Öncelikle teslim etmek gerekir ki, ideolojik-siyasi çizgisinden bağımsız olarak öne çıkan askeri niteliği açısından PKK, silahlı mücadele ve gerilla savaşındaki kurumsallaşmasıyla esasta bir savaş partisidir(partisiydi). Bu zeminde, onlarca yılı kapsayan uzun, sebatkar ve zorlu bir mücadele, kahramanca direniş ve eylemlerle pratikleşen büyük bir savaş verdi. Bu savaş ağır bedellerin omuzlanmasına tanık olduğu kadar, Kürt ulusal bilincinin derin kökler salıp gelişmesine, demokratik meşru zeminde bir dizi kazanımların elde edilmesine de tanık oldu. Kürt ulusal kimliğinin ‘’TC’’ devletine kabul ettirilmesi, ‘’TC’’ devleti/iktidarları üzerinde yarattı basınç ve vurduğu askeri darbeler, demokratik mücadele ve mevzilerin gelişmesine katkı sunması, devrimci hareketle güç birlikleri vb. zeminindeki ilişki sürecinin olumlulukları, Türk hakim sınıflarının inkar ve asimilasyon saldırılarında yarıklar açarak onu kısmi ya da görece geriletmesi, tayin edici güç/rolüyle Rojava direnişinde elde edilen statüde/kazanımın sağlanması ve Kürt ulusal mücadelesinin uluslararası alanda meşru bir direniş olarak kabul görmesine kadar daha bir çok kazanım sıralanabilir… Fakat özetin özeti bile sayılmayacak kadar mütevazı ölçülerde ifade etmeye çalıştığımız bu yarım asırlık tarihi mücadele sürecine tezat olarak bugün, 12. Parti Kongresinde aldığı kararlarla silahlı mücadeleyi ‘’sonlandırma’’ ve PKK’yi fes etme sürecine girmiştir. ’yeni paradigma’’ argümanıyla nitelediği bu sürece ise büyük roller biçmektedir…
Yine teslim etmek gerekir ki, silahlı mücadeleyi(silahları) bırakma ve PKK’yi fes etme kararıyla ünlü 12. Kongre açıklamasının giriş paragrafında, PKK çıkışının tarihsel gerekçeleri, haklı mücadelesinin dayandığı bilinç ve sebepler, PKK’nin şekillendiği siyasi şartlar, PKK’nin başlattığı mücadelenin siyasi hedefleri zemininde ifade edilen görüşler esasta pozitif bir tutum ve doğru bilince işaret etmektedir. Lakin, giriş paragrafında beyan edilen bu gerçekler, alınan ‘’fesih ve sonlandırma’’ kararıyla bağlamından koparılıp boşa düşürülmekte/düşürülmüştür. Zira açıklamanın ilk sözleri tamamen meşru mücadeleyi ve gerekçelerini açıklarken, kurumsal tasfiye iradesini ifade eden ‘’fesih’’ kararı pozitif olan ilk sözlere taban tabana terstir. Kısacası, özellikle mücadelenin başlıca gerekçeleri veya mücadeleyi haklı ve meşru kılan nedenler geçerliliğini çıplak biçimde korurken, ‘’fesih ve sonlandırma’’ kararının alınması asla ikna edici değildir. Çünkü, yapılan ya da sürdürülen anlaşma süreci, PKK’nin/Kürt ulusunun mücadeleye neden olan hak ve talepleri tanınmamış, karşılanmamıştır. Verilecek haklar belirsizken, verileceği varsayılan haklar ise, hak olarak değerlendirilemeyecek kadar zayıf, son derece cılızdır. Özcesi, ‘’fesih’’ ve ‘’sonlandırma’’ şahsında olmak kaydıyla, 12. Kongre kararları eleştiriye de izaha da muhtaçtır…
12. Kongre kararlarına dönük ayrıntılı yorum ve tartışmalara geçmeden önce, birkaç noktanın altını çizmek yararlı olacaktır.
Bir ulusun nasıl bir yaşam tercih edeceği, bu bağlamda bir ulusal hareketin hangi mücadele biçimini benimseyeceği de, yalnızca ve yalnızca kendisinin tasarrufundadır. Ulus ve hareketinin izleyeceği mücadele tarzı ve ezen-egemen ulustan ayrılma ya da ayrılmama konusunda vereceği karar doğrudan kendi iradesine aittir. Dostça eleştiri, öneri ve doğru-yanlış münakaşası dışında, hiç kimsenin ulus adına konuşma, bir dikte ve dayatmada bulunma, buyruk vererek mecbur kılma gibi bir hakkı yoktur, olamaz…
Tercihini şu veya bu yönde yapan ulusun iradesini tanıyarak saygı göstermek esastır. Zira bu, Ulusun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı sorunudur; bu hakkı şu veya bu yönde kullanması tamamen ilgili ulusa, özgür demokratik iradesine aittir. Hangi yönde kullanılmış olursa olsun, bu hakkı tanımak ve saygı göstermek proleter devrimciler açısından tartışma götürmez bir tavır, bir ilkedir. Fakat muhtelif ulusun bu hakkını kullanırken yaptığı tercih eleştiriden muaf değildir. Kullanılan hakkın hangi yönde kullanıldığı, onun desteklenip desteklenmeyeceğini tartışmaya açar ki, proleter devrimciler ulusun yaptığı tercihe devrimin çıkarları esasına göre yaklaşır. Buna karşın, ulusun tercihi önünde fiili engel oluşturmaz ama eleştiri ve öneri hakkını kullanmaktan da imtina etmezler.
Komünistler, ezilen-bağımlı ulusun tavrını, son tahlilde UKKTH ile doğru orantılı olarak mütalaa ederler. Yani, milli baskı-zulüm altında tutulan ve ayrılma, bağımsız devletini kurma hakkı tanınmayarak zorla elinden alınıp gasp edilmiş olan bir ulusun tavrı, mantıki tutarlılıkla bağımsızlık hakkının kazanılması ekseninde mücadeleden yana olur/olmalıdır. Doğru orantılı olan şu ki, ulusun kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olması gerekir; şayet değilse ulusal kurtuluş mücadelesi, kullanması gereken en tabi ve meşru hakkıdır. (Uluslararası normlar da bunu meşru görür.)…
Komünistler, uluslar arasında tam hak eşitliğine dayanan ve karşılıklı çıkarları gözeterek esas alan demokratik şartlardaki onurlu ilişkiyi savunurlar. Egemen ulus lehine eşitsiz olup, tek taraflı olarak ezen-egemen ulusun imtiyaz üstünlüğüne dayanan ilişki biçimini kesinlikle reddeder, onaylamazlar. Tarafların birbirinin irade ve haklarına saygı göstermesini şart görürler. Ulusların egemenlik hakkına saygı gösterilmesini ve diğer ulusların iç işlerine karışılmasını savunur, benimserler. Bu asgari normları taşımayan hiçbir anlaşma-uzlaşma-müzakere sürecini olumlamazlar. Ulusun ayrılma ya da ayrılmama tercihi bağlamında, sömürge/ezilen/tabi ulusun komünistleri birlikten yana propaganda yaparken, ezen-egemen ulustan Komünistler ise ayrılma hakkını propaganda ederler. Ayrıca ulusal çelişkiyi içeren sorunların çözümünde sosyalist çözüm projesi, ulusal sorunların en etkili çözüm metodudur. Ulus orijiniyle sınırlı olmayan, etnik, coğrafi, ekonomik, kültürel, sosyal vb. şartlara göre belirlenen Geniş Demokratik Özerklik modeli, kendi kendini yönetme temelinde yerinde yönetim biçimi, cumhuriyetler birliği temelinde federatif yapı şeklindeki biçimler sosyalist çözüm perspektifi olarak en demokratik ve rasyonel çözümlerdir.
Somut tartışma konusuna gelirsek; 12. Kongre açıklamasında adı geçen Kongreye iddialı anlamlar yüklenmesine karşın, bu kongrenin ‘’PKK’nin fesih ve silahlı mücadele yönteminin sonlandırılması kararı’’ alan bir Kongre olarak, atfedilenin tersi anlamlar yüklendiği açıktır.
Açıklamada 12. Kongreye yüklenen iddialı atıfların esası/özü şöyledir: ‘’… Barış ve Demokratik Toplum süreci ve sosyalizm mücadelesinde yeni bir aşamayı temsil eden Demokratik Toplum Sosyalizmi ile küresel demokrasi hareketi gelişerek adil ve eşit bir dünya oluşacaktır. …‘‘
‘’Demokratik Toplum Sosyalizmi’’ olarak formüle edilen 12. Kongrenin fesih/tasfiye stratejisinin sosyalizm mücadelesinde yeni bir aşamayı temsil ettiğini ileri sürmek gerçekten de son derece iddialı bir söylemdir. İddialıdır fakat altı doldurulmamış, doldurulamayan ve doldurulamaz olan bir iddiadır. Öte taraftan, ‘’… adil ve eşit bir dünya oluşacaktır.’’ ifadesi ise öngörü olmaktan ziyade, iddialı ama sübjektif bir beklentiyi ifade etmektedir. En önemlisi de bu iddialı söylem, Komünist Manifestoyu bir çırpıda rafa kaldıran muhteva taşır ki, bu, Komünizmin teori-pratiğini ve Komünist doktrini iktisadi, sosyal tarihi dayanaklarını es geçen sübjektif bir iddiadır. Öyle ya, adil ve eşit (muhtemelen özgür de) bir dünyanın oluşmasının komünist teori ve mücadeleden alınıp, henüz sınanıp denenmemiş ve ne olduğu tam olarak açıklanmamış olan “Demokratik Toplum Sosyalizmi”ne verilmesi bilimsel değer taşımadığı gibi, inandırıcılıktan da uzaktır. Uzaktır çünkü mücadelenin en yetkin aracı olan siyasi partinin fes edilmesi ve silahlı mücadelenin reddedilmesi gibi bir eylemi gerçekleştiren tasfiyeci bir yönelim ya da stratejinin değil ‘’adil ve eşit bir dünyayı’’ oluşturması, sosyalizmi temsil etmesi mümkün değildir…
‘’… Mücadele ve direniş ile geçen özgürlük tarihimizin mirası PKK 12. Kongresi kararlarıyla birlikte demokratik siyaset yöntemiyle daha güçlü gelişecek, halklarımızın geleceği özgürlük ve eşitlik temelinde gelişme gösterecektir. …‘‘
Bu ifadeler sübjektif beyandır; somut gerçeklerden fersah-fersah uzaktır, salt temenniden ibarettir… Bundan sonra “özgürlük tarihimizin mirası” daha güçlümü gelişecek yoksa tersimi olacak, buna yaşanacak tarihi tecrübe yanıt verecektir. Dolayısıyla, 12. Kongreye sübjektif ve abartılı anlamlar yüklendiğini söyleme dışında, fazla bir yoruma gerek yoktur…
Bu atıf ve yüklenimlere karşın, 12 Kongre silahlı mücadeleyi sonlandırma ve PKK’yi fes etme kararı alan bir kongre olarak tarihe geçmiştir. Aldığı kararlarla tarihi mücadele ve direnişi tersyüz ederek düzen içi (yasal-barışçıl) formata indirgemiştir! İdeolojik anlamda, bu tarihi direnişi ve örgütünü tasfiye etmiş/tasfiye etme kararı almıştır…
Açıklamada tutarlı olmayan değerlendirmeler bulunmaktadır. Ki, bunlar sebepsiz değildir.
12. Kongre açıklamasının giriş paragrafında, PKK’nin ortaya çıkış nedenleri açıklanarak, doğuşunda rol oynayan etkiler ve doğuş bilinci izah edilmekte, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı ilkesi’’ ışığında ‘’silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü.’’ denilmektedir. Aynı paragrafın birkaç satırından sonra ise; ‘’1978’den başlayarak yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı” sözleriyle PKK’nin siyasi hedefini açıklamaktadır.
PKK, ‘‘doğuşunda”, ‘‘… ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü” ‘sözleriyle, ‘’1978’den başlayarak yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı” biçimindeki sözler birbirine ters olup tutarsızlık barındırmaktadır.
UKKTH’ni benimseyerek bu uğurda tamamen meşru ve haklı olarak silahlı mücadele stratejisine başvurmak, ayrılarak bağımsız devletini kurma hakkı için veya bu hakkı kazanmak için mücadele etmek demektir. Dolayısıyla denilebilir ki, PKK 1978’de başlattığı meşru mücadele ile bu hakkı (UKKTH‘nı) elde etmeyi hedefledi, hedefliyordu. Ki doğrusu da budur/buydu… Buna rağmen, açıklamanın ilgili paragrafında bir-iki satır sonra, PKK’nin 1978’de başlattığı meşru mücadeleyle, ‘‘Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye‘nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı” şeklinde siyasi hedef belirlenmektedir. Oysa, bu hedef ile UKKTH hedefi arasında kapanamaz bir fark vardır…
Bu çelişkinin ortaya çıkması tabi ki, sebepsiz değildir. 12. Kongrenin toplanma vesilesi olup, PKK’nin fesh edilme ve silahları (silahlı mücadeleyi) bırakma kararının alınması zemininde izlenen mevcut strateji ya da politikanın izah edilmesi içindir, 1978’de başlatılan mücadelenin amacının, UKKTH olmayıp, Kürt varlığını kabul ettirmek ve sorunun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini sağlama esasına indirmek/indirgemek. Böylece, fesih ve silahlı mücadeleyi bırakma kararı, başlatılmış olan mücadelenin hedeflerine ulaştığı propagandasıyla izlenen mevcut politika doğrulanmış olacaktır. Böylece, Kürt varlığını kabul ettirmek için mücadeleye başladık ve şimdi Kürt varlığı kabul edilmiş/edilmektedir; dolayısıyla mücadelenin temel gerekçesi ortadan kalkmıştır denilecektir. Lakin açık ki, Kongre açıklamasındaki çelişki/tutarsızlık, gerçekler ile sübjektif politika arasındaki çelişkinin tezahürü olarak kaçınılmaz olmuştur.
Peki, 12. PKK Kongresi ve Kararları İdeolojik-Politik-Örgütsel Açıdan Ne Anlama Gelmektedir?
PKK’nin Kongre iradesiyle aldığı kararlar öz ve içerik bakımından yanlış da olsa, örgütsel hukuk ve disiplin açısından demokratiktir; yani alınış yöntemi açısından kararlar (biçimde) meşrudur.
PKK, benimsediği ve istediği herhangi bir mücadele biçimini ret ve kabul etme hakkı ve özgürlüğüne elbette sahiptir. Silahlı mücadeleyi bırakması, mevcut varlığını fes etmesi, bu temelde başka mücadele biçimlerine geçmesi ve örgütsel varlığını başka bir niteliğe taşıması kendi tasarrufundadır. Savaşmak istemeyebilir, örgütsel yapısını tasfiye edebilir, ezen egemen ulusla birlikte yaşayabilir, onun devlet sınırlarını (misak-ı milliyi) tanıyarak meşru görebilir vb. vs… Kısacası, bütün bu konularda yetki ve inisiyatif tamamen kendisine aittir…
Fakat, bizler de doğru-yanlış bağlamında, bağımsız siyasal tutumuz bağlamında, sınıflar mücadelesi yasasına uygun olarak, ezen ile ezilen arası ve ezen ulus ile ezilen ulus arasındaki çelişkilerin çözümünden hareketle, burjuvazinin kendi rızasıyla sömürü ve egemenlik imtiyazını, hak ve özgürlükleri ve iktidarını geri vermeyeceği, demokratik, özgür, adil ve eşit bir toplum/bir sistem kurmayacağı bilinciyle, zor ve baskı örgütü olarak devlette örgütlenmiş olan egemen sınıfları alaşağı etmek ve iktidarlarına son vermek için zora başvurmaktan başka bir yolunun olmadığını ileri sürerek bu burjuvaziye karşı savaş ve silahlı mücadelenin temel bir ilke meselesi olarak reddedilemeyeceğini, aksine silahlı mücadele ve devrimci savaşa başvurmanın bizlere dayatılmış bir zorunluluk olduğunu söylüyoruz. Dahası bizler, PKK‘nin/Kürt ulusunun ezen-egemen ulusun devlet sınırlarını meşru görüp buna dönük ve benzeri hak ve taleplerinden vazgeçmesi kendisini ve mücadelesini inkâr etmesi anlamına gelir…
Aslında kendini ve mücadelesini ret ve inkâr etme tavrı anlaşma dili açısından da tipik biçimde yansımaktadır. ‘’TC’’ devleti hâkim sınıfları ve faşist iktidar, yaşanan anlaşma/çözüm sürecini, sürecin ruhuna aykırı olarak ‘’Terörsüz Türkiye’’ olarak tanımlamaktadır. ‘’Terörsüz Türkiye’’ gibi bir formülasyonun kullanılması ve kabul edilmesi ulusal hareket ve mücadelesinin alenen terörle yaftalanması ve karşı tarafa kabul ettirilmesi demektir ki, taraflar arasında bir anlaşmadan söz edildiği, bu anlaşma veya sürecin demokratikleşme zemini olarak ve hatta daha ileri misyonlarla tanımlandığı şartlarda bu tarif kabul edilemez bir dildir. Kısacası, ‘’TC’’ devleti veya mevcut iktidar süreci ‘’Terörsüz Türkiye’’ biçiminde tanımlamaktadır. Bu tanımlama Kürt ulusu ve mücadelesini ve hareketini ‘’Terör/Terörist’’ olarak ilan etmektir. Problem şu ki, PKK veya Kürt ulusu cephesi bunu sorun yapmamakta, bilakis sessizlikle sindirmektedir. Yani, kendisinin ve mücadelesinin ‘’terör’’ olarak deklere edilmesini kabul etmektedir! En azından sessiz kalarak onaylamış olmaktadır. İşte kendini ve tarihi mücadelesini inkar etmesi burada çok daha kaba biçimde sırıtmaktadır…
Aynı negatif durum, anlaşmanın veya anlaşma sürecinin, tarafların hak ve taleplerini düzenleyen, anlaşma ve sürecinin genel norm ve şartlarını belirten taraflar arasında imzalanmış resmi bir müzakere metniyle deklere edilmemesinde de göze batmaktadır. Süreç genel olarak tek taraflı biçimde PKK’nin verdiği ödünler üzerinden işlemekte/yürümektedir. Yani, ‘’TC’’ devleti/iktidar karşısındaki tarafı muhatap almama tavrındadır ve PKK/Kürt ulusal cephesi bunu sorun görmemektedir. Bu durum, anlaşmanın/anlaşma sürecinin demokratik olmadığına açık kanıttır. Oysa olağan şartlarda gelişen bir anlaşma süreci, tarafların meşruluğunu tanımakla başlar ve taraflar arasında şartları belirtilmiş resmi bir müzakere metninin imzalanıp açıklanmasıyla demokratik zemine oturur. Ne yazık ki, mevcut süreç bütün demokratik şartlardan uzak ve tek taraflı ödünler üzerinden sürdürülmektedir. Bu zeminde de Kürt ulusu cephesinin yok sayılması, iradesinin tanınmaması öne çıkmaktadır ki, bu, Kürt ulusu iradesinin hiçleştirilmesi, ulusun rencide edilmesi demektir…
Bütün bunlar toplamında, yapılan anlaşmanın demokratik olmadığı, bilakis PKK açısından kendini redde uzanan kötü bir anlaşma olduğu söylenebilir. PKK 12. Kongresi ilgili kararlarının ideolojik-siyasi-askeri bakımdan tasfiyeciliğe denk düştüğü açıktır. Demokratik ve eşit şartlar taşımayan bir anlaşmadan demokratik, adil ve eşit bir toplum tasavvuru çıkarılamayacağı sır değildir…
Demokratik toplum kavramı içi doldurulmayan sınıf niteliği belirsiz bir kavramdır. Hangi sınıfın demokrasisi, hangi sınıf demokrasisine dayanan bir toplum gibi sorular yanıtsız kalmış/kalmaktadır. Eğer burjuva demokratik toplum kast ediliyorsa, bu, mevcut sınıf iktidarları ve devletinin egemen olarak varlığını sürdürdüğü/sürdüreceği ama ezilip sömürülen sınıfların ve mazlum ulusların boyunduruk altında olduğu bir toplum olarak bir değişikliğe denk gelmemektedir, bir anlam taşımamaktadır. Yok eğer devrimci/sosyalist demokrasi ve bu demokrasiye has demokratik toplum kast ediliyor ise, bu mücadelesiz kazanılmaz bir demokrasidir ve mücadelesiz barış içinde inşa edileceği tasavvur ediliyor ise, bu katıksız bir hayaldir. Sosyalist demokrasiye dayalı bir Demokratik Toplum’dan söz edip bunun burjuvaziyle barış içinde elde edileceğini tasavvur etmek demokrasiye de devrime de yabancıdır. Burjuva demokratik toplum isteniyor ise, burjuva demokrasinin özünde faşizm olduğu açıktır, mevcut tecrübeler de bu demokrasinin neme-nem bir şey olduğunu alenen göstermektedir. Dolayısıyla PKK’nin demokratik toplum hedefinden bahsetmesi bir şeydir ama nasıl bir demokrasi ve kimin demokrasisi olduğundan bahsetmemesi tesadüf değildir…
Sonuç olarak, bizler sürece nereden ve nasıl bakmaktayız?
Bizler meseleye Kürt ulusunun bağımsız devletini kurma hakkı da dahil, gasp edilmiş ve tanınmayan hakları açısından, maruz kaldığı milli baskı ve zulüm açısından, imha-inkar/asimilasyon ve kıyım saldırganlığı zaviyesinden bakmaktayız. Bunun için silahların bırakılmasını, PKK’nin fes edilmesini bir yere oturtamıyoruz. Taleplerini yasal meşruluk ve resmiyete kavuşturmadan anlaşmaya girmesi benimsenemez. PKK neredeyse hiçbir şeyin güvencesini almadan tek taraflı olarak anlaşmanın bütün şartlarını tek taraflı olarak kabul etmiştir. Bu kabul edilemezdir. İrade ve meşruluğunu ve haklılığını kendi eliyle baltalamış, yaralamıştır…
Eğer Kürt ulusuna bağımsız devletini kurma hakkı tanınmamış ise, bu sorunun çözüldüğü değil, bilakis asli temelleriyle devam ettiğini gösterir. Dolayısıyla, şayet Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma hakkı dahil, gasp edilmiş diğer bütün hakları tanınmamış ya da mevcut anlaşmayla bu haklar en azından belli esaslarıyla tanınmamış ise, bu anlaşma demokratik, eşit, adil olamaz, değildir de! Anlaşma sürecinin çarpıklıkları bu hakların tanınmamasıyla ortadadır. Mesele savaşmak ya da savaşmamak değil, gasp edilmiş ulusal hakların tanınması veya tanınmamasıdır! Bizler, anti-demokratik ve tek tarafın imtiyazları ve basıncı altında gelişen süreci demokratik olarak telakki edemeyiz. Eleştirilerimizin özü de anlaşmanın demokratik-eşit olmaması ve Kürt ulusunun gasp edilmiş haklarının tanınmamasınadır; son tahlilde bu hakların tanınmamasına rağmen anlaşmanın PKK tarafından tek taraflı ödünlerle yürütülmesi ve dahası PKK 12. Kongresinin (bu zemine rağmen) fesih ve sonlandırma kararı alarak PKK mevcudiyetini tasfiye etmesidir…