Korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşan

Temel sorun korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşanma tavrında kilitlenmektedir. Cüret olmadan korkunun esiri olup sinmiş ruh haline gömülmek, dolayısıyla devrimciliği vasat ölçülere indirmek kaçınılmazdır. Değiştirme pratiğine girmenin değişmez bir yolu mutlak biçimde cüretten geçerken, korkunun alt edilerek militan atılganlığın sahnelenmesi ise, kitlelerin tayin edici rolü ve tarihsel haklılığın bilince çıkarılmasına dayanan devrimci fedakârlığın tereddütsüzce sergilenmesiyle mümkündür

 HABER MERKEZİ (22.03.2016)- Gazetemizin 118.Sayısında yayınlanan ‘’Korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşan’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

 İdeolojik-politik devrimciliğin tanımı en genel manada devrim hedefi ve amacına uygun mücadele çerçevesini kapsayan geniş yelpazede tarif edilerek karşılık bulur. Bu devrimcilik tanımı bilinçli teori-pratik zeminine sahip olarak mutlak biçimde bedel ödemeyi de içerir. Bu anlamda bedel ödemeyi göze almayanlar devrimcilik yapamaz, devrimci de olamaz demek yanlış olmaz. Bilakis devrimciliğin kopmaz bir parçasını ve olmazsa olmaz değerindeki gerçeğini ifade eder. Nesnel devrimcilik ise, devrimden menfaati olup gerici sınıflar tarafından baskı ve sömürü altında tutulan ve ideolojik-politik bilinç ya da sınıf bilinci bakımından “geri” de olsa geniş halk kitlelerinde karşılık bulur. Nesnel olarak devrimci olan geniş işçi, köylü tüm emekçi yığınlar ideolojik-politik bilinç ve kavrayışlarının “geriliği” nedeniyle (ki, bu onların suçu değildir) bilinçli devrimci pratik ve reflekslerde bulunmadıklarından dolayı suçlanamazlar. Ancak sınıf bilinçli veya ideolojik-politik bilinç düzeyine sahip devrimciler aynı ölçüyle değerlendirilemezler. Bunlar, karşı-devrimci sınıfların gerici ve faşist saldırılarını göğüslemede tereddüt etme, toplumsal sorun ve siyasi gelişmeler karşısında nötr ve duyarsız kalma, bedeller pahasına mücadele etmekten sakınma gibi tüm davranışları karşısında kesinlikle eleştirilmek ve hatta sorumlulukları bağlamında yükümlü tutulmak durumundadırlar…

 Bedel ödemek veya bedel ödemeyi göze almak tek başına devrimciliğin kriteri olmasa da, devrimcilikte bedel ödemeyi göze almanın kaçınılmaz bir özellik ve zorunlu bir sınıf mücadelesi davranışı olduğu kesindir. Bedel ödemeyi göze almayanların devrimcilik yapamayacağı, devrim ve devrimcilik iddiasının muhtevasıyla sabittir. Günümüzde devrimciliğin bedel ödemeyi göze alma konusunda önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bu, her somut devrimcilik temsili için geçerli olmasa da, devrimci yelpazenin önemli bir bölümünde esas olarak geçerlidir. Günün siyasi gelişmeleri ve özellikle Kürt ulusuna uygulanan vahşi soykırım katliamları karşısında bedel ödemeyi göze alma ya da almama tavrı devrimci hareketin sorgulaması gereken temel meseleleri arasındadır, önemli ve ciddi bir problemdir…

 Kürt ulusu kendisine uygulanan barbar katliam ve soykırım saldırganlığı karşısında kahramanca direniş sergileyerek bedel ödemeyi göze almanın ötesinde, somut olarak ağır bedeller ödemektedir. Bu anlamda Kürt ulusu ve hareketinin siyasi açıdan devrimci rol oynayıp devrimci pratik sergilediği tartışma götürmez gerçektir. İdeolojik-politik dokusu, genel siyasi çizgisi, stratejik hedef ve amaçları bakımından nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, somut pratik ve reel politikte demokratik zeminde ileriye dönük bir gelişmeyi ifade ettiği ve aynı zamanda reel politikte devrimci rol oynadığı teslim edilmek durumundadır. Bu gerçeğin altını çizerek bir kenara bırakırsak, Kürt ulusuna büyük bir milli zulüm, vahşi katliam ve soykırım saldırganlığı uygulanmaktadır. Proleter devrimciler ve devrimciler salt bu nedenle Kürt ulusuna karşı görev ve sorumluluklar taşırlar. Proleter devrimciler, faşist hâkim sınıfların uyguladığı her türlü baskı, sömürü ve zulmün karşısında olmakla birlikte, bu baskı, sömürü ve zulmün uygulandığı her dilden, dinden, ırktan ve cinsten kesimlerle birleşmeyi, bu kesimleri savunmayı ve bunlarla ortak mücadeleler vermeyi, varlık gerekçesi olarak açıklarlar. Devrimciliğin en temel ölçüsü bu noktada benimsenen bilinç ve pratiktir. Dolayısıyla, Kürt ulusu şahsında vahşi boyutlara ulaşan soykırım saldırganlığı başta olmak üzere, geniş halk kitlelerine uygulanan koyu faşist baskılar karşısında devrimci görev ve sorumluluklar pratiğinin tartışmasız biçimde ortaya konması devrimcilik açısından şarttır. Bu şart bilinç ya da kavrayış düzeyinde genel kabul görse de, buna uygun pratiğin sergilenmesi maalesef son derece yetersiz ve cılızdır. Bunun temel nedenlerinden biri de kuşkusuz ki, bedel ödemeyi göze alan bir mücadele pratiğinin gösterilmemesi-gösterilememesidir. Evet Kürt ulusu ender görülen bir kıyımdan geçiriliyor, daha da önemlisi Kürt ulusu en ağır bedeller pahasına kahramanca direniyor. Buna karşın, proleter devrimciler ve devrimciler bırakalım bu mücadele ve direnişin öznesi olmayı, istisnalar hariç henüz ciddi bir pratik sergilemiş bile değildir. Duyarsız olduklarını söylemek isabetli olmasa da reel gerçeklik bunu işaret etmektedir. Teorik zeminde duyarlılığı yansıtan izahatlar, yine teorik düzeyde işaret edilen görev ve sorumluluklar çizelgesine bakıldığında esasta bir sorun yoktur, bir duyarlılıktan bahsedilebilir. O halde bu duyarlılığa rağmen neden gerekli pratik tavır-tutumun sergilenmediği sual edilerek izah edilmeye muhtaçtır. Bu sual karşısında verilecek yanıtın esasını bedel ödemeyi göze alamama gerçekliği oluşturur. Demek ki, bedel ödemeyi göze alan bir pratiğin ortaya konması can alıcı meselelerdendir.

Korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşan

 Burada temel sorun korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşanma tavrında kilitlenmektedir. Cüret olmadan korkunun esiri olup sinmiş ruh haline gömülmek, dolayısıyla devrimciliği vasat ölçülere indirmek kaçınılmazdır. Değiştirme pratiğine girmenin değişmez bir yolu mutlak biçimde cüretten geçerken, korkunun alt edilerek militan atılganlığın sahnelenmesi ise, kitlelerin tayin edici rolü ve tarihsel haklılığın bilince çıkarılmasına dayanan devrimci fedakârlığın tereddütsüzce sergilenmesiyle mümkündür.

 Kürt ulusu, çocuklarının cesetlerini buzdolaplarında muhafaza etme, direnişçilerinin cenazelerinin araçların arkasından sürüklenerek, kadın direnişçilerinin cesetlerinin çırılçıplak soyunup teşhir edilerek ve yaralılarının bilinçli olarak ölüme terk edilip ölülerinin sokaklarda çürümeye terk edilmesi düzeyinde en ağır zulme rağmen kahramanca direnip en ağır bedelleri öderken, kitlelerin sokaklara dökülmemesi, en militan çizgide değişik mücadele, direniş ve eylemlerin sergilenmemesi, kitlesel hareket ve protestoların boy vermemesi, hatta toplumsal açıdan esasta tepkisiz kalınması asla anlaşılır ve izah edilir bir tarafı olamaz. Faşist diktatörlüğün azgın baskı ve zulmü karşısında suskunluğa gömülmek geniş halk kitleleri açısından bir nebze anlaşılır olsa da, devrimci hareket açısından asla kabul edilemez. Faşist hâkim sınıfların yapmak isteği ve yaptığı azgın baskı ve katliamlarla tüm toplumu korku çemberine alıp suskunluğa gömmek, tepkilerini yok ederek esasta teslim almaktır. Bu açıdan korkuyla sinmek proleter devrimciler açısından sindirilemez bir durumdur. Elbette proleter devrimcilerin kaba bir korkuya gömülerek tamamen suskun olduğu söylenemez ama tepkilerinin yetersiz olduğu da tartışılamaz. Gerekli olan mücadele ve eylem pratiğinin ortaya konulamamasında en büyük etken bedel ödenmeyi göze alamama biçimindeki korku düzeyidir. Bu atmosfer parçalanıp korku çemberleri kırılmak durumundadır. En militan eylemlerin tüm haklı zeminine rağmen Kürt ulusuna uygulanan vahşi katliamlar ve Kürt ulusunun onurlu direnişi karşısında nötr ve pasif kalmak proleter devrimcilikle asla bağdaşmaz.

 “Kürtler-Kürt Ulusal Hareketi Gezi Direnişi döneminde destek vermedi” gerekçesiyle edilgen ve tarafsız kalan sözüm ona devrimcilik ne kadar ahmakça ise, soyut gerekçeler arkasına sığınarak devrimci görev ve militan mücadelenin sergilenmemesi de bir o kadar geridir. Esas görevler dururken alakasız ve yanlış işlerle meşgul olmak ise açık bir aymazlıktır. Pekala Sûr ile dayanışma mitingleri, Cizîr, Silopiya vb. katliamlarını protesto miting ve gösterileri, Kürt ulusuyla dayanışma ve sınıf perspektifinden mücadeleyi omuzlama pratiğiyle silahlı-silahsız, sanatsal, demokratik alan gibi en geniş biçimlerde en zengin eylem biçimleri sergilenebilir, ajitasyon-propaganda araçlarıyla hakim sınıflar ve katliamları teşhir edilebilir…

 Çocuklar kurşunlanırken, bir ulus soykırımdan geçirilirken bizlerin bir kaç cop yemesi, birkaç ay içerde yatması ve işkenceden geçmesi tartışma konusu bile yapılamaz. Tarih yazılırken seyirci kalanlar yazılan tarihte yer alamazlar. Tarih ağır bedeller üzerine kurulur. Toplumlar tarihi bunu gösterir. Toplumsal tarih ilerlerken toplumun diri dinamikleri bu ilerlemelerin dışında kalamaz. Devrimci sorumluluk kadar ahlaki sorumluluk da ezen ile ezilen kavgasında kavganın tabiatına uygun ağır bedelleri göze alarak görev üstlenmeyi gerektirir.

 Bir eylemle, bir protesto, bir miting ile “görevimizi yaptık” diyerek vicdani rahatlama yolu tercih edilemez. Süreklileşen bir eylemlilik, olanaklar ölçüsünde ve mümkün olduğu ölçüde ülke geneline yayılmış en yaygın bir mücadele ve direniş pratiğiyle görevlerimizi yerine getirmek esastır. Hâkim sınıflara sokakları dar etmenin günüdür. Pasifist kabukları kırarak militanlaşmanın tam vaktidir. Her yeri direniş ve mücadele alanına dönüştürme ruhuyla eyleme geçmek tarihsel görev ve sorumluluktur.

Tüm demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin somutta Erdoğan/AKP iktidarı ve genelde gerici hâkim sınıflar düzenine karşı ortak devrimci paydalarda buluşarak geniş bir cephede mücadeleyi yükseltmesi yaşamsal önemdedir. Büyük devrimci kazanımlar için yaygın bir mücadelenin örülmesi şarttır. Tüm devrimci güçlerin faşist saldırganlığa, katliam ve soykırıma karşı mücadelede birleşmesi mümkün olmaktan öteye devrimci bir zorunluluktur. Bunun gibi, faşist iktidarın baskı, katliam ve kıyıma dayalı saldırganlığına karşı bedel ödemek de ortak devrimci davranış olmak zorundadır. 

 

Önceki İçerikBrüksel’de peş peşe bombalı saldırı
Sonraki İçerikGelecek Gericiliğe Emanet, Proleter Devrimcilere Men Edilmiş Değildir!