HABER MERKEZİ (15.09.2016)-Hemen söyleyelim ki, halkın oylarıyla seçilmiş olan belediye başkanlarının veya belediyelerin siyasi iktidar tarafından tasfiye edilerek görevlerinden alınması ve yerlerine kayyum atanması, ilgili belediyelere karşı açık bir darbe örneğidir ve uygulanan sivil faşist darbe yönetiminin bir parçasıdır. Daha somut olarak ise, ilerici halkların, demokratik, devrimci güçlerin oyları ve özelde de Kürt ulusunun iradesi tarafından seçilerek bu ulus iradesini temsil eden belediyelerin tasfiye edilerek siyasi iktidarın kayyum olarak atadığı kendi memurlarıyla bu belediyeleri yönetmesi Kürt ulusunun iradesine karşı ağır bir saldırı ve aleni darbedir. Kürt ulusuna uygulanan ırkçı tekçi faşist ve milli zulümdür. Milli baskı ve soykırımcı politikalardan başka bir şey değildir. Bundan daha ala bir darbe tarif edilemez. Seçimleri ve seçmenin iradesini yok sayarak, siyasi iktidarın kendi iradesini ulus ve genel seçmen kitlenin iradesinin üstüne çıkarmasından daha yalın bir darbe olamaz. Elbette ki, bu ırkçı-kafatasçı zulmün, Kürt ulusal iradesine yapılan bu ağır faşist saldırının Kürt ulusunca kabul edilmeyeceği açıktır. Aynı biçimde devrimci halk güçleri de bu milli zulüm ve darbeye kayıtsız kalmayarak Kürt ulusuyla birlikte mücadele edecektir. Faşist sivil darbe ve bu darbe iktidarının Kürt belediyelere kayyum atayarak Kürt ulusunun iradesini çiğnemesine karşı devrimci zemindeki her direniş, her eylem ve mücadele meşrudur, haktır.
Yukarıdaki özet tabloya eklenmesi gereken ikinci husus, bu tabloya nasıl gelindiği ve hangi unsurlarla bu tablonun işlendiği ya da yürütüldüğü sorunudur. Darbe girişiminin fırsata çevrilmek suretiyle ve iktidarın muhalefeti yedekleyerek elde ettiği inisiyatifle bu gericiliğin ivmelendiğini söylemek isabet olur. Aynı zeminde körüklenen ırkçı Türk milliyetçiliğinin de buna toplumsal zemin yarattığı söylenebilir. Ki bu ivmelenmenin muhtevası koyu faşist diktatörlük ve sivil darbe olarak biçimlenmektedir. Tek adam sultası özünde büyük bir hukuksuzluk ve keyfiyetçi yönetimle hüküm süren mevcut iktidar, basamak ettiği darbe gerekçesi ile yaratıp üzerine oturduğu ve uyguladığı idare biçimi tüm burjuva parlamenter ve anayasal sistemler dışında karakterize olmaktadır. Açık faşizm ve sivil darbe yönetiminin yürürlükte olduğu her pratiğiyle ortadayken, resmen de deklare edilmiş durumdadır. OHAL kararının mecliste alınıp uygulanması bunu yeterince açıklayan faşist hukuksal düzenleme iken, Kanun Hükmünde Kararnameler yönetimi meclisi de devre dışı bırakıp tüm yetkiyi siyasi iktidara ve onun keyfiyetine teslim eden keyfiyetçi faşist bir darbe yönetim sürecini izah etmektedir. Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetim dönemi açılmış, zaten göstermelik olan parlamento veya parlamenter sistem rafa kaldırılmıştır. KHK’lerle yönetme sürecinin OHAL kararının bir sonucu olduğuna dikkat çekmekte fayda vardır. OHAL, isminden de anlaşıldığı üzere tüm yönetim ve uygulamaların olağandışı olduğu ve burjuva faşist yönetimin bile yeteri olmayarak bunun da ”olağanlığını” aşan bir olağandışılık olarak darbeci açık faşist dönem anlamına gelmektedir.
OHAL kararının alınması ve uygulanması, en yalın ifadeyle siyasi iktidara büyük yetkilerin verilmesi anlamına gelmektedir. Bu yetkiler, geçici olarak anayasanın rafa kaldırılıp anayasa dışında uygulamalara girilmesini mümkün kılmaktadır ki, bu dönemde her türlü hukuksuzluk ve faşist baskının uygulanası iktidarın keyfiyetine terk edilerek meşrulaşmış olur. Kanun Hükmünde Kararnameler çıkararak yönetmek de bunun bir biçimidir. Yasalarda olmadığı halde veya mevcut anayasal düzen ve hukuku el vermediği halde, siyasi iktidar tarafından Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarılarak her türü anti-demokratik faşist uygulamalar gerçekleştirilebilir… Bu yetki, keyfiyet ve serbestinin Erdoğan/AKP güruhuna tanınmış olması ise, uygulanacak bası ve faşizmin ne kadar vahşi olacağını göstermektedir. Ki, bu güruhun ”olağan” tabir edilen en yakın dönemlerde halk kitlelerine uyguladığı baskı ve faşizm, Kürt ulusuna uyguladığı soykırımcı katliamlar tüm çıplaklığıyla ortada olup hafızalarda canlıdır. Darbe girişiminde bulunan eski ortağı cemaat olmasına karşın, Erdoğan/AKP güruhunun keskin dişlerini batırdığı kesimler emekçi kesimler ve Kürtlerdir. Kürt düşmanlığının ne kadar güçlü olduğu, Kentleri harabeye çevirip gerçekleştirdiği soykırımcı katliamlar yakın pratiğiyle ve mevcuttaki yönelimiyle alenen ortadadır. Dolayısıyla, belediyelere kayyum atama pratiğiyle de anlaşıldığı gibi, bu dönemin keskin yönelimi Kürt ulusuna karşı haksız gerici savaşın dünü aratmayan pervasızlıkta, hatta daha ağır ve kirli yöntemlerle yürütülmesi olacaktır. Ki, Kürt ulusal direnişinin ezilip kırılarak teslim alınması, köleliğinin derinleştirilmesi hedeflendiği her bakımdan anlaşılmaktadır.
Kürt veya HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargılamaların başlatılması ve vekillerin mahkemelere çağrılması, HDP’li belediyelere kayyum atayarak Kürt ulusunun iradesinin pervasızca çiğnenmesi ve diğer milli zulüm ve baskı biçimleri Kürt ulusunun sesinin kısılıp adeta nefessiz bırakılmasının amaçlandığını ortaya koymaktadır. Kuşkusuz ki, bu faşist güruhun tek baskı ve saldırı hedefi Kürt ulusu olmayacaktır, değildir de. Kamu çalışanlarına dönük tasfiyelerden de anlaşılacağı gibi, muhalif kimliğe sahip herkes hedeflenmekte, özellikle de demokrat ve ilerici siyasi kimliğe sahip olanlar tasfiye edilerek hedef alınmaktadır. Genel olarak geniş halk kitleleri ve özelde de devrimci ve sosyalist güçlerin hedeflenerek saldırı ve faşist baskılara maruz kaldığı inkâr edilemez gerçektir. Fakat bütün bu faşist baskı ve zulüm sürecinde Kürt Ulusal Hareketi veya Kürt ulusu en ağır saldırıların hedefi olacaktır. Çünkü Kürt Ulusal Hareketi ciddi bir direniş ve irade ortaya koymakla birlikte, ciddi bir silahlı güç olarak iktidarı zorlayan durumdadır. Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi’nin esas hedef haline getirilmesi veya keskin çatışmanın burada yürütülmesi bu zeminde anlaşılırdır.
Erdoğan/AKP iktidarın geliştirdiği saldırı süreci de Kürt ulusuna dönük yönelimin esas olacağını veya burada keskin bir çatışmanın yaşanacağını doğrulamaktadır. Askeri savaş sahasında Kürt kentlerinin tank ve toplarla yıkılıp yerle bir edilmesi ve ortaya konulan soykırımcı katliamlardan sonra ya da bunlarla Kürt ulusal direnişini kırıp teslim alma sonucunu alamayan tekçi faşist iktidar, Kürtlerin direnişini yenemediği gibi, özyönetim iradelerini ortaya koymalarını da engelleyemedi. Bu siyasi açmazını Kürtlerin sesini kısıp en demokratik örgütlenme ve iradelerini baskı altına alıp susturarak aşmak istemektedir. Seçilmiş olan HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp yargılayarak hapsetme adımı tam da bu amacın ürünü olarak devreye sokuldu. Bunu da yeterli görmeyen faşist iktidar güruhu, bu kez de diğer seçilmişler olan belediye başkanlarını görevden alma, tutuklama ve yerlerine kayyum dediği memurlarını atama saldırısını devreye soktu. Her vesilede milli irade ve seçimlere sığınan bu faşist güruh, milli irade-özellikle de Kürt milli iradesi tarafından seçimlerde seçilmiş olup o iradeyi temsil eden Kürt milletvekillerini yargılayıp tutuklamaya çalışmakta, belediye başkanlarını görevden alıp tutuklamakta ve yerlerine kayyum atamaktadır…
Açık ki, Kürt ulusu, iradesine yapılmış olan bu ağır saldırı karşısında sessiz kalmayacak, gerekli ve meşru olan direniş ve mücadele tavrını ortaya koyacaktır. Halkın veya kendisinin seçmediği memurları belediye başkanı olarak tanımayacak, belediyeleri işlevsiz kılacaktır. Daha önce Kürt Ulusal Hareketi atanacak kayyumların askeri hedefleri olacağını açıklayarak tavrını ortaya koymuştu. Ki, atanan kayyumlara ve iktidara dönük her türlü devrimci direniş, eylem ve mücadele meşru bir haktır. Kürt ulusu ve hareketi bu direniş ve eylem tavrını ortaya koyarak belediyelerine, seçtikleri belediye başkanlarına ve dolayısıyla kendi iradesine sahip çıkacaktır. Bu anlamda, özellikle 28 belediyeye kayyum atanması ile birlikte, Kürt Ulusal Hareketi kitlelerle birlikte güçlü bir karşı koyuş ve eylem pratiği ortaya koyacaktır. Atanan memurların o belediyelerde bakanlık yapması ve belediyeleri işletmesi mümkün olmayacaktır. Daha da önemlisi büyük kitlesel bir Kürt ayaklanması daha aktifleşerek faşist iktidarı daha büyük açmazlara sokacaktır. Kürt ulusu ve iradesine karşın tasfiye edilen Kürt belediyelerini yönetmek ve çalıştırmak mümkün olmayacaktır. Kürt cephesinden büyük ve topyekûn bir savaşın yükselmesi kaçınılmazdır.
Kuşkusuz ki, sosyalist ve devrimci güçler de bu süreç karşısında kayıtsız kalamaz, kalmayacaklardır. Muhtemel Kürt ulusal direnişiyle dayanışma içinde olup birlikte mücadele etme görevlerini yerine getireceklerdir. Hem Kürt ulusunun iradesine yapılan saldırı karşısındaki görevleri bağlamında, hem de ırkçı faşist saldırganlığa karşı mücadele görevleri bağlamında muhtemel direniş ve mücadelenin bir parçası ve öznesi olacaklardır.