Belli bir süredir kamuoyunda beklenen, Kürt ulusu cephesinde heyecan uyandıran ve uzun istişareler sonucunda Kürtlerin kader yolunu çizen o “büyük uzlaşmanın” siyasi metni Öcalan’ın “tarihi çağrısı” olarak nihayet 27 Şubat 2025 günü “İmralı Heyeti” tarafından okunarak kamuoyuna duyuruldu…

Yazılı metinle yapılan çağrı bizzat Öcalan’a ait olsa da, uzlaşmanın bir emaresi olan bu metnin, taraflar arasında kararlaştırılan müşterek metin olduğu söylenebilir. Öcalan’ın iktidardan, iktidarın Öcalan’dan bihaber olduğu, dolayısıyla yapılan çağrının iktidarla pazarlıklardan bağımsız olduğu düşünülemez. Yani Öcalan’ın bu çağrısı taraflar arasında varılan uzlaşmanın ürünü ve sonucu olarak mümkün olmuştur. Çağrının karşılıksız olduğu veya hiçbir karşılık alınmadan, hiçbir anlaşma-uzlaşma sağlanmadan yapıldığı tasavvur edilemez. Bu anekdotlardan sonra “Tarihi Çağrı”nın ayrıntılarına ilişkin kısa bir kritiğin yapılması da komünistlerin tarihi sorumluluğudur.

Bilindiği gibi, çağrının gerçekleşmesine gelen ilgili süreç, gizli görüşmeler trafiğini saymazsak, aleni biçimiyle Bahçeli’nin yaptığı o meşhur çağrıyla başlamıştı. Bahçeli’nin yaptığı “çağrı” da, bugün Öcalan’ın yaptığı ‘’tarihsel’’ çağrı da, hedef ve ana fikirde örtüşme anlamında aynı niteliktedir. Öcalan kendisinden beklenen bu çağrıyı yaparak, Bahçeli’nin de Erdoğan’ın da yüreğine su serpmiştir. Çağrı faşist iktidar ortakları olan bu iki figür için tam bir can simidi oldu. Zira bahis konusu iki aktörün temsil ettiği iktidar Ortadoğu’da yaşanan ve Kürtleri de içine alan gelişmeler zemininde adeta köşeye sıkışmış durumdaydı. Kürt sorununda adım atmak zorundaydılar ki, tam da bu durumda Bahçeli ilgili çıkışla meşhur çağrısını yaptı. Bahçeli’nin bu çıkışı-çağrısı bile başlı başına bir inceleme konusudur; eğer Bahçeli gibi biri Öcalan’a dönük bu çağrıyı yaptı/yapmak zorunda kaldıysa, bu ne kadar sıkıştıkları ve zor durumda kaldıkları anlamına gelir…

Peşinen söyleyelim; burjuvazi veya egemen sınıf iktidarlarıyla her türden anlaşmayı ilke olarak reddetmez, her şartta karşı çıkmayız. Bilakis, belli şart ve koşullarda bu anlaşmaların yapılabileceğini kabul ederiz. Yapılacak anlaşmaların tarafların eşit haklara sahip olduğu demokratik şart ve normlara dayalı özellikte olmasını baz alırız. Dahası, genel anlamda tek-tek anlaşmaları öngörür, mümkün sayarız. Fakat tek-tek anlaşmaları aşarak genel anlaşma siyasetini sorunlu anlaşma çizgisi olarak görür ilkesel olarak benimsemeyiz. Yani tek-tek taktik anlaşmalar yapılabilir ama stratejik anlaşma siyasetini benimsemeyiz… Kürt ulusal hareketi de Türk hakim sınıfları iktidarıyla belli şart ve koşullara bağlı olarak belli anlaşmalar yapabilir. Lakin tüm siyaset ve stratejisini anlaşma siyasetine dönüştürür, bu zemine oturursa, bu hatalı olur. Mevcut çağrı bu stratejik hatayı ifşa eden niteliktedir.

Bir anlaşma-uzlaşma ürünü olan 27 Şubat 2025 gün ve tarihli Öcalan’ın çağrısı, köklü bir siyasi kırılmayı ve geriye doğru büyük bir tasfiyeci kopuşu barındıran muhtevasıyla kapsamlı olarak eleştiriye tabi tutulması gereken ciddi bir kırılmadır…

Yapılan çağrının özündeki temel noktalar özetle şunlardır:

1)-Öcalan, PKK’ye silah bırakma çağrısını masumlaştıran çıkışıyla, PKK’nin kongresini toplayarak kendisini fes etmesini istedi ki, kendi değimiyle, ‘’bu tarihi sorumluluğun’’ altına girmiş oldu. Bu sorumluluk, Kürt ulusunun on yıllar alan mücadelesi ve savaşının noktalanmasıyla birlikte, mücadele örgütü ve ordusunun da dağıtılarak ortadan kalkması itibarıyla ağır bir yükümlülüktür… Sürecin bu hazin sona varacağı çağrıdan ve her bakımdan anlaşılmaktadır. Bu çağrı yapıldığına göre, çağrının tüm muhatapları, çağrıdan önce hazırlanan bu sürecin içinde olup bilgi sahibidirler denebilir. Zira Öcalan, muhatapları tarafından olumlu anlamda karşılık verilmeyecek bir çağrı yapma riskini göze almaz; otorite ve inisiyatifini boşa düşürme pahasına bu çağrıyı yapmaz. Dolayısıyla PKK’nin çağrıya olumlu yanıt vereceği kesin olmasa bile, güçlü olasılıktır. Ve hatta biraz daha ileri gidersek, PKK’nin olumlu yanıt vereceği önceden hasıl edilmiştir. Buna karşın ‘’Kongrelerini toplayarak karar almaları’’, salt bir prosedür olup PKK’nin demokratik iradesini kotarma ya da ona saygı gösterme zorunluluğunu ifade eder… Çağrıya uyma bağlamında, PKK’nin tarih olacağı günlere doğru hızla giriyoruz diyebiliriz; üzücüdür ama bir gerçektir. Evet PKK tarih olacaktır; çünkü PKK’nin Öcalan’ın çağrısına olumsuz yanıt vermesi ya da Öcalan’a karşı çıkması olağan koşullarda mümkün ve olası değildir. Dolayısıyla Öcalan çağrısıyla PKK’yi bu aşamaya getirmiştir.

2)-Öcalan’ın üslendiği bu “tarihi sorumluluk” içerik olarak Kürt ulusunun geleceği ve kaderini etkileyen önemde bir savruluştur. Daha da kötüsü, Öcalan kişisel olarak bu yetkiyi kullanmaktan geri durmadı; Kürt ulusunun kaderi hakkında tasarrufta bulunmaktan sakınmadı… Kürt ulusunun demokratik iradesine danışarak sonuç alınmış olsaydı, sürecin sorumluluğunu ulusun kendisi almış olurdu. Lakin, Kürt ulusunun iradesi alınmadığı gibi, belirleyici bu iradeyi Kürt ulusu adına Öcalan kullanmıştır. Bu demokratik değil, anti-demokratiktir. Dahası bu durumda, ‘’yaşanan süreç ulusun tercihi ve iradesidir, bu iradeye saygı duymaktan başka yapacağımız bir şey yoktur/olamaz’’ diyemeyiz. Ulusal hareket önderi ulusun iradesini her durumda temsil etmez/edemez. Özellikle ezen-egemen ulusla birlikte yaşama veya ayrılma sorunu kesinlikle ulusun iradesiyle sonuçlandırılması gereken bir konudur…

3)-Öcalan’ın kamuoyuna açık biçimde okunan PKK’ye dönük ‘’silah bırakma ve kendisini fes etme’’ çağrısı, bir pazarlık ve anlaşmanın sonucu olsa da, çağrının hiçbir şart ve talebin dile getirilmeden yapılması Kürt ulusunun değil, mevcut iktidar ve devletin dayatmalarına boyun eğerek onların moral gücünü öncelemekten öteye, okunan çağrı metninde, bu uzlaşma şartlarından ya da mutabık olunan anlaşma çerçevesinde tanınan veya alınan hak ve taleplerden söz edilmemesi, gerek Öcalan ve gerekse de PKK ve Kürt ulusu açısından onur kırıcı ve aşağılayıcı bir durumdur. Dolayısıyla, mevcut içeriğiyle yapılmış olan bu çağrı, tam bir teslimiyet değilse bile, eşit hak ve demokratik normlardan uzak, faşist iktidar lehine tek taraflı olarak yapılmış bir anlaşmanın eseri olduğu rahatlıkla söylenebilir. İlgili çağrı mevcut içeriğiyle, büyük bir yenilgi kabulü, ağır bir kırılma hali ve katıksız geri adımın derin işareti olarak tarif edilebilir…

4)-Öcalan tarafından yapılan çağrı bu bakımdan gerçekten de tarihseldir fakat bir o kadar da talihsizdir. Tarihseldir çünkü, onlarca yıldır silahlı mücadele yürüten PKK gibi büyük ve hatta bölgesel çaptaki bir askeri-siyasi güç/örgüt, mücadeleye gerekçe olan hiçbir hedefine uluşmadan kendisini fes etme çağrısıyla yüz yüze kalmış, getirilmiştir. Devasa ve anlamlı bir savaş, büyük mücadele ve bunun aracı olan örgüt, yani Kürt Ulusal Hareketi gibi demokratik, haklı ve meşru zemindeki siyasi olgular bütünü, bizzat kendisi-aktörü tarafından mevcut pozisyondaki siyasal yaşamdan çekilme yoluna girerek, bütün bu geçmişi ve tarihine bir anlamda kilit vurmanın eşiğindedir. Bütün bu anlamlarda yapılan çağrı tarihseldir. Lakin aynı çağrı, tarihsel önem taşıyan tasfiyeci içeriğinin yanı sıra, Türk hakim sınıfları açısından tarihsel başarı, Kürt ulusunun egemen Türk ulusu burjuvazisinin milli baskısı altında kalmayı taahhüt eden tüm içeriğiyle, Kürt ulusu ve hareketi açısından büyük bir talihsizliktir.

5)-Öcalan’ın çağrısı, ‘’Barış ve Demokratik Toplum’’ tasavvuruyla gerekçelendirilmektedir. Soyut bir arzudan da ibaret olsa, bu tasavvur temelinde ‘’Barış’’ın sağlanması tamamen mümkündür. Mümkündür çünkü, ilgili ‘’Barış’’ tek taraflı olarak Öcalan ve dolayısıyla Kürt ulusal hareketinin tasarrufundadır; kısacası Kürt ulusu ve siyasi aktörleri tarafından tek taraflı olarak kararlaştırılıp uygulanan bir süreçtir barış. (Tabi ki, gerçek manada bir barış, gerici egemen sınıfların elini silahtan, kan ve katliamdan çekmesiyle olanaklıdır.) Fakat, mesele ‘’Demokratik Toplum’’ tasavvuruna gelince durum bambaşkadır. Bunda belirleyici olan Kürt ulusu ya da Öcalan değil, bizzat ve doğrudan Erdoğan-Bahçeli komutasındaki siyasi iktidardır. Yani ‘’TC’’ devletinin karara bağlayacağı bir süreçtir ki, gerici sınıflarda bu meziyet de bu niyet de yoktur. Dolayısıyla demokratik toplum tasavvuru devrim dışında asla mümkün olmayan bir tasavvurdur. İşte, Öcalan ve Kürt Ulusal Hareketi’nin yanılgıya düştüğü veya görmezden geldiği büyük gerçek tam da budur. Erdoğan ve Bahçeli’den ve tekçi paradigmalara dayanan ‘’TC’’ devletinden ‘’Demokratik Toplum’’ beklentisi asla gerçekleşmeyecek olan hayali bir beklentidir. Ne yazık ki, herkes tarafından ‘’kandırılan’’ Erdoğan, Kürtleri kandırmakta hakandır; döne döne kandırmaktadır. Oslo görüşmeleri, Dolmabahçe mutabakatı ve bunların soykırımcı vahşi katliamlara varan sonuçları, en yakın ve sıcak tecrübeler olarak hala akıllardadır.

6)-Öcalan’ın çağrısı, tamamen haklı ve meşru olup, demokratik nitelik ve meşru nedenlere dayalı olarak gelişen Kürt Ulusal Hareketi ve ağır bedellerle omuzlanan mücadelesinin inkârı, dolayısıyla kendisinin de inkârı anlamına gelir. Şayet bu çağrı Kürt ulusuna dönük milli baskıyı ortadan kaldıran, ulusların tam hak eşitliğine dayanan demokratik ve eşit şartlara bağlayan bir çağrı olsaydı elbette söylenecek tek söz olmazdı; çünkü herkes de biliyor ki ezilen ulusların ve sınıfların ulus ve sınıf olarak şiddete başvurması tümüyle ve sadece ezenin şiddetinden özgürleşmek amaçlıdır. Bu gerçekliğin es geçilmesi üzerinden yapılan çağrının herhangi bir talep içermeksizin yapıldığı düşünüldüğünde çağrı baştan sona sorunlu ve eleştirilmeyi hak eder. Söylediği gibi varsa bir anlaşma metni bu kamuoyuna açılmamış, hiçbir garantisi olmayan ve tamamen faşist iktidarın merhametine bırakılmış bir uzlaşma ne benimsenebilir ne de demokratik ve eşit olabilir…

7)-Kürt Ulusal Hareketi veya Kürtler artık savaşmak istemeyebilir ve bu iradelerine bağlı olarak isterlerse savaşmaz ve isterse egemen ulus burjuvazisiyle barışabilirler de. Bu onların kendi tercihi, siyaseti ve tasarrufudur. Üçüncü ağırlar buna karar veremez, verme durumunda olamazlar. Lakin benimsenen bu yolun doğru ya da yanlış olması ayrı bir tartışmadır. Bu yolun Kürt ulusu açısından ne anlama geleceği, ulusun hak, talep ve özgürlükleri açısından ne anlama geleceği, Kürt ulusunun kaderi ve geleceği açısından nelere yol açacağı ve ne anlama geleceği bambaşka bir şeydir. İşte bizlerin eleştirel yaklaşımı buna binaendir esasta.

Savaşı Açık Yapıp, “Barış”ı, Savaşa Hayatını Veren Halka Kapalı Gerçekleştirmek Ezilenlerin Tutumu Değildir

Çağrının en temel zaaflarından birisi de budur. Savaşan iki ulusun siyasi iradeleri bir noktadan sonra savaşı sonlandırıp sorunları sulh yoluyla çözmeye karar vermişlerse, bu kararların neye dayandırıldığı; savaşa neden olan sorunların savaşsız da çözüleceğine karar verilmişse, bunların hangi yöntemle, hukukla çözüleceği; tarafların birbirleri lehine hangi tavizleri verdiği, belirsiz kalan ve zamana bırakılan sorunların çözümünün hangi taahhütlerle garanti altına alındığı, bu anlaşmanın ihlal edilmesi halinde kimin hangi düzeyde hakem rolü veya tanık rolü oynayacağı, anlaşmayı bozanın göreceği bir yaptırımın olup olmadığı, tanımlanmışsa bu yaptırımların ne olduğu vb. belli değil. Bir anlaşma varsa da bu, anlaşmayı ve çağrıyı yapanların dışında halkın ve ulusun bihaber olduğu bir anlaşmadır. En genelde yapılanın bir barış mı yoksa bir tarafın “el kaldırması” mı olduğunun kamuoyuna kapalı olması karşılıklı çağrıların ortaya çıkardığı en büyük belirsizliktir. Bu belirsizlik sadece güvensizliği değil, tepki, öfke ve endişe de üretiş durumdadır. Bu özelliğiyle Bahçeliyle başlayıp Öcalan’dan beklenen çağrının gelmesiyle bir olguya dönüşen bu süreç boyunca her ne yapılıyorsa bunun kamuoyundan gizlenmesi başlı başına bir sorundur.

Yapıldığı anlaşılan ‘’tarihi’’ anlaşmanın ve bunun ürünü olan ‘’tarihi çağrıya’’ yansımayan ve salt ‘’Barış ve Demokratik Toplum’’ hayalini içeren arzuyla sınırlı olan şart dışında, anlaşmanın neyi ihtiva ettiğini şimdilik bilmiyoruz. Lakin tek taraflı çağrının yapılmasından anlaşıldığı kadarıyla karşılıklı olarak bir anlaşmanın yapıldığı muhtemeldir. Ve muhtemeldir ki, Kürt ulusuna dönük kimi hakların tanınması zemininde belli adımlar atılarak bir iyileşme çerçevesi gündeme gelecektir. Bunun kısmi ve kırıntı hakları aşmayacağı anlaşmanın yapıldığı şartlardan ve ‘’karşılıksız’’ görünümü altında tek taraflı olarak yapılan ilgili çağrıdan da anlaşılmaktadır. Buna karşın, sağlanan anlaşmanın henüz açıklanmamış şartlarının beklenenden daha ileride olması da mümkündür. Fakat bu olasılıkta bile, ana dilde eğitim, yerel yönetimler yasasında düzenleme, Kürt coğrafyasında Kürt isimlerin verilmesi, il-ilçe vb. yerlerin Kürt ismini almasının yasaklar listesinden çıkarılması, Öcalan’a dönük tutsaklık şartlarının iyileştirilmesi ve belki de yakın zamanda belirlenmiş koşullarda serbest bırakılması, tutsaklara dönük infaz düzenlemelerinin yapılması gibi adımları aşmayacaktır…

Durum ve gerçeklik ne olursa olsun, genel prensipte Kürt ulusu lehine atılacak her ileri adım ve tanınacak, verilecek, kazanılacak her demokratik hakkı savunur, destekleriz. Aynı prensip temelinde Kürt ulusunun milli zulme yönelen meşru demokratik mücadelesini haklı görür, destekler, yanında yer alırız. Bağımsız devlet hakkını kayıtsız şartsız tanır, destekleriz. Bugün itibarıyla da, Kürt ulusunun meşru haklarından herhangi birini özgürce kullanılmasının önünden kaldırılacak her engeli Kürt ulusunun ulusal kimliğinin özgürleşmesine tekabül edecek her kazanımı ve ileri süreceği her talebi destekler, savunuruz. Ancak mevcut süreci eleştirel gözle okuyup Kürt ulusu/Kürt Ulusal Hareketini uyarma görevini de, siyasi kimlik ve sorumluluğumuz gereği ihmal edemeyiz. Toptancı ret ve toptancı kabul tavrında olamayız. Kısacası, henüz içeriğini veya Kürt ulusu adına verilmiş ya da tanınmış olan hak ve özgürlükleri bilmediğimizden dolayı, yapılmış olan anlaşma hakkında somut değerlendirmelerde bulunamasak da, yapılan çağrı biçimiyle yansıtılıp işletilen süreci ve mevcut çağrıyı içerik ve yöntemiyle olumlu bulmadığımızı açıklıkla söyleyebiliriz. Mevcut durumda, sağlanan anlaşma çerçevesinde Kürt ulusuna hangi haklarının tanındığı, hangi taleplerinin karşılandığı muamma iken, yapılan çağrı tüm açıklığıyla PKK’nin fes edilmesini öngören ve isteyen, Öcalan’ın çağrısı olması nedeniyle muhtemelen PKK tarafından dikkate alınacak tasfiyeci bir çağrıdır. Savaş yorgunluğu, savaşın tıkandığı ve savaşın miadını doldurduğu vb. vs. şeklinde dilendirilen anlayış ve askeri-siyasi çizgideki kırılma doğrultusunda girilen tasfiyeci reformist yol, bugün yapılan çağrıyla stratejik rotasını yeniden belirlemeye zorlayan bir yol ayrımıdır.

En genelde, sağlandığını varsaydığımız anlaşmanın geri bir anlaşma olduğu, bu anlaşmanın uluslar arası(iki ulus arası) eşitlik ilkesine göre gerçekleşmediği, ulusların tam hak eşitliği ve ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı ilkesini dikkate alan/tanıyan demokratik bir anlaşma olmadığı, anlaşmanın esasta egemen-ezen Türk ulusu ve burjuvazisinin imtiyaz üstünlüğü temelinde gerçekleştiği, tayin edici amaç ve içeriğinin PKK’yi tasfiye etme yoluyla Kürt ulusunun mücadelesini tasfiye eden bir anlaşma olduğu söylenebilir. Çünkü eşit olmayanlar arasında ve eşitsiz şartlarda sağlanan bir anlaşma veya bir barış, gerçek manada demokratik, eşit, adil bir anlaşma ve onurlu bir barış olmaz/olamaz. Anlaşma veya barışın muhatap taraflarından biri mevcut iktidar, diğeri ise Kürt ulusudur, yani Kürt ulusu adına bu iktidar-devlet tarafından tutsak edilmiş olan Öcalan’dır. Tutsak bulunan Öcalan’a uygulanan baskı ve üzerinde kurulan basınçla demokratik bir anlaşmanın sağlanamayacağı, bir anlaşma sağlansa bile bunun tek taraflı bir “anlaşma” olacağı aşikardır.

Çağrıya vesile olan bu anlaşma süreci, kısmi de olsa Kürt ulusuna bir özgürlük getirmez, getirmek şöyle dursun, gerçek manada ulusal-demokratik haklarına kavuşmasını sağlamaktan da alabildiğine uzaktır. Bilakis, çağrıyla startı verilen bu süreç, Kürt ulusunun bağımlılığını derinleştirecek, boynundaki boyunduruk ve ayağındaki kölelik prangalarını perçinleyecektir. Güdük ya da cılız bir kısım hak kırıntıları uğruna Kürt ulusunun köleliği uzunca bir süreç daha garanti edilecektir…

Önceki İçerikEylem İçin Taktik Zafer İçin Strateji İhtiyaçtır!
Sonraki İçerikKapsamlı Tasfiye Planları ile Toplumsal Dinamikleri Teslim Alma Çabası, Faşizmin Saldırılarının Mahiyetidir!