‘‘Akılsızlar” olduğu sürece, düşman akıllı görünme ve kirli oyunlar oynama olanağına sahip olacaktır. Örgütlü hareketin bu konuda kayda değer bir tecrübesi vardır. Oyun ne kadar kirli ne kadar ustaca sergilenirse sergilensin, bilimsel teori ve tecrübe bu tuzakları boşa çıkaracaktır. Bunda bir ilke yaşamsal önem taşır; dost-düşman ayrımını titizlikle yapmak, proleter adalet anlayışından sapmamak! Bu ilkeyi belirsizleştirerek burjuva hile ve oyunlara düşenler, düştükleri yerin gölgesini taşırlar…
Hareketimize dönük çeşitli tarihlerde, defalarca ve muhtelif vesilelerle, kaynağı düşmanın psikolojik ve kirli savaş yöntemlerine, yani siyasi düşmanlarımıza dayanan saldırı kampanyaları örgütlenip gerçekleştirilmiştir. Bunların bazıları doğrudan düşman unsurları tarafından yürütülürken, bazıları uzantılar tarafından dolaylı olarak yürütülmektedir. Düşmanın sınıf karakteri ve doğası dikkate alındığında başvurduğu bu yöntemlere şaşırmıyor, yadırgamıyoruz! Zira düşman tam da budur; ondan dürüstlük ve hakkaniyet beklenmez. Burjuva sınıfının devrimci güçlerle savaşımını tek yöntem ve biçimle yürütmez. Tüm mülkiyet sistemlerinin iktidarda kalmak için benimsediği “amaca giden her yol mubahtır” desturu onun da temel ilkesidir. Onun için tek amaç devrimi ve devrimcileri ezip yok etmek olduğundan, bu hedefe bağlı olarak katliam, işkence, provokasyon, kışkırtma, karalama, bozgunculuk, yıkıcılık gibi akla gelebilecek tüm metotları devreye sokar. Bölüp parçalar, moral bozar, dağıtıp zayıflatmaya ve yok etmeye çalışır. Bütün bunları yaparken her zaman kendisi ortaya çıkmaz, uygun kişilik ve olanakları değerlendirir; kuklalar, maşalar, piyonlar kullanır, bunları yönetip yönlendirir. Bundaki başarısı, daha çok sinsice tespit ettiği zayıflıkları kullanma, kendisince hareketin duyarlılıklarını veya “yumuşak karnını” isabet alma ve uygun zeminler kollayarak bunlar üzerinden manipülasyon oyunlarını devreye koymasından ileri gelir. Yani alalade girişimlerle değil, satın alınabilecek veya kimi duyguları okşayarak harekete geçirebileceği noktalar seçer.
Hareketimiz, önderi Kaypakkaya konusunda hassas ve tam duyarlıdır. Öyle ki, “Kaypakkaya reddedildi” gerekçesi gemilerin yakılması için yeterli olmuştur. Kaypakkaya görüşlerinin veya çizgisinin terk edildiği iddiası kafadan taraftar bulur ve ciddi örgütsel sancılara yol açar. İşte bu bir bakıma hareketimizin kullanılabilir olan, bu manada zayıf karnıdır. Aktüel olan saldırı dalgasının Kaaypakkaya’dan çıkış alması tesadüf değildir. Ki, sahteliğine sığmayarak açıktan Kaypakkaya düşmanlığına ve ideolojik-siyasi geleneğinin düşmanlığına oturması, bu saldırının tesadüf olmadığını, bilakis planlı ve bilinçli bir yönelim olduğunu kanıtlar.
Saldırı furyasının değişken çevre ve bileşenlerinden teşekkül olması, bu değişken bileşenin bilinen hedefte birleşmesi, bunların 50 yıl sonra akıl ederek konuşma ihtiyacı duyup eşgüdümlü harekete geçmesi ve servis edilmiş malzemeyi yapay zorlamalarla silah edinip kendilerince savunmasız gördükleri “kolay lokmadan” başlayarak ana hedefe yönelmeleri vb. bütün bunlar bir rastlantı olabilir mi? Ve neden; neden şimdi? Bayağı cinsinden örgütlü bir hücum gerçekleştirmeleri nedensiz olabilir mi, bir rastlantı olabilir mi? Kısacası, neden sorusunu sorarak planlanmış örgütlü saldırının hasbelkader bir gelişme olmadığını görmek durumundayız!
Daha öncekileri saymazsak, son bir aydır, ‘‘Kaypakkaya’yı X öldürttü” iddiası ne kadar zırva olursa olsun, bu zırva iddiayı bayraklaştıranlar bilip hesaplamaktadır ki, bu söylem Kaypakkaya siyasi camiasında etki gösterir. O halde, önce moral-motivasyonu çökertip iç karmaşayı derinleştirmek, saldırıları genişleterek kaos ve güvensizliği yaygınlaştırmak, akabinde tasfiyeci yıkım hamleleriyle hücuma geçmek ve Kaypakkaya ile siyasi geleneğini “tarihe gömmek!” bu saldırıların stratejisidir.
Nitekim düşman uzunca bir dönemdir hareketimize karşı bunun gibi değişik yöntemler kullanmakta, kısmen de başarılı olmaktadır. Çatlaklara oynayıp zayıflıkları kaşıyarak tepki örgütlemekte ve bu tepkiyi haklı eleştiri algısıyla kabartıp tam başarılı olmasa da hareketi karmaşa ve tartışmalara sürükleyerek enerjisini tüketircesine heba etmek, bazen parçalama ve kopmalara yol açarak belli bir başarı sağlamaktadır. Böylece örgütsel gücü zayıflatır, güvensizlik geliştirir, kaos ve karmaşayı büyütür, yarattığı ya da hasıl ettiği iç didişmeler yoluyla yapmak istediğini gerçekleştirerek kenara çekilip zevkle seyreder.
Düşmanın bugüne kadar başvurduğu birçok kirli oyun, provokasyon, manipülasyon ve saldırılar daha önce hareketimiz tarafından kimi somut girişimleriyle önemli oranda bilinip deşifre edilmiş ancak bugün karşı karşıya olduğumuz yeni tür bir saldırıdır. Dün ile bugün yapılanlar arasında bir bağın olduğu söylenebilir. Zira düşman her fırsatı kollayıp kullanmaktadır. Bilgi kirliliği yaratarak “at iziyle it izi”nin karışmasını kısmen başarmaktadır. Lakin gerici saldırılarla, geri saldırıları belli bir yerde ayırmak mümkün ve hareketimiz bunda bir tecrübeye sahiptir. Ne ki, düşmanın bu hile ve oyunlarını çözemeyen ve düşman tarafından yürütülen manipülasyon ve pompalanan karalamalara kapılarak farkında olmadan bu kirliliklere inanıp objektif olarak ortak olan birçok insan da bulunmaktadır.
Sınıf saflarına sızmış sınıf düşmanlarına karşı ne saf iyimserlikle hareket edebiliriz ne de her şeyi aynı torbaya koyan toptancılıkla!
Temiz ve saf duygularla etkilenip yanılanlar ya da yanıltılanlar hariç, bunlar ekseri olarak devrimciliği yıllardır bırakmış, devrimci yaşamı tüketerek bencil yaşamlarına dönmüş, örgütlü hiçbir ilişki, çalışma ve faaliyete dahil olmayan ama devrimci saflardaki kaos ve karışıklıklara enteresan biçimde “duyarlı” olan, bu anlamda zemini doğduğunda zehirli ot gibi türeyen ve en keskin devrimcilermiş gibi devrimcilerden önce ve daha çok konuşan hastalıklı kişilerdir. Bunlar, devrimcilik yapmadıkları halde, devrimci hareket içinde ne zaman bir dedikodu, yıpratma, karalama, deşifrasyon, teşhir, bozgunculuk, yıkma, moral bozma vb vs faaliyeti ortaya çıkarsa o vakit orada ot gibi biterler. Ve bu dikkat çekicidir! Yani, normal koşullarda kendilerini ilgilendirmeyen meselelere dahil olarak devrimci saflardaki gelişmeleri kendilerine vazife sayarak devreye girmeleri, ortalığı toz-duman etmeleri, en keskin komünistler gibi konuşmaları mantık kurallarına aykırılıkla dikkat çekicidir. Komünist argümanları kullanarak devrimci hareketlere saldırının başını çekerler, düşmana karşı hiçbir minderde yokturlar. Bu durum anlaşılır ve mantıki değildir. Dolayısıyla, bu durumdakilere karşı uyanık ve dikkatli olmak elzemdir.
Düşman akla gelmeyen her türlü metodu kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışır. Devrim karşısında veya devrimci hareket karşısında alınan tavırlarda niyetli-niyetsiz olanı, doğru ile yanlış olanı ayrıştırmak bu durumlarda zorlaşır, karmaşaya dönüşür. İşte düşmanın yapmak istediği de budur. Kendi unsur ve kanallarını saklamak için, bir yığın gereksizi ve boşboğazı dolaylı biçimde yönlendirerek sahaya sürer; kendisini gizler, gizlemeyi başarır bunlar sayesinde.
Kimi gizlidir ya da gizli olduğunu sanır, kimi de açıktır, açık oynar. Gizli kalması gerekenleri gizli tutmaya devam eder ama kaos ve yıkım-tasfiye planını güçlü kılarak sonuç almak için birçok gereksizi deşifre ederek alenen düşmanlık yapmasını sağlar düşman. Böylece saldırıların büyümesini, devrimci direncin ezilip geçilmesini ve hedeflerine daha erken varılmasını yeğler. Zira, devrimci otorite zayıflamış, inisiyatif boşluğu oluşmuş ve gericiliğin hortlamasına uygun zemin doğmuştur. Bu durumda hep gizli hareket etmek yetmez, alenen ihanet ve düşmanlık yapmanın tam zamanıdır; fırsat kaçırılmamalıdır. Bu, düşmanın özellikle son dönemlerde başvurduğu taktiklerdendir; “Açıktan yapın ki, ihbarcılık, ihanet ve düşmanlık meşrulaşsın, halk tarafından yadırganmasın, benimsensin!” İşte düşmanın dolaylı-dolaysız piyonlarına buyurduğu ve dikte ettiği taktik budur.
Bugün düşmanın yönlendirdiği saldırı kampanyalarından biriyle, belki de en kapsamlı olanıyla karşı karşıyayız. Birçok odak eşgüdümlü olarak harekete geçmiş, şuursuzca saldırmaktadır. Bilinçli ve kapsamlı bir saldırı furyası başlatılmış, dezenformasyon ve kirlilik üretmekte, köklerimize yönelerek sarsıp yıkmayı hedeflemektedir. Temel istemleriyle bu saldırı güruhu, burjuvaziye karşı sınıf savaşı yürütmememizi arzulamakta ve burjuva faşist sistemin suçlarını devrimci savaş yürütenlere yıkmaktadır! Tüm ezilen ve sömürülenleri temsil ederek yürüttüğümüz devrim mücadelesi ve bunun zorunlu biçimi olan devrimci savaşa karşı örgütlü ve hesaplı bir saldırı başlatılmıştır. Açık ki, bu saldırıya, proleter devrimci cepheden örgütlü bir karşı koyuşla göğüs germek zorunludur.
Sınıflar mücadelesi tek düze bir seyir izlemez. Bizzat içerde, sınıf saflarında da değişik biçim ve argümanlar, etkilenmeler ve çürümeler üzerinden gövde göstererek keskin biçimler alır bu savaş. Burjuvaziyi-gericiliği sınıf saflarında olmak kaydıyla içerde aramak bazen elzem olur. ‘‘Kızıl bayrağa karşı kızıl bayrağın sallandırıldığı” hemen her devrim sürecinin maruz kaldığı burjuva hiledir. Sınıf saflarına sızmış sınıf düşmanı unsurların öncelikli tehlike haline gelmeleri, bu gericiliğin bastırılmasını da koşullamaktadır. Bu yönelimde ne saf iyimserlikle hareket edebiliriz, ne de her şeyi aynı torbaya koyan toptancılıkla. Kıyamet kopmadı ama her şey de masum değildir. Titizlikle ve objektif seçiciliği uygulayarak elmalarla armutları birbirinden ayırmak sorumluluğumuzdur. Hareketimiz bu gericilikle hesaplaşacaktır ve bu yöneliminde tereddütsüzdür ancak, bu bilinçle hareket etmek de her yoldaşın ve her devrimcinin görevidir. Gericiliğin bastırılması şarttır.
Proleter hukuk ve adalet anlayışı, temelinde vücut bulan yaptırım ve baskı gücü bizlerin silahıdır; bu silah tarihsel zorunlulukların koşullayarak elimize tutuşturduğu ve ilgili tarihsel şartlarda uygulamamız ya da uygulanması gereken kaçınılmaz bir araçtır. Proletaryanın örgütlülüğü ve iktidar mücadelesi bundan tecrit tutulamaz. Proletaryayı bu baskı ve zordan men etmek, en hafif değimle devrimci güçleri silahsızlandırmak ve burjuvazinin değirmenine su taşımaktır.
Demokrasi, eleştiri, ideolojik mücadele vb adına gericiliğin örgütlenmesine ve bir fiil saldırısına kayıtsız kalınamaz. Bu devrim ve devrimci mücadelenin geleceğiyle ilgili bir sorundur. Devrimci hareketin ve halkın geleceğiyle ilgili bir sorundur. Devrim gericiliğe karşı tevazu gösteremez, hoşgörülü davranmaz. Dostlarına karşı dostluğun hukukuyla, düşmanlarına karşı düşmanlık hukukuyla hareket etmek devrimin şaşmaz ilkesidir. Bu tavrın sergilenmesi için karşı-devrimi ve saldırılarını, hile ve oyunlarını, savaş taktiklerini kısmen de olsa bilmek gerekmektedir. Zira her aykırı ses gerici olmadığı gibi, her devrim diyen de devrimci değildir. Alenen devrime ve devrimci harekete saldıranlar ise, gerici kimliği açık devrim düşmanlarıdır. Bugünkü sorun devrim ile gericilik arasındaki çatışma alanında tanımlanan bir sorundur. Bunda sağa-sola çekilecek bir yan olmadığı gibi, kafaların açık ve net olması gerekir.
Düşman devrime karşı sadece askeri saldırılarla sonuç alamayacağını bilmekte, görmektedir. Zira kararlı devrimci irade ve yaratıcılık, yeni metotlarla, yeni biçimlerle devrimci mücadeleyi geliştirmekte, devrimci savaşımı aktüel kılarak bir tehdit olmaya devam etmektedir. O halde, psikolojik savaş ve bilumum gerici savaş metotlarının devreye sokularak devrimin ezilip devrimci dinamiğin kazınıp atılması için her türlü olanak ve gücün devreye sokulması düşman için önceliktir. Bazen yerelciliğe, inanca ve başkaca gerici duygu ve eğilimlere seslenir, bunları köpürterek devrimin karşısına diker. Çeşitli vesilelerle, kişisel çıkarlar, kişisel intikam, hırs ve ihtirasları manivela ederek gericiliği örgütler, örgütlü olarak devrimci hareketin karşısına diker. Dahası, kimi hata ve eksiklikleri paravan ederek daha masum duyguları sömürerek devrimci hareketin önüne bentler örmeye çalışır.
Devrimci moralin bozulması ve derinleştirilmesi, devrimci motivasyonun kırılması, kültürel erozyon, belirsizlik ve güvensizliğin yaygınlaştırılarak ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin büyütülmesi, değer yitiminin geliştirilerek çürümenin sağlanması ve aidiyetlerin kırılarak devrimci duruşun zayıflatılması, bilgi kirliliğiyle kafaların karıştırılması ve tecrübesiz devrimci kitleler içinde güvensizlik ve karamsarlığın geliştirilerek yaygınlaştırılması, karalama, dedikodu, deşifreysen, teşhir gibi çalışmalarla devrim saflarının gevşetilerek bozulması, ideolojik-siyasi kırılmaların derinleştirilmesi vb vs hedef ve amaçlarla bilinçli ve planlı çalışmaların yürütülmesi karşı-devrimin başvurduğu kirli mücadele taktiklerindendir. Bunlar bazen birebir çalışmalarla, bazen sanal dünya olanaklarıyla, bazen de daha farklı metotlarla yürütülmektedir. Tekilden başlayıp bütünü zayıflatarak hedef haline getirmek bu taktiklerin diğer yöntemidir. Orasından burasından yontarak gövdeyi zayıf düşürmek, sonra da son hamleyi gerçekleştirmek; işte düşmanın yönelim ve stratejisi bugün budur. Bunu bilmeyen yoktur. Kim hangi kılıf altına gizlenmeye çalışırsa çalışsın, yapılanlar aynadır. Komünist ve devrimciler bu yüzleri fevkalade iyi tanımakta, bilmektedir.
Halk saflarında görünüp gericileşenler, gericilere uygulanan metotlardan muaf tutulamazlar
Kimi doğrudan düşman unsuru olarak, kimi dolaylı düşman olarak, kimi bencil ego ve hırsları ve kimi de bilinç yetersizliği nedeniyle yaşadığı bocalamaların ürünü olarak karşı devrimin havuzunda bu havuzda kulaç atar ya da bunalım anında dibini görmeden bu havuza yer alır ya da bu havuza düşer. Belli bir politik uyanıklık taşıyan, samimi ve dürüst olan, halkın devrimci çıkarlarına bağlı olan ve belli bir sorgulama yeteneğine sahip olan hiç bir devrimci bu gerici kulvarla birleşmez. Geçici yanılgı ve yanılsamalarla düşmüş olsa bile, düştüğü durumu anlayarak bu kulvardan kopar; devrimci saflarda yerini alır. Israrla ve her şeye karşın bunu almayanlar bilinçli bir tercihte bulunmuş demektedir ki, bundan sonraki sorun artık bunların sorunu olur
Bu gerçekliğin bilincini taşıdıkları içindir ki, komünistler dost ve düşman ayrımında titiz ve hassastırlar. Her çelişkiyi niteliğine uygun olarak ele alır ve çelişkinin niteliğine uygun çözüm yöntemleri geliştirip uygularlar. Komünistler halk saflarında bulunan hiç kimseye, hiçbir eleştiriye ve hiç bir hataya kaba yaklaşmaz, gericilere uyguladığı yöntemi bunlara uygulamazlar. Ne ki, halk saflarında görünüp gericileşenler veya buraya tünemiş gericiler, gericilere uygulanan metotlardan muaf tutulamazlar. Komünistler bunu ayrıt etme yetisine de yetkisine de sahiptir.
Komünistler tarihsel sorumluluklarına uygun olarak gerekli tavır ve uyarıcılığı sergiler. Buna karşın saflarını gerici cepheden yana yapanlar, fiilen devrimin karşına çıkmış, komünistlerin karşısına dikilmiş olurlar. İşte bundan sonraki sorun gerçek manada tavır ve tercih sahiplerinin sorunudur. Nerede duracaklarına karar vermeleri kendilerinin bileceği iştir. Lakin bu tercihin gerici cephede yapılması talihsizliktir ve dramatiktir. Devrim, önüne çıkan her engeli aşmakla mükelleftir ve aşacaktır da. Devrime karşı pozisyon alanlar devrimin adaletine maruz kalırlar. Bu devrimcilerin değil, devrime karşı pozisyon alanların sorunu ve suçudur.
Komünistler gerici olanla olmayanı ayrıt ederler. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bilinçli gericiliği de objektif gericiliği de tarif etme yeteneğindedir komünistler. Lakin bilinçli olarak gerici rol sergileyenler gibi, objektif olarak gerici rol oynayanlar da bir sorumluluk taşır. Herkes yaptıklarının karşılığıyla tanışmak durumundadır. Ağır bedellerle yürütülen devrim mücadelesi acımasızdır. Bu acımasızlık ilgili herkese de yansıyacaktır. Devrime saldıranlar devrimin saldırısına maruz kalırlar. Devrimin ilerlemesi, önündeki engelleri söküp atarak mümkün olur. Gerici sınıf ve iktidarlarıyla değil, devrimle, devrimci tarihle hesaplaşmaya kalkışanlar elbette karşılarında devrimci kuvveti görecektir. Geçici gerilemeler ve zayıflıklar gericilere güç verse de girdikleri bu saldırıları yanıtsız kalmayacaktır.
Gericiliğin geçici üstünlüğünü arkasına alarak saldırıya geçenlerin geleceği gericilerin gelecek kaderiyle bir olacaktır. Bunu baskıya, zora, şiddete yorumlayanlar haklıdır. Bu baskı, zor ve şiddet halka değil, halkın davasına ihanet edip gerici saflarda saf tutanlara ve tüm gericilere uygulanandır. Buna itiraz edenler tarihsel bir yanılgı taşımaktadır. Devrim, gerici saldırıların karşısında eli-kolu bağlı durmaz, durmaya davet edilemez.
***
Evet, bugün saflar keskinleşmekte, renkler belirmektedir. Bugün karşı karşıya kaldığımız gerici saldırının değişik dinamikleri aynı hedef üzerinde birleşmektedir. Kaypakkaya işkencede mi katledildi, yoksa kurşunlanarak mı katledildi sorusunu 50 yıl sonra akıllarına getirenler ve kuş beyinleriyle tarihi yeniden yazmaya çalışanlar, kıt bilgileriyle Kaypakkaya’nın nasıl ve neden katledildiğini yeniden keşfe kalkışmakta, buradan tarihimizin parçalarını-değerlerini hedef tahtasına koymakta ve buradan hareketimize ve Kaypakkaya yoldaşa hücumlarını sürdürmektedirler. Kaypakkaya işkence görmedi, biz daha fazlasını gördük diyerek, Kaypakkaya’ya atfedilen onurun haksız olduğunu ve bu onurun kendilerinin daha çok hak ettiğini ima etmekteki amaç net ve berraktır: Kaypakkaya ve siyasi geleneğini değerlerinin tersyüz edilmesi üzerinden tasfiye etmek! Ama biz bunlara şunu diyoruz; Hoş geldiniz, zırvalarınızda çok geciktiniz, gözlerimiz yollarda kaldı.
Elli yıldır, hareketimizin bilgisinde olup, ilgili muhatapların anlatımlarıyla doğrulanarak ortada olan gerçekleri düşmana dayanarak ve çarpıtarak manipüle edip kamuoyuna servis eden, bura üzerinden değerlerimizi ve hareketimizi hedef tahtasına koyan, hareketimizin vardığı sonuç ve yargıları güvensiz ilan ederek geçersiz sayan bu güruhun çarpık iddiaları, hareketimiz ve ilgili muhatap ve tanıklar tarafından alenen çürütülmektedir. Ne ki, partimizi, yoldaşlarımızı ve tanıkları esas almayıp beslendikleri gericiliğin nasıl ve hangi amaçlarla hazırladığı “belgeleri”ni esas alan bu güruh, ‘‘Kaypakkaya’yı tedavi edip iyileştirdiler” diyerek vb düşmanı aklayan bu ahmaklar, Doğu Perinçek’in bile cesaret edemediği saldırıyı daha da ileri götürmekle Doğunun konumuna da göz dikmiş görünüyorlar. İşkencecilerinin bile saygı göstermekten imtina etmediği Kaypakkaya yoldaşa bu düzeyde yapılan alçak saldırıları tarih unutmayacak ama Kaypakkaya’nın açtığı siyasi güzergahta yaşam bedeli yürüyenler bu alçakça hesabın cevabında unutkanlığa düşmeyecektir.
Bu düşkün kişiliklerin okuyucu tarafından anlaşılmasın kolaylaştırmak ve bunların niyetlerini, amaç ve hedeflerini anlamalını ve kuşkusuz ki çürümüş kişiliklerini görmelerini sağlamak için yazılarından paragraflar aktarırken, isimlerini zikretmekte bir sakınca görmüyoruz zira kendileri açık isimleriyle yazmış bulunmaktadır. Farklı isim kullanarak yazanlar tarafımızdan bilinse de bunları da yazdıkları isimlerle deşifre edecek, gerçek isimlerini saklı tutacağız. Ayrıca bilinmesinde yarar var ki, yazımızda izlenen isim sıralaması manidar değildir; zira alenen meydana çıkmayıp çevresinde dönerek çomak sokan ve baş çeken başka unsurların varlığından eminiz. Kim bu sürece bilinçli ve gönüllü katıldı, kim kör ve bencil hırslarıyla katıldı, bu ayrı bir sorundur. Ama hareketin belli tespit ve değerlendirmeleri vardır
Dezenformasyon laboratuvarının açık unsurları kimlerdir…
Hacı Kaya; Gerici saldırı halayının başında yer alanlardan biridir. Bu zatın nasıl bir yaşam içinde olduğu, çürümüş, yozlaşmış ve devrimden-devrimcilikten fersah fersah uzak olduğunu ama ne hikmetse Kaypakkaya’nın 50 yıl önce nasıl katledildiğini dert edinerek yoldaşlarımızı, değerlerimizi, kurumlarımız ve hareketimizi hedef alarak yıkma girişimi içinde olduğunu ve bu belgelere nasıl ulaştığının “merak” konusu olduğunu not edelim.
Yoldaşlarımızı ve hareketimizi sahte Kaypakkayacılıkla suçlamaya kalkışmadan önce, kim bu belgelerle sizi besliyor bunu açıklayın; açıklamaz iseniz bu durum boynunuzda değirmen taşı gibi asılı kalacaktır. Soylu amaçlara lekeli yollardan yürünmez. Sizde zerrece etik olsa, kendinizde yargılama hakkı bulduğunuz yoldaşı yargısız infaz yapmaz, düşmanın belgelerinin doğru olup olmadığını yoldaşa sorarak sonuca giderdiniz. Sen ve siz düşmanın belgelerini esas almakta, “74’ten beri içinde, 81’den itibaren yakın çevresinde olduğunu” yalanla iddia ettiğin ama hiç de çevresinde olmadığın o kesimlerin beyanlarını dikkate almamaktasın. Tüm referansınız düşman belgeleri.
Dahası, “mütevazi olmaya gerek duymayarak”, hareketin içinde “en sorgulayıcı, araştırmacı ve incelemeci olduğun” küstahlığını sergileyen biri olarak, nasıl olurda muhataplara bir sorma gereği duymadan düşman desturuyla bir devrimciyi bu hoyratlıkla mimlemeye kalkışır, onurunu ayaklar altına alır ve hareketi suçlu ilan edersin.
Hacı Kaya, yazısında “ikinci adamınız” dediği ilgili yoldaşı, Kaypakkaya yoldaşı düşman nezdinde deşifre ederek akıbetine yol açmakla suçlayıp hedeflemekte, bununla yetinmeyip tartıştığı ilgili yoldaşı ve tüm hareketimizi suçlamakta, “suç” ortağı olarak ilan etmektedir.
“Bu ifadeleri nerede ne zaman okudunuz? Eğer üç beş kafadar kapalı kapılar arkasında kendi aranızda konuştuysanız ve bütün bunları bildiğiniz halde sakladıysanız siz de bu suça ortak olmuşsunuz… Yoksa sizlerin de mi üstünü örtmeye çalıştığınız bir şeyiniz var?”
Bir; Düşman belgelerine dayanarak en ağır ithamla suçladığınız ilgili yoldaş, en son yakalanandır. Bundan önce yakalananlardan bazıları Kaypakkaya yoldaşı her bakımdan bilmekte, en yakın kurumsal ilişki içindedir. Dolayısıyla Kaypakkaya hakkında bilgi verme olasılığı olanlar veya verenler vardır, yalnızca suçladığınız yoldaş bu bilgiye sahip değildir. Bu anlamda iddianız baştan çökmekte, eğer katıksız bir ahmak değil iseniz, niyetli bir yönelim içinde olduğunuzu kanıtlamaktadır.
En önemlisi de düşmanın Kaypakkaya yoldaş hakkında yeterli bilgisi vardır ve Kaypkkaya yoldaşı iyi tanımaktadır. TİİKP’ten kopuşu ve yaşanan gelişmeler vb vs dikkate alındığında dahi, düşmanın Kaypakkaya yoldaş hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu, O’nu iyi tanıdığı kesindir. Buna göre, iddianız bir kez daha çürük, zorlama, niyetli ve köhnedir.
İki; “… kapalı kapılar arkasında kendi aranızda konuştuysanız…” diyerek giriştiğin suçlamalar mesnetsiz olmakla birlikte, bu sözlerinle bile hareketten ve hareket bilincinden ne kadar yoksun olduğunu resmetmektesin. Zira, içeri düşen yoldaşların hapis sorguları, hareketin alandaki yönetici organları, komiteleri veya güvenilirliği kanıtlanmış kişiler tarafından gerçekleştirilir. Bu işleyişin bir mantığı, dayandığı nesnel gerçekler, haklı sebepler vardır; keyfi bir uygulama değildir. Herkes bu sorgulara katılmaz, bilmez, bilgi de edinemez. Şayet bilgi verilmesi gerekenlerden biri olsaydın kuşkusuz ki sana bilgi verilirdi. Demek o değerde değilmişsin. Şimdi bunun öfkesini kusuyor, intikam almaya çalışıyorsun.
Kısacası, hapiste uygulanan sorgulama yöntemi ve işleyişi hareketin tayin ettiği biçimdir, uygulanan ve uygulanmakta olan biçimdir; bu temel bir işleyiş ve ilke sorunudur. Lakin sen ve senin gibilerin bu bilinci yok, bu işleyiş ve kültürden haberi yoktur, olmadığı gibi bu tabii işleyişi kafadarların kapalı kapılar arkasındaki konuşması olarak değerlendiriyor, bununla da yetinmeyip suç üretiyor, hareketi ve ilgili yoldaşları suçlu ilan ediyorsun. Yalanlarına karşın, yoldaşları ve hareketi yalancılıkla suçluyorsun. İşte sen busun; kalitesiz ve niteliksizsin, Yoldaşlarımız hakkında şaibe yaratıp zan altına sokan çirkin üslup ve yöntemleri terk etmediğiniz sürece bizler nazarında kişiliğiniz bilinen tesciliyle sabit kalacaktır. Sana ve senin gibilere düşmemiştir yoldaşlarımızı sorgulama, zan altında bırakma ve yeniden tarih yazma. Her yoldaş iyisi-kötüsüyle tüm süreçlerinin hesabını zamanında partiye vermiştir. Bunu yeniden tartışmaya açma hakkınız, yetkiniz olmadığı gibi, bundaki ısrarınızın gerici kaynaklardan tetiklendiğini açığa vurmaktadır. Kimse, özellikle sen ve senin gibiler hareketimizin yetkili kadroları ve komiteleri tarafından yürütülüp sonuçlandırılan süreçleri açıp tartışma ve bu anlamda hareketin kararlarına ve komitelerine saygısızlık yapma hakkı yoktur. Bunu deneyenler kendi karanlığında boğulmaya mahkumdur…
***
Hacı Kaya’yı canı gönülden destekleyip alkışlayan ve gerici koronun bir diğer halay başı ise, Hikmet Kuran’dır. Bu zat Hacı’dan esinlenerek ve ondan daha cesur adımlar atarak gerici meramını ilan etmekte, niyetlerini deşifre etmekte beis görmemektedir.
Bakın bu gerici Hacı’dan aldığı heyecanla neler zırvalamakta:
“Gördüğüm kadarıyla Kaypakkaya sembolü ile bir mit yaratılmış. Gerçekler sümen altı edilmiş. Bu belgelere şöyle bir göz attım, herkes hemen herkes bu TKP-ML denen örgüt içinde yer alan herkes bülbül gibi, tek fiske yemeden ÖTMÜŞ”
“Bence Muzo’dan önce İbo efsanesi ile uğraşılmalı. Ben İbrahim Kaypakkaya’nın en azından benim ve daha birçok devrimcinin geçmiş olduğu işkencelere maruz kalmadığını düşünüyorum. ‘İşkencede ser verdi sır vermedi ‘gibi bir onuru ona atfetmek gerçekten işkence gören, bu gördükleri işkenceler nedeniyle benim gibi yıllarca rehabilitasyona gitmek zorunda kalmış devrimcilere haksızlıktır”
“Bu belgeler dört bir yöne saçılmalı, halk ve aldatılan gençler gerçekleri görmeli”
“Bu devrimci güçleri uçuruma sürükleyip imha etmektir; devletin politikasıdır”
İşte bu güruhun kimliğini, niyetini, amacını açıktan temsil eden Hikmet isimli zat’ın Kaypakkaya düşmanlığı, Onun şahsında hareketine ve devrimci mücadele şahsında silahlı mücadeleye düşmanlığı yukarıdaki gerici hezeyanlarına çıplak biçimde yansımıştır. Kaypakkaya mit’ine alerjisi, “bir fiske yemeden ötmüşler” yalan sözüyle hareketimize kara çalan saldırısı ve düşmanlığı “it ölüsü” gibi pis koku yaymaktadır. Doğrudan İbo efsanesini hedeflemektedir. Alçaklığın bu kadarı olur mu? Olur! “Belgeleri her tarafa saçın “öğüdünden geri durmamakta! Saklanamaz ve sağa-sola çekilemez biçimde gayet net bir devrim, bir Kaypakkaya ve bir silahlı mücadele düşmanlığı sırıtarak orta yerde durmaktadır. Kaypakkaya yoldaşın katledilmesini meram edinen Hacı buna tek bir laf etmemiştir. Diğer güruh üyeleri de bir itirazda bulunmamıştır! Peki nedir bunların ortaklığı? Hikmet Kuran zatının sergilediği aleni düşmanlık bu güruhun ortaklığı değil midir? Eğer bu değilse, neden bir ses çıkarılmaz, neden tek bir itiraz cümlesi kurulmaz?
Evet, bu zata fazla zaman ayırmaya gerek yok. Bu örgütün hepsi ötmüştür diyerek ilgili hareketi alçak yalanlarla çökertmeye çalışan ve buradan işe başlayıp Kaypakkaya’ya verilen onuru itibarsızlaştırmak üzerinden kendisine layık gören bir aşağılıkla, belgeleri her yöne saçın ki gençler görsün diyerek gerçek manada hareketin temellerine yönelen bu düşmanlık her şey için yeterlidir. Bu düşmanlığın görülmesi fazla sözü gerektirecek cinsten değildir.
Ama şu altı çizilmesi gereken bir noktadır ki, zatın devrim düşmanlığında gidebileceği kadar ileri gittiğinin en uç noktasıdır. Kaypakkaya çizgisi ve silahlı mücadeleyi kast ederek; “… devletin politikasıdır.” demektedir! Şimdi sual edelim; bu tipler oldukça düşmana gerek var mıdır? Ve eğer bunlar düşman, bunlar gerici değilse kim gerici ve düşmandır? Silahlı mücadeleyi benimsemeyebilirler elbet. Buna eleştiriden başka diyeceğimiz olmaz. Lakin, bu zat mantığını öyle bir döşemektedir ki, baştan sona gerici-düşman bir mantık silsilesiyle hareket etmektedir. İbrahim’le işe başlamanın gerektiğini salık verip, örgütün hepsinin öttüğünü, belgelerin gençlere ve halka dağıtılarak devrimci ve komünist hareketin batırılmasını arzulamakta ve son vuruşunu da silahlı mücadelenin bir devlet politikası olduğunu söyleyerek, fiilen Kaypakkaya ve diğer tüm silahlı mücadele kulvarını devletin-düşmanın politika yürütücüleri olduğunu ileri sürmektedir.
Bu zat yeterince tanınmış, uğraş ortakları da yeminli dostluklarına bağlı kalan itirazsızlıklarıyla ifşa olmuştur.
Özellikli simalara geçerken;
Kaypakkaya yoldaşın siyasi perspektifini zamanında benimseyerek bu doğrultuda mücadelede yer almış ve hiç kuşkusuz ki bu mücadelede ağır bedeller ödemiş, uzun geçmiş öncesi bu perspektiften koparak mücadeleyi tatil etmeleri adeta tarih olmuş ve şimdi devletle hesaplaşma cüretini yitirdikleri için bir anlamda geçmişleriyle hesaplaşmaya girip, açık ya da örtülü olarak Kaypakkaya yoldaşın siyasi kulvarıyla hesaplaşmaya karar vererek ödedikleri bedellerin acılarını hareketimiz ve değerlerinden çıkarmaya yeltenen namlı-namsız simalara, geçmeden önce, bir kaç noktanın altını çizmekte fayda görüyoruz.
Yukarıda, kullandıkları açık isimleriyle konu ettiğimiz malul kişi ve kişiliklere hitaben yazdıklarımız, asla onların zırva safsatalarını ciddiye alarak bunlara karşı bir kanıtlama çabasına girme ya da saplantılı ruhhaliyle zırvaladıkları mesnetsiz iddiaları üzerinden bir münakaşa yürütüp sorgulamaya girdiğimiz biçiminde anlaşılmamalıdır. Yeterince çürük olup amaç ve niyetleriyle malul olan, en önemlisi de açık beyanlarıyla ortaya koydukları gerici saldırıyla karakterleri ayan beyan olan bu zevat külliyatın iddialarını çürütme gibi bir çaba içinde değiliz, olamayız. “Delinin kuyuya attığı taşla” uğraşacak kadar ahmak değiliz. O halde yaptığımız nedir? Şudur; bu gericilerin gerici yüzünü göstererek teşhir etmek ve özellikle Kaypakkaya yoldaşın siyasi geleneğine bunları tanıtmak, elbette gerici saldırıları ve heveslerini kursaklarında bırakmaktır. Görüldükleri yerde yüzlerine tükürmek, en azından tükürmek, her devrimcinin ve özellikle de her yoldaşın ve her militanımızın görevidir!
Bu kişiliklerin devreye girmesi ve saldırı furyası başlatarak hareketimizin üzerine adeta çullanmaya kalkışması zaman ayarlı olup manidardır. Ve bu durum defalarca tecrübe edilmiştir. Tecrübe edilen durum şudur; Hareketimizin veya Kaypakkaya yoldaşın siyasi mücadele perspektifine bağlı genel hareketin toparlanma ve gelişme sürecine girdiği her an, şu veya bu sebeple, şu veya bu nitelikte baltalayıcı saldırılar zaman kaybetmeden devreye girmekte, ilgili hareketi ya bölüp parçalayarak ya da kirlilik üretip güvensizlik geliştirerek geri çekmeye çalışmakta, belli ölçülerde de başarılı olmaktadırlar. Öyle ki, hareketimizdeki en küçük bir gelişme, kıpırdama, toparlanma vb bu odakların dikkatini hemen çekmekte ve saldırı salvoları derhal başlamaktadır. Bu düzeyde bir tahammülsüzlük, bu düzeyde bir düşmanlık ve örgütlü saldırı kesinlikle rastlantı olamaz.
Şantaj ve tehditlerle yoldaşlarımızı zayıflatıp geri adım attırmaya heveslenen bu güruh hiç şüphesiz ki karşısında hareketimizin örgütlü duruşunu, kararlı iradesini görecektir! Örümcek tutmuş hastalıklı beyinlerinin ürünleri ve karanlık gölgelerce hazırlanarak kendilerine servis edilen sahte dosyalarla yoldaşlarımızı yıpratıp karalamaya kalkışanlar ve hareketimize karşı mücadeleyi empoze edilmiş özel görevlerle meslek edinmiş olanlar, hareketimizin söz ve eylemiyle tanışmaktan kurtulamayacaktır!
Yeni taktik
Gerici masa sağdan gelen yeni konuklara sandalye sunmaya devam ediyor. Vakit kaybetmeden gerici masaya dahil olan ama biraz gecikmeyle mesaiye başlayan Neval … isimli zatın açık ihbarcılığı kendisi gibi, gerici masada yer alan türlerin hamuruna ışık tutup, kalitesiz kumaşlarını pazara çıkaran tipik örneklerdendir. Aynılar aynı yerde yer alır… Arkasına güç alanların cüretli olması anlaşılırdır. Ama bu güç, halkın gücünden üstün olamaz ve ama bu cüret, halkın haklı davasından, tarihsel yürüyüşten alınan cüretten üstün olamaz! Bu unutulmasın.
Kadın cinsi üzerinden oluşturulmaya çalışılan kalkan, kadın mücadelesi ve duyarlılığı dikkate alındığında, kırılan saldırının takviye edilerek tahkim edilmesi bakımından anlamlıdır! Lakin sökmez; kadın kimliğiyle devreye sokulup gerici saldırıya can suyu yapılmak istenen özne, açık ihbarcılığıyla defo vermiş, rol oynama şansını yitirmiştir. Saldırı güruhuna taşınmak istenen taze kan, damarlarda taşınan ihbar virüsü nedeniyle fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu taktik de tutmadı! Ölü doğmuş gerici saldırı ihbarcılıkla canlandırılamaz. Ne toplum, ne de devrimciler yapılanı görmeyecek kadar kör ve sizin sandığınız gibi kirliliklerinizi yutacak kadar ahmak değildirler.
Girdiği kirli suları verdiği renkle iyice bulandıran bu zatın, kurum ve kişileri illegal hareketle ilişkilendirerek düşmana hedef gösteren tavrıyla yeni tip ihbarcılıkla eski ihbarcılara taş çıkartmaktadır. Anlaşılıyor ki, karın sancısı olanlar gerici halaya kalkmak için fırsat kolluyor. Devletle bağı var mı? (…) Ama şu kesin ki, devlete düşmanlıkta değil, fakat hareketimize düşmanlıkta bilenmiştir. Buyurun konuşun; konuşun ki, bizlere gerek kalmadan kişiliğiniz ve kimliğiniz itirafnamelerinizle açığa çıksın.
Bir kez daha söylüyoruz; herkes yapmak istediğini yapmakta özgürdür. Lakin bizlerin de aynı özgürlüğe sahip olduğumuz unutulmamalıdır.
Etkili taktik olarak özellikli simaların “seçimi” ya da rol oynaması
Kaypakkaya, ideolojik-siyasi-örgütsel geleneği ve özelde de hareketimize karşı sinsice geliştirilen gerici saldırı, başlama adresi olan şahıslar bakımından özel bir anlam taşır. Özel anlam, özellikli simaların fitili ateşlemesinde yatar. Özellikli simalardan kasıt ise, bu simaların geçmiş itibarıyla Kaypakkaya geleneğinden olmaları gerçeğidir. Özellikli olmaları budur. Oynadıkları rol ise, en azından Hikmet Kuran zatıyla aynı kirli sularda yüzmeleridir.
Ve bu nitelikteki bir saldırı furyasında bu özellikli simaların seçilmiş, rol oynamış ya da dolaylı olarak koç başı misali kullanılmış olması, hakkı teslim etmek gerekir ki, gericilik tarafından kullanılan etkili bir taktik ve tercihtir. Dışardan yapılacak saldırıların, “içerden” yükselen saldırılar kadar etkili olmayacağı ve daha kuvvetli dirençle karşılanacakları aşikardır. Dışardan atılanla maya tutmaz ama “içerden” atılan öyle ya da böyle sorgulanmaya değer görülür durumundan isabetle mütalaa eden arka akıl, ister yönlendirmeyle, ister kapanmış yaraları kaşıyarak ve isterse de algı yönetimiyle olsun, ilk hücumu nereden ve nasıl başlatacağını iyi kurgulamıştır.
Temyiz makamı olmadığımız için kimin masum, kimin olmadığına garanti veremeyiz. Lakin yapılan iş ve eylemi değerlendirerek, gelişim zincirini takip ederek, somut olgu ve emareleri değerlendirerek, amaç ve niyetleri görerek, kısacası somut olarak yapılanları ve yapılanların neye hizmet ettiğine bakarak bir yargıda bulunabilir, bulunma hakkını kullanırız. Olup biteni art niyetsiz bir saflıkla yorumlayıp bir tesadüften ibaret olduğuna kanaat getirerek, haklı-haksız bir tepkiyle sınırlı hezeyanlar olarak değerlendirsek de, bütün bunların objektif olarak gerici bir propaganda ve saldırı olduğunu yadsıyamayız. Hareketimize, önderimize ve yoldaşlarımıza karşı kara bir propaganda olduğunu es geçemeyiz. Ki, ilgili simaların yazdıkları ve ön ayak olarak geliştirdikleri bu gerici akım saldırısının hareketimizin temellerini dinamitlemeye yöneldiği alenen görülmektedir.
İlk bölümlerde kullandıkları açık isimleriyle teşhir ettiğimiz zatların yazdıkları hareketimize açık düşmanlıktan öteye, devrim ve devrimci mücadele düşmanlığı sergiledikleri sözleriyle tescillidir. Ne ki, benzer bir eğilim ve yönelim bu özellikli simaların bazılarında da tipik benzerlikle görülmektedir. Bu durumda, niyetlerini ayrıt etme koşulumuz sınırlanmakla birlikte, objektif olarak bu benzerliklerin (en azından bazı simalar şahsında) aynı kulvarda birleştikleri ve yürüdükleri inkar edilemez gerçektir. Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenirmiş… O halde iyi niyet kelepçesine takılmadan objektif ve somut gerçeklerden hareket etmemiz doğru olandır.
Baki İşçi, neden sahnededir, ne yapmaktadır? Onlarca sene bekleyip dinlenerek biriktirdiği enerjiyi ne için, nasıl ve kime karşı kullanmaktadır? Amacı nedir? Yaşadığı anlaşılan ruhsal iç huzursuzluğunu dindirmek için kendisine ortaklar mı aramakta, yoksa “günah keçisi” bularak pervasız saldırısıyla kendinden daha fazla “suç” lu yaratıp bulma çabasıyla kendisini mi rahatlatmaya çalışmaktadır? Kendisine servis edilen kaynağı belli kirli bilgi ve dosyalarla devrimcilerin onur ve kimliğini ayaklar altına alma pervasızlığıyla yargısız infazdan sakınmayan Baki İşçi, biraz samimi, az bir şey tutarlıysa yargılayıp sorgulamaya başkasından önce kendisiyle başlaması daha etik olmaz mıydı? Mahkemelerin kurulması ve yoldaşlarımızdan başlayarak tüm hareketimizin prestijini sarsıp savurmaya kalkışan bu saldırı hangi davanın hesabıdır? Hep yargılayan pozisyonda olup hiç yargılanmayan eda ve yargılanmaya yanaşmayan bu beylik nereden ve nasıl hak edilmiştir? Hareketimizin temellerine dönük çökertme sevdasıyla, hareketimizi hırpalayarak değerlerini yerle bir etmeye çalışan, zayıflatarak yem haline getirmeye odaklanan gayret hangi hesap ve güdülerin eseridir? Hangi ihtiyaçtan bu saldırı devreye sokulmaktadır? Dağarcığınızda devrim adına, mücadele, sınıf ve halk adına bir şey var mı? Neden devrimcileri ve komünist devrimci hareketi zedelemeyi merkezinize koymuş bulunmaktasınız? Bundan başka bir uğraşınız, bir derdiniz var mı? Hareketimiz hakkında önyargı geliştirerek onu bastırmaya çalışmak hangi akla hizmettir ve bütün bunların altında yatan neden nedir?
Meydan okuyup demokratik-devrimci kurum vasıtasıyla tartışmaya davet etmektesin! Pardon ama o kurumlar sizlerin gerici kara propaganda ve hastalıklı saldırılarınızın kürsüsü değildir. O kurumlarda demokrasi ve devrimin propagandası yapılır, halkın ve işçi sınıfının çıkarları temsil edilir; sizin gerici niteliğiniz oraya çıkmaya uygun değildir. Dahası, bilimsel sosyalizm teorisi, işçi sınıfının iktidar sorunu, devrimin teorik-pratik görevleri, devrimci örgütlenme ve mücadele sorunlarına dair bir tek lafınızın olmadığı aşikar iken, komünist değer ve hareketi baltalamaya dönük sığlığınızla o kürsüye nasıl çıkabilir, çıkmayı tasavvur edebilirsiniz ki?
Hiçbirinizin devrimin teorik-pratik meselelerine dair ne bir kaygısı, ne de bir sözü var; karalayıp yıkmaya çalışmaktan başka… Bu durumda hangi tartışmayı yürüteceksin-iz? İşçi sınıfı ve halklarımızın kurtuluş mücadelesi karşısındaki pozisyonunuz nedir? Bir katkınız olmadığı gibi, bir kaygınız da yoktur. Ama baltalama, itibarsızlaştırma ve çökertme gayeniz son derece diridir. Bunun için ayaktasınız, bunun için ayaklanmış bulunmaktasınız.
Esintinin ılık iklimine kapılarak yelkenlerini dolduranlar sert rüzgarların dalgalarına da hazır olmalıdır. Sert rüzgardan rahatsız olanlarınızın itirazlarına tanık olmaktayız. Manipülasyon sizin işiniz ise, devrimci gerçekleri bayraklaştırmak da bizim işimizdir. “Eleştiriye”, “itiraza” ve “söz hakkına” karşı tahammülsüz olduğumuz ve sert tavır aldığımız dillendirilmektedir. Bu, en iyi haliyle “sapla samanın” karıştırılmasıdır. Bizler eleştiriyi saldırıdan, dostluğu düşmanlıktan ayırma yetisindeyiz. Saldırılar eleştiriyle izah edilemez, saldırı eleştiriyle aynılaştırılamaz. Gericilik de dostlukla karıştırılamaz. Şayet yapılanlar masum bir eleştiri olarak mütalaa ediliyorsa, bunda büyük bir yanılgı vardır. Ya da bilinçli bir çarpıtma ve manipülasyon vardır. Hareketimizin, değerlerimizin, yoldaşlarımızın ve önderimiz Kaypakkaya’nın gözden düşürülerek hiçleştirilmesi ve tasfiye edilmesi hedefleniyor, bu zeminde örgütlü bir hareket sergileniyor ise, burada eleştiriden değil, gerici saldırıdan bahsedilebilir. İşte bizlerin tavrı buna göre biçimlenmektedir.
Bizlerle veya bizlere karşı teorik bir tartışma, bir anlayış meselesi ve dostluk hukuku çerçevesinde bir doğru-yanlış mücadelesi yürütülürse, buna saygı gösterir, en sert eleştiri ve ideolojik mücadele tutumuna da anlayış gösteririz. Çizgimizin sorunlu, siyasetimizin hatalı, stratejimizin yanlış olduğu vb vs iddia edilirse, buna karşı ideolojik mücadeleden başka bir yanıtımız ve tavrımız olmaz-olamaz. Lakin, yapılanlar veya yapılmak istenenler mücadelemizin ve hareketimizin tasfiye edilmesi için ince ve kaba taktiklerle sinsice planlanan gerici bir saldırıdan başka bir şey değildir. Sizleri tek-tek ele alarak somut durumu açıklarken, hepinizi aynı saldırının birer parçası ve aktörü olarak değerlendiriyoruz. Zira, kimi ezeli düşmanlıktan, kimi köstebek olmasından, kimi yerelci-mezhepçi olmasından, kimi bencil hırs ve egosundan, kimi geçmiş acı ve intikam duygusundan da olsa, birer aktör olarak hepiniz aynı gerici öfke ve saiklerle hareket etmekte, hareketimizin tasfiyesi gibi gerici davada birleşmektesiniz. Bu, her vesileyle ve tek-tek söz ve güdülerinizle ortaya koyduğunuz yazınsal zırvalarınızca aleniyet kazanmakta, somut gerçek olarak orta yerde durmaktadır.
Sait Çiya da Baki İşçi gibi aynı yolu takip eden ve kılıç kuşanarak aynı gerici hücuma kalkışanlardandır. Aynı güdülerle hareket eden ve yerelcilikle mezhepçiliği silah olarak kullanan diğerleri de gerici kuşatmanın şövalyelerinden başka bir şey değildir. Yerelcilik ve mezhepçilik manivela edilse de son tahlilde hedefiniz ortak, gericiliğiniz benzerdir. Lakin, yarası farklı tanılarla tarif edilse de bu gerici kümenin direk ya da dolaylı olarak siyasi gericilerin değirmenine su taşıdığı ve oradan yönlendirildiği aşikardır… Devrim bütün bunlara ve daha fazlasına tanıklık etmiştir. Bir şeye daha tanıklık etmiştir; ister soldan essin, isterse sağdan essin bütün gerici akım ve her türeviyle bilumum gericilik devrim karşısında yıkılmaktan kurtulamamıştır…
Maksat kafa karışıklığı yaratmak, suyu bulandırıp balık avlamak, kirlilik üretip güvensizlik ekerek yaymak ve bu uğurda elde ne varsa piyasaya sürüp tasfiye amacına ulaşmak olduğu için, belli sayıda piyon harekete geçirilmiş ve piyon sayısının fazlalığına bağlı olarak tam bir karmaşa ve çarpıklık hüküm etmiştir. Doğruya, bilime ve dürüstlüğe dayanmayan her şey bencillikle gericidir ve her gericilik gericiliğinin handikabıyla kaçınılmaz biçimde yüzyüzedir; yüz yüze gelir. Gericiliğin ironisi budur. Kaypakkaya’nın katlediliş nedenini “dert” edinenden, “İbo ikonundan” başlayanına, yerelcilik-mezhepçilikten hareketimizin açıktan hedef alınmasına, dosya tedarikçisi “hukukçulardan” kişisel hırs ve egosuna yenik düşerek ayağa kalkan şakşakçılara ve diğerlerine kadar farklı tiplemelerden örülen hummalı bir çalışmayla çok sesli melez bir güruh olma kaderiyle karşılaşılmış, her bakımdan kaotik bir hava yaratılmış, yaratılmak istenmiştir. Bundandır ki, her biri çürük birer elma olarak ayrı olsa da son tahlilde aynı toprakta yetişerek aynı torbaya girmiştirler…
***
H. Sevinç ismini sakınmadan yazanlardan ve gerici zırvanın akıl hocalığını yapanlardan biri ve bakın neler yazıyor, neler söylüyor:
“Gelinen noktada solun kaybı, yaşadığı yenilgiler; Dersim’de yaşanan tahribatları sorgulayan entelektüel bir birikimden yoksun olduğumuzu görüyoruz. … Bu kişiler ellerine tutuşturulan bombanın hem kendilerine hem de çevresine zarar verecek boyutta olduğunu bilmezler. Bunu düşünmezler. …”
Evet, küçümseyici, kibirli ve üstten bakma küstahlığına sahip bu zat Dersim’de yaşanan tahribatlardan söz etmekte ve bu tahribatları sorgulayacak entelektüel birikimin olmadığını savlamakta, bu rolü kendisine atfedip entelektüel birikimi temsil ettiği havasıyla konuşmaktadır. Kaba bir küçük-burjuva aydın tavrı, bir o kadar da çarpık bir elitist bağnazlık…
Bu zatın entelektüel hazineye katkılarını bilen var mı ve varsa bunlar nelerdir?! Bilen yok, zira böyle bir emare ve ışık ve ürün de yok; gerici hezeyandan başka… Gerici hezeyanla entelektüelliği aynılaştırması da sefilliğinin ürünü olmalı… Entelektüelliği halkların kurtuluşu uğruna verilen devrimci savaş ve Komünist mücadeleye saldırı olarak telakki eden bu zatın durumu, entelektüel külliyat bir yana, entelektüel tutumun zerresi karşısında bile tam bir faciadır. Bu durumunun farkında olmaması, entelektüelliğe öykünen gerici sorgulamasıyla da kanıtlıdır. Ama o burjuva bağnaz entelektüelliğini kılavuz almış olarak başka şeylerden bahsetmektedir; devrim dünyasından anlaması da beklenemez…
Tam da bunun ürünüdür ki, Dersim’de yaşanan devrimci savaş ve komünist mücadelenin yarattığını iddia ettiği tahribatları bir “entelektüel” olarak dert edinmektedir. Dersim’de yaratılan tahribatın mümessili olarak Kaypakkaya ve hareketimizi gösterirken, devleti ve katliamlarını aklayan bir “entelektüel” seviye sergilemektedir. Bu “entelektüel” beye göre, gerici sınıf egemenliğine karşı mücadele yürütmek, proletarya ve halkların kurtuluşu uğruna savaşmak, devrimin gerçekleştirilmesi için devrimci örgütlenme ve eylemlerde bulunmak bir tahribattır! Baskı, asimilasyon, katliam ve kıyım yapan, kültürel erozyon ve çürüme yaratan, kimliksizleştirme ve insansızlaştırma politikaları güden hakim sınıflar-devlet asla tahribat yapan değildir!? İşte, “entelektüellik” adına, Dersimcilik adına yapılan ve söylenen budur ki, bu gericilikten bir adım ileri değildir. Dersim ve Dersimlinin hafızasına da bilgi seviyesine de duruş ve kimliğine de tabandan tezattır bu zavallı. Bu zavallı “entelektüelin” hali hastaneliktir; derhal ego terapisine alınmalı akıl sağlığı kontrol edilmelidir… Ama önce hareketimiz ve Kaypakkaya düşmanlığını terk etmelidir!…
Devam ediyor;
“Esas konuya dönelim.
1970 başlarında ‘Gerilla Savaşı bölgesi’ ilan edilerek silahlı savaş başlatmaya girişen örgütlerin özel olarak İbrahim Kaypakkaya’nın Dersim’de yarattığı tahribatı bugün net olarak görebiliyoruz. Kaypakkaya sonrasında devletin asimilasyonuna bir de solun katkılarıyla ortak olduğunu söylemeyecek miyiz? … O güzel insanların eline silah ve bomba tutuşturularak katil olmalarına yöneltildiler. … Burjuva eğitim denilerek okullar boykot edildi. Dersimliler eğitim ve öğretimden yoksun bırakıldı. …”
İnkar ve yalanın bu düzeyi ancak izandan yoksun olanda rastlanır şeydir. Dersimlilerin eğitim ve öğrenimden yoksun bırakıldığını iddia eden bu zat koca bir yalan söylemekte, Dersim’in okur-yazarlık oranı ve eğitim, kültür düzeyinin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ilk sıralarda olduğunu bile bilmemekte ya da bilerek çarpıtmaktadır. Öyle ya dert Kaypakkaya ve hareketini karalamaktır, öyle olunca yalanın sınırı olmaz; ahlak bu işte… Burjuva eğitimin boykot edilmesi kadar onurlu, haklı bir eylem olamaz. Fakat bu zavallının bu iddiası da koca bir yalandır. 80’li yıllarda çeşitli vesilelerle dersler boykot edilmiş, demokratik talepler temelinde bu eylemler gerçekleştirilmiştir. Ancak bu boykotlar 80’li yıllarda tüm ülke satında yaygın olmakla birlikte, eğitimin bilimsel, yönetimin demokratik olmasıyla sınırlı boykotlardır ve genel olarak eğitimi, öğrenimi boşa çıkaran kapsamda değildir. Peki bu unsurun derdi nedir ki bu yalana sarılmakta? Öyle ya, Dersimliler “cahil” kendisi entelektüeldir?!? Seni kibirli burjuva seni… Seni emek hırsızlığının çöplerinden sınıf atladığını sanan budala …
Sahtekarca‚ “o güzel insanlar” demekten de geri durmamakta ama bu güzellemesinin de arkası gerici pespayeliğin dik alası ve alçakça saldırıdır. İradeleri, bilinçleri yokmuş gibi, “o güzel insanların eline silah ve bomba tutuşturuldu” diyerek ölümsüzleşen yoldaşlarımızı ve devrimcileri küçümsemekte, hayasızca saygısızlık yapmaktadır. Bu unsurun devrimcileri, devrimci irade ve kararlılığı tanıması, devrimi idrak etmesi de beklenemez… İroniye bakın ki, bu unsur eline-ağzına burjuvazinin tipik laflarını alarak ortalığa düşmüştür. Oysa zavallı bir piyon olduğunu itiraf etmesi daha yerinde ve objektif olurdu…
Evet, bugün devrimci otoritenin kısmi zayıflığı nedeniyle Dersim’de gericilik alenen alan bulup sizlerin yarattığı zemin sayesinde Dersimlinin kutsal gördüğü mekanlarda heyetler düzeyinde karargah kurdukça devrimciler karşı bu saldırılarda sizi motive etmektedir, bunu anlıyoruz. Sizin verdiğiniz ilham sayesinde ihbarcılık ve koruculuk yaygınlaştırılmaktadır, ideolojik önderliğinizden gurur duyabilirsiniz. Ama dürüst her kes bilir ki, devrimci çalışma ve maneviyatının güçlü olduğu yıllarda çürüme, yozlaşma, yabancılaşmadan söz edilmezken ihbarcı onursuzluk ve erdemsizlik olarak görülürdü. Peki bu “entelektüel” bey hangi Dersim’den bahsetmektedir, hangi tahribattan söz etmektedir? Açık ki, devletin istemediği Dersim gerçekliği, mücadele ve savaş gerçekliği bu beyin de istemediği gerçekliktir. Devletin rahatsız olduğu ve önüne geçmek için bin bir türlü hile ve oyuna, baskı, asimilasyon ve katliama başvurduğu Dersim gerçekliği bu beyin de rahatsız olduğu ve tahribat olarak ifade ettiği durumdur… Yani, H. Sevinç bire bir devletin özlemlerini ve istemlerini dillendirmekte, onunla birleşmektedir.
“Gençlerin eline bomba ve silah vererek katil olmaya yönlendirilmeleri” ifadesi tipik bir devlet söylemidir. Ki, bu gerici söylem aynı zamanda bilinçli tercih ve sorumlulukla silah alıp savaşan ve devrimci savaşta ölümsüzleşen O “gençlere” yönelik alçakça bir saldırıdır…
‘‘… Fakat belirtmek gerekir ki, Kaypakkaya Dersimli gençlere ölümü sevdiren, onları gözü-kapalı insan öldürmeye yönelten; üzülerek söylüyorum bu yaptıklarından zevk alan bir güruh yarattı. Dersimi adım adım yok oluşa götüren sürecin yollarına taşlar döşedi. Dersim ve Dersimliler için yeni bir yıkış sürecinin Kaypakkaya’nın Dersime gelişiyle başladığını inkar etmek, delilleri karartmak için ortalıkta dolaşan sahte tanıkları deşifre etmek Dersim ve Dersimlilerin vefa borcu olmalı.”
Bu paragraftaki zırvalıklar da devletin resmi ağzından ve devrim düşmanlığı ile hareketimiz ve Kaypakkaya düşmanlığından başka bir değer taşımamaktadır. Dersim ve Dersimlinin yeni bir yıkış sürecinin Kaypakkaya’nın Dersime gelişiyle başladığını söyleyecek kadar devlet kafalı ve gerici düşüncelerdir; H. Sevinç bu kadar da sosyal yasalara, sınıf çelişmelerine sırt dönmüş, zulme ve sömürüye karşı başkaldırı hakkını kullananların dolaysız düşmanı olmuştur; parayı yönetirken çok çalmanın doğal sonucu da bu olsa gerektir!
Tüm suçlu Kaypakkaya’dır bu unsur için; devlet hiçbir sorumluluk ve suç işlememiştir… Bu sözleri okurken, kime ait olduğunda ikileme düştük; sanki Bahçeli, Soylu ya da Erdoğan konuşuyor. Bunların dedikleri de birebir aynıdır… Kimi aklıyor, kimi suçlu ilan ediyor? İşte gericiliğin hası… Bu kadar düşkün birinin Dersimliler adına konuşması Dersime de devrimci değerlere de gerçek bir hakarettir… Ölümsüzleşen yoldaşlarımızı küçümseyerek hakaret eden, On’ları bir “güruh” olarak tanımlayan bu zat alçaklıkta zirve yapmıştır. Devrimci mücadele ve savaş yürütenleri, kullanılmış bir piyon ve güruh olarak tanımlayan bu zat, gerici olduğu kadar iğrenç ruhludur.
“Sadece Kaypakkaya’nın işkencedeki tavrı ile onu yüceltmek daha sonraları işkencelerde direnen, ketledilen devrimcilere hakaret olur. …”
Bakın bu alçak demagojiye! Sanki sadece Kaypkkaya direnmiştir ve sadece O direndiği için yüceltilmelidir diyen varmış ve sanki diğer direnen devrimcilerin direnişleri yok sayılıyormuş gibi, Kaypakkaya’yı yüceltmek diğer direnenlere hakaret olur demektedir. Bu zatın asıl derdinin Kaypakkaya olduğu aşikar iken, demagojiye başvurması bu düşmanlığın kılıflanmasıdır… Kaypakkaya’ya hakaret etmekte beis görmezken, “direnen devrimcilere hakaret olur” diyerek itiraz belirtmektedir. Direnen devrimcilere hakaret etmemek için öncelikle Kaypakkaya’ya hakaret etmemek gerektiğini okuspokusla geçiştireceğini sanmaktadır. Tutarsızlığın bu denlisi ancak Kaypakkaya düşmanlığıyla açıklanabilir ki, bu düşmanlığı da alenen ortaya koymaktadır…
“Milyonlarca insanı katleden Stalinist rejim ve kendisi hala Dersimlilerin eline tutuşturulan bayraklarda yer alabiliyorsa, entelektüel, aydın, sivil ve asker yüzbinlerce kişinin ölümüne ferman olan Mao’nun çağrısı ile başlatılan ‘Çin Kültür Devrimi’nin hala insanlık adına bir ‘kazanımdır’ diyerek savunan yeterli derecede Dersimli varsa; …”
İşte bu zatın devrim düşmanlığı bu sözleriyle iyice tescilleniyor. Kaypakkaya ve hareketimize düşmanlıkta hızını kesmeyen bu gerici, Stalin yoldaşı tıpkı emperyalist burjuvazi gibi katil değerlendirmekte ve oradan Mao yoldaşın ML’ye katkısının zirvesi olan BPKD’ne ve elbette Mao yoldaşa saldırmaktadır. Evet Dersim’in demokratik, devrimci ve Komünist potansiyeli Kaypakkaya, Stalin ve Mao yoldaşları onurla sahiplenip bayraklaştırmaktadır. İnsanlığın geleceğinin buradan geçeceğini kavramakta, buna uygun pozisyon almaktadır. Dersim’in bu duruşuna düşman cephesinden yaklaşan biri nasıl olur da dersim adına konuşuyor diye şaşırmasın kimse, mülkiyet sisteminin en kirli türevi olan faşizmin özel savaş stratejisi tam da budur işte; seni öldürmenin en hileli yolu senden görünmektir, yoksa nasıl menziline alabilir ki.. Dersim’in tahribatından söz ediyorsun?… Ve sen, burjuvaziye karşı sınıf savaşının yürütülmesini, dolayısıyla devrim mücadelesini suçlayarak burjuvaziyi ve faşist baskılarını aklıyor, burjuva egemenliğin sürgit devam etmesini istiyorsun!… Sen, bu fikirlerin ve eyleminle bir bir özel savaş elemanı gibi konuşuyor, düşünüyor, saldırıyorsun!… Sen Dersimlinin de, demokrasi ve devrim kültürünün de bir yüzkarasısın!.. Sıraya girdiğin kuyruk, adına konuştuğun gerici kuyruktur; buyrun konuş….
Bir de şu hukukçu var; Ahmet Hulusi Kırım‘da ismini sakınmadan açık rol oynayan biri olarak karşımıza çıkanlardandır… Her yazılana onay makamı gibi onay vererek desteklerini esirgemeyen bu zatın ne yapmaya çalıştığından öte ne yaptığı berrak biçimde görülüp anlaşılmaktadır. Afişe edilen resimlerde, adeta soruları yanıtlayarak açıklayan makam olarak, resimlerdeki kişileri kod ve gerçek isimleriyle deşifre eden tavrıyla fevkalade dikkat çekmekte, çekmeyi hak etmektedir. Ayrıntılarda gizli olanı bir an bir kenara bırakırsak, açık ismiyle yazdığı anısında da kulvarını besleyen akıntı olarak meram ve kendisini ifşa etmektedir. Dosya tedarikçisi olan bu zatın tahmin ettiği dosyaları ne kadar güvenilir ise, anısı da o kadar güvenilirdir. Anısındaki muhatap böyle bir görüşmenin olmadığını ifade ederek Kırım raportörünün yalandan beslendiğini kanıtlamaktadır.
Anısında ne diyor Kırım: “İstanbul’da birkaç hafta haber bekledim. En nihayet S. Cihan dosyayı almaktan vazgeçtikleri haberini getirdi.
Bana garip gelse de bir anlam veremedim. O dönem onların dava avukatı olan arkadaşım İsmail Hakkı Altan’a bir ara dosya sende var mı diye sordum. İmha ettiğini söyledi.
Aradan seneler geçti ve şimdi Oruçoğlu’nun emniyet ve savcılık ifadelerini okuyunca neden dolayı dosyayı almamdan vazgeçtiklerinin cevabını bulmuş oldum. Evet dava sanıklarının çoğu döküldükleri için bilinmesini istememişlerdi. …”
Bu “hukukçu” bozuntusuna, bu ne idüğü belirsiz zata bakın ne hava yaratıyor. Sanki S. Cihan yoldaş bunun kuryesiymiş gibi, kendisine haber getirdiğini söylüyor. Üslubu ve söylem tarzı tam bir burjuva dili. Öyle ya, kendisini büyük gösterecek, bilen ve meselelere hakim olduğunu, her şeyi denetleyip kontrol eden biri olarak gösterecek ki, saygınlık kazanıp söyledikleri para etsin…
Bir kontrol mekanizması içinde olduğunu anlamak zor değil ama kast ettiğin gibi değil, şimdi öylesin… Sahte dosyalar tedarik edip yangın çıkarmaya çalışan pozisyonun bilinmez ve görülmez değildir. Sen yoldaşlarımız hakkında dosya hazırlayıp servis edeceğine ve arkasında olduğun bu gerici saldırının gizli mimarlığını yaparak yoldaşlarımızı ve dolaylı olarak hareketimizi yargılamaya çalışacağına, önce kendini masaya yatır ve akla!…
Yalancı tanıklıkla anlattığın hikayen sayın Oruçoğlu tarafından yalanlandı. Daha başka neler üretiyorsun bu ayrı ama ürettiğin yalan tanıklığın çöktü. Yeni bir yalan, yeni bir hikaye ve yeni mamullerin ne olacak acaba?…
Soru sormak kadar soru almaya da hazır olmalı! Anlattıklarını ölçü alarak soruyoruz: Sana, S. Cihan yoldaş dosyayı almaktan vazgeçtiklerini söylediği halde neden başka avukata gidip dosyanın kendisinde olup olmadığını sordun, soruyorsun? Neyin peşindeydin, amacın neydi? Dosya arşivi yapıp şantaj yapıp kullanmak için ve elinde “koz” tutarak kendine zırh oluşturmak için mi? Ne için? Neden senden gizlenen dosyayı sorup almaya çalıştın? Bu basit bir merak mı, yoksa başka bir şey mi?… Ve sen dava dosyalarının hareketin bilgisi dahilinde tutulduğunu, herkese verilmediğini bilmiyor musun? Bildiğin halde bugün bir karanlık ve şaibe yaratmak adına dosyanın sana verilmemesini başka bir nedene bağlıyor, büyük bir oyunun olduğunu ima ediyor, söylüyorsun. Sen de bilirsin ki bütün devrimci örgütler bu dosyaları sadece yönetim ve sorumlu ekiplerin bilgisinde tutarlar. Bunda garip olan veya anlaşılmaz olan nedir? Bu olağan uygulamadan bir gizem üretmen neyin ürünüdür? Amacın nedir? Neye hizmet ediyorsun bütün bunlarla…
Ve kendince vurucu hamleni yapıyorsun: “… dava sanıklarının çoğu döküldükleri için bilinmesini istememişlerdi.” Bu normal bir şey değil mi? Senin bilmeni istememeleri normal değil midir? Bugüne kadar hangi hareket yakalanan yoldaşlarının dosyaların-ifadelerini kamuoyuna açmış veya herkese vermiş? Hepsi istisnasız olarak bu dosyaları saklı tutmamakta mıdırlar? Ve hepsi sadece bu dosyaları örgütün ilgili sorumlu birimi ve örgütün merkezi kurumuna açıklamakla sınırlı tutmamışlar mıdır? Hal böyleyken, dosyaların sana verilmemesini bir gizem olarak lanse ediyor ve gerici saldırıyla hedeflenen yoldaş hakkında zan yaratıyorsun. Evet, sen önce kendini izah et. Başkasını hedefe koyarak kendini ve amacını gizleyemezsin… Siz gerici güruhun bu saldırıları nedensiz olmadığı gibi, masum da değildir! Bundan sonra da hakkettiğiniz unvanı taşımaktan kurtulamayacaksınız…
Teşbihte hata olmaz; “Eceli dolan teke boynuzunu kasabın bıçağına sürermiş”
Gerici cenahın ibretlik dökümanlarından olup aynı zamanda gerici niteliklerini de ifşa eden bir itirafname durumundaki Denis Dreibusch isimli yazı, Kaypakkaya ve ideolojik-siyasi geleneğine kin kusan alçak bir saldırının kara portresi durumundadır. Kaypakkaya ve Komünist mirasını sürdüren komünist harekete düşmanlıktan beslenmektedir. Ne ki, cenahın hiçbir elemanı bu zat hakkında tek bir itirazda bulunmamıştır!… İlgili karanlığın satırları; “Direnerek öldürülmüş Onurlu insanların Anılarına Sayın okuyucu arkadaş, Sayın X sayıdaki TKP/ML ve MKP isimli örgütlerin taraftarları, …” diye başlayıp belirtilen muhataplara seslenmekte ve şöyle demektedir;
“Bu dosyadaki belgeler, tarihi özellikle çok sayıdaki sahtekar kurucu üyeleri tarafından çarpıtılmış bir örgüt hakkında sağlıklı bilgiler edinmek için önemlidir. Bu belgeler, antifaşist olan herkes tarafından bilindiği üzere tarihsel gerçekliği faşist olan bir devletin sorgu kurumları tarafından hazırlanmış olan ifadelerden oluşmaktadır. …” Kaypakkaya ve Komünist hareket düşmanlığının gözlerini kör ettiği bu gerici kör kafa, insanların sağlıklı bilgi edinmesini faşist devletin sorgu belgeleri olarak sunma zavallılığından kurtulamamaktadır… Öyle ya, gerici olanın sağlam tanığı gerici kaynak olur…
Hazırlanıp kamuoyuna servis edilen gerici zırvaların ve bu anlamda açılmış olan gerici savaşın uzun bir çalışmanın ürünü olduğunu itiraf etmesi de dikkate değerdir! Bu hazırlık kapsamında düşünüldüğünde, farklı görünen odakların eş zamanlı olarak harekete geçmesi bir tesadüf müdür? Hayır!… Pardon bu beyler acaba neden Kaypakkaya’nın katledilmesi üzerine özel ve uzun bir çalışmaya girdi acaba? Neden şimdi girdi acaba?!… Evet evet hiçbir şey rastlantı değildir, anlamsız da değildir!!!
Adı geçen bu alçak kendisini saklama gereği duymayacak kadar gözü kara bir gerici ve aynı oranda geleneğimize düşman olduğu için zırvalıklarına ayrıntılı değinmeye ya da zırvalıklarını fazlaca alıntılamaya gerek yok. Birkaç sözünü aktarmak, tanımak için yeterli olacaktır. Ve bu gerçeklik, bu alçaklar sürüsüne alınması gereken ve alınan tavrın ne kadar isabetli, haklı ve gerekli olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
Bu cenah, Kaypakkaya’nın katledilmesinin tek sebebi yazılarıymış gibi sunup, bu yazıları kimin yazdığının tespit edilmesi sonrası, Kaypakkaya’nın işkencede değil, kafasına kurşun sıkılarak “öldürüldüğünü” iddia etmekte ve buradan suçlular aramaktadır. Zira devlet ve işkencecileri suçlu değildir. Onlar Kaypakkaya’yı tedavi ederek iyileştirenlerdir hatta; oysa Kaypakkaya’yı öldürenler ilgili yazıları Kaypakkaya’nın yazdığını söyleyenlerdir, bu cenaha göre…
İşte Denis adlı kişiliğin ve düşmanlığın açık itiraflarından bir iki örnek;
“… bu obsesif geleneğin yıkılmasının zor olduğu görülecektir.‘‘ Yıkma hedefini saklamayan bir cüret! Bu cüret nerden ve kimden alınmaktadır? Karanlık güçlerden ve elbette çanak tutanlardan alınmaktadır!…
“… özellikle İbrahim Kaypakkaya konusunda TKP/ML üyesi, taraftarı, sempatizan sıfatlı birçok insanda geri bilinçlerinden, eğitimsizliklerinden ve geri bilinçlerinden dolayı diğer bir değimle salak denilen insanlarla aynıdır.
‘‘… Bu tanı ile TKP/ML’nin geçmişi incelendiğinde şerefsizliğin cilalandığı ve göz kamaştırdığı bir geçmiş görülecektir. Kendini şu kadar temel belge ve 75 ilke gibi boş laflarla diğerlerini ötekileştiren kendini kutsayan bu insanlarda şerefsizliğin devletten ve faşistlerden daha hırlı ve yalancı motiflerle içlerinde barındığından haberdar değillerdir…
‘‘… Bu ilişkinin olduğu yerde hıyar satıcısı ne der biliyor musunuz? ‘Bekle abla sana da koyacam.‘ Bu tarz tarihsel satış örnek olarak Komün TV’nin yayınlarında gözlenmektedir. …
‘‘İşte bu yüzden bu örgütün geçmişinde çetecilik, uçları Mehmet Ağar’ın ekibine kadar giden eroin ticareti, yoldaş katli gibi birçok faşizan eylemler yaşanmıştır ve bu eylemler konusunda sadece üç beş kelimelik açıklamalar yapılmıştır.
‘‘Cinsiyetler arasındaki güdüsel pazarlıklar çok basittir. Bu ilişkiler, TKP/ML içinde ayyuka çıkmış pazarları yaratmıştır.
‘‘İbrahim Kaypakkaya eleştirilmek zorundadır. Ama bu eleştiri, kann emici, miras yedici şerefsizler tarafından yapılırsa, topluluğun çoğunluğu, ideolojik körlük etkisinde harman beygiri veya patoz öküzü gibi aynı şeyleri tekrarlayıp durulur.
‘‘…, o zaman inkarcılık ve yalanın TKP/ML’de sistemleşmiş bir davranış olduğunu görme şansınız olacaktır.
‘‘Bahsedilen duruma dair 1980 sürecinde elimizde daha fazla insan örneği ve belge bulunmaktadır. …”
Uzatmaya gerek yok, bu mahlukat her vesileyle iğrenç kusmuğunu kusarak yıkma amacını sindirip kabul ettirmeye ve bu uğurda her türlü kirliliğe başvurmakta, düşmanlığını sergilemektedir. Bundandır ki, ciddiye alınmayı hak etmemektedir. Bize kalan tek şey, gericilere anladıkları dilden konuşmak olacaktır…
Eklememiz gereken bir şey daha var ki, bu zat ilgili cenahla ortaklık içinde olup birlikte çalıştıklarını ifşa etmektedir. Ellerinde daha çok isim ve belgenin olduğunu beyan ederken ve bu çalışmalarının uzun bir zaman ve emeğin ürünü olduğunu söylerken, bu ortaklığı itiraf edip değişirse etmektedir.
Cüreti taktire şayandır ki; güttüğü açık düşmanlığa rağmen TKP/ML ve MKP taraftarlarına seslenmekten çekinmemektedir…
Ellerindeki belgeleri nereden ve kimin üzerinden tahmin ettikleri ise, bizler için bir sır değildir. Biz, bizlere açılmış kirli bir savaşla karşı karşıya olduğumuzun bilincindeyiz. Stratejik yaklaşım ve tavrımız buna uygun olacak ve bu niteliğe bağlı olarak şekillenecektir. Bunu bir kez daha tekrarlamakta fayda var… Siyasi geleneğimizin özellikleri unutulmuştur bu zatlar tarafından, hatırlatırız; görülmemiş hiçbir hesabımız kalmayacaktır…
Yoldaşlarımız, mücadelemiz ve önderimiz Kaypakkaya şahsında hareketimize dönük pervasızca yürütülen bu gerici saldırının başını çeken ve her vesileyle buna katılan gerici güruh toplamı ve her bir unsuruyla karar vermelidir; bu güruh birliği korunup gerici amaç ortaklığıyla hareket edilecek midir; İzleyeceğiz. Bu gerici birlikten kopmayı kendine saygıya dönüştürebilenleri de öz eleştirel yaklaşımlarından görebilirsek, bunları anlamayı da bileceğiz. Ve tabii ki her bireyin kaderini belirleyen kendi davranışlarıysa, bizler de bu yasanın gereğine saygılı olmayı kendi özgürlüğümüz olarak kullanacağız!