“Perspektif”ten Aynaya Yansıyan Fikri Karmaşa ve Kaotizmdir…
“Perspektif”in içeriğine dönük yürüttüğümüz tartışmayı birkaç noktaya sığdırarak toparlamaya çalışacağız. Zira, her biri bir anlayıştan beslenen, başlı başına anlayış olup belli bir anlayışa dayanan her kavram ya da argümanı eleştiriye tabi tutmak bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşar… Misal, sanki sosyalizm özgürlükçü değilmiş gibi, “özgürlükçü sosyalizm” denmektedir ki, bunun gibi daha bir dizi izaha muhtaç dil-kavram-argüman kullanılmaktadır. Ve bunların tümüne yanıt vermek, en azından burada ele almak pek mümkün değil. Ancak kullanılan dil-kavram-argüman “setiyle” büyük bir liberasyonun yürütüldüğünü söylemeden geçemeyiz…
Bahis konusu “perspektif” metniyle anons edilen yeni paradigma iskeletinin kurgusu oldukça dağınık, karmaşık, indirgemeci ve bir o kadar da iç tezatlıklar barındıran eklektik zeminde bina edilmektedir. Marks, Lenin, Stalin ve Mao’ya atfen yapılan değerlendirmeler, sınıf/komün tasnifi, devlet olgusu ve ortaya çıkışı, mitolojiden destek alarak demokrasi-devlet gibi siyasi olguların açıklanması ve sınıflarla komün arası açının tarifi veya bunların tamamen karşıt şeylermiş gibi birbirine alternatif olarak sunulması, demokratik sosyalizm, özgürlükçü sosyalizm, demokratik toplum, komün-komünalite, komünal toplum ve demokratik konfedaralizm olarak teorize edilip sınıf özlerinde bağımsız biçimde ayakları havada bırakılması, demokrasi ön isimli kavram/argüman enflasyonu vb. vs. konulardaki anlayış ve yaklaşımlar ilgili perspektif metninin iç tutarsızlık ve tezatlarını, indirgemeci ve karmaşık niteliğini yansıtan konulardandırlar…
Kullanılan tüm kavram ve argümanlar sınıf kategorisinden bağımsız olmamasına karşın, sınıfları (ve sınıflar mücadelesini) rafa kaldırarak devre dışı bırakmak izaha muhtaç bir tutarsızlık ve eklektizm halidir… Kapitalizme, kapitalist moderniteye vb. vs. karşı çıkmak objektif olarak bir sınıfa, sınıf egemenliğine ve sınıf orijinli toplumsal sisteme karşı çıkmak değil midir? Kapitalizme ve hatta reel sosyalizme alternatif olarak, komün-komünal toplum, demokratik toplumu ve özgürlükçü sosyalizmi vb. savunmak, sınıf karakteri temeline dayanan bir savunu değil midir? Sınıf ve sınıf mücadelesi yerine ikame edilen “devlet/komün çatışması” sınıf temelinden ayrı mütalaa edilebilir mi? Devlet, başından beri ve doğrudan bir sınıfın damgasını taşır, sınıfa ait bir örgütlenmedir; baskı örgütüdür. Sınıflar üstü bir devlet tasavvuru bonapartçılığı aşmaz. Komün de ha keza öyle, devletle çatışıp mücadele halinde olacağından ötürü, otomatikman devleti elinde tutan egemen sınıfa karşı, ezilen/yönetilen diğer sınıfın damgasını taşır, mücadelesini ve karşıtlığını anlatır…
Demokratik toplum tezi net ve kesin biçimde savunulmaktadır. Fakat bunun programı, strateji ve taktiği üzerinde çalışılacaktır denmektedir. Yani programı, strateji ve taktiği olmayan toplumsal statü ya da belirsiz olan ve ama adına demokratik denilen bir toplum tasavvur edilmektedir. Kısacası, neye göre, nasıl ve hangi temellere dayanacağı belli olmayan, amaç ve hedefi muğlak, nasıl örgütlenip işlev kazanacağı muamma olan, sınıf karakteri ve siyasi niteliği henüz saptanmamış olup “demokratik” tılsımla kotarılmaya çalışılan ütopik bir toplumdan söz edilmektedir. Bu toplumun nasıl ve neye göre biçimleneceği, hangi kriterler üzerine kurularak bir toplum statüsünü temsil edeceği henüz saptanmamış olup bilinmeyen, sınıf karakteri açısından aynı bilinmezlikleri taşıyan ve bu sınıfsal nitelik bilinmezliğini burjuva toplum lehine izlerle yansıtan ve bütün bunlar bakımından içinden çıkılamaz bir tasarım olduğu aşikardır…
“Yeni paradigma” cilasıyla sükse yapan “Perspektif” metni, kendi deyimiyle “reel sosyalizmi”, devlet iktidarını ele geçirme, devleti proleterleştirme yani, proletarya diktatörlüğü yönelimli olduğu için demokratik özü zayıftır biçiminde eleştirerek, sosyalizm yerine “demokratik sosyalizm” argümanını kullanıyor ve bunu sosyalizmin/sosyalist teorinin geliştirilmesi atfıyla mütalaa ediyor. Doğrudur sosyalizm bir toplumsal sistem olarak devletin karakteridir, devlet iktidarının ta kendisi ve niteliğidir. Proleter olarak inşa ve tarif ettiği devleti yeniden proleterleştirme çabası mana zayıflığı taşısa da elbette devletin proleter niteliğini geliştirip güçlendirilmek devrimci şarttır; sosyalizm ve bilimsel sosyalizm teorisi bakımından doğrudur. Sosyalizmle proleter iktidar ve devlet ya da proletarya diktatörlüğü benimsenip uygulanmayacaksa, ne yapılacaktır? Bütün bunlar sosyalizm ve sosyalist devrimle doğru orantılı değil midir? “Perspektif”, proletarya diktatörlüğü nedeniyle sosyalizmi yeniden tarif etme ihtiyacı duyuyor ve en ileri demokrasiyi temsil eden sosyalizmi, “demokratik sosyalizm” gibi manasız bir adlandırmayla sulandırıyor, en önemlisi de komünist toplum perspektifli sosyalizmi “demokratik sosyalizm” nitelemesiyle geriye çekiyor. Proleter nitelik ve diktatörlüğe karşı çıkmasından da anlaşıldığı gibi, “Perspektif” burada demokrasiyi, devrim ve sosyalizmin amansız düşmanı olan büyük burjuva sınıfları kapsayan, onlara da uygulanan bir demokrasi tasavvuruna sahiptir!.. Halbuki, demokrasi her niteliğiyle bir sınıf damgası taşır ve sınıf diktatörlüğünü ifade eder. Sınıflardan ve son tahlilde diktatörlüğe denk gelen bir yönetim biçiminden başka bir şey değildir demokrasi. Bu durumda, proletarya diktatörlüğü yönelimi nedeniyle, sosyalizm yerine, “demokratik sosyalizmi” ikame eden “Perspektif”, fiilen bir diktatörlük biçimini savunmakta ve sosyalizmi liberasyondan geçirip burjuva nitelikle uzlaştırmaktan başka bir şey yapmamış oluyor… Öte taraftan, sosyalizmin demokratik özünün zayıf olduğu bir bühtandır. Elbette sosyalizmde sınırsız bir özgürlük yoktur. Ki, sosyalizm ve yeni demokratik iktidar şartlarında sınırsız özgürlüğü savunmak burjuva anlayıştır, burjuva özgürlükçü yaklaşımdır. Dolayısıyla sosyalizmde özgürlükler sınırsız ve sonsuz değildir. Aynı zamanda sosyalizm sorunları bağlamında özgürlüklerin genişletilmesi perspektifi elbette güdülmek durumundadır ve tabi ki sosyalizmde kusursuz ve tam bir özgürlük, demokrasi yoktur… Zaten proletarya iktidara gelirken, yani sosyalist iktidar kurulurken, bunun bir sınıf iktidarı olup siyasi niteliğinin proletarya diktatörlüğü olduğu alenen beyan edilmektedir; sosyalizmin proletarya diktatörlüğü olarak bir sınıf iktidarı olduğunu sadece işçi sınıfı ve öncü kurmayı komünist parti söyler. Hiçbir burjuva iktidarın, “ben burjuva sınıf diktatörlüğü/iktidarı veya devletiyim” dediği görülmemiştir ama proletarya bunu alenen beyan eder…
Burjuvazi demokrasiden bolca söz eder, demokrasiyi temsil ettiğini ve uyguladığını iddia eder. Fakat uyguladığı şey burjuva demokrasisi ve burjuva diktatörlüğüdür. Biçimde burjuva demokrasisi olsa da özü genellikle faşizmdir. Bu, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerine baskı anlamına gelirken, burjuvazinin kendisine demokrasi ve özgürlüktür. Halkın ve tüm ezilen zümrelerin bir özgürlüğü yoktur… Kısacası, sosyalizm ile demokrasiyi karşı karşıya koymak ve buradan sosyalizmin sağdan revizyonuna yönelmek beyhude bir çabadır. Sosyalist demokrasi, halk demokrasisi ve/veya devrimci demokrasiden koparak burjuva demokrasisine dümen kıran rota, sosyalist olmadığı gibi, iddia edilen sosyalizmin geliştirilmesi hiç değildir. Bilakis, burjuva demokrasiye demir atmaktır…
Ne kadar evirip-çevirseniz de her demokrasi bir diktatörlüktür. Burjuva demokrasisi burjuva diktatörlüğünün biçimlerindendir. Sosyalist ya da halk demokrasisi ise, proletarya ya da halk diktatörlüğünün bir biçimidir. Bunların hepsi istisnasız olarak sınıf karakteri taşır; sınıflar üstü bir demokrasi, bir devlet, bir diktatörlük yoktur. Mesela, sosyalist demokrasi yaşadı, halk demokrasisi yaşandı ve elbette burjuva demokrasisi de uygulandı, uygulanıyor. “Demokratik sosyalizm” hangi sınıf demokrasisi ya da sosyalizmidir? Bunun sınıflar dışında/sınıflar üstü olarak tasavvur edildiği aşikardır. Fakat yaşadığımız dünya ve dünya toplumları tepeden tırnağa sınıflıdır, sınıflardan mevcuttur… Sınıflar ortaya çıktıktan bu yana sınıflardan bağımsız bir demokrasiye, bir toplum örgütlenmesine rastlanmadı. Tarih buna tanıklık yapmadı. Demokrasiyi bunlar dışında tarif etmek, ütopik olduğu kadar, paradoksal bir yaklaşımdır. Dahası, sınıfsız ve sınıf diktası dışında telakki edilen “demokratik toplum” taahhülü ve aynı eksende dile getirilen tutarsız fikirler karmaşası tam bir kaotik tabloyu ortaya koyar ki, bu, anarşizmin ip uçlarını en çıplak biçimde ele vererek açık eder…
Kaos ve karmaşa “Perspektif” metnine sadece kavram ve argümanlar enflasyonuyla hâkim olmuyor, aynı zamanda kavram ve argümanlar arasındaki uyumsuzluk ve çelişmelerle de yansıyor. Bir taraftan sınıflar mücadelesini reddetmek, öteki taraftan “güncel topluma demokratik toplum demek gerekir” demek ve sonra da “demokratik toplum bu dönemin siyasi programıdır” deyip, “devleti hedeflemez” diye eklemek ve yetmezmiş gibi, “Komünün kendisi de demokratik komündür” demek ve “Ancak özenle ve gerçek bir antikapitalist mücadeleyle mümkündür” demek ve sınıflar mücadelesini yanlış görmeye rağmen bunu demek tam bir kafa karışıklığıdır. Bu muğlaklığın vardığı nokta kendini yadsımaktır. Zira, “güncel toplum” demokratik ise, o halde “demokratik toplum” kurmanın manası nedir? Şayet “güncel toplum demokratik toplum” ise, o halde “demokratik toplum”, “özgürlükçü toplum” gibi tezler ileri sürmek ne gibi bir yeniliği temsil eder? Öte taraftan, sınıf mücadelesini yadsırken, gerçek bir antikapitalist mücadeleyi şart koşmak fikir karmaşasının kanıtı olarak anlam taşıyabilir. Ve yine, “demokratik toplum” ile “özgürlükçü toplum” kavramlarını eşdeğer olarak kullanmak bir başka sorundur. Bir toplumun ya da tez edilen toplumun demokratik olması ayrı, özgürlükçü olması (ikisi belli bir bağ taşısa da) bir ve aynı şey değildir. Demokratik veya demokratiklik ayrı, özgürlükçü veya özgürlükçülük ayrı siyasal süreç ya da kategorilerdir. Demokratik ya da demokratiklik sınırlıdır; kapsamı değişkendir, görelidir vb. vs… ama özgürlükçü-lük çok daha sistematik, sınırsız ve muhtevası genel bir içeriktir. Özgürlükçü-lük bir perspektif sunar veya bir perspektife işaret eder. Tek bir döneme, sürece, zamana, olay ve olguya sığdırılamaz kadar geniş bir yelpaze ve yönelimi anlatır. “Demokratik” sıfatlama “özgürlükçü” sıfatın yanında güdük kalır. Özgürlükçü-lük bir ruhtur, gelecek perspektiflidir. Demokrasi/demokratiklik bir siyasi sistem, bir yönetim ve iktidara denk gelir, bir diktatörlük biçimi olarak siyasi yapıdır vb. vs… ama özgürlükçü-lük bir siyasi iktidar ve diktatörlükten öteye ve onlara sığmayan bir ütopya, bir ufuk, bir ruhtur… Demokrasi ile Özgürlük formatlarındaki karmaşanın bir benzeri ya da sorunlu yaklaşımların koşulladığı kavram karmaşasının bir biçimi de, ulus kavramı ile toplum kavramlarında sergilenmektedir… Evet, kavramların yersiz/isabetsiz ve hatta rastgele kullanılmasındaki yaklaşım, “ulus” ile “toplum” kavramları şahsında da kaba biçimde sergilenmektedir…
Bilindiği gibi, “Perspektif” metninde “demokratik modernite”, bunun çözüm perspektif olarak “demokratik ulus” ve bununla da eşdeğer/aynı olan “demokratik toplum” gibi kavram ve argümanlar kullanılmaktadır. Öncelikle, ister demokratik ve isterse başka olsun, “toplum” farklı bir kategori, “ulus” ise ayrı kategoridir. Kavramsal ve argümansal çerçeveleri ve içerikleri ya da yorumlanmaları farklıdır. Misal, ulus kapitalizmin şafağında doğdu ve toprak-dil-pazar birliği, ortak ruhi şekillenme ve kültür birliği gibi belli şartlarla tanımlandı; bu şartları barındırdığı oranda ulus olarak tanımlandı. Ulus milli/etnik bir tanım iken, toplum siyasi bir tanımdır. Toplum, ulustan önce de vardı ve tek ulustan oluşabileceği gibi, birden fazla ulustan da teşekkül olan bir sistemin karşılığıdır. Biri etnik, öteki siyasi orijindir… Lakin “perspektif” bütün bunları atlayarak, demokratik ulusla demokratik toplum aynı anlama gelir demektedir. Bu bir kafa karışıklığı değilse, kaotik fikir bahçesinin meyvesidir…
İsrail-Filistin Konfederalizm Mutlak İhtiyaç Ama Kürt Ulusu İçin “Her şey” Geçersiz…
“Perspektif”in yaklaşımında bir türlü izah edilip anlaşılamayan ve biraz da trajikomik olan tablo şudur: Öcalan’ın kaleminden çıkıp “Yeni paradigma” olarak lanse edilen ve bu paradigmanın bir sunumu/özet sunumu olan “Perspektif” metninin, sosyalizm teorisinin geliştirildiği iddiasını da dahil alan temel yaklaşımı; reel sosyalizmin/aslen sosyalizmin bir garabeti olarak PKK’ye de bulaştığı söylenen ve temel bir sapmayı ifade ettiği ileri sürülen sosyalizm, UKKTH, ulusal bağımsızlık, devlet ve hatta özerklik, otonomi vb. vs. gibi siyasi formasyon, şiar, kavram ve statü envanteri tümden Kürt ulusu için geçersiz saymakta, mühürlenip tedavülden kaldırılmaktadır. En önemlisi de Kürt ulusu veya Kürt sorunu şahsında bu yapılırken, Ortadoğu bölgesini kasten, “bölge” için ise, “konfederalizm mutlak bir gereklilik” olarak öngörülmektedir. Yani, Kürt sorunu ve Kürt ulusu için devletten, bağımsızlıktan, özerklikten, federasyondan, Kendi Kaderini Tayin Hakkından vb. vazgeçilmekte ama bölge için konfederalizm savunulmaktadır. Bu çifte standartçı yaklaşımdır ama kendi ulusu/ulusal sorunu aleyhine bir çifte standartçılıktır; haliyle tuhaftır. Tuhaftır çünkü, Türk ulusu ile Kürt ulusu için de pekâlâ konfederalizm çözümü önerilebilirdi. Tıpkı İsrail-Filistin çatışmasına önerildiği gibi… “Perspektif”in ilgili sözleri şöyle; “Bölge konfederalizmi mutlak bir gereklilik olarak ön plana çıkıyor. İsrail- Filistin çatışması, mezhep çatışmaları, ulus-devlet çelişkilerinin panzehiri Demokratik Konfederalizmdir.”
“Demokratik Konfederalizm” meselesinde gülünç bir tablo sergilenmektedir. Sosyalizm teorisini geliştiriyoruz iddiasıyla sunulan “Demokratik Konfederalizm” tezinde, “ulus devlet yerine demokratik toplumu koyduk” denilirken, konfederalizm savunusuyla tekrar ulus devlet savunulmakta, savunulma durumuna düşülmektedir. Zira, konfederalizm son tahlilde ulus devletlerin oluşturduğu veya ulus devletlerden teşekkül olan bir birlik biçimidir. Tek tek ulus devletlerin konfederal yapıdaki birliği veya merkezi ortak yapısıdır… Burada ilginç bir husus da her kavram ve argümanın başına istisnasız biçimde “demokratik” ibaresinin koyulmasıdır. Sosyalizmi ve hemen tüm diğer statüleri reddederken, belli bir siyasi statü, nitelik ve yönetim biçimi olan demokrasiye, demokrasi ibaresiyle yer vermek tüm savunulanları alt-üst ederek yadsıyor. Bu, sosyalizm teorisinin geliştirildiği iddiasını da boşa çıkaran bir özellik taşıyor. Sosyalizm teorisinin geliştirilmesi değil, ancak yozlaştırılmasından bahsedilebilir…
Özetle, “Perspektif”te eleştirdiğimiz bir dizi anlayış ve yaklaşım var. Temel sorun olarak eleştirdiğimiz, sosyalizm ve MLM’nin revizyonu gibi çok ciddi bir saldırı var. Kürt ulusal sorununa dönük son derece yanlış bir yol ve rotaya girilmekte, sorun Türk hâkim sınıfları ve devletine emanet edilerek ciddi bir tasfiye ve kırılma yaşanmaktadır. Her “kötülüğü”, bilimsel sosyalizm teorisinin, sınıf mücadelesinin ve proletarya diktatörlüğünün üstüne boca ederek, proleter devrim ve MLM biliminin ideolojik-teorik temelleriyle oynanarak, külleri savrulmak istenmektedir. Ve bunun gibi düzinelerce eleştirdiğimiz anlayış ve yaklaşım var. Fakat daha da önemlisi, “Demokratik toplum bu dönemin siyasi programıdır. Devleti hedeflemez.”, “Güncel topluma demokratik toplum demek gerekir.”, “Bunu önce Türkiye Cumhuriyeti ile başarmayı önemsiyoruz. Mevcut görüşmelerimiz işi bu noktaya taşıdı.”, “Burada ulaşılacak bir başarı Suriye, İran ve Irak’a da yansıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti için de hem kendisini yenileme, demokrasiyle taçlanma hem de bölgede öncülük yapma şansı oluşacaktır.” gibi sindiremediğimiz/tahammül edemediğimiz oldukça büyük kamburlar da var.
Sonuç olarak, tüm savunu ve muhtevasıyla “Perspektif”, Kürt ulusal sorununda yaşadığı derin kırılmaya paralel olarak, sosyalizmin sorunları bağlamında yürütülen tartışmalarda pozitif cephede değil, negatif cephede yer almaktadır. Sosyalizmi savunup geliştirme kaygısından değil, onu kaotik zemine sürüp “tabutuna çivi çakmayı” objektif ya da subjektif olarak görev alan, niyetli-niyetsiz olarak buna hizmet eden ve bu kaygıyı taşıyandır… Dolayısıyla, yeni paradigmayla cilalanan ve tasfiyeci karakteri berrak olan mevcut süreci ve sunulan “Perspektif”i benimseyerek savunmamız düşünülemez…






