri, militan devrimcileri yani bizi bizden daha çok ciddiye almaktadır. Bizleri etkisiz hale getirmek için milyonları harcamakta, ülkeyi yangın gölüne çevirmekte, taş taş üstünde bırakmamaktır. Hepsi, halkları ve halkların öncülerini etkisiz hale getirmek-susturmak-sindirmek içindir. OHAL’in bunu hedeflememesi olası ve mümkün değildir. Halkları kuşatan bu karanlık günler karşısında, biz devrimcilerin sessiz kalması, birleşik mücadeleyi örme noktasında öncülük görevine sahip çıkmaması, pratik görevleri yavaştan alması, militan devrimci bir duruş sergilememesi devrimciliğini, militan devrimciliğini tartıştırır bir durum olacaktır.
Gerici de olsa, faşist Erdoğan’a puta tapar gibi tapsalar da, durdurmak için üzerine gelen tankın önüne yatan o gerici milisi TV’lerden izleyen militan devrimciler olarak, karşılarında nasıl bir milis gücünün hazırlandığını da unutmadan, daha büyük ve çetin kavgalara hazırlanmayı da becermelidirler.
“Demokrasi”yi koruma adına sokağa çıkanların silahlandırılmasının gündeme getirilmesi dahi nasıl bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu ve bizlerin bugünden nelere hazırlanmamız, nasıl tedbirler almamız, neye göre şekillenmemiz gerektiğini göstermektedir.
Maoistler, birleşik mücadelenin örgütlenmesi noktasında net bir perspektife sahiptir. Bu noktada öncülük omuzlarındadır, sosyalizmin-devrimin güçlerini birleştirmek, halk kitlelerini birleştirmek Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi’nin de mantığıdır. Buna sahip çıkmalı, pratik duruş sergilemelidir.