Kaynayan kazan olarak adlandırılan Ortadoğu, emperyalist güçlerin kendi bölgesel stratejilerini üzerinde ürettiği tüm ulusal-sosyal çelişkilerin tarihsel bir arka planı vardır. Tarihsel olarak faklı medeniyetlere ev sahipliğini yapması sonucu zengin kültürel birikimlerle birlikte, ulusal-etnik-inançsal- çelişkilerin dinamik olduğu bir coğrafyadır Ortadoğu. Farklı kültürler arasındaki çelişkileri körükleyen kapitalistler, hegemonya savaşlarını bura üzerinden icra etmiştir. Çünkü, zengin doğal kaynaklarla, jeopolitik önemiyle, bir coğrafya her tarihsel kesitte emperyalist güçlerin iştahını kabartmış, pazar ve kaynak paylaşımı ile emperyalist güçlerin çatışma alanı olmuştur. Emperyalist ve bölgesel güç dengelerine, emperyalist güçlerin stratejik planlamalarına göre dizayn edilmeye çalışılan bölgedeki gelişmelerin sürekli değişkenlik göstermesi, bu özelliğinden kaynaklıdır.

Ortadoğu’daki güncel gelişmeleri ele almaya çalıştığımız bu dakikada dahi çok şeyin değiştiğine tanıklık ediyoruz. Bu değişmelerin birçok boyutu vardır. Ancak iki ana akım gelişmelere tanıklık etmektedir ve değişmeleri belirlemektedir. Bunlardan bir tanesi, emperyalist güçler arasında süren ekonomik siyasal çatışmadır. İkincisi, ulusal kurtuluş hareketleridir. Ancak Ortadoğu’nun devrimci dinamikleri gelişmelere yön veremediğinden, içinde geçtiğimiz süreçte gelişmelerin yönünü, emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki “dengelerin” belirlediğini vurgulayalım. Örneğin, Suriye’de iktidar değişikliği, İsrail Siyonizminin sınır tanımaz saldırganlığı, İran ve İsrail arasındaki savaş, Yemen’e atılan füzeler vb. gelişmeler ABD emperyalizminin Ortadoğu’da etkinliğini geliştirme stratejisinin hamleleri olduğu açıktır. Bu coğrafyada ABD eksenli ulus devletler suni sınırlarla oluşmakta, var olanlar ise ABD’nin siyasal ekonomik çıkarlarıyla örtüşecek biçimiyle yeniden şekillendirmektedir. Büyük Ortadoğu projesinin bir hamlesi olan Suriye’de iktidar değişikliği ABD’nin stratejik ve uzun süredir planları içindeydi, ki bunu da gerçekleştirdi. Ortadoğu’da pazarlarını Çin ve Rus emperyalist güçlere kaptıran ABD, İsrail devletini kullanarak yaptığı askeri ve ekonomik hamleyle pazar hakimiyetini eline almıştır. Rus emperyalizminin İran ve Suriye üzerinde geliştirdiği Ortadoğu’da yayılmacı gücü daralmış, Suriye ABD’nin siyasal etkinliğin denetimine girmiştir. İran’ın, kısa süre içinde gücünü toparlaması mümkün görünmemektedir. İran ile Pakistan arasında yapılan antlaşma, her iki ülke başka bir güç tarafından saldırıya uğraması halinde karşılıklı birbirine yardım edecekleri hükmünü içerse de bu durumun pratik icrası son tahlilde Rus emperyalizminin bölgesel strateji pozisyonuna göre belirlenecektir.

Ortadoğu coğrafyasında güçlü devletler olarak bilinen, İsrail, Katar, Suudi Arabistan, Mısır ve “TC” ABD’nin ileri karakolları konumundadır. R.T. Erdoğan’ın bazen köpürmesinin arka planında ABD’nin kendisine daha fazla görev verme isteğidir. Emperyalist güçlere bağlılık daha fazla sömürü barbarlık ve yoksullaşmadır. Bu durum en açık örneği Ortadoğu coğrafyasında görülüyor. Geçmişte birçok medeniyete ve dinlere beşiklik etmesiyle birlikte, kültürel zenginliklerin odağı olması yönüyle dikkatlerini kendi üzerine çekiyordu. Oysa bugün, bölge açlık ve sefalet içerisindedir. Ekonomik ve politik olarak derin bir istikrarsızlığın olması ve yıllardır vekalet savaşların olması gibi sorunlar… Mevcut durumda dünyanın en güvenliksiz bölgesi durumuna getirildi. Emperyalist devletler arasında süren pazar dalaşında kitlelerin kamburuna yüklenen ekonomik faturaya yenisi ekleniyor. Emperyalistler arasında çelişkinin en keskin olduğu alan burasıdır. Yer altı zenginlik kaynaklarına hangi devletin hâkim olacağı sorunu sürekli değişmektedir. Yeni güçlü dinamik yayılmacı güç diğerini elinden bu zenginlik kaynaklarını almakta veya almaya uğraşmaktadır. Bu durum bölge özgülünde çatışma ve savaşlarla karşılık bulmaktadır. Bölge ekonomik ve siyasi olarak buna müsaittir.

Bölgenin son on beş yılına baktığımızda, sermaye devletleri en yüksek teknik silahlarla yıktıkları yok ettikleri coğrafyayı kâr amaçlı yatırım yapma yerine bölge zenginliklerini yağmalamayı tercih ediyorlar. Çünkü oradaki toplumun tümü silahlı, silahlı olmayanlarda silahların gölgesinde yaşamaktadır. Bütün petrol, savaş yürüten gerici emperyalist-kapitalist Şirketlere akmaktadır. Bu anlayış, bölgede yaşayan toplumların geleceğinde derin yaraların açılmasına vesile olduğunu bilmeyen yok. Suriye’de yürütülen vekâlet savaşı, sadece bölge halkının geleceğini karartmıyor aynı zamanda, dünya emekçileri içinde bir fatura çıkarıyor.

Emperyalist devletler; gelecek süreçte devrimci hareketlerin gelişmemesi ve toparlanmaması, ezilen halkın bağrında yenilerin ortaya çıkmaması için, öncelikle, Ortadoğu’daki ilerici dinamikleri yok etme yönelimindedir. Yani bölge halklarının kendi geleceğini örgütleme hakları, karanlığa gömülmek isteniyor. Toplumsal aydınlanmanın ana dinamikleri, aydınlar ve devrimcilerdir. Ve Ortadoğu’nun bu ilerici damarı olan, aydınlar, sosyalistler, devrimciler, yurtseverler katledilerek bu damar kesilmeye çalışılıyor. Çünkü Ortadoğu (Filistin başta olmak üzere) dünya devrimci hareketin askeri merkezi olarak bilinmekteydi. Gelecek kuşak devrimcilerin zihninde silinmesi için ilk planda bu coğrafyada devrimcilerin sosyalistlerin tasfiye olması gerekiyordu düşman acısından. Bu uzun süreli stratejik plandı ve Filistinli devrimciler, üzerinde uygulandı. Askeri teknikle bitiremedikleri FKÖ marjinalleştirilerek, Hamas gibi dinci örgütlerin gelişim koşulu sağlandı. Gelişen toplumsal hareket ve bölge devletlerin siyasi ideolojik çıkarlarıyla Hamas kurumu yeniden şekillendi, Siyonist İsrail’e karşı savaş içinde geniş toplumsal kesimin desteğini aldı. Kısacası; devrimci harekete karşı uygulanan tasfiyeci politika, daha sonra emperyalist ve bölgesel iktidarlarla çatışan, ya da başka blok denetimine giren, birçok dinci-cihatçı örgütün oluşması bütünselliğinde devreye konuldu. Emperyalist ihtiyaçlara göre devreye konulan, çıkar çatışmaları akabinde hedef alınarak tasfiye edilen ve yenilerinin kurulması koşulu sağlanan birçok cihatçı güç gibi…

Bir Kez Daha Şam-HTŞ

Esad döneminde Rus emperyalist devletin kuklası olan Suriye’nin HTŞ’ye teslim edilmesi, ABD’nin bölge stratejisinde bir hamledir. Bu katilleri iktidara getiren dünya halkların baş düşmanı ABD’dir ve dengeleyici askeri güç ise İsrail’dir. Çünkü ABD, HTŞ üzerinden Suriye’de denetim kurmaya çalışsa da aralarındaki ilişki çatışmasız değildir. Bölgesel gelişmeler ekseninde karşılıklı yapılan hamleler bunu doğrulamaktadır. HTŞ’nin Alevi katliamı, “TC”nin de desteğiyle, denetim genişletme çabasıydı. “Ortaklarıyla” sürtüşmeyi bu kesitte tali plana alan ABD ve yanındaki emperyalist güçler, bundan dolayı Alevi katliamını sessiz “itirazlarla” seyrettiler.

Şam’daki gerici-yobaz hükümetin, ikinci denemesi Dürzü halkına yönelik gerçekleştirdiği katliam oldu. ABD’nin Suriye’deki ana üssü olmak isteyen HTŞ, “TC” ile ortaklaşan itirazıyla İsrail’in askeri yayılmacılığını Suriye’de sınırlamak istedi. Ama İsrail’in bölgedeki rolünü iyi okuyamamanın tokadını yemiş oldular.

Dürzi halkını “koruma” adı altında askeri güçlerini devreye koyan İsrail, Şam’ın askeri altyapısını yeniden tahrip etti. Bu durumu çok yönlü okumamız gerekir;

Birincisi, “Şam’da seni iktidara getiren benim” diyor İsrail.

İkincisi, “Son Ortadoğu hamlesi ya da projesi geçmişin tekrarı değildir-olmayacakta…”

Üçüncüsü, “Şam kenti artık İsrail’e bağlıdır. İsrail’in arka bahçesidir…” diyor.

Kendisine bağlı bırakırken onu besleyip büyütmüyor! Artık ekonomik-politik bağımsızlığı Şam’ın elinden almış durumda.

Suriye, adını “geçici” dedikleri “hükümet” eliyle, çözümsüzlükler yumağı. Askeri-politik nüfuz gücüyle, HTŞ bu çözümsüzlük sarmalına cevap olabilecek düzeyde değildir. ABD’nin HTŞ merkezli Arap ve Kürtlerle “ittifak” arayışının maddi temeli budur. Bunu farkında olan Ahmet Şara, bazı askeri-politik-diplomatik hamlelerle, kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Yani, Ahmet Şara, bu enkazın altında sıkışmış durumda ve bundan çıkış yolu ararken de emperyalist ve bölgesel iktidarlar nazarında bir meşruiyet arayışındadır.

HTŞ, homojen bir grup değildir. Farklı değişik politik görüşlere sahip dinci radikal örgütler toplamıdır. İktidara hangi gerici örgütün hâkim olacağı üzerinde yeni çatışmaların olabileceği muhtemeldir. Bu durum, İsrail ve ABD açısından sorunludur, müdahaleye açıktır. Çünkü İsrail ve ABD’nin amacı, bölgede Siyonist yayılmacı güç için tehlike oluşturabilecek iktidarların tasfiyesini sağlamak, kayıtsız itaat ile rol verecek güçleri öne çıkarmaktır.

Diğer yandan saçı sakalı kesilerek imajı “yenilenen” Ahmet Şara ve örgütü HTŞ, bölgede birçok ülke iktidarıyla ilişkilenmekte, “TC” başta olmak üzere, bölgesel gericilikle iş tutmaktadır. Bölgedeki dengelerin şekillenmesinde rol almaya çalışan Mısır, Suudi Arabistan, “TC” gibi iktidarlar, bir yandan ABD-AB emperyalistleriyle ilişki içinde bu rollerini tanımlarken, diğer yandan HTŞ ile ilişkilenerek pazarlık güçlerini arttırmaktadırlar. Yani, her gerici dış devletin Suriye içinde ayakları söz konusudur.

Ortadoğu’ya elbette ki dizayn veren mevcut durumdaki dünya ekonomisini elinde tutan güçlerdir. Kıtalar ötesinde sadece bölgeye değil, dünyaya ayar çekiyorlar. Bunların başında ABD, Rusya, AB, Çin vs. vs. gelmektedir. Hal böyle olunca “barış” ya da “savaş” bu aktörlerin isteği doğrultusunda şekilleniyor. Bu emperyalist güçlerin, “barış” anlayışı; kirli ve haksız savaşın sürdürülmesi için, güç toplama manevrasıdır.

Beşar Esad iktidarını, Rusya emperyalizmi ne için kurban etti; elbette ki Ukrayna için. Suriye’nin ardında, Ukrayna üzerinde süren savaş hali, her iki emperyalist blok için ciddi tehlikelerin sinyalini veriyordu ve kapalı kapılar ardındaki anlaşmalarla, savaş alanlarını pay ettiler. Bu karşılıklı rızadan öte, savaş halinin yarattığı sıkışmışlığa geçici bir “çözümdü” ve bağrında her emperyalist gücün karşılıklı nüfuz sahalarına müdahale etmeyi barındırmaktadır. Bugün yeniden alevlenen Ukrayna sahasındaki çatışmalar, Polonya’ya yapılan askeri taciz, bunu ortaya koyuyor. Yani, somut durumda, ne ABD Ukrayna üzerindeki planlarından vaz geçmiştir, ne de Rusya Suriye ve Ortadoğu üzerindeki planlarından vaz geçmiştir. En ufak bir denge değişiminde, bu alanlarda emperyalist güçlerin yeni güç gösterilerine sahne olacaktır.

TC’nin Rojava hamlesi!

Başta bölge ve Suriye halkları açısından Rojava yönetimi önemli bir yerde durmaktadır. Dengelerin değişimi ile ortaya çıkan tarihi fırsatı iyi değerlendiren Kürt Ulusal mücadelesi, ulusal demokratik hakları statüsüne göre kendisini örgütlemiştir. Henüz taşlar yerli yerine oturmasa da Kürt ve Kürdistan açısından önemli bir gelişmedir Rojava yönetimi. Rojava yönetimi bölgesel düzeyde ve uluslararası hareket için politik olarak etki gücü önemlidir. Niteliğini tartışma dışında tutsak dahi, Kürt ulusunun Rojava’da bir statü kazanması, inkâr ve imha zihniyetiyle Kürt ulusunu kıyımdan geçiren “TC” için kabul görülmeyen bir gelişmedir. Öcalan üzerinden başlayan “müzakereler” süreci ve ABD’nin bölgede oluşturduğu “dengeden” kaynaklı, “TC” durumu hazmetmeden kabul etse de HTŞ-SGD görüşmelerinin ortaya çıkaracağı sonuç, “TC”nin tutumunu daha görünür kılacaktır. Mevcut durumda Rojava ile Şam yönetimi arasında bazı görüşmeler olsa da süreç ciddi uyumsuzluklarla tıkanmış durumda. Çünkü “TC”, Rojava özerk yönetimini HTŞ’ye bağlayarak tasfiye etme planındadır. Bu siyaset HTŞ’nin de arzusudur. Ama ABD, bir gücü başka bir güçle denetleme stratejisi gereği, Rojava Kürt statüsünü koruyarak bu güçleri “uzlaştırmak” istemektedir. Bu karmaşık durum, sadece HTŞ ile Rojava yönetimi arasındaki bir dinamit değil, aynı zamanda “TC”, İsrail, ABD, HTŞ ve Rojava yönetimi arasındaki bir dinamittir. Fiili durumda bunu teyit etmektedir. Rojava kendi çizgisine göre bir anayasa oluşturmuş durumda. Şam’da HTŞ ise tamamen gerici, demokrasinin dahi suç olduğu bir rejim ve anlayış ile toplumları yönetmek istiyor.

Paris’teki görüşmelerin tıkanması da nitekim Dera-zor idi. Çünkü, Dera-zor ikiye bölünmüş durumda. Dera-Zor, Arap ve Kürt toplumun birlikte yaşadığı kenttir. Ortak modele itiraz eden cihadist terörist örgüt HTŞ, buradan SDG’yi koparmak istedi. Çünkü Rojava modeli yerine kendi modelini genelleştirmek istiyor.

Kürdistan-Rojava Statüsü

Askeri işgal konumu esas olarak varlığını devam etse de “TC”nin inkâr ve imhaya dayanan tekçi statükosu, Rojava özgülünde iflas etmiştir. “TC”nin Rojava huzursuzluğu bundandır. Bölgesel gelişmeler, ABD’nin bölge planı, niteliği nasıl olursa olsun, Ortadoğu’da bir Kürt statüsü ortaya çıkarma yönündedir. Ama bu gelişmeye direnç gösteren “TC” başta olmak üzere bazı bölgesel iktidarlar, daha büyük çatışmalara süreci evirmeleri muhtemeldir. Tamda bu kesitte, askeri-politik-örgütlü güç olarak, kendi dinamiğini koruması, Kürtler açısından tarihi önemdedir. Bahçeli’nin, Öcalan üzerinden PKK ile başlayan “müzakere” sürecinin ilk hamlesi olarak kabul gören “silah bırakma” kararının Rojava alanında da uygulanması gerektiği açıklaması, Kürt ulusunun mücadelesinin bölgesel düzeyde tasfiye edilmesi planıdır. Kuzey’de “TC”ye, Batı’da HTŞ’ye silahlı ve politik dinamikleri tasfiye edilerek entegre edilmiş bir Kürt Ulusu gerçekliği, Lozan’ın güncellenmesidir. Bu boyutu ile, Kürtler açısından tarihsel fırsatlarla stratejik riskler yan yanadır. Silahlara veda şarkısıyla “demokratik topluma” çıkarılan davetiyenin tasfiyeci niteliğine dair sürdürdüğümüz tartışma, bu anlamda önemlidir.

Filistin Soykırımı

 2. Emperyalist Dünya Savaşı sonrası soykırıma maruz kalan Filistin ulusu yeni bir soykırımı yaşamaktadır. ABD emperyalizmi tarafından desteklenen Siyonistler; Filistin ulusunu haritada silinmesi için havadan karadan askeri operasyonlarla Gazze’de soykırım gerçekleştirmektedir. Emperyalist haydutların “orantısız katliam” boyutuna cılız tavır aldığı bu soykırım, ABD’nin başını çektiği emperyalist güçlerin bölge yapılanmasının bir ayağıdır. Çocuk-kadın, yaşlı-genç demeden askeri saldırılar ve ekonomik ambargo ablukası sonucu, savaş teknolojisi ile, aç ve susuz bırakılarak katledilen Filistinliler, İsrail’in şiddet aşırılığı ile katledilmemekte, gerici savaş stratejisinin bilinçli yöntemiyle katledilmektedirler. Savaşta kitlesel kıyım, emperyalist savaş stratejisidir. Ve ulaşılmaya çalışılan hedef odaklı devrededir. ABD’nin Gazze üzerindeki planı, İsrail yayılmacılığı ile devrededir ve sonuç bu stratejinin ürünüdür.

Gündeme getirilen “barış” görüşmeleri, tamamıyla hiledir, amaç Filistinlilere, Filistin topraklarının mezar yapılmasıdır. Hamas ve İsrail arasında “barış” görüşmeleri adına Katar’a giden Hamas liderlerinin suikastla öldürülmesi, bunu doğrulamaktadır. Yüz binlerce kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin açlıkta ölmesine, milyonlarca kişinin göç etmesine sebep oluşturan İsrail Siyonizm’i, bir kez daha karadan askeri hareketi başlatarak Gazze’yi, İsrail topraklarına katmayı hedeflemektedir. Son Birleşmiş Milletler toplantısı bu ortamda toplandı ve İsrail’e tavır, İsrail başbakanının konuşmasında salonu boşaltmakla sınırlı kaldı. Çünkü Birleşmiş Milletler toplantısının salonunda bulunan siyasal aktörler bu suçun yalnızca ortakları değil, bu savaşın taraflarıdır. Filistin ulusuna uygulanan milli zulmün sahipleridir. BM bünyesindeki 150’nin üzerinde ülkenin Filistin’i tanıması, “iki devletli çözümün” yeniden gündeme getirilmesi sadece katliam karşısındaki manevradır. Filistin ulusunun mücadelesini parçalamak, “devlet” olarak emperyalist güçlere dayanan kesimler dışında kalan Filistinlileri katletme “meşruluğu” yaratmak bu manevranın bir yanı iken, İsrail ve ABD’ye karşı bölgede özellikle AB emperyalist güçlerinin nüfuz alanını genişletmeye çalışmak bu manevranın diğer ayağıdır.

Ortadoğu’da Sınıf Mücadelesi!

Tarihsel deneyimlerle komünistlerin yaklaşımı nettir, çelişkilerin çözümünde devrimcidir. Tüm dünya gibi, Ortadoğu’nun kaderini, proletaryanın bilimsel dünya görüşü kılavuzluğunda, sömürülen ve ezilenlerin mücadelesi değiştirecektir. Bugün haksız savaşların dinamiği haline getirilmiş halklar, emperyalist ve bölgesel iktidarların çıkarları uğruna ölüme sürüklenmekte, yurtlarından kovulmakta, çatıştırılmaktadır. Ne emperyalist denklemler ortamında üretilen “demokrasi” doktrini, ne de savaşları yaratan güçlerin daha güçlü hamleler gerçekleştirmek için öne sürdüğü “barış” projeleri, bölgede barış ve huzuru sağlayamayacaktır. Filistin’de yaşanan insanlık dramına karşı, İsrail’e gönderilen askeri teçhizatı gemilere yüklemeyen liman işçileri, dünyanın birçok yerine Filistin’deki çığlığı sokaklara taşıyan öğrenciler, kadınlar, ezilenlerin ortak sesidir ve bu sesin direnişi, Filistin’le buluştukça devrimci sonuçlar ortaya çıkacaktır. Tüm ezilenler ortak sesle Filistin’deki soykırıma karşı dur demeli, bu haksız savaşa karşı mücadele etmelidir…

Önceki İçerikMarksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla Sosyalizm Geliştirilmez- 3
Sonraki İçerikBurjuva Klik Çatışmasının Kısa Bir Özeti ve Sürecin Devrimci Görevleri!