Rojova: devrim mi? ‘’projemi’’ mi ‘’veya’’ mı?-2/Cafer Çakmak

Dikkat edilmelidir: II. Enternasyonal ve önderleri dediğimizde, dönemin uluslararası sosyalist hareketinin merkezinden ve onun en “Marksist” liderlerinden söz ediyoruz. Bunların çöküşü, içine düştükleri kriz, kesinlikle “kötü niyetleriyle” ilgili değildi. Dolayısıyla burada çöken şey bir “Marksist olma biçimi”ydi! Başka söylemle, Marksizm’in kavranış-sunuluş bilimiydi. Bu net anlaşılırsa, Lenin’in çöküşü tersine çeviren ve süreci Bolşevik Devrimi’yle tamamlayan teorik-pratik kurucu rolünün gerçek mahiyeti kavranabilir. Bu kavranış biçimi bugünkü konjonktürde alınacak pozisyon için kritik önemdedir

HABER MERKEZİ(10.10.2017)-Bir önceki sayımızda makalenin I. bölümüne yer vermiş ve konuyu daha iyi açımlayacağımızı belirterek bitirmiştik. Devam edelim: Suriye süreci de benzerdir, tetikleyici faktörleri ve temel dinamikleri bakımından, burada emperyalist güçlerin müdahalesi daha hızlı ve organize ve de komplike bir durum arz ediyordu. Bu, Arap halkların içindeki devrimci unsurların etkisini başta kırdı. ABD ve İsrail merkezli küresel güçler, Kaddafi’ye yaptıkları gibi kısa sürede Suriye’de Esad’a da yapmayı amaçlıyorlardı. Bu emelle harekete yön çizmeye giriştiler. Fakat Rusya ve Çin’in pozisyonunu net koyuşu ve de İran faktörünün güçlü müdahalesi ile süreç tersine döndü. Suriye küresel kapışmanın merkezi haline geldi. IŞİD’in de bir aşamadan sonra denkleme girmesiyle (ya da sokulmasıyla) sürecin seyri hepten değişti. IŞİD Truva Atı rolü oynadı. Tüm küresel güçleri Suriye savaşına fiilen çekti. Emperyalist güçleri kamplaştırarak asimetrik biçimde fiili savaşa ortak ettiği gibi savaşı da dünyaya yayarak toplumsal ve kültürel arka planını şişirmiş oldu.

Artık dünya üçüncü büyük savaş gerilimi altına girmiştir. Bir manada bölgesel çöküş küresel karaktere dönmüş durumdadır. Emperyalist ülkelerdeki “güvenlik”, “refah” dönemi parantezdedir artık. Dolayısı ile tüm bu durumlar emperyalist küresel sistemin işleyişi ve çelişkileri üzerinde yeniden düşünmeyi, politika unsurlarını, stratejiyi yeniden kurmak gereğini gösterir. Tüm bu çöküş sürecine eşlik edecek yeni bir kitlesel kalkışmalar/devrim ikliminin de mayalanmakta olduğunu eklersek panorama daha net anlaşılır. Marksistler, Maoistler gözünü bu yeni bağlamlara dikmek zorundadırlar. Çöküşün karakteri anlaşılmadan “emperyalist dizayn” retoriği ideolojik bir tekrar, içi boş bir totoloji olmaktan öteye gitmez.

Velhasıl, bu küresel kriz ve çöküş ortamında; küresel kapışmanın merkezinde özgücüne dayalı olarak baştan beri, ilmek ilmek örülen Rojava devrimini nasıl anlamak, nasıl açıklamak gerek? Devrim mi? Proje mi? Pozitif gelişme mi?

Kuşku yok ki 2011’den beri derinleşerek gelen sürecin çelişik doğasını açıklayamadan bu sorulara net yanıt bulunamaz. Diğer temel mesele de Rojava devrimine önderlik eden çizginin gerçek mahiyetinin anlaşılmasıdır. Rojava’yı kavramaktaki derin bir açmaz da budur. Kürt Hareketi’nin kendisini geçmişin burjuva hareketlerine indirgeniyor oluşu problemlidir.

Elbette karşılaştırmalara gitmek faydalı olabilir. Bugünün konjonktüründeki çapraşık durumu ve bunun içinden çıkan Rojava devrim sürecini anlamak için Bolşevik Devrimi’ni, Çin Devrimi’ni, Paris Komünü ve diğer devrim deneyimlerinin gelişim seyirlerini, iç ve dış koşullarını daha derinlikli bir biçimde incelememiz gerekir. Bu yönlü inceleme ve karşılaştırmalar Rojava devrimini konjonktürle bağı içinde kavramayı kolaylaştıracaktır. Aksine her şeyi emperyalizmle ilgili totolojilerle açıklayan halk hareketlerini dahi “emperyalist dizayn”a indirgeyen “kışkırtma” metaforuna sarılan bir akıl yürütme Rojava’yı da “ABD projesi”nden bağımsız okuyamaz. Daha önemlisi bu akıl yürütme, kavrayış ve teorik düzey bölgesel çöküşün küresel mahiyete evirilişi içinde, yıkılanla kurulanın diyalektik çıktısı olarak devrimler olanağını anlamaktan uzaktır. Bu uzaklık açısıyla üretilen her etkinlik -bir çırpınış hali olarak- krizden çıkış olasılıklarına, bu yöndeki devrimci çabalara karşı bir “çırpınmadır.” Adeta suda boğulmakta olanın yüzmeyi becerenleri suyun dibine çekme çırpınışı gibi bir metafordur söz konusu olan.

Bugünkü dünya konjonktürü I. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarının “çöküş” parametreleriyle önemli benzerlikler gösterdiği yaygın bir kanıdır ve kesinlikle yersiz değildir. Bahsedilen benzerlik sadece küresel dünya sisteminin alt-üst oluşuyla yapısal krizin varoluşsal krizle birleşen karakteriyle sınırlı değil. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ortaya çıkardığı “çözülüş” II. Enternasyonal’de merkezileşmiş Marksist komünist hareketin teorik-politik krize girerek çökmesiyle de karakterizedir. Bugün Rojava’yı tartışanlar bakımından bu yön önemli deneyimler içeriyor. O dönemki komünist hareketin (II. Enternasyonal merkezli) krizini koşullayan somut bağlamlar: “Büyük savaşın patlamasının sonucu olarak insanlığın ve uluslararası işçi hareketinin, içine girmiş olduğu yeni kriz çağı bütün toplumsal ilişkileri ve işlevleri ayrıştırmış ve yeniden birleştirmiştir. Kriz, ekonomik yapıyla sınırlı değildi; tüm gerçeklik düzeylerini içermekteydi. Kriz bir varlık krizi, nesnel ve tarihsel bakımdan gelişmiş toplumsal bilinç biçimlerinin, mevcut tüm dünya görüşlerinin, tüm temsil biçimlerinin ve tarzlarının krizi haline gelmişti. Yalnızca ayrıcalıklı sınıfları ve bunlara bağlı entelektüelleri değil, halk sınıflarını, ilk başta işçi sınıfını, onun siyasal önderliğini ve kendi organik entelektüellerini de ilgilendiren bir krizdi.” Şimdinin tüm somut bağlamına daha yakından bakılırsa II. Enternasyonal’in çöküşünü koşullayan kapsam tüm küresel parametrelerde daha da kötüleşmiş olarak mevcut olduğu ve Marksist hareketin 20. yy’dan arda kalan kriziyle bitişik “çöküşünün” üzerine bindiği ortadadır. Tam da bu sebeple Ortadoğu’da -özelde Suriye’de- merkezileşmiş bulunan küresel kapışmanın, en çarpıcı görünümüyle IŞİD eliyle dalga dalga emperyalist metropollere transferi ve bunun tetiklediği siyasal reaksiyonlar toplamı; bugünün politik ezilenler hareketini/komünist hareketi (1914’de olduğu gibi) yeni bir yol bulmaya, daha doğrusu teori, politika ve stratejinin eski sınırlarına bağlılık gösterenler II. Enternasyonal’in sınırları dışında bir etkinlik icra edemezler. Dolayısıyla da onun akıbetiyle de benzerlik göstermeleri tesadüf olamaz. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın tetiklediği kriz ve çelişkili açıklama/müdahale yeteneğini yitirmekle ilgiliydi. Bu teori, yeni koşullarda eski sınırlarında kalmasıyla nihayet çöküşe sürüklendi.

Dikkat edilmelidir: II. Enternasyonal ve önderleri dediğimizde, dönemin uluslararası sosyalist hareketinin merkezinden ve onun en “Marksist” liderlerinden söz ediyoruz. Bunların çöküşü, içine düştükleri kriz, kesinlikle “kötü niyetleriyle” ilgili değildi. Dolayısıyla burada çöken şey bir “Marksist olma biçimi”ydi! Başka söylemle, Marksizm’in kavranış-sunuluş bilimiydi. Bu net anlaşılırsa, Lenin’in çöküşü tersine çeviren ve süreci Bolşevik Devrimi’yle tamamlayan teorik-pratik kurucu rolünün gerçek mahiyeti kavranabilir. Bu kavranış biçimi bugünkü konjonktürde alınacak pozisyon için kritik önemdedir.

O halde, Lenin’in ne yaptığına bakmak yerinde olur. Şu açık: Lenin, bildiği ve kendisinin de yapageldiği teorinin sınırlarında kalsaydı, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yol açtığı küresel alt-üst oluştan bütün heybetiyle bir Sovyet Devrimi yükselmeyecekti. Lenin, II. Enternasyonal’in düştüğü krize ve çöküşe teslim olmadığı, ona eşlik etmediği gibi, bildiğini de tekrar etmedi ve teoriyi yeniden kurmak için Marksizm’in temellerini incelemeye yöneldi. Sosyalist teori, politika ve strateji sorunlarını yeniden düşünme süreci, felsefe ve politika alanında epistemolojik dayanaklara inme; kendi, kaba materyalist sınırlarını aşmaya götürmüştür.

Lenin, o tarihsel kriz ve çöküş ortamında olanı biteni ancak teoriyi yeniden kurmak yoluyla çözümleyebilecek ve ona devrimci müdahalelerde bulunarak “çöküşü” tam bir ters çevirmeyle tarihin yönünü değiştirecek teoriyi geliştirecektir. Lenin’i temellere dönerek teoriyi verili somut şartlarda yeniden ayağa iten şeyi, önünde hazır bulduğu kriz ve kaos koşullarını devrimin lehine değiştirme ilkesi teorinin de yeniden bağlamlarını belirleyen bir meseleydi. Bu sebepten, Lenin bir filozoftan ziyade politik devrimciydi. Teori ile bir entelektüel gibi değil, politik devrimci gibi ilişkilendi. O yüzden kriz ve kaos koşullarında Lenin’in önünde beliren soru “Tamam mı? Devam mı?” sorusuydu ve Lenin bu ikilemi tereddütsüz yanıtlamış oldu: “Devam ama eskiyi tekrar etmeden!”

Lenin’le paralellik kurmamızın nedeni, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yarattığı çöküşün komplike karakterini görmüş olması; en önemlisi de bu çöküşün koşulladığı devrimler olanağını da görmesidir. Olup bitene müdahaleyi doğmakta olana bağlamasını bilmiştir. Bunların temellere dönmeden çözülmesi olanaksızdı. II. Enternasyonal’in enkazını kaldırmak/teoriyi yeniden kurmak için Marksizm’in temellerine dönmüştür. II. Enternasyonal’in açmazlarını aşarken, kendi kaba materyalizmini de aşmıştır. Çöken sosyalist stratejiyi yeni stratejiyi tesis ederek aşmıştır. İşte bu bir Marksist olma biçimidir! Lenin’le paralelliğin günümüzdeki kritik önemi buradadır.

 

Önceki İçerikRoman/Muzeffer Oruçoğlu
Sonraki İçerikKaradeniz’i kanlarıyla kızıllaştıranlara selam olsun