PYD-YPG’nin Azez hamlesi ve “TC”nin askeri işgal çığırtkanlığı

Emperyalist bölge politikalarına ve gerici savaş çığırtkanlığına, her türlü işgale karşı, Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden ezilen halkların, bağımsızlığını ve kendi kurtuluşlarını sağlayacak devrimci-komünist örgütlü iradenin bayrağında sürece tavır almaları, gericiliklerin yaratmak istediği kanlı girdapta, bağnaz gericilikleri boğacaktır. Faşist egemenlik, kanlı bir oyun tezgâhlamaktadır. Kuzey Kürdistan’dan Rojava Kürdistan’ına, mazlum Kürt ulusunu katletmek, Suriye sahasında gerici emellerini gerçekleştirmek için, askeri işgal planlarını yapmak, ezilen halklar ve mazlum uluslar için bir tercih sorunu değildir. Bu gerici siyasete devrimci savaşla karşı durmak, Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen halklarının tek tercihidir

 

HABER MERKEZİ (22-02-2016)- Gazetemizin 116. sayısında “PYD-YPG’nin Azez hamlesi ve “TC”nin askeri işgal çığırtkanlığı” başlığıyla yayınlanan analiz yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Cenevre 3 Görüşmeleri’nde, PYD-YPG’nin görüşmelerin dışında tutulması, Suriye Demokratik Güçleri’nin bunun üzerine şekillenen tavrı ve El-Nusra, Ahrar el-Şam, İslam Ordusu, Cephe el Şemiye gibi gerici cihadist “muhalefetin”  Esad rejimi ile emperyalist “siyasal çözüm” projesi altında masa başında buluşturulma çabaları, ilk hamlede sonuçsuz kalmıştı. “TC”, Arabistan ve Katar gerici egemenliklerinin, gerici “muhalefet” üzerinden gündemleşen Kürtleri uluslararası terörist statüsünde kabul ettirme ve ateşkes şartı nedeniyle tıkanan görüşmeler, Şubat’ın 25’ine ertelendi. Bu ertelenmenin politik sonucu açıktır. Savaş sahasında karşılıklı “yeni” hamlelerle, diplomatik alanda güçlerin birbirlerine sağlayamadığı üstünlüğün “dinamiklerini” oluşturmak.

Çok kısa zamanda yaşanan gelişmeler, bu durumun açıktan ilanı niteliğinde oldu. Görüşmelerin tıkanmasından hemen bir gün sonra, Suudi Krallığı yöneticilerinin, “kara gücüyle Suriye’ye girme” önerisi, Erdoğan’ın Ekvator’da “gereken güvenlik önlemlerini alma” çıkışı, savaş borazanlarının tiz sesi olarak yükseldi. Akabinde, Suudi Arabistan’ın “TC”deki askeri üslerde keşif çalışması yapması, Suudi uçaklarının İncirlik’te konuşlandırılacak olması, Türk ve Suudi Arabistan gerici egemenlerinin, bugüne kadar var olan ortak hareketine, Suriye’ye askeri bir müdahaleyi ekleyeceklerinin sinyalleri oldu.

Suriye’de ve Ortadoğu’daki gerici işgalci güçlerin blok cephesinde bu gelişmeler yaşanırken, diğer gerici blok olan Rusya, Esad, İran ittifakından da önemli hamleler geldi. Lazkiye’nin kuzeyinden “TC” sınırına kadar, geniş bir alanı denetim altına alan Esad, Rusya ve İran güçleri, Halep’i kuşatmak için en etkili hamlelerini yapıyordu. Suriye’deki emperyalist paylaşım müdahalesinde, gerici çıkarlarını inşa etmek için, cihadist-gerici bağnaz Sünni-Arap-İslam ideolojisi üzerinden şekillenen çeteler vasıtasıyla, savaş sahasında boy gösteren, “TC”, Suudi Arabistan ve Katar egemenlikleri, (ABD-AB emperyalist bloku bu körfez ülkeleriyle stratejik ilişkilerle ittifak halindedir. Bu bağlamda yapılan hamleler ve savaş sahasında yaşanan stratejik politik başarısızlıklar, bu emperyalist bloku da ilgilendirmektedir) Rusya ve Esad rejiminin kuzeyde “muhaliflerden” aldığı yerler ve Suriye Demokratik Güçleri’nin öncü gücü YPG’nin bu bileşenle denetimi altına aldığı yerleşim yerleri neticesinde, elde etmek istedikleri hamle üstünlüğünü başaramadılar. AKP-Erdoğan selefi diktatörlüğü tarafından, yeni “göç” dalgasının bahane edilerek, Halep-“TC” koridorunun açılması çabası, tamamıyla bu pratik gelişmenin, Türk hâkim sınıfları siyaseti özgülünde yarattığı sıkışmışlıkla alakalıdır. Bütün askeri-politik yatırımını, Esad rejimini tasfiye edip, Cihadist “muhalefetin” iktidar yapılması, Erdoğan’ın bir Cuma namazını Emevi Camii’nde kılması ve PYD-YPG iradesindeki Rojava devriminin ezilmesi üzerine kuran Faşist Türk egemenlik sistemi, bu gelişmeler üzerine iyice manevra alanını yitirmiş oldu. “TC” ile Halep arasındaki koridorun Rusya ve Esad güçleri tarafından kuşatılması, Fırat’ın batı yakasında Türk hâkim gericiliğinin “kırmızı çizgilerini” anlamsızlaştıran PYD-YPG’nin Kobanê-Afrin hattını birleştirme hamlesi, Erdoğan-AKP hanedanlığını iyice telaşa sürüklemiş durumdadır.

Her siyasal-diplomatik görüşme trafiğinin ardından, süreç ağır savaş koşullarına dönüşmektedir. Cenevre 3 Görüşmeleri’nden sonra da, emperyalist ve bölgesel gericilikler aynı ağır savaş durumunu icra etmişlerdir. Karşılıklı yapılan hazırlıklar ve yapılan askeri operasyonlar, Suriye ve Ortadoğu’da, çatışmaların derinleşeceğini söylemektedir.

“Kırmızı çizgilerin” iflası, hiddetin dozuyla maskelenen telaşı büyütüyor

Latin Amerika gezisinden dönen selefi diktatör Erdoğan’ın, “Aslında Rusya’ya sormak lazım: Senin ne işin var Suriye’de? Şu anda adeta işgalcisin. Sen devlet terörü estiren bir kişiyle beraber hareket ediyorsun… Kaldı ki orada bizim soydaşlarımız da var. Ey Rusya, senin burada sınırın mı var, Soydaşların mı? var… Neymiş Esad çağırmış.” açıklaması, hem bir telaşın dışavurumudur hem de hiddetle maskelenen hiddettir. Stratejik yönelim sürece hazırlıktır dedi diktatör Erdoğan.

Tarafların hazırlığı, Suriye’ye askeri bir işgal hareketinin verilerini güçlendiriyor. Suudi Arabistan’ın başını çektiği körfez ülkeleri askeri hazırlık yaparken, İran Rusya ile birlikte, Esad rejimine alan açıyor, Esad rejimi üzerinden çıkarlarını kurumsallaştırıyor. Durum hızla karşılıklı blokların savaşına doğru gidiyor. Lakin bölgede stratejik olarak konumlanan emperyalist güçler için, savaş bir ihtiyaç hali almıştır. Hangi neden ve hangi ülke üzerinden bunun patlatılacağı, bu rolü hangi saldırganlığın alacağı, tamamıyla çatışmalı pratik sürecin vereceği karardır. Emperyal güçlerin savaşı, emperyalist blokların ana aktörleri üzerinden olmuyor. Bölgesel devletler üzerinden şekillenecek savaş, pratik gelişmelerle güçlü bir ihtimal durumu almıştır. Faşist “TC” de bu duruma göre hazırlanmaktadır. Zamanında müdahale etmeme durumunda, bölgesel çıkarlarının ağır faturalar ödeyeceğini düşünen AKP-Erdoğan gericiliği, Suriye’ye askeri müdahale için, hem tehdit hem fiili durum ve hem de hukuki gerekçeler yaratmaya çalışmaktadır.

AKP-Erdoğan faşizminin “tehdit” gerekçesi olarak PYD-YPG

Faşist “TC”nin Hitler’in selef-i salihi aktörü Erdoğan-AKP hükümetinin esas sorunu, ne bölgeye açık askeri müdahale eden Rusya ve ABD gibi emperyalist güçler ne de IŞİD gibi cihadist örgütler. Bölgenin paylaşımında, ittifak ve gerici dalaş ekseninde bu güçlerle konjonktürel olarak “uzlaşmakta” veya “çatışmaktadır.” Emperyalist hegemonyaya biat ederek, dönemsel gelişmelere göre bunu zaten yapmaktadır. Türk hâkim sınıfları açısından esas imha edilmesi gereken güç; Rojava Kürdistan’ı ve önderliği PYD-YPG’dir. Uykularını kaçıran kâbus, inkâr ve imha hayallerini süsleyen pembe rüya budur.

Rojava’da Kürtlerin kendi yönetimleriyle somut statü kazanması, Türk faşizminin inkâr ve imha siyaseti için tarihten beslenen “kırmızı çizgi”dir. Siyasal gelişmeler, Türk hâkim gericiliğini, bu “kırmızı çizgisi”yle kendi gerici dünyasına mahkûm etti. Fırat’ın batı yakasına ilan edilen “kırmızı çizgiler” de PYD-YPG tarafından hükümsüz kılınınca, Türk gerici egemenliği, “sınır boylarımıza tehdit unsurlarına müdahale etmeyi”, “yeni” bir “kırmızı çizgi” olarak ilan etti. ABD ve Rusya başta olmak üzere, PYD-YPG’yi, konjonktürel emperyalist çıkarlarından kaynaklı, “terörist” görmemeleri, sürecin “dengelerine” farklı bir boyut kazandırmıştır. PYD-YPG özellikle IŞİD ile mücadelesinden dolayı, uluslararası halklar nazarında prestij kazanırken, Türk hakim sınıflarının diktatör temsilcileri, uluslararası alanda lanetlenmektedir. Son Latin ülkeleri ziyaretinde, gittiği her ülkede, özellikle Kürt ulusuna karşı geliştirdiği düşmanlık yüzünden lanetlenen Erdoğan, bu durumun açık örneği. Bu da sürece dair sürdürülen ilerici ve gerici siyaset açısından başka bir siyasal sonuçtur.

AKP-Erdoğan hükümranlığı, Rojava işgali üzerine şekillenen savaş kararını hep diri tuttu. Bu kanlı mecra, bölgedeki PYD-YPG’nin duruşu karşısında iflas etse de, (emperyalistlerin çıkarlarına göre duruşu da bu mecradaki iflasta rol oynamıştır), Kürtleri yok etme üzerine şekillenen kanlı planlarından vazgeçmedi. Şimdi YPG’nin Efrin ve Minbiç tarafından, Azez ve Cerablus’a yönelmesi, El-Nusra ve Ahrar el-Şam’ın elindeki Maranaz ve Minih köylerinin, Minih’teki askeri havaalanının alınması, Ankara’nın “yeni” bir sömürgecilik savaşının tamtamlarını çalmasına vesile oldu. Bu işgal planının özü şudur: Kuzey Kürdistan’da sürdürdüğü soykırımcı savaşı, Rojava’ya taşımak istiyor. Bu ana hedef, bölgedeki birçok çıkarlarla birleştirilerek, fiili askeri müdahale için “hukuksal” zemin haline getirilmek isteniyor.

Tüm bu gelişmeler sonucunda, bölge siyasetinde manevra alanı daralan Türk hâkim gericilinin, Suudi Arabistan’la birlikte askeri bir işgale kalkışması, ihtimal dışı bir durum değildir. Mevcut konsept ve Suriye’de emperyalist gericiliklerin dönemsel siyaseti ele alındığında, ABD ve AB’nin, bu duruma sesli onay vermesi zor. Ama karşılıklı çatışmalar ve Rakka operasyonunda, “TC” ve Suudi Arabistan’ın önü sessiz durularak açılabilir. Sürecin, ABD, AB, “TC”, Suudi Arabistan, Katar gerici egemenliklerinin cephesini bölgeye sürmesi ihtimal dâhilindedir. Ki askeri hazırlıklarla, Suudi Arabistan Türk hâkim gericiliği ile “ortak koordine” ile hareket etmeyi deklare etmiş durumdadır. Özellikle ABD-AB’nin bölgedeki gerici aktörlerinin atacağı bu adım ekseninde, efendilerini yanına çekmeleri, her zaman bir olasılıktır.

Türk hâkim gericiliği, olasılık dâhilinde olan ferdi bir yönelim yerine, bazı adımlarla efendilerinin desteğini yanına alarak, askeri işgali gerçekleştirmek istemektedir. AB’yi mültecileri salarız tehdidiyle baskı altına alarak, NATO gücünü bölgede konumlandırmak ve YPG’nin Azez’e yürüyüşünü NATO ülkesinin maruz kaldığı tehdit maddesi üzerinden NATO güçleriyle işgali gerçekleştirmek esasta Türk egemenlerinin asıl yaratmak istedikleri sonuçtur. ABD’yi de fiili bir askeri güçle “tercihe” zorlamak, mevcutta Türk egemenliğinin bir başka manevrasıdır. Bütün bu karşılıklı didişmeler içinde, faşist Türk askeri güçleri tarafından, El-Nusra ve Ahrar el-Şam gibi cihadist örgütlerin elinden, Ceyş El Suwar (Devrimciler Ordusu, Demokratik Suriye Güçleri’nin bileşenidir) tarafından alınan Maranaz ve Mınıh köylerinin, obüs toplarıyla vurulması, askeri işgal provası ve ABD başta olmak üzere gerici müttefiklerini fiili bir duruma zorlama çabasıdır.

Suriye ve Ortadoğu’da süreç, gerici emperyalist güçlerin bölgesel aktörleri üzerinden, gerici ve kirli bir savaşın derinleşmesi lehine gelişmektedir. Suriye’de planlanan “geçiş” dönemi, nispi bir askeri çatışmasızlık süreci yaratsa dahi(ki bu bir olasılıktır), emperyalist ve bölgesel gericilikler arasında derinleşecek çatışma ve savaş esas tehlikedir. Bu bölge ezilen halkları ve mazlum uluslar için ağır yıkım ve katliamlar anlamına gelmektedir.

Emperyalist bölge politikalarına ve gerici savaş çığırtkanlığına, her türlü işgale karşı, Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden ezilen halkların, bağımsızlığını ve kendi kurtuluşlarını sağlayacak devrimci-komünist örgütlü iradenin bayrağında sürece tavır almaları, gericiliklerin yaratmak istediği kanlı girdapta, bağnaz gericilikleri boğacaktır. Faşist egemenlik, kanlı bir oyun tezgâhlamaktadır. Kuzey Kürdistan’dan Rojava Kürdistan’ına, mazlum Kürt ulusunu katletmek, Suriye sahasında gerici emellerini gerçekleştirmek için, askeri işgal planlarını yapmak, ezilen halklar ve mazlum uluslar için bir tercih sorunu değildir. Bu gerici siyasete devrimci savaşla karşı durmak, Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen halklarının tek tercihidir.

 

Önceki İçerikFaşizme karşı mücadele alanlarını dolduralım
Sonraki İçerikSuriye’deki durumun özeti ve “TC”nin “Suriye”ye müdahalesi