HABER MERKEZİ(28.10.2017)-Politik Marksistler her durum ve koşulda devrim yapmanın koşullarını arar, onların işi budur! Teoriye bunun için gereksinim duyarlar; inceleme, analiz etme yazma çizme edimleri teorik bir kapsam olarak “arayıp bulma” ve ön açma ihtiyacından ileri gelir. Yapılan teori bu görevi ifade etmiyor/işlevi buradan kurulmuyorsa, totolojinin dışına çıkmıyorsa; o teori devrimci rolünü tüketmiş demektir. Devrim hazır reçete çıktısı değildir. Tarih böyle bir devrime tanık değil. O (devrim) her verili politik kriz gerçeği içinde -ancak- yaratılır! Teori bunun için yapılır; teorinin rolü buradadır.
Gerçeğe, gerçeğin gözünün içine bakan bir Marksist eski teorinin sınırlarında durarak konuşmaz. Teoriği politika ve stratejileri yeniden kurması gerektiğini bilir. Lenin’in paralelinde olunmasının manası budur! Lenin 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yıkıcı düzlemine girdiğinde eski teori, politika ve stratejiyi tekrar etmeyeceğini görmüştür. Emperyalizmi tahlil ederken; ulusal sorun/hareketlerin “yeni” durumunu tahlil ederken; devlet, devrimi çözümlerken; Nisan Tezleri’ni ortaya koyarken… Lenin’i tetikleyen şey eski teorinin sınırlarına vardığını görmüş olmasıdır. Bunları eski teorinin boylamında durarak geliştiremezdi. Eskinin sınırlarına kalsaydı, Lenin’in dünya sosyalist hareketine önereceği şeyler II. Enternasyonal’in önderlerinden farklı olamazdı. Lenin bunu yapmadı. Durup beklemedi, “Savaş dinsin hele ne olacak” demedi/diyemezdi. İşçiliğin evrimci çizgisinden medet ummadı. Politik çelişkilerin çözülme ve birleşme süreçlerine yoğunlaştı; stratejiyi buraya kurdu. Eski stratejinin ufkuyla, konjonktürdeki devrimin olanağını göremezdi.
Evet! Tekrarlayalım: Tüm bunlar Marksist olma biçimi bakımından bizlere ne söylüyor/ne öneriyor? Lenin’in politik Marksist zekâsı bu koşullarda olsa ne yapardı? Lenin’in değil de yaptığının özüne bakarsak, yanıt açıktır!
Bu derece “dikine” bir sorunun faydası olabilir; zorlamamızın nedeni budur! Rojava’ya daha geniş manada bölge ve dünyadaki yapısal, sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik, kültürel… kriz -çöküş gerçeğine- Lenin’in gözüyle/politik devrimci zekasıyla bakmanın, Marksist olmayla dolayımsız bağına götürür bizi böyle “dikine” bir soru. Yoksa anlamsız teorik tekrarların politik-pratik bir değeri bulunmuyor. Ayrıca savaşı kınamak, emperyalizmin kahrolmasını dilemek/Ortadoğu’dan elini çekmesini istemek, Rojava’daki “pozitif gelişmeyi” kerhen desteklemek kimseyi kendiliğinden Marksist yapmaz bugünden. Yarın neyin yedeği yapacağı ise şimdiden kestirilemez. II. Enternasyonal’in ve “kahramanlarının” akıbeti önsel bir göstergedir.
Sınıf mücadelesi, işçilerle patronlar arasındaki sınıf karşıtlığına indirgenemez. Devrimler doğrudan sınıf karşıtlığının ürünü değildir; derindeki sınıf yarılmalarının çeşitli düzlemlerdeki politik belirlenimlerinin ürünü olarak gelişen kriz zamanlarının ürünüdürler. Ve bu politik krizlerin toplumsal çelişkiler magmasının hangi gözeneğinde patlayacağı sekmez bir ekonomik determinizm belirlenimi değildir. Metafor olarak sınıf mücadelesi bir dağın bağrındaki magmaya benzetilebilir. Sınıflı toplumun bağrındaki magmadır sınıf mücadelesi. Bu magmanın hangi aşamada patlayıp ortamı yangın yerine çevirecek kıvılcımı çakacağı meselesi somuttur, bu birincisi. İkincisi ise; sınıf siyaseti diye saf bir mesele yoktur. Sınıf siyaseti mi ulusal siyaset mi karşılaştırması anlamsızdır. Siyaset disiplini evrensel bir dolayımdır. Devrimci politika önsel olarak sınıf, ulus, mezhep vs. unsurlarıyla tanımlanmaz. Bunların her biri devrimci politikanın çözmesi için önüne çıkacak somut bağlamalar olarak “siyasetin niteliğini” belirlerler. Bunun dışından nesnel olarak herhangi birisine indirgenemez, özdeştirilemezler. Aksi halde bir politik devrimci önünde hazır bulduğu somut-politik bir çelişki olarak çözümünü dayatan ulusal sorunu görmezden gelmesine varırız; ki bunun örneğini bugün de yaşamaktayız. Yani böyle bir sınıf siyaseti kavramsallaştırması ekonomik belirlenimcidir. Politik devrimciliği her zaman ekonomik evrimciliğe feda eder. Lenin politik devrim çizgisindeydi. Buna karşın ekonomistler “sınıf siyaseti”ni salık verdiler hep. Anlatmak istediğimizin daha net ifadesi budur.
Dolayısıyla şuraya gelmek istiyoruz: “Sınıf siyaseti” adına Rojava’ya burun kıvıranlar, Kürt devriminden “enfeksiyon kapanlar”, devrimci siyaseti (politik çelişki ve krizleri kendine sıkıca bağlamayı) “işçiliğe” feda ettiklerinin de farkında olmalıdırlar.
Toplumsal ilişkilerin ürünü olan belli başlı tüm politik çelişki ve çatışmalar bir sınıf mücadelesi dolayımıdır. Sınıflar saf kimlikleriyle/sınıf kimlikleriyle mutlak şekilde siyasette boy göstermezler. O bakımdan devrimci pratiğin kendisi (de) dolayımlar yoluyla sınıf mücadelesine bağlar kendisini (KP ile işçi sendikası arasındaki fark buradadır). Öyleyse belli başlı tüm pratik çelişkilerin (ulus ve mezhep çelişkileri dahil) nihayet derinlerdeki sınıf mücadelesinin tezahürler olduklarını söylemek gerek. Ve bu mücadelenin somut politik biçimi devletle, çeşitli ezilenler arasında vuku bulmaktadır. Yoksa işçi ile patron arasındaki mücadeleye indirgenmiştir “sınıf mücadelesi” teorisi Marksist değildir.
Dolayısıyla Marksist devrimci politika konjonktürde politik çelişkileri/krizleri ve bunların en başatlarını izler; stratejisini-taktiklerini, siyasal tüm parametrelerini buna göre kurar/kurmak durumundadır. Lenin’in “Saf bir devrimden söz edilemeyeceği” görüşü tam da bunu anlatır. Ulusal devrim/Kürt devriminin coğrafyamızda “sınıf devriminin” önüne geçmeyeceği “teorisini” yukarıda söylenenler üzerinden ele alırsak; tek kelimeyle “sınıf siyasetçiliğinin” katıksız bir uydurması olduğunu ifade etmek durumunda kalırız. Sınıf mücadelesinin hangi politik biçimlerde patlayacağını (ulus, mezhep, emek, gençlik, kadın, ekoloji) saptayamayız. Böyle bir şey “bilimsel kahin”lerin işidir, doğmamış bebeğe don giydirmektir. Politik devrimcilik “kahinlik” işi değildir. Anda hazır olan politik çelişki ve çatışkılara müdahale ve onları değiştirme işidir. Lenin o yüzden diyordu: “Devrim politik olarak ulusal bir patlamanın ya da bir gençlik patlamasını çaktığı kıvılcımla” da başlayabilir. Yeni bir politik Marksist için bütün mesele sınıf mücadelesinin politik patlama noktalarına hücum etmekte, bir noktada başlayan dalgayı alıp genele yaymaktır.
Dünyada ya da Ortadoğu’da “siyasi durum” analizi yapıp da Rojava’yı görmezden gelmek veya parantez içinde görmek ya bir inkara ya da bir “bilmezliğe” işaret eder. Her ikisi de hakikatten kaçışı, onunla doğru temelde ilişkilenmemeyi mazeretlendirmek/teorik temellerini oturtmak için aynı temele sunuyor sahiplerine. Peki bu nasıl bir gerekçedir: “Devrim köklü değişimdir; bu da ancak komünistlerin işidir. Rojava’da komünist yok eşittir Rojava devrim değildir, pozitif gelişmedir!” meali böyle olan bir değerlendirmedir.
Politik Marksistler iç içe bulunduğu politik çatışmaya bu denli dışsallaşamaz; dışarıdan gözlemci pozisyonunda konuşamaz/konuşmamalı. Aksi tutum apolitik tezahürdür! “Nedir” diyen entelektüel “analizlerle” de yetinmemeli, “Nasıl” yapabilirim/yapabiliriz diye tartışmalıyız. “Bu işin neresindesin” gibi yakıcı bir soru ve ayrım çizgisinin kulakları patlatırcasına yankılandığı bu politik süreçte “ortada bir iş yok ki, abartıyorlar” demek lakayıtcadır.
Hakikatin bağrında yanmayı/pişmeyi göze alamayanlar, onun gölgesinde zaman geçirmeyi yeğlerler. Rojava’yla ilişkilenme sorununun bir yönü de budur. Bu pozisyonun orta uzun vadede bir geriye/sahibine dönüşü olacaktır. Bugünün keskin ateşinde bir nebze de olsa da yanmayanlara komünist denmesi çok zordur.