HABER MERKEZİ (06.04.2016)- Gazetemizin 119.Sayısında yayınlanan ‘’Mahmut Alınak’ın Kürt ulusal Hareketine dönük bazı eleştirileri üzerine’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Mahmut Alınak ile yapılan röportaj, sayın Alınak’ın esasta sağlam bir devrimci perspektife sahip olduğunu gösteriyor. Alınak’ın devrimci politika ve perspektifi benimseyerek savunması kuşkusuz ki değerli ve anlamlıdır. Özellikle günümüz koşullarında aydınların maruz kaldığı baskılar düşünüldüğünde ve her şeye karşın eleştirel tutumda net duruş göstermesi nedeniyle sayın Alınak’ın tavrı kıymetlidir. Bu boyutuyla takdir edilmesi de gerekmektedir. Fakat, sayın Alınak’ın faşist iktidara karşı tutum ve mücadelede olduğu gibi Kürt Ulusal Hareketi’nin ideolojik-siyasi çizgisi konusunda esasta sağlam bir devrimci perspektife sahip olmasıyla beraber, bu sağlamlığı zayıflatan anlayış ve yaklaşım hataları da mevcuttur. Ki, bunlar ulusal sorunda devrimci perspektife sahip olmasına karşın, Kürt Ulusal Hareketi’ne dönük bazı eleştirilerde görülmektedir. Eleştirel tutumda-eleştiride dikkat edilmesi gereken bir hususa dikkat çekmenin yararlı olacağına inanıyoruz.
Türk hâkim sınıfları iktidarıyla keskin silahlı savaş içinde olup, zorlu bir direniş veren Kürt Ulusal Hareketi’nin, söz konusu hâkim sınıflar karşısında(somut olarak Erdoğan/AKP iktidarı karşısında) ya da hâkim sınıfların barbar saldırganlığı karşısında zayıf düşürülmemesi ya da zayıf düşmemesine dikkat etmek özellikle bugünkü şartlarda önemlidir. Gözetilmesi gerekendir. Erdoğan/AKP faşist güruhu ile Kürt ulusu veya ulusal hareketi son derece ciddi ve keskin bir savaş içindedir ve bu savaş-direniş-mücadele Kürt ulusu-hareketi açısından son derece ağır geçmektedir. Bu durumda düşmana karşı bu denli ağır ve acımasız şartlarda savaşan bir hareketin bu düşman karşısında zayıf düşürülmemesinin veya zayıf düşmesine vesile olacak eleştirilerden sakınmanın taktiksel olarak daha doğru olacağına inanmaktayız. Kuşkusuz ki, eleştiri ve ideolojik mücadele gereklidir ve dostluk gereğidir de. Ancak bu eleştiride belli ölçüler kaçırıldığında veya somut koşullar göz ardı edildiğinde eleştirinin objektif olarak amacı dışında başka şeylere hizmet etmesi gündeme gelebilir. Dolayısıyla eleştiride dikkat edilmesi gereken yan dediğimiz şey tam da budur. Ve sayın Alınak’ın sağlam perspektifini zayıflatan yan olarak değerlendirdiğimiz yöntem hatası ya da yaklaşım ve anlayış hatası burada açığa çıkmaktadır.
Daha somut olarak Alınak’ın sağlam perspektifini tartışılır kılan ve eleştirisindeki hatalı yan şudur: Sayın Alınak, Kuzey Kürdistan illerindeki gözlem ve tanıklıklarını aktarırken, Kürtlerin PKK’ye karşı tepkili olduğunu anlatan çeşitli ifadeler kullanmaktadır. Ki, bunlar muhtemelen doğrudur da. Sayın Alınak’ın olmayanı olmuş gibi göstermeye tenezzül edeceğine kesinlikle inanmıyoruz. Ne var ki, sorun şudur. Yansıttığı gerçek tüm gerçeği ifade etmemektedir. PKK’yi eleştiren ve tepkili olan Kürtler olmakla birlikte, en mütevazı ölçülerle konuşursak en az o kadar da PKK’yi destekleyen ve sahiplenen Kürtler vardır. Dolayısıyla belli bir gerçeği yansıtıp diğer gerçeği yansıtmamak doğru olmaz. Dahası gerçeği sadece bu yanıyla yansıtmak objektif yaklaşım açısından sorunlu olup, aynı zamanda PKK aleyhine ve PKK’yi zayıflatan bir rol oynar. PKK’yi zayıflatmasının önemi, başta da belirttiğimiz gibi, PKK’nin veya PKK temsilinde Kürt ulusunun Erdoğan/AKP güruhuyla keskin bir savaş-direniş içinde bulunuyor olmasından ileri gelir. PKK ne kadar hatalı olursa olsun, mevcut durumda acımasız bir savaş saldırganlığına muhataptır ve ağır şartlarda bir direniş vermektedir. Direniş ve savaşı haklıdır. O halde bu durumun gözetilmesi düşman karşısında zayıflatılmaması bakımından önemli bir sorumluluktur.
Eleştiriler keskin savaş süreci koşullarıyla ele alınmalıdır
Eleştirinin daha da genişletilerek, adı geçen Kürt illerinde halkın(Kürtlerin) PKK veya Kürt siyasi partilerinin bu şehirlere bir daha gelmemesini istediği şeklindeki ifadeleri de aynı biçimde PKK’yi zayıflatan yaklaşımdır. Olağan koşullarda olsaydı her türlü eleştiri tartışmasız olarak sorunsuzca yürütülebilirdi. Ama savaş içinde bulunduğundan dolayı düşman karşısında zayıflatmama adına eleştiride daha sorumlu davranmak isabetli olandır. Kürt kitlelerinin PKK’ye tepki duyması, PKK’yi zayıflatmakla kalmıyor, esas anlamını Erdoğan/AKP güruhunun lehine olmasıyla buluyor. Yani PKK’nin her zayıflatılması fiilen Erdoğan/AKP güruhunun güçlendirilmesi anlamına geliyor. Bu bakımdan belli eleştirilerden sakınmak, Kürt kitlelerinin PKK’ye tepki duymalarını olumlayarak bu eğilimi desteklemek, dolayısıyla da PKK’nin Erdoğan/AKP karşısında zayıflamasına objektif olarak katkı sunan yaklaşımlardan özenle kaçınmak en doğrusudur. PKK’yi eleştirecek bir dizi nokta olsa da mevcut savaş halinde bu eleştiriyi ertelemek devrimci sorumluluğun bir parçasıdır.
Kuzey Kürdistan’da Kürt kitlelerin PKK’ye karşı soğuması mevcut durumda AKP iktidarına yarar. Bundan ötürü, Kürt kitlelerinin PKK’yi desteklemeye devam etmesini benimsemek taktik siyaset olarak doğru olandır. Zira, PKK’den uzaklaşan kitleler sosyalist veya devrimci harekete akmıyor, bilakis Erdoğan/AKP güruhunun potasına akıyor, onu güçlendiriyor. Bu bakımdan AKP lehine gelişme olacağına, Kürt kitlelerin mevcut süreçte PKK’yi desteklemelerini olumlamak doğrudur. Tersi ise yanlıştır.
Sayın Alınak’ın devrimci alternatife dikkat çekmesi son derece kıymetlidir. Öte taraftan devletin katliamlarına dönük tutumu devrimci netliktedir. Ve devrimci harekete dönük eleştirisi de esasta doğrudur. Gerçekliği ifade ederek somut durumu yalın biçimde ortaya koymaktadır. Ulusal harekete dönük “umursamaz” eleştirisi ise esasta haksızdır. Kürt Ulusal Hareketi’nin “düzenle bütünleşme gayreti” biçiminde formüle ettiği eleştiri de genel bir doğruyu ifade etmektedir. Ulusal hareketin stratejik yaklaşım ve politikası ya da genel siyasi yönelimi ve ideolojik çizgisi bakımından bir dizi esasa dönük zayıflıkları ve kırılganlıkları paylaşılabilecek doğrular iken, aynı ulusal hareketin reel politikte oynadığı rolün ya da somut taktik siyaset ve siyasi süreçte oynadığı rolün devrimci pozisyonda olduğu gözden kaçırılmaması gereken ayrı bir yandır. Sanırız sayın Alınak bu gerçeği yeteri kadar dikkate almamakta, gözden kaçırarak objektif bir yaklaşımdan uzak kalmaktadır.
Keskin silahlı çatışma ve direniş biçiminde seyreden savaş şartlarının başlı başına tahripkâr olacağı, bir dizi kayıp ve ağır bedellere yol açacağı aşikârdır. Ve bu sonuçlar savaş ve çatışma doğasında kaçınılmazdır. Ulusal hareket stratejik politikada hangi zaaf ve sakatlıklar taşırsa taşısın ve taktik siyasette hatalar yapsa da son tahlilde haklı ve devrimci bir direniş çizgisi benimseyip yürütmektedir. Geliştirdiği direniş her bakımdan haklı ve gerekliyken, “özyönetim” ve “hendek” savunusu zemininde başvurduğu taktikler de taktik politika ve tutum açısından esasta doğrudur. Sürecin ağır bedellere mal olması, ağır tahripkâr sonuçlara sahne olması haklı direnişin suçu değil, katliamcı faşist saldırganlığın suçudur ve aynı zamanda gerekli olan meşru direniş ya da savaşın doğasına uygun sonuçlardır. Bu sonuçlardan doğrudan Ulusal hareketi sorumlu tutmak yanılgılı yaklaşımdır. Elbette Ulusal hareketin stratejik ve taktik politikalarda hatalara düşmesi ve bu hataların sonucunda ağır bedellerin gündeme gelmesi mümkündür. Ancak bu durum ulusal hareketin yürüttüğü direniş ve savaşın hatalı olduğunu göstermez. Belli hata ve zaaflardan söz edilse de ulusal hareketin yürüttüğü direniş tavrı ve bundaki taktikleri esasta doğrudur. Esasta doğru dediğimiz şey, ulusal hareketin stratejik yönelim ve genel siyasi çizgisi bağlamında bütüne ilişkin değerlendirme değil, taktik politika ya da mevcut siyasi süreçte benimsediği tutum anlamında bir olumlamadır.
Ulusal hareket sergilediği özyönetim direnişinde ciddi ve ağır kayıplar vererek kararlı bir direniş tavrı ortaya koydu, koyuyor da. Elbette bütünlüklü bir özyönetim ilanı ve bu zeminde genel bir direniş tavrını benimsememesi ya da tüm güçleriyle bu sürece müdahale etmemesi-edememesi bir eksiklik olarak okunabilir. Ancak öyle ya da böyle uyguladığı politikada tutarlı bir duruş ve kararlı bir direniş ortaya koydu. Bu direnişten vazgeçmeyerek geliştirme perspektifiyle hareket ettiği ve esasta geri adım atmadığı da söylenebilir. Bu direniş tavrı ötesinde genel bir direniş ve tüm güçleriyle süreci omuzlama tavrını geliştirmemesi eksiklik-hata olsa da, bu tavrın yaşanan süreç ve katliamlar karşısında kayıtsız ve “umursamaz” olduğu söylenemez. Yaşanan katliamlarda ulusal hareketin sorumluluğunu esas görmek hatalıdır. Dediğimiz gibi her mücadele ve direniş, özellikle de mevcuttaki gibi bir çatışma ve savaş şartlarında ağır bedel ve kayıpların gündeme gelmesi direnen güçlerin tercihi değil, karşı karşıya kaldıkları zorunlu savaş gerçeğinin ürünüdür. Eğer bedeller ve kayıplardan ötürü direniş ve savaş tavrı reddedilecekse, mevcut düzenin sürgit devam etmesine rıza göstermekten başka bir yere çıkılmaz. Özcesi, ulusal harekete dönük “umursamazlık” eleştirisi ve halkı sahipsiz bırakma eleştirisi salt haksız değil, ağır bir haksızlıktır.
Ulusal hareketin özyönetim direnişlerinde sergilediği kahramanca direniş ve özellikle direnişçiler şahsında temsil edilen tutum saygıya değerdir. Ulusal hareketin geliştirdiği bu süreç ağır kayıplara tanık olsa da ve askeri açıdan faşist darbelerle kana boğulsa da, sergilenen direniş esas olarak yenilmiş sayılamaz, siyasi bir başarıdan söz etmek tamamen mümkündür. Devlet tüm askeri, teknolojik üstünlüklerine rağmen özyönetim direniş alanlarına sandığı kadar kolay girememiş, hatta güçlü devlet psikolojisi alaşağı olarak yerle bir edilmiştir. Bu büyük bir kazanımdır. Dahası direniş faşist katliamlarla ezilse bile teslim olmamıştır. Bu siyasi kazanım ve zaferin ta kendisidir. Bu gerçeği göz ardı etmek objektiflik adına kabul edilemez. Ulusal hareket Kuzey Kürdistan’da bu kapsam, nitelik ve ciddiyette bir direniş tecrübesini ilk kez yaşamaktadır. Savaş ve mücadele bir süreçtir. Hemen başarı ve zafer düşünülemez. Sürecin başarılara paralel olarak yenilgilerle ilerlemesi savaşın ve devrimin mantığına uygundur. Bu değiştirilemez bir yasadır. Özellikle güçler dengesinin karşı-devrim lehine veya gerici sınıflar lehine olduğu koşullarda direniş, mücadele ve devrim kaçınılmaz olarak bu seyri izler, izlemek zorunda kalır. Bunu anlamak önemlidir. Ulusal hareketin düzenle bütünleşme çizgisi veya stratejisi genel yönelim açısından ciddi bir sorunu işaret etmektedir. Fakat somut siyaset ve somut siyasi süreçte oynadığı rol genel yönelimine karşın olumlu hattadır. Bu hattın, pratik tutum ve somut-taktik siyasetin esasta olumlanarak desteklenmesi gereklidir.
Ulusal hareketin somuttaki duruşu olumlu bir rotadadır
İktidarla laf yarışına giren siyasetçilerin esasta düzen karşıtı muhalefeti kontrolde tutma gibi zalimce bir siyaset uyguladığını söylemek de tartışmalı olup haksızlıklar barındırmaktadır. İlgili siyasetçilerin direniş merkezlerine girme çabaları, bodrumlarda uygulanan insanlık dışı vahşete-katliamlara karşı önemli bir çaba sergiledikleri inkâr edilemez. Elbette ulusal hareketin askeri güçleriyle çeşitli müdahale ve eylemlere başvurması isabetli olacaktı. Ancak her şey dıştan görüldüğü kadar düz ve pürüzsüz değildir, olmayabilir. Dolayısıyla bu eleştiri de daha objektif olmalı, koşullar ve durum bilinerek eleştiri yürütülmelidir ki, eleştiri bu zeminde somut ve objektif olur.
Birçok çevrenin ulusal hareketin “hendek siyaseti” diyerek küçümsediği süreç esasta devrimci bir duruş ve olumlu bir rotadadır. Ulusal hareketin bu politikayla katliamlara yol açtığı eleştirisi haksız ve yanlıştır. Düzen veya devletle uzlaşma siyasetini eleştirenler aynı zamanda direniş siyasetini de eleştiren durumdadırlar. Peki, hangi eleştiriniz doğrudur ya da ulusal hareket ne yapmalıdır? Savaş tavrı eleştirildiği gibi, uzlaşma siyaseti de eleştirilmektedir. O halde doğrusu nedir, ulusal hareket ne yapmalıdır? Bizce direniş ve savaş siyasetini esas alması ve bunun yedeğinde demokratik siyaseti de reddetmeden yürütmesi doğrudur. Elbette bağımsız devletlerine sahip olma hakkı temelinde bir siyaset ve strateji benimsemeleri en doğrusudur. Ama bu, tek tek kazanımları, demokratik mücadele ve reformları yadsıma anlamına gelmez. İleriye doğru atılan her adım, her mücadele gerekli ve doğrudur. Köleliğin kaldırılması son tahlilde devrimci sınıf savaşı perspektifiyle mümkündür. Bundan önce kazanımlar elde ederek ilerleme çizgisi de taktik siyaset bağlamında reddedilemez doğrudur. Kürt ulusunun haklı ve demokratik tüm direniş, mücadele ve talepleri, somuttaki direniş tavrı, ileri hak ve statüye dönük mücadelesi kesinlikle desteklenmelidir. Bunda tereddüt devrimci tavır ve siyasete uygun davranmış olamazlar.