HABER MERKEZİ (29.03.2017)- Maoist Komünist Partisi Siyasi Büro katledilişlerinin 45. Yılı vesilesiyle , Kızıldere’de ölümsüzleşen Mahir Çayan ve dokuz devrimci destansı direnişlerini selamladıkları yazılı bir açıklama yaptı. ‘ “Dönmeye Değil Ölmeye Gelenlerin” Kızıldere’de Yazdıkları Tarih Bizimdir! On’ların Destansı Direnişini Selamlıyoruz!’ başlıklı yapılan açıklamayı siz okurlarımızla paylaşıyoruz:
“Coğrafyamız devrimci hareketinin saygın önderlerinden Mahir Çayan ile birlikte THKP-C ve THKO’lu dokuz devrimci kadro 30 Mart 1972 günü Tokat-Niksar’ın Kızıldere köyünde 12 Mart AFC’sinin faşist güçleri tarafından kuşatılarak hunharca katledildiler.
Katledilişlerinin 45. yıldönümü vesileyle, Kızıldere’de ölümsüzleşen Mahir Çayan ve dokuz devrimcinin unutulmaz anıları önünde saygıyla eğilirken, katliamın sorumlusu askeri faşist cunta şahsında faşist katliamı sınıf bilinçli öfkemizle lanetliyoruz.
Hangi siyasi perspektiften olursa olsun tüm devrimci tarih ortak değerimiz ve tarihimizdir. Sahipleniyor, miras alıp kılavuz ediniyoruz. Devrimci sınıf hareketinin teorik-pratik birikim hazinesi devrimci belleğimizdir. Doğru tarih bilinciyle tarihimizin devrimci gelenek ve değerlerine sarılarak devrime manivela etmemiz tercih değil, devrimci gereksinimdir.
Devrimci tarihimizin önemli kesitlerinden biri olan Kızıldere direnişini de siyasi iktidar mücadelemizin bir dinamizmi haline getirmek durumundayız. Can bedeliyle yaratılmış devrimci tecrübe ve kazanımlardan ders çıkararak bu miras ve birikimleri sınıflar mücadelesi pratiğinde proletarya ve emekçiler lehine mücadele silahına dönüştürmek tek doğru devrimci perspektiftir. Bu bağlamda Kızıldere direnişinin doğru okuması ve ondan öğrenilmesini ertelenemez bir görev telakki ediyoruz.
Bu bilinçle, Kızıldere direnişini biçimsel bir etkinlik derekesine indirgemeden, devrimci özünden öğrenme ve pratikleştirme bilinciyle güncel mücadelede tutarlı biçimde temsil edilmek durumundadır. Özellikle faşizmin pervasız baskı ve katliamlarına tanık olan günümüz şartlarında Kızıldere devrimci ruhunun kuşanılması gereken genel bir ihtiyaç olduğu inkar edilemez gerçektir.
Emperyalist dünya gericiliğinin yoksul dünya halklarını daha derin açlık ve sefalet boyunduruğu altına aldığı, ezilen mazlum ulusları en acımasız biçimde ezip köleleştirdiği, dünya hegemonyası uğruna gerici dalaş ve çatışmalar zemininde yürüttüğü sistematik savaş saldırganlığıyla Ortadoğu coğrafyasını kana boğduğu, çocuk ve kadınları çağdışı barbar zulüm altında vahşice kıyımdan geçirdiği günümüz şartlarında, ezilen-sömürülen dünya halklarının devrime sarılmaktan başka çaresi yokken, dünya ve onun her bir parçasındaki örgütlü sınıf hareketinin emperyalist haydutluk ve onun uzantısı faşist iktidarlara karşı değişik türevlerde ortak mücadele cephelerinde buluşarak devrimci savaşını yükseltmeleri tarihi görev ve sorumluluktur.
Aynı görev ve sorumluluk, çok ulus ve azınlıktan teşekkül olan Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında egemen Türk hakim sınıfları devleti ve tekçi ırkçı-faşist paradigmanın temsilcisi tüm siyasi iktidarlarının kesintisiz biçimde sürdürdükleri ve özelde de sivil darbeci Erdoğan-Saray tek adam sultası iktidarının açık faşizm niteliğinde derinleştirerek vahşi katliam ve kıyımlarla en ağır boyutlara
taşıdığı koyu faşist saldırganlık şartlarında çok daha yakıcı ve ertelenemez bir zorunluluk olarak kendisini dayatmaktadır.
Coğrafyamız devrimci hareketinin üçlü saç ayağı ve üç tartışmasız önderleri olan Mahir, Deniz, İBO anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-feodal mücadele süreçlerinin pratiğinde, önemli ideolojik mücadeleler içinde ideolojik-siyasi perspektiflerini oluşturup siyasi mücadelelerini yükseltirken, devrimci dayanışma kültürü açısından da muazzam bir bilinç ve pratik sergilediler. Öncülük yaptıkları devrimci ve Komünist çıkışlarla siyasi mücadele tarihimizde çığır açıcı rol oynamalarının yanı sıra, devrimci dayanışma kültürü bakımından biz takipçilerine büyük bir miras bıraktılar. Bu gün devralınan bu miras temsil edilmek, yürütmek ve bilhassa geliştirilmek durumundadır. Bunun için onlardan öğrenmek şart olduğu kadar, devrimci gelişmelerin doğasına uygun biçimde sağlanması için onların pratiğini benimsemek yaşamsal değerdedir.
Mahir’lerden, Deniz’lerden ve İbrahim’lerden öğrenmek zorunlu olduğu kadar, onları geliştirerek ilerletmek de bir o kadar zorunlu ve nesnele dayanan diyalektik devrimci tarih bilinci gereğidir. Kuşkusuz ki, onların devrimci feda ruhu ve direniş tutumundan öğrenmek günümüz şartlarında özel bir anlam ve büyük bir önem taşımaktadır. Ancak onları geliştirerek ilerletmek de diyalektik yasa güdümünde teorik-pratik zeminde yaşanan nesnel gelişmelerin toplumsal koşullarda yarattığı somut değişimin dayattığı bir ihtiyaçtır.
Mahir ve yanındaki dokuz devrimcinin Kızıldere katliamında noktalanan devrimci serüveni, coğrafyamız kaynağında derin sınıf çelişkileri ekseninde keskinleşerek gelişen somut siyasi şartlara dayanırken, uluslar arası bağıntısında 68 Gençlik Hareketi olarak coğrafyamızda da yankı bulan Gençlik Hareketi, buna feyiz olan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünya sathındaki büyük etkisi başta olmak üzere, Vietnam, Küba, Arnavutluk gibi devrimler dalgası sürecinin tesirinden beslenir.
Mahir’leri Kızıldere’ye çekilerek faşist katliamla karşı karşıya getiren somut gelişme ise, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in darağaçlarında asılarak idam edilmelerini engellemek amacıyla Ünye’deki NATO üssünde görev yapan İngiliz ve Kanada’lı teknisyenleri rehin alma biçiminde gerçekleştirdikleri devrimci eylemdir! Burada dikkat çekmek istediğimiz şey, asla yapılan eylem veya eylem gerekçesinin katliama neden gösterilerek sorumlu tutulması değildir. Bilakis devrimci harekette egemen olan devrimci dayanışma kültürü ve eylemsel birliğin ne kadar güçlü olduğu, söylemin pratikle en samimi biçimde birleştiği gerçeğidir.
Devrimci samimiyet, dayanışma ve eylemsel birliğin devrimci harekete egemen olması abartılı söylem olmadığı gibi, Mahir’lerin bu pratiğiyle de sınırlı değildir. Sinan Cemgil’lerin ihbarcısı Mustafa Mordeniz’in İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları tarafından sorgulanıp ölümle cezalandırılması bu dayanışmanın devrimci harekete egemen olduğunun başka bir örneği-kanıtıdır… Bugün belli zayıflıklar taşısa da devrimci hareket tarihinde bir dizi olumlu örnekten söz etmek tamamen mümkündür. Ancak, özellikle bugün devrimci hareketin bu dayanışma kültürü ve devrimci yapılar arası samimi ilişkiyi Mahir ve İbo’ların pratiğinden görmesi, elbette bu pratikten öğrenmesi elzemdir.
6 Mayıs 1972 tarihinde Denizlerin idam sehpalarına onurlu yürüyüşü ve 18 Mayıs 1973 tarihinde Amed zindanlarında aylarca süren ağır işkencelere karşın ‘’ser verip sır vermeyerek’’ ölümsüzleşen Komünist önder Kaypakkaya’nın temsil ettiği kızıl direniş ruhu, devrimci direniş, devrimci kararlılık ve devrimci dayanışma bilinci itibarıyla 30 Mart 1972 direnişiyle aynı damardan beslenirler.
Kızıldere katliamı devrimci hareket açısından ağır darbe olmakla birlikte, THKP-C ve THKO’nun daha ilk yıllarında aldığı ilk örgütsel yenilgisi olarak da özel bir anlam taşır.
Kızıldere devrimci hareket önderlerinden Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının katledilmesi bakımından devrimci hareketin büyük bir kaybı olmakla birlikte, devrime bağlılık zemininde feda ruhuyla sergilenen kararlı direniş tavrı ve devrimci dayanışma kültürü açısından devrimci hareke kazandırılmış büyük siyasi hazine ve mirasın da yatağıdır. Kızıldere, her türden teslimiyet ve pasifizme karşı keskin devrimci bilinç ve kararlılığın ölüm pahasına yükseltildiği bir direniş mevzisi, coğrafyamız evrimci hareketinin ortak kazanım ve değeridir.
Bu anlamda Kızıldere’nin siyasal muhtevası salt faşist bir katliama indirgenemez, böyle kavranamaz. O, destansı bir direnişin tarihi, devrimci kararlılığın yüksek ifadesi ve devrimci iradenin yenilmezlik tutanağıdır. Kızıldere’nin en derin ve en gerçek anlamı işte budur.
Bir kez daha Kızıldere direnişini selamlıyor, Mahir’lerin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.”