HABER MERKEZİ (03.10.2016) – Emperyalist-kapitalist sistemde, tekellerin sermaye hareketini belirlemenin kuruluşlarından biri olan “uluslararası kredi derecelendirme” kurumu Moody’s ‘in,”TC” ekonomisinin notunu,”yatırım yapılabilinir” ülke seviyesinin altına düşürmesi,AKP-Erdoğan iktidarı başta olmak üzere, mali piyasalarda ve siyasal arenada, tüm egemen güçler tarafından büyük bir tartışma vesilesi oldu. Moody’s kredi derecelendirme kuruluşunun,”TC” komprador işbirlikçi tekelci ekonomisinin notunu düşürmesi, mevcut somut olarak ekonomide gözle görülür bir dalgalanma yaratmasa da, AKP-Erdoğan iktidarı özgülünde, Türk hakim sınıfları ve yandaş medya ayağında “siyasal” bir dalgalanma yarattı bile. AKP-Erdoğan gibi yetkili ağızlardan, tüm burjuva temsilcisi ve ideologlarından hepsinin ortaklaştığı temel nokta, Moody’s ‘in kararının ekonomik göstergeler üzerinden alınmasından çok, siyasal yaklaşımlardan aldığı hususundadır. Yandaş gerici medyanın da bu yaklaşımı pekiştirmek için attıkları manşetler, “TC” komprador işbirlikçi tekelci sistemin, iktisadi normlarından çok,”siyasal karar” gölgesine sığınarak, meseleyi daha çok, bu popüler sloganla, AB ve ABD “karşıtı” bir kampanyaya çevirmeye çalıştılar. Türk hakim sınıfları, bu siyasal baskılanma ile, bir yandan Moody’s ‘in kararının ekonomide yaratacağı çalkantıyı nötrize etmeye çalışırken, diğer yandan, ”bizim bizden başka dostumuz yoktur” anlayışı üzerinden, iç ve dış siyasette yaşadığı tıkanıklığa alan açmaya çalışmaktadır. Moody’s’in kararının, 17 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi ile özdeş tutularak, şer odaklarının üçüncü bir “darbe” hareketi olduğu ve “müttefikleri tarafından Suriye ve Ortadoğu konseptinden beslendiği açıklamaları, siyasal baskılanma ile ekonomideki olumsuz gidişatı manüpile etme, AKP-Erdoğan diktatörlüğü özgülünde, komprador tekelci burjuvazinin temel duruşu olmuştur.
Kuşkusuz, Moody’s ın kararının siyasal olup olmadığı tartışması, devrimciler ve komünistler, ezilen ve sömürülen sınıf ve halklar açısından kayda değer bir tartışma değildir. Emperyalist-kapitalist sistemde, büyük sermaye odaklarının yatırım ve girişimlerine yol gösterme mantığıyla, uluslararası tekel sermayesinin güvence kurumları olan, bu kredi derecelendirme kuruluşları ( S&P,Moody’s ve Fitch gibi), bir iktisadi yapıdaki toplumsal refahı, gelir dağılımı ve işçi-emekçilerin üzerindeki sömürünün niteliğine göre karar almamaktadırlar. Ulusal ve güncel olarak özellikle uluslararası büyük tekellerin,spekülatif sermaye ve borsalar başta olmak üzere, girdikleri ekonomik yapılanmadan, daha fazla rant ve kar sağlama maksadıyla, belirli gözlemlerle değerlendirme yapan kuruluşlardır. Bu nitelikteki kuruluşlar doğal olarak emperyalist iktisadi politikayı merkez alarak sonuçlar çıkarmaktadırlar. Bu anlamıyla iktisadi durumu ve bunun üzerinden ekonominin yoğunlaşmış hali olan siyaseti birbirinden kopararak bir tartışma yürütmek, ancak gerici burjuva sınıf ve ideologlarının bir çarpıtmasıdır. Ki, bu gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının, sonuç çıkarırken değerlendirme tabi tuttuğu kriterlere bakıldığında, bu durum daha açık ortaya çıkmaktadır. Ekonominin büyümesi ya da daralması, reel üretim, cari açıklar, ithalat ve ihracatın oranı, gelir dağılımı, refah düzeyi ve toprağın işlenme ve sahipliği gibi, makro ve mikro ekonomik göstergelerin yanında, derecelendirmeye tabi tutulan ülkenin nüfus artış oranı, etnik, ulusal ve dinsel dağılım ve konumlanışı, ulaştırma-telekomünikasyon ve üretim birimleri gibi altyapı durumu, genel ve yerel başta olmak üzere seçim takvimi, ekonomik ve siyasal politikalarda iktidar ve muhalefet “uyumu”, sürdürülebilinir düzeyi, ülke hattındaki “güvenlik” meseleleri, sivil ve sosyal toplumsal gurupların temel sorunlarındaki (burjuva zeminde de olsa) yaklaşım ve “çözüm” anlayışı, komşu ülkeler başta olmak üzere, dış politikadaki uyum,( buna emperyalist-kapitalist sisteme entegrasyon düzeyi demek daha doğru olur) gibi belli başlı kriterler, emperyalist-kapitalist sisteme bağlı derecelendirmeye tabi tutulan ülke ekonomilerinde dikkate alınan kriterlerdir. Bu kriterler somut iken, meseleyi,”siyasal” ya da “iktisadi” yaklaşım olarak ayrıştırmak, burjuva gerici dünyanın kitleleri yanıltma operasyonlarıdır. Uluslararası emperyalist sermayenin, sınırsız ve “risksiz” hareketi ve bağımlı ekonomileri, emperyalist sermaye hareketine göre dizayn etme maksadı güden bu gibi kuruluşlarla, gerici sermaye çıkarları ekseninde yaratılan çatışmayı, ezilen halkların yaşam haklarını “savunma” üzerinden tanımlamak, meselenin diğer yanıltıcı yanıdır. Bu gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının, ekonomik verileriyle somutlandığı iktisadi-siyasal politikalarında,ve bu zeminde bağımlı ekonomilerin “itirazlarında”, yoksul ve ezilen halkların çıkarlarına dair bir veri yoktur.
Sürekli kriz ve bunalım hali
Bütün bu genel doğruların yanında, somut olarak Moody’s ‘in, Türk egemenler sınıfının ekonomisi için belirlediği “yatırım yapılamaz” notu, hemen bir krizin nedeni olur beklentisi ve bu krizin hemen olmaması durumunda, Moody’s ‘in notuna karşın ekonominin iyi gittiği yaklaşımı, reel durumu ifade etmemektedir. Moody’s, S&P ve Fitch gibi emperyalist sermayenin derecelendirme kuruluşlarının, ”yatırım yapılabilir” notunda nasıl ki ekonomi dendiği gibi yolunda gitmediyse, düşürülme durumunda da hemen kriz koşulları doğmaz. Bu kurumların, ABD ve AB emperyalist sermayesine, bağımlı ekonomileri sürece göre entegre etme olduğu düşünüldüğünde, bu entegrasyonun istendiği düzeyde gitmesi, güçlü bir ekonomi ve toplumsal refah yaratmayacaktır. Bu anlamıyla her iki durum, ezilen halklara ve sömürülen sınıflara, yoksulluk ve sefalet olarak, kemer sıkma politikası ve boyutlanacak sömürü olarak yansıyacaktır.
Hemen ekonomik krizin olup olmaması, Moody’s kararının, Türk tekelci komprador burjuvazi ekonomisinin reel durumu dışında alındığı anlamına gelmemektedir. Mevcut ve beklenen ekonomik veriler ele alındığında, ”vız gelir tırıs gider”, ”biz büyüyen bir ekonomiyiz” teranelerine rağmen,”TC”nin ekonomisinin yolunda gitmediği ortaya çıkmaktadır. Temel olarak, döviz niteliğinde,d ış sermayeye bağımlı ve dış sermayenin yatırımsal ve spekülatif hareketine göre organize edilen bir ekonomik sistemden, işlerin yolunda gittiğini beklemek, iktisadi bilime aykırıdır. Yatırımların daraldığı, ekonominin spekülatif sermayeyle (dövize endeksli dış ve iç borçla) pompalandığı, cari açığın 35-40 milyar dolar düzeyinde seyrettiği ve dış borcun bir yıl içinde ödenmesi gereken miktarının 170 milyar dolar olduğu bir ekonomi, dönemsel olarak sıcak para pompalamasıyla nefes alsa da, özünde bunalım ve kriz yaratır, yaratmaktadır. Yani borç ödemenin yeni borçlanmalar üzerinde yapıldığı bir ekonomi, her dönem daha fazla emperyalist sermayeye bağlanmak durumundadır. Bu gerçekliğe karşın, ”milli derecelendirme kurumlarının kurulması” safsatası, ”milli ekonomi” açıklamaları, ekonomik gerçeklik tarafından somut olarak mahkum edilmektedir.
Emperyalist sermayeye göbekten bağlı TC” ekonomisi, dış talebin daralması, sermaye akışının aksaması ve emtia-ithalat fiyatları ekonominin aleyhine bir durum teşkil etmektedir. Bunun üzerine ihracat ve büyümedeki gerileme, turizm gelirlerindeki gerilemeyle birleşmiş ve bu durum, savaş giderleri, 15 Temmuz darbe girişimiyle kamu alanında ortaya çıkan ağır fatura, zaten yolunda gitmeyen ekonomiyi daha da dar boğaza sürüklemiştir.
Üretim birimlerindeki dinamizm ile büyümeyen, ithalat ve ihracat dengesi aleyhte olan ve savaş, siyasal istikrarsızlık gibi siyasal öğelerle olumsuz düzeyde buluşan bir ekonominin, sıcak para ile pompalanarak ayakta durması sadece iki sonuç yaratır. Sürekli kriz ve bunalım hali ve bu kriz ve bunalım hali üzerinden, sıcak para pompalayan, emperyalist büyük sermayelere daha köklü bir bağımlılık. Komprador işbirlikçi tekelci burjuvazinin ekonomik paradigması da bu gerçeklik ekseninde yol almaktadır. Bütün bu yapısal sorunların yanında, Moody’s kredi kurumunun,”TC”nin notunu düşürmesi, ekonomiye kambur olacak yeni külfetler yaratacaktır.
Emperyalizme bağımlılığın derinleşmesi için ‘yeniden’ yapılandırma
Moody’s ‘in not düşürmesiyle, döviz akışında sıfırlanma düzeyinde bir kesilme olmasa da, döviz akışı gerileyecektir. Ülke ekonomisi bir ahtapot gibi sarmış alacaklılar, daha önceki anlaşmalara bağlı kalarak geri ödeme takvimine sadık kalsalar da, döviz kuru ve faizlerdeki artış,”TC” nin iç ve dış borç yüküne ekstra ciddi bir meblağ yükleyecektir. Bunun yanında, direk sermayelerini geri çeken kurumlarda olacaktır. Özellikle sigorta ve emeklilik vb. gibi fonlarda biriken parayı, karlı bir iş olarak “TC” ekonomik sistemine aktaran şirketler ve büyük sermayedarlar, üç büyük kredi derecelendirme kurumu olan S&P, Moody’s ve Fitch‘ten en az ikisinin “yatırım yapılabilinir ekonomi” derecelendirmesini şart koşmaktadırlar. S&P’nin daha önce, Moody’s ‘in şimdi ve akabinde Fitch’in ekonomiyi izlemeye alama kararı düşünüldüğünde,bu sermayenin Türk komprador işbirlikçi tekelci ekonomik sisteminden geri çekilmesi güncel bir riski teşkil etmektedir. Bu durum zaten kırılgan olan mali piyasaların baş aşağı gitmesine neden olacaktır.
Ki OHAL koşulları, sınır ötesi işgal hareketi, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasındaki savaş giderleri, darbe girişimi ile kamu alanında yaşanan tasfiyeler ve yeni atamalar, bu tasfiyenin ekonomik alandaki yansımaları ve el konulan üretim birimleri, gayri menkuller, kendi içinde iktisadi bir bunalımı büyütmektedir. Bu anlamıyla “TC”, söyleneninin tersine, kötüye gitmektedir. Bu olumsuz ekonomik gidişatı, enflasyonu, faizi, siyasal tedbirlerle baskı altına alarak atlatması, imkansızdır. Siyasal iradi tedbirlerle, ekonomik işleyişi hiçe sayarak baskılanma yaratarak ,faizi, enflasyonu düşük tutmak, kredi kartlarındaki taksitlendirmelerle, iç pazarı canlandırmak, yüksek faizle döviz akışını sağlamaya çalışmak, var olan ekonomik “dengeleri”, (kısa vadeli soluk aldırsa da),ve ekonomik istikrarsızlığı daha olumsuzlayarak derinleştirecektir.
Ki bütün iradi tedbirlere karşın, ekonominin dili kendi kurallarına göre konuşmaktadır. Özellikle gıda alanında yükselen enflasyon, TL’nin döviz karşısındaki değer yitimi, borsadaki ani düşüş, faizlerin yükselme trendinde olması, döviz akışında yaşanan daralma, sürekli büyüyen borç yükü, cari açık, daralan piyasalar ve üretim, derinleşen gelir dağılımı adaletsizliği, bozuk giden ekonominin sonuçlarıdır.
AKP-Erdoğan iktidarı ve bilumum gerici burjuva ağızların hezeyanlı açıklamalarına karşın, Moody’s ‘in kararı, “TC” ekonomisine müdahale olacaktır. Bu karar ,emperyalist sermayeye göbekten bağlı ekonomiyi, emperyalist sermayeye bağlılığın daha da derinleştirilmesi için, “yeniden” yapılandırılması sürecini başlatacaktır. Emperyalist likitidenin ekonomide kalması için, ekonomi, emperyalist sermayenin daha geniş dolaşım alanına dönüştürülecektir. Bunun somut anlamı, emperyalist ve komprador tekelci işbirlikçi sınıfların daha katmerli sömürüsüdür. Yükselen dış borç, kredi faiz artışı, daralan iç pazar vb gibi olumsuz kalemler, zaten açlık sınırında yaşayan emekçilere ve dar gelirli halka fatura edilecektir. Çalışma koşullarındaki ağır şartlar ve sosyal güvencesizlik, düşük iş gücü, kemer sıkma politikası bu süreçteki iktisadi politikaların özü olacakken, OHAL koşullarıyla, ekonomik hak arama eylemlerine, örgütlenme hakkına, grev hakkına, köylülere ve kamu çalışanlarına uygulanacak faşist politikalarla, sürecin iktisadi ve siyasal faturası, işçi sınıfı ve ezilen emekçi halka çıkarılacaktır. Emperyalist-kapitalist sistemin bağımlı bir parçası olarak, komprador tekelci işbirlikçi ekonomik sistemin bundan başka bir sonuç yaratması, yapısal özelliklerine aykırıdır. Bu anlamıyla bu ekonomik sistemden işçiler ve ezilen halklar için sosyal refah beklemek, toplumsal gerçekliğe aykırıdır. Emperyalist zincirleri kıracak tek güç, işçi sınıfı, ezilen halkların direk çıkarlarının örgütlendiği, sosyalist üretimdir. Buda işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesiyle yaratılacaktır.