Ortadoğu’nun Dizayn Edilmesinde “yeni” Bir Süreç, RAKKA operasyonu!

Bölgedeki ilerici güçlerin ve ezilen ulusların, her şeyden önce bu emperyalist yayılmacılığın bir parçası olmaması, stratejik konumlanmalarının özü olmalıdır. Kürt Ulusu içinde durum aynıdır. Bölgesel çatışmalar içinde alan açmak ve bu çatışmaları fırsata çevirmek için hamleler yapma siyaseti, emperyalist hegemonyanın önünü açan bir siyasete dönüşmesi, stratejik anlamda, sadece Kürt ulusunun değil, bölge ezilen ve sömürülen halklarının hanesine yazılacak bir kayıptır. Bazen tarihsel koşullar, taktiksel bağlamda, gerici güçlerle bazı ilişkiler geliştirmeyi zorunlu kılabilir. Ki ulusal hareketlerin genel karakteri ve ulusal amaçları düşünüldüğünde, bu gibi ilişkiler daha yaygın gündeme gelebilir. Bu boyut, önderliğinin niteliği ne olursa olsun, komünistler açısından onun demokratik haklarını savunmamak anlamına gelmemektedir. Rojava Kürtleri, bugün gösterdiği savaş direnci, kullandığı tarihsel fırsatlar ve bu fırsatları bazı emperyalist güçlerle ilişki içinde ele alıp geliştirmesi, burjuva anlamda ulusal haklarında bir ilerleme olduğu açıktır ama bu ilerlemenin ufku gerici burjuva sınırları kadardır. Komünistler bu hakkın kullanılmasına demokratik muhtevasından kaynaklı saygı gösterseler de bir ulusun kurtuluşu için bu burjuva haklar sınırının parçalanıp, sosyalist program etrafında birleşmeyi çözüm olarak ortaya koyarlar. Parçalı haliyle emperyalist hegemonyanın şu veya bu düzeyde bir parçası olmuş Kürdistan, kapitalist-emperyalist sistemin kölelik zincirlerine teslim olmuş bir dünyadır. Bu anlamıyla, sürecin niteliği bağlamında gerici kapitalist dünya temsilcileri ile geliştirilmesi “zorunlu” olan ilişkilenmeleri doğru okumak gerekir.  Kuşkusuz bu zorunluluğun niteliğini, hangi ideolojik duruşla, nasıl bir çözüm projesine sahip olduğunu belirler. Ufkunu burjuva “çözümlerle” sınırlamış her anlayışın, burjuva gericiliğin bir parçası olması kaçınılmazdır. Tüm sorun, tüm bu ara çözümleri, stratejik ana darbeyi vurmanın aracı haline getirme meselesidir

HABER MERKEZİ(14.06.2017)-Suriye’de İŞİD’ in kalesi olarak görülen Rakka, uzun süredir gerek ABD ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist bloklar arasında ve gerekse de bölgesel gericilikler arasında yapılan yoğun pazarlıklar ve görüşmelerin ardından, emperyalist yayılmacılığın savaş kurmayı olan Koalisyon güçlerinin desteğiyle, bölgede Kürt ulusunun uğradığı tarihsel haksızlıkları, yine bu haksızlığın yaratıcıları olan gerici güçler arasındaki çatışmalardan faydalanarak fırsat yaratmaya çalışan Rojava Kürt Ulusunun önderliği YPG’nin, ana güç olduğu Suriye Demokratik Güçleri  tarafından kuşatıldı. Rakka kenti yakınlarındaki Mansura kasabası ve stratejik önemi Tabka kenti ve Azadi barajının Suriye Demokratik güçlerinin ilk hamlesinde İŞİD’den alınması, askeri anlamda bir hamle üstünlüğü olsa da Rakka merkezli sürecek olan çatışmanın uzun erimli olacağı ve bu çatışmanın seyri içinde, emperyalist güçler, bölgesel gericilikler ve Rojava Kürt iradesi açısından, ittifak ve çatışma pozisyonunda bir yığın politik gelişmeleri beraberinde ortaya çıkaracağı açıktır. Her ne kadar adına “Rakka Operasyonu” denilse de Suriye, Ortadoğu ve bugün çatışmanın ana üssü haline gelmiş Rakka, bölgede süren çatışmaların bir aşaması olarak cereyan edecek ve bura üzerinden doğan sonuç, bölgenin dizaynında önemli bir rol oynayacaktır. Mevcut Rakka “operasyonunun”, ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri tarafından havadan desteklenip, ABD’nin ağır silah yardımı ile donanan YPG’nin asıl güç olduğu, Suriye Demokratik Güçleri tarafından karadan  icra edilmesi, “TC” devletinin bunca ısrarlarına karşın bu “operasyonun” dışında tutulması, Suriye rejim güçlerinin Rusya’nın icazeti ile İŞİD’i Deyra Zor sahasından sıkıştırması, ve tüm bu gelişmeler ekseninde, bölgede patlak veren Katar krizi, ABD-İran arasındaki “soğuk savaş”, ABD, Suudi Arabistan merkezli şekillenen bölgesel politika, birbirleriyle bağlantılı gelişmelerdir ve özünü bölgenin dizaynı konusunda karşılıklı geliştirilen hamleleri ifade etmektedir. Genel hava olarak Rakka’nın İŞİD’ ten kısa zamanda alınacağı tezi öne çıkarılsa da İŞİD’ in bu kuşatmada göstereceği dirençten öte, Rakka savaşının, Ortadoğu ve Suriye’ deki savaşı daha da karmaşıklaştıracağı ve sonunda birçok siyasal gücü geriletecek bir süreci mayalayacağı açıktır. Bölgedeki her gelişmeye, emperyalist güçler başta olmak üzere, bölgesel gericiliklerin kendi çıkarlarına göre, bölgeyi şekillendirme çabaları rengini vermektedir. Bunun somut karşılığı bölgede süren gerici savaştır. Gerek vekalet güçler üzerinden ve gerekse de direk ana aktörler üzerinden süren bu gerici savaşta, emperyalist güçler, bölgesel gericilikler ve emperyalist güçlerle bölgesel gericilikler arasındaki çatışmalı durumdan faydalanma maksadıyla, konumunu güçlendirmeye çalışan PYD-YPG önderliğindeki Kürtlerin avantajları ve dezavantajları, tabi ki bir başlık konusudur. Bu konudaki yaklaşımımızdan önce, kısaca Rakka “operasyonu” arifesindeki bölgesel gelişmelere değinmek yararlı olacaktır.

Rakka “operasyonu” hazırlık sürecinin, son bir haftalık gelişmeleri irdelenip, bölgede belirleyici erk olmaya çalışan güçler ve bu güçlerin gerçekleştirdiği hamleler ele alındığında, Rakka “operasyonunun” niteliği daha net anlaşılacaktır. Askeri ve siyasal olarak bölgede daralan inisiyatifini yeniden toparlama amacına göre siyaset belirleyen ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump, uzun menzilli balistik füze denemesi gerekçesiyle, İran’a karşı sert politika izleyerek işe başladı. Ve son dönemlerde, Rusya ile “ittifak” içinde bölgede etkisini arttıran İran’ın nüfuz alanını kırmak için, buna karşı “yeniden” bir “sünni ekseni” oluşturmak istemektedir. Bu aynı zamanda, bölgesel “ittifak” güçler üzerinden sürdürdüğü çatışma ile, Rusya’yı frenleme amaçlıdır.

Donald Trump’ın, Suriye sınırına “güvenli bölge” inşa edilebileceği çıkışı, (reel karşılığının olup olmadığını tartışma dışı tutarsak), bu süreçte AKP-Erdoğan diktatörlüğü özgülünde “TC” devletinin durması gereken yeri belirlemek için, atılmış bir diplomatik ilişki oltasıdır. Ki bu çıkışla AKP-Erdoğan iktidarı “heyecanlanarak”, “stratejik tarihsel” dostları tarafından nihayet anlaşıldıkları beklentisiyle, Erdoğan-Trump görüşmesi başta olmak üzere, kurmaylar düzeyinde ABD ile bir yığın görüşmeler gerçekleştirmiştir. Bu görüşme trafiğinin Erdoğan tarafından, Bahreyn, Katar ve Suudi Arabistan özgülünde Körfez turuna dönüşmesi, arka plandaki ABD ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist güçlerin Ortadoğu politikasında, kendilerine bir alan açma gayretidir. ABD emperyalist bloğunun politik nüfuz kurma adımı bu şekilde şekillenirken, İran’ın, Kuveyt ve Umman ile yakın temasa geçmesi ve bu süreci Rusya ile Moskova görüşmelerinde “İki ülke (Rusya ve İran), ilişkilerinin düzeyini ilerletmek ve stratejik ortaklık düzeyine çıkarmak için büyük bir çaba içerisindedir” biçiminde deklere etmesi, bölgede oluşturulmaya çalışılan “dengeler” konusunda yapılan hamlelerdir. Yani süreç her açıdan, bölgedeki bazı güçlere (İŞİD gibi) karşı “ortak” tutum alma biçiminde bazı politik-askeri tutumlar geliştirilse de bu sürecin izafi yanıdır. Süreç başını ABD ve Rusya’nın çektiği iki emperyalist blok ve bu blokların bölgesel stratejik politikalarına göre, dönemsel ya da uzun vadeli çıkarlarına göre kurdukları “ittifak” kamplarının arasındaki derin çatışmalara göre yol almaktadır. Her iki emperyalist kamp ve bölgesel gericiliklerin tamda bu yoğun diplomasi trafiğinin akabinde, Amman’da 28. Arap birliği toplantısında, Trump’ın öngördüğü gibi, İran’a karşı (Rusya ya karşı aynı zamanda) “Sünni ittifak” kurma adımlarının atılması, çatışmalı şekillenecek süreçte ABD’nin yol haritasını açıklamaktadır.

Derin çatışmalar ve gerici güçlerin, stratejik bölge politikalarına uygun “dengeler” oluşturma ikliminde, gündeme gelen Rakka “operasyonuna” kimlerin katılacağı meselesi de yine bu nüfuz savaşları ve her gücün oluşturmak istediği “dengelerden” bağımsız düşünülemez. Rakka’nın İŞİD in elinden alınmasında, belirleyici rol oynayan güçlerin, Suriye, Irak ve keza Ortadoğu’da eli daha da güçlenmiş biçimde, hegemonya çatışmasında avantajlı duruma gelmiş olacaktır. Bir yandan “Sünni ittifak” ile İran ve Rusya’nın bölgede ele geçirdiği avantajlı pozisyonu zayıflatmaya çalışan ABD, diğer yandan da bölgenin kaderinin belirlenmesinde, siyasal ve askeri güç olarak önemli rolü olan Kürtleri (PYD-YPG), en azında Rakka “operasyonunda” yanına alarak, dayandığı bölgesel zemini güçlü kılmak istemiştir. Bu aynı zamanda İŞİD’ den alınan bölgelerin nasıl şekillendirileceği sorusunun cevabı ile de alakalıdır.” TC” devletinin Musul harekatının ardından, Rakka harekâtında da işin dışında tutulması, emperyalistlerin bölgeyi şekillendirme konusunda, “TC” devletine verdiği rolün sonucudur. Yoksa mesele, sadece askeri güç sorunu olsaydı, “TC” ordusu, bu kara operasyonunda daha etkin bir güç olurdu. Sorun bunun dışında, Ortadoğu ve bölgenin, stratejik olarak dizayn edilmesinde, “TC” devletine biçilen rol(süzlük) gereği geliştirilen politik tutumdur. ABD’nin politik, askeri planlamasının ardından Suriye Demokratik Güçlerinin karadan kuşatması ile gerçekleşen Rakka harekâtında ilerde hangi güçlerin dahil olacağı meselesi de askeri güç ve kabiliyetine göre belirlenmeyeceği açıktır. Yani İŞİD’in uzun vadeli direnip direnmemesi, ya da planlanan askeri gücün bu süreci başarıp başarmamasına göre, yeni güçlerin dahil olup olmaması tartışılmayacaktır. Bölgesel” dengelerde”, gündeme gelen karşılıklı hamleler ve bu hamlelerin hangi gücü daha avantajlı duruma getireceği konusu, bu operasyon güçlerinin bileşenini genişletecek veya daraltacaktır. Bu anlamıyla, İran, Suriye Ordusu ve Rusya’nın hangi stratejik hamle ile avantajı ele geçirip, bu operasyon gücünün bir parçası olacağı sorusu, gelişmelerin cevaplayacağı bir sorudur.

“TC” devletinin Ortadoğu Özgülünde Çöken Dış Politikası!

“Rakka operasyonu”, “Katar krizi” gibi başlıklarla, güncel olarak Ortadoğu ve Suriye’ deki gelişmeler değişik boyutu ile gündeme gelmiş bulunmakta ve her gerici güç, çıkarlarına göre gardını almaktadır. “TC” devletinin Neo-Osmanlıcı padişahı unvanı ile diş politikada racon kesen Erdoğan’da bu kritik gelişmeler üzerinden, kurtlar sofrasına çevrilmiş Ortadoğu ve Suriye sahasında, bilindik tavırlarını yenilemiştir. “TC” selefi “sultanı” Erdoğan’ın, söz konusu bu somut gelişmeler akabinde, “burada farklı bir oyun oynanıyor ama bu oyunun arkasında kimler var bulamadık” açıklaması, her boyutu ile manipülasyondur, çarpıtmadır. Öncelikle Ortadoğu ve Suriye üzerinde bir oyun oynandığı açıktır. Ve AKP-Erdoğan iktidarı özgülünde “TC”, bu oyunun bir parçasıdır. Oyun bir arka oyunu değil, bölge ezilen halkları açısından sonuçları vahşet olan, açık sahnelenen bir trajedidir. Emperyalist ve bölgesel gerici cihadist güçlerle geliştirdiği kirli ilişkiler akabinde, Neo-Osmanlıcı hayallerini yeşertecek saha bulamamaktan kaynaklı, “biz bu oyunda Fransız kaldık” manasındaki tavrı, oyunun niteliğine değil, oyunun sonucunda kendisine düşen paya olan itirazdır.

Bölge siyasetini, Kürt ulusunun, çöken bölge statükosu gerçekliğinde en geri düzeyde de olsa bir statü almasını engellemek ve bunu kendisi açısından yayılmacı bir güç konumu ile pekiştirmek üzerine kuran “TC”, bölgesel gelişmeler karşısında kendisine istediği alanı açamamıştır. ABD, AB ve Rusya emperyalist güçlerin ve bölgesel gericiliklerin çatışmalarından faydalanarak bir alan açmaya çalışmışsa da bu gerici politika güçler dengesini altında ezilmiştir. Yayılmacı emperyalist güçler üzerinden istediği sonucu alamayan “TC”, (Rusya’nın ön açması ile Fırat kalkanı işgal hareketini gerçekleştirse de), her daim bölge siyasetinde kullanacağı cihadist gerici güçlerle, sadece siyasal ortaklık bazında değil fiili ortaklıklarda geliştirmiştir. Yani, Müslüman kardeşler, el Nusra, İŞİD, Ahrar-us Şam, ÖSO, gibi cihadist güçler, “TC” devletinin bölge siyasetindeki temel dayanakları olmuştur. Dönem dönem bu güçlerle çatışması, kurulan bu derin ilişkileri ortadan kaldırmaz. Hem bu cihadist güçler ve Sünni Arap ideolojisini merkez almış bölgesel devletler üzerinden oluşturulan yayılmacı hayaller, hem de Rojava Kürt Ulusu iradesi somutunda, Kürt ulusuna karşı bölgesel olarak aldığı inkârcı, imhacı tutum, stratejik olarak (ABD-AB başta olmak üzere) emperyalistlerin bölgeyi yeniden paylaşmaları politikasında çatışmalı hale getirmiştir. Bölge devletleri bağlamında, Suudi Arabistan ve Katar üzerinden oluşturulan “ittifak” da ABD’nin son yönelimiyle parçalanmış, “TC” devleti bölge devletleri özgülünde politikasına oluşturduğu zemini kaybetmiştir. Son Katar krizinde, İslam ülkelerinin birliği üzerinden çığlık atmasının esas nedeni budur.

“Sünni blok”, “Arap NATO gücü” gibi tanımlamalarla, ABD’nin bölge politikasına yön verdiği bir tarihsel kesitte, radikal cihadist güçlere destek veren ülke olarak Katar’ın ablukaya alınması, sadece İran üzerinden Rusya’nın inisiyatifinin daraltılması değil, aynı zamanda gerici cihadist güçlerle geliştirilen köklü ilişkiler bağlamında seceresi kabarık olan Erdoğan’ın, sürece ve duruma göre kabarık bir suç dosyası kartının ABD tarafından gösterilmesidir. ABD bu baskılanma üzerinden, “TC” devletinin politikasına ayar vermeye çalışmaktadır. Diplomatik ilişkilerde ve saha politikasında, bunun yığınlarca envanterini bulmak mümkün. “Rakka operasyonu” ve Katar Krizinde” bu konudaki seceresini bilen hâkim güçler, ideologları üzerinden “Katar bahane. Rakka operasyonunda dışlanmamız, emperyalist bir oyun. Bizi kuşatmak istiyorlar.” Açıklamaları ve “cihan-ı aleme islamı savunan” tek irade, Erdoğan ve AKP “profili ortaya koymaları, olası bölgesel gelişmelerde, ortaya dökülecek suç envanterlerini bertaraf etmek maksatlıdır. Yani, bölge politikası, geliştirdiği “ittifaklar”, yayılmacı hevesler ve tüm bu siyasetini, Rojava Kürdistanı özgülünde Kürt ulusunu imha etme üzerine kuran “TC”, hem bölgesel dinamik gelişmeler karşısında hem de emperyalist güçlerin stratejik olarak şekillendirdiği, gerici bölgesel çıkarlar açısından bir “uyumsuzluktu”. Kendi gerici çıkarları ekseninde, bu siyasetinde direnç göstermeye çalışan “TC” yaşadığı her tıkanmada, bazı manevralar yapsa da bölge siyaseti konusunda tam bir çıkmaz yaşamaktadır.

Musul operasyonunun ardından Rakka harekâtında da “TC” devletinin dışlanması ve tüm itirazlarına karşın, PYD-YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik güçlerinin ağır silahlarla donatılıp sürecin aktif gücü haline getirilmesi, “TC” devletinin dış politikadaki yayılmacı hayallerine vurulan açık darbedir. “Fırat kalkanı işgal harekâtı ve ÖSO ile girilen ittifak üzerinden, bölgede rol almaya çalışan “TC”, Rakka harekâtı ile politik nüfuz alanını genişletmek istemiştir. Bu yayılmacılığın ana hedefi, Rojava Kürdistanı’nı kuşatmak, ora üzerinden Güney ve Kuzey Kürdistan’ da inkâr ve imha siyasetini derinleştirmekti. Ana plan bu olduğu gibi, ÖSO, El Nusra, vb. gibi cihatçı güçlerle, siyasal ideolojik dokusuna uygun Sünni cihadist İslam bloğuna bölgesel bir hat açmaktı. Rakka operasyonunda yer almak bunun için önemliydi. Gerileyen İŞİD otoritesinin yerine, yine aynı siyasal-ideolojik dokudan beslenen güçlerle inisiyatif olmak ve bu güçler üzerinden gerici çıkarlarını tesis etmek…. Bu durum ne ABD’nin ne de Rusya’nın kabul edebileceği bir durumdur. Bu emperyalist güçlerin bölge siyaseti, bugün toplumsal gelişmeler karşısında çöken bölge statükosunu korumaktan öte, kendi çıkarlarını yaygınlaştırmak için yeni bir statü oluşturmaktır. Kürtlerin, Arapların, Sünnilerin, Şiilerin, coğrafik nüfuz alanları hesaba katılarak, emperyalist çıkarlarının yayılmacılığı esas alınarak, özerk yapılar üzerinden merkezi bir konfederal yapı planlanmaktadır. Özellikle Kürt Ulusuna karşı, tarihsel haksızlık olan bölge statükosunu, kirli savaşının ana halkası olarak alan “TC”, bu politikanın uygulanmaması için var gücüyle direnç göstermek istemektedir. Bunun somut karşılığı, gerici güçlerin derin çatışmasıdır.

Rakka harekâtında yer almamak, sadece bölgesel siyasetinin hükümsüz kalması anlamında değil, somut pratik olarak ta “TC” açısından önemli çıkmazlar ifade etmektedir. İŞİD le mücadele adı altında işgal edilen alanlarda, Kürt ulusu başta olmak üzere, bölgedeki ilerici güçlere saldıran “TC” işgalci ordusu, İŞİD militanları başta olmak üzere, cihatçı bağnaz gerici güçleri, ÖSO şemsiyesi altında “legalleştirmekte” ve toparlamaktaydı. Rakka harekâtında yer almaması, bu projesinin bir ayağını eksik bırakacağı gibi, verilen taahhütleri bölgesel gelişmeler karşısında yerine getiremeyeceği için, bu cihatçı güçlerle de çatışmalı bir duruma gelme olasılığı güçlüdür. Yani hem politik anlamda hem de askeri anlamda “TC” devletinin bölge siyaseti hızlı bir şekilde irtifa kaybetmektedir.

Bu denli karmaşık çıkmazları olan “TC” devleti işin içinden çıkmak için, yine Kürt ulusuna karşı inkârcı, katliamcı kartını kullanarak zevali kurtarmaya çalışmaktadır. “PYD-YPG” askeri operasyonda yer aldı ama kurulacak masada yer almasın” dayatması, bölgedeki asıl hedeflerine yönelik emperyalist güçlerle yaptıkları pazarlıktır.  Bu pazarlığın ilerleyen süreçlerde nasıl şekilleneceği bir tartışma konusu iken, mevcut politik, askeri duruşuyla “TC” devletini bölgede derin açmazlar beklemektedir ve bu açmazlar üzerinden derinleşen her çatışma, sadece bölgede değil, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da çok önemli toplumsal gelişmeleri mayalamaktadır.

PYD-YPG Önderliğindeki Rojava Kürtlerinin Pozisyonu Ve Sürecin Niteliği!

Tarihsel gelişmeler karşısında bölge statükosu parçalanmıştır. Parçalanan bu statüko, Kürt ulusu açısından önemli tarihsel fırsatlar yaratmıştır.  Bu her şeyden bağımsız reel bir gerçektir. Kürt ulusunun yıkılan bölge dengeleri ve emperyalist bloklar, bölgesel gerici güçler arasında var olan çatışmalardan faydalanmaya çalışması, devrimci savaşın doğasında kabul gören bir durumdur. Tüm bu gelişmeler, önemli tarihsel fırsatlar yaratırken, kendi bağrında çok büyük tehlikelerde barındırmaktadır. Bu tehlikeleri hesaba katmadan, dönemsel bazı kazanımlar ve dönem bazında esas görülen tehlikeli güçlere karşı geliştirilen “ittifaklar” üzerinden yaratılan ilişkiler, stratejik açıdan daha köklü kayıplara sebebiyet verebilir.

Güncel olarak, “TC” devletinin bölge siyasetini, İŞİD gericiliğini geriletmek, hareket alanını daraltmak ve bu vahşi kuşatmayı bölge halkları için tehlike olmaktan çıkarmak, tabi ki önemlidir. Ama bu, bölgede yeni bir konsept üzerinden genişlemeye çalışan emperyalist yayılmacılığın önünü açan bir politik hatta olmamalıdır. Bu tehlikeye işaret ederken, esas anlamda Rojava Kürt Ulusal önderliğinin, başta ABD olmak üzere, bazı emperyalist güçlerle geliştirdiği taktiksel ilişkileri kriter almıyoruz. Bağımsız çizgi ve emperyalist gerici güçlerle aradaki derin farklar korunarak, özellikle ulusal hareketlerin gelişim seyrinde bu tür taktiksel ilişkiler gündeme gelebilir. Bu ilişkide gelişim seyrine göre kendi içinde ciddi riskler barındırsa da bundan öte sorun daha derinlikli ve stratejik siyaset sorunudur.

Başta ABD olmak üzere, AB ve Rusya emperyalizmi, Kürt ulusunun dostu olmalarından kaynaklı, Kürtlerle “ittifak” kurmamaktadırlar ya da Kürt mevzilerinde, üniformalı generalleriyle, askeri savaş teknik donanımlarıyla, Kürtleri korumak için boy gösterisi yapmamaktadırlar. Tarihsel süreç, bölgesel gelişmeler, Kürt realitesini, inkâr edilemez somut örgütlü bir güç olarak ortaya çıkarmıştır. Bu görmezden gelinemez bir gerçektir. Emperyalist çıkarların bölge yayılmacılığı, eski dengelerin üzerinden değil, kurulan yeni dengeler üzerinden yol almaya çalışmaktadır. Tüm emperyalist güçler, bu konuda mutabıktır. Özerk yönetimler tarzında bölgenin nüfuz alanlarına göre parçalanması ve bunun üzerinden merkezi bir otoritenin kurulması, emperyalizmin yayılmacılığının stratejik planıdır. Sorun hangi alanın, hangi emperyalist veya bölgesel gericiliğin kontrol edeceği sorunudur. Ve bu stratejik plan bugün bölgede derin çatışmaları yaygınlaştırmaktadır. Arap coğrafyası ve Ortadoğu’nun her ülkesinde, bu stratejik planın yarattığı çatışmalar yaşanmaktadır. Emperyalist yayılmacılığın bu derin çatışmaları içinde, Kürt ulusal dinamiğine dayanmak, her emperyalist güç için önemli bir avantaj yaratmaktadır. Tarihsel stratejik “müttefiklerinin” itirazlarına karşın, ABD’nin, YPG güçlerinde ısrar etmesinin temel nedeni budur. Yoksa Kürtlerin elde edeceği statü, ABD emperyalizminin, politik olarak savunduğu bir durum değildir. Rojava’da Kürtlerle kol kola görünmeye çalışan ABD, Kuzeyde “TC” devletinin Kürdistan’ı kan gölüne çevirmesine destek vermekte, en geri çizgide konumlanan Barzani’nin “bağımsızlık” referandumuna itiraz etmektedir.  Demek ki sorun Kürt ulusunun ulusal hakları değil, hangi alanda emperyalist çıkarların nasıl şekillendirileceği sorunudur.

Bölgedeki ilerici güçlerin ve ezilen ulusların, her şeyden önce bu emperyalist yayılmacılığın bir parçası olmaması, stratejik konumlanmalarının özü olmalıdır. Kürt Ulusu içinde durum aynıdır. Bölgesel çatışmalar içinde alan açmak ve bu çatışmaları fırsata çevirmek için hamleler yapma siyaseti, emperyalist hegemonyanın önünü açan bir siyasete dönüşmesi, stratejik anlamda, sadece Kürt ulusunun değil, bölge ezilen ve sömürülen halklarının hanesine yazılacak bir kayıptır. Bazen tarihsel koşullar, taktiksel bağlamda, gerici güçlerle bazı ilişkiler geliştirmeyi zorunlu kılabilir. Ki ulusal hareketlerin genel karakteri ve ulusal amaçları düşünüldüğünde, bu gibi ilişkiler daha yaygın gündeme gelebilir. Bu boyut, önderliğinin niteliği ne olursa olsun, komünistler açısından onun demokratik haklarını savunmamak anlamına gelmemektedir. Rojava Kürtleri, bugün gösterdiği savaş direnci, kullandığı tarihsel fırsatlar ve bu fırsatları bazı emperyalist güçlerle ilişki içinde ele alıp geliştirmesi, burjuva anlamda ulusal haklarında bir ilerleme olduğu açıktır ama bu ilerlemenin ufku gerici burjuva sınırları kadardır. Komünistler bu hakkın kullanılmasına demokratik muhtevasından kaynaklı saygı gösterseler de bir ulusun kurtuluşu için bu burjuva haklar sınırının parçalanıp, sosyalist program etrafında birleşmeyi çözüm olarak ortaya koyarlar. Parçalı haliyle emperyalist hegemonyanın şu veya bu düzeyde bir parçası olmuş Kürdistan, kapitalist-emperyalist sistemin kölelik zincirlerine teslim olmuş bir dünyadır. Bu anlamıyla, sürecin niteliği bağlamında gerici kapitalist dünya temsilcileri ile geliştirilmesi “zorunlu” olan ilişkilenmeleri doğru okumak gerekir.  Kuşkusuz bu zorunluluğun niteliğini, hangi ideolojik duruşla, nasıl bir çözüm projesine sahip olduğunu belirler. Ufkunu burjuva “çözümlerle” sınırlamış her anlayışın, burjuva gericiliğin bir parçası olması kaçınılmazdır. Tüm sorun, tüm bu ara çözümleri, stratejik ana darbeyi vurmanın aracı haline getirme meselesidir.

Tüm bu ilişkilenmelerde, bağımsız Kürdistan çizgisini korumak ve stratejik-taktik ilişkileri buna göre ele almak, Maoist komünistlerin, bölgesel gelişmelerde, Kürt Ulusal demokratik önderliklerine yapacağı temel öneridir. Tüm bölgesel gelişmeler baz alındığında, Kürt ulusunun stratejik ilişki geliştireceği güçler, Komünistler ve devrimciler başta olmak üzere, anti-kapitalist ilerici güçlerdir. Kürtler, politik savaş stratejisi anlamında, stratejik ilişki kuracağı güçler, Kürtlerin içindeki farklı anlayışlardır, Kürtlerin özgürlüğünü isteyen devrimci ve komünistlerdir. Böyle bir stratejik ittifaklar çizgisi, aynı zamanda, bölgede katil sürüleri gibi çıkarlarını genişletmeye çalışan emperyalist ve bölgesel gericiliklere karşı bölge halklarının geliştireceği mücadeleyi de güçlendirecektir.

Önceki İçerikGüney Kürdistan’da referandum tartışması!
Sonraki İçerikDHF: 15-16 Haziran Direniş Bilincini Kuşanalım!